02. Cuz

RevelationCuzPageSurah
87 221Bakara(2)

١٤٢


سَيَقُولُ السُّفَهَاءُ مِنَ النَّاسِ مَاوَلّيهُمْ عَنْ قِبْلَتِهِمُ الَّتى كَانُوا عَلَيْهَا قُلْ لِلّهِ الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُ يَهْدى مَنْ يَشَاءُ اِلى صِرَاطٍ مُسْتَقيمٍ

(142) se yekulüs süfehaü minen nasi mavellahüm an kibletihimülleti kanü aleyha kul lillahil meşriku vel mağrib yehdi mey yeşaü ila siratim müstekiym

İnsanlardan sefih olanlar diyecekler kıblelerinden onları çeviren nedir Kabeye doğru De ki doğuda Allah’ın batıda kimi dilerse hidayete erdirir doğru yol üzerine

(142) The fools among the people will say: “What hath turned them from the Qiblah to which they were used?” Say: “To Allah belong both East and West: He guideth whom He will to a Way that is straight.”

1. se : yakında, olacak
2. yekûlu : derler, söylerler
3. es sufehâu : sefihler, kendini bilmeyenler
4. min en nâsi : insanlardan
5. mâ vellâ-hum : onları çeviren nedir
6. an kıbleti-him : kıblelerinden
7. elletî : o ki, ki o
8. kânû : oldular
9. aleyhâ : onun üzerinde
10. kul : de ki
11. lillâhi (li allâhi) : Allah’ın
12. el meşrıku : doğu
13. ve el magrıbu : ve batı
14. yehdî : hidayet eder
15. men : kimse, kişi
16. yeşâu : diler
17. ilâ sırâtın mustakîmin : Sıratı Mustakîm’e, Allah’a ulaştıran yola

١٤٣

وَكَذلِكَ جَعَلْنَاكُمْ اُمَّةً وَسَطًا لِتَكُونُوا شُهَدَاءَ عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَهيدًا وَمَا جَعَلْنَا الْقِبْلَةَ الَّتى كُنْتَعَلَيْهَا اِلَّا لِنَعْلَمَ مَنْ يَتَّبِعُ الرَّسُولَ مِمَّنْ يَنْقَلِبُ عَلى عَقِبَيْهِ وَاِنْ كَانَتْ لَكَبيرَةً اِلَّا عَلَى الَّذينَ هَدَى اللّهُ وَمَا كَانَ اللّهُ لِيُضيعَ ايمَانَكُمْ اِنَّ اللّهَ بِالنَّاسِ لَرَؤُفٌ رَحيمٌ

(143) ve kezalike cealnaküm ümmetev vesetal li tekunu şühedae alen nasi ve yekuner rasulü aleyküm şehida vema cealnal kibletelleti künte aleyha illa li na’leme mey yettebiur rasule mimmey yenkalibü ala akibeyh ve in kanet le kebiraten illa alellezine hedellah ve ma kanellahü li yüdiy’a imaneküm innellahe bin nasi le raufür rahiym

Ve böylece sizi kıldık vasat ümmet olarak olasınız şahitler insanlar üzerine Resulde olsun sizin üzerinize şahit, sana kıble yapmamamız önceki yönünüzü ancak bilmemiz içindi kim Resule uyuyor kim geri dönüyor ve akıbetlerini eğer çok ağır gelse de ancak Allah’ın hidayet ettiği kimseler hariç Allah zayi etmez Sizlerin imanlarınızı muhakkak Allah insanlara şefkatli merhametli

(143) Thus have We made of you an Ummah justly balanced, that ye might be witnesses over the nations, and the Messenger a witness over yourselves and We appointed the Qiblah to which thou wast used, only to test those who followed the Messenger from those who would turn on their heels (from the Faith). Indeed it was (a change) momentous, except to those guided by Allah. And never would Allah make your faith of no effect. For Allah is to all people most surely full of kindness, Most Merciful.

1. ve kezâlike : ve bunun gibi, böylece
2. cealnâ-kum : biz sizi kıldık, yaptık
3. ummeten : bir ümmet, bir topluluk
4. vasatan : vasat, ortada, ifrat ve tefritten uzak
5. li tekûnû : olmanız için, olun diye
6. şuhedâe : şahitler
7. alâ en nâsi : insanlara
8. ve yekûne : ve olsun
9. er resûlu : resûl
10. aleykum : size, sizin üzerinize
11. şehîden : şahit
12. ve mâ ceal-nâ : ve biz yapmadık, kılmadık
13. el kıblete : kıble
14. elletî : o ki, ki o
15. kunte : sen oldun
16. aleyhâ : onun üzerinde
17. illâ : ancak, sadece, hariç
18. li na’leme : bilmemiz için
19. men : kim
20. yettebiu : tâbî olur
21. er resûle : resûl
22. mimmen (min men) : o kimse(ler)den, ondan (onlardan)
23. yenkalibu : geri döner
24. alâ : üzerine, üzerinde
25. akibeyhi : topukları (iki topuğu)
26. ve in kânet : ve eğer olursa, olsa bile
27. le : elbette, gerçekten
28. kebîreten : zor, güç
29. illâ : ancak, hariç
30. alâ : üzerine, … e
31. ellezîne : o kimseler, onlar
32. hedâ : hidayete erdirdi
33. allâhu : Allah’ın
34. ve mâ kâne : ve olmadı, değildir
35. allâhu : Allah
36. li yudîa : zayi edecek, boşa çıkaracak, yok edecek
37. îmâne-kum : sizin îmânınız
38. inne : hiç şüphesiz, muhakkak
39. allâhe : Allah
40. bi en nâsi : insanlara
41. le : mutlaka, elbette
42. raûfun : çok şefkatli
43. rahîmun : çok merhametli, rahmet gönderen

١٤٤


قَدْ نَرى تَقَلُّبَ وَجْهِكَ فِى السَّمَاءِ فَلَنُوَلِّيَنَّكَ قِبْلَةً تَرْضيهَا فَوَلِّوَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَحَيْثُ مَا كُنْتُمْ فَوَلُّوا وُجُوهَكُمْ شَطْرَهُ وَاِنَّ الَّذينَ اُوتُواالْكِتَابَ لَيَعْلَمُونَ اَنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْ وَمَا اللّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا يَعْمَلُونَ

(144) kad nera tekallübe vechike fis semai fe lenüvelliyenneke kibleten terdaha fevelli vecheke şatral mescidil haram ve haysü ma küntüm fe vellu vücuheküm şatrah ve innellezine utül kitabe le ya’lemune ennehül hakku mir rabbihim vemallahü bi ğafilin amma ya’melun

Görüyoruz yüzünü çevirdiğini semaya doğru seni döndüreceğiz razı olacağın kıbleye yüzünü çevir mescidi haram tarafına sizde nerede olursanız çevirin yüzünüzü o tarafa şüphe yok ki kitap verilenler onun hak olduğunu bilirler Rableri tarafından Allah gafil değildir, işlediklerinden

(144) We see the turning of thy face (for guidance) to the heavens: now shall We turn thee to a Qiblah that shall please thee. Turn then thy face in the direction of the Sacred Mosque: wherever ye are, turn your faces in that direction. The People of the Book know well that is the truth from their Lord, nor is Allah unmindful of what they do.

1. kad : muhakkak, olmuştu
2. nerâ : görüyoruz
3. tekallube : çeviriyorsun
4. vechi-ke : yüzünü
5. fî es semâi : semaya
6. fe le nuvelliye enne-ke : artık seni mutlaka çevireceğiz
7. kıbleten : bir kıbleye
8. terdâ-hâ : ondan razı, hoşnut olacağın
9. fe velli : bundan sonra çevirin
10. veche-ke : yüzünüzü
11. şatra : taraf, yön
12. el mescidi el harâmi : Mescid-i Haram
13. ve haysu : ve nerede
14. mâ kuntum : siz olursunuz, bulunursunuz
15. fe vellû : öyleyse çevirin
16. vucûhe-kum : yüzlerinizi
17. şatra-hu : onun yönüne, tarafına
18. ve inne : ve hiç şüphesiz, muhakkak
19. ellezîne : o kimseler, onlar
20. ûtû : verildiler
21. el kitâbe : kitap
22. le ya’lemûne : elbette biliyorlar, bilirler
23. enne-hu : onun olduğu
24. el hakku : bir hak, gerçek
25. min rabbi-him : onların Rabbinden
26. ve mâ âllâhu : ve Allah değildir
27. bi gâfilin : gâfil
28. ammâ (an mâ) : şey(ler)den
29. ya’melûne : yapıyorlar

١٤٥

وَلَءِنْ اَتَيْتَ الَّذينَ اُوتُوا الْكِتَابَ بِكُلِّ ايَةٍ مَاتَبِعُوا قِبْلَتَكَ وَمَا اَنْتَ بِتَابِعٍ قِبْلَتَهُمْ وَمَا بَعْضُهُمْ بِتَابِعٍ قِبْلَةَ بَعْضٍ وَلَءِنِ اتَّبَعْتَ اَهْوَاءَهُمْ مِنْ بَعْدِ مَاجَاءَكَ مِنَ الْعِلْمِ اِنَّكَ اِذًا لَمِنَ الظَّالِمينَ

(145) ve le in eteytellezine utül kitabe bi külli ayetim matebi u kibletek vema entebitabiın kıbletehüm ve ma ba’duhüm bi tabiın kiblete ba’d ve leinitteba’te ehvaehüm mim ba’di ma caeke minel ilmi inneke izel le minez zalimin

Yemin olsun sen şu kimselere getirsen kitap verilenlere bütün mucizeleri kıblene tabi olmazlar sende tabi olacak değilsin onların kıblelerine onlardan bazıları tabi olmazlar birbirlerinin kıblelerine yemin olsun ki sen tabi olursan onların hevalarına sana geldikten sonra ilimden bir şey şüphesiz sen zalimlerden olursun

(145) Even if thou wert to bring to the People of the Book all the Signs (together), they would not follow thy Qiblah nor art thou going to follow their Qiblah nor indeed will they follow each other’s Qiblah. If thou after the knowledge hath reached thee, wert to follow their (vain) desires – then wert thou indeed (clearly) in the wrong.

1. ve le in : ve eğer gerçekten olursa, olsa
2. eteyte : getirsen
3. ellezîne : o kimselere, onlara
4. ûtû : verilenlere
5. el kitâbe : kitap
6. bi kulli : hepsini
7. âyetin : âyet
8. mâ tebiû : tâbî olmazlar
9. kıblete-ke : senin kıblen
10. ve mâ ente : ve sen değilsin
11. bi tâbîın : tâbî olan
12. kıblete-hum : onların kıblesi
13. ve mâ : ve değil
14. ba’du-hum : onların bir kısmı
15. bi tâbîın : tâbî olan
16. kıblete : kıble
17. ba’dın : bazıları, bir kısmı
18. ve le in : ve eğer gerçekten olursa, olsa
19. itteba’te : sen tâbî oldun
20. ehvâe-hum : onların hevaları, nefslerinin arzuları, istekleri
21. min ba’di : sonradan, den sonra
22. mâ câe-ke : sana gelen şey
23. min el ilmi : ilimden, bilgiden
24. inne-ke : muhakkak ki sen, hiç şüphesiz sen
25. izen : o zaman, o taktirde
26. le min ez zâlimîne : elbette zalimlerden

Sayfa:22

١٤٦

اَلَّذينَ اتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْرِفُونَهُ كَمَا يَعْرِفُونَ اَبْنَاءَهُمْ وَاِنَّ فَريقًا مِنْهُمْ لَيَكْتُمُونَ الْحَقَّ وَهُمْ يَعْلَمُونَ

(146) ellezine ateynahümül kitabe ya’rifunehu kema ya’rifune ebnaehüm ve inne ferikam minhüm le yektümunel hakka ve hüm ya’lemun

Kendilerine kitap verdiklerimiz kimseler onu tanırlar kendi çocuklarını tanıdıkları gibi şüphesiz onlardan bir fırka Hakkı gizlerler ve onlar bildikleri halde

(146) The People of the Book know this as they know their own sons, but some of them conceal the truth which they themselves know.

1. ellezîne : o kimseler, onlar
2. âteynâ-hum : onlara verdik, getirdik
3. el kitâbe : kitap
4. ya’rifûne-hu : onu tanırlar, bilirler
5. kemâ : gibi
6. ya’rifûne : tanırlar
7. ebnâe-hum : oğullarını
8. ve inne : ve hiç şüphesiz, muhakkak ki
9. ferîkan : bir fırka, bir grup
10. min-hum : onlardan
11. le : elbette, mutlaka
12. yektumûne : gizlerler
13. el hakka : hakkı
14. ve hum : ve onlar
15. ya’lemûne : biliyorlar

١٤٧

اَلْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ فَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُمْتَرينَ

(147) elhakku mir rabbike fe la tekunenne minel mümterin

Hak Rabbindendir sakın olma şüphe edenlerden

(147) The truth is from thy Lord so be not at all in doubt.

1. el hakku : hak, gerçek
2. min rabbi-ke : senin Rabbinden
3. fe : artık, bundan sonra
4. lâ tekûnenne : sakın olma
5. min el mumterîne : şüphe edenlerden

١٤٨

وَلِكُلٍّ وِجْهَةٌ هُوَ مُوَلّيهَا فَاسْتَبِقُوا الْخَيْرَاتِ اَيْنَ مَاتَكُونُوا يَاْتِ بِكُمُ اللّهُ جَميعًا اِنَّ اللّهَ عَلى كُلِّ شَىْءٍ قَديرٌ

(148) ve li külliv vichetün hüve müvelliha festebikul hayrat eyne ma tekunu ye’ti bikümüllahü cemia innellahe ala külli şey’in kadir

Herkesin bir yönü var ona yönelirler hayırda yarışın nerede olursanız olun Allah hepinizi bir araya getirir şüphesiz Allah her şeye kadirdir

(148) To each is a goal to which Allah turns him then strive together (as in a race) towards all that is good. Wheresoever ye are, Allah will bring you together. For Allah hath power over all things.

1. ve li kullin : ve herkes için vardır
2. vichetun : vech, cihet, yön
3. huve : o
4. muvellî-hâ : ona yönelinen (yer)
5. fe : o zaman, artık
6. istebikû : yarışın, yarış edin
7. el hayrâti : hayırlar
8. eyne mâ : her nerede
9. tekûnû : olursunuz
10. ye’ti bi-kum : sizi getirir
11. allâhu : Allah
12. cemîan : hepsi, topluca, biraraya
13. inne allâhe : muhakkak ki Allah
14. alâ kulli şey’in : herşeye
15. kadîrun : kaadirdir

١٤٩

وَمِنْ حَيْثُ خَرَجْتَ فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَاِنَّهُ لَلْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ وَمَا اللّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ

(149) ve min haysü haracte fevelli vecheke şatral mescidil haram ve innehu lel hakku mir rabbik ve mallahü bi ğafilin amma ta’melun

Ve nereden hemen çıkarsan yüzünü o tarafa çevir mescidi haram (Kabe) tarafına şüphesiz O haktır Rabbin tarafından Allah gafil değildir. sizin işlediklerinizden

(149) From whencesoever thou startest forth, turn thy face in the direction of the Sacred Mosque that is indeed the truth from thy Lord. And Allah is not unmindful of what ye do.

1. ve min : ve den
2. haysu : neresi
3. harec-te : sen çıktın
4. fe : o zaman
5. velli : dön, çevir
6. veche-ke : yüzünü
7. şatra : yön, taraf
8. el mescidi el harâmi : Mescid-i Haram
9. ve inne-hu : ve hiç şüphesiz o, muhakkak ki o
10. le : elbette, mutlaka
11. el hakku : hak
12. min rabbi-ke : senin Rabbinden
13. ve mâ : ve değildir
14. allâhu : Allah
15. bi gâfilin : gâfil
16. ammâ (an mâ) : şey(ler)den
17. ta’melûne : yapıyorsunuz

١٥٠

وَمِنْ حَيْثُ خَرَجْتَ فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَحَيْثُ مَاكُنْتُمْ فَوَلُّوا وُجُوهَكُمْ شَطْرَهُ لِءَلَّا يَكُونَ لِلنَّاسِ عَلَيْكُمْ حُجَّةٌ اِلَّا الَّذينَ ظَلَمُوا مِنْهُمْ فَلَا تَخْشَوْهُمْ وَاخْشَوْنى وَلِاُتِمَّ نِعْمَتى عَلَيْكُمْ وَلَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ

(150) ve min haysü haracte fevelli vecheke şatral mescidil haram ve haysü ma küntüm fe vellu vücuheküm şatrahu li ella yekune linnasi aleyküm hucceh ilellezine zalemu minhüm fe la tahşevhüm vahşevni ve li ütimme ni’meti aleyküm ve lealleküm tehtedun

Ve nereden hemen çıkarsan yüzünü o tarafa çevir mescidi haram tarafına ve siz nerede olursanız hemen çevirin yüzünüzü o tarafa (Kabe’ye) taki insanlar için olmasın aleyhinize bir hüccet (delil) olarak ancak onlardan zalimler hariç siz onlardan korkmayın benden korkun taki üzerinize nimetimi tamamlayayım umulur ki hidayete erersiniz

(150) So from whencesoever thou startest forth, turn thy face in the direction of the Sacred Mosque and wheresoever ye are, turn your face thither: that there be no ground of dispute against you among the people, except those of them that are bent on wickedness so fear them not, but fear Me and that I may complete My favours on you, and ye may (consent to) be guided

1. ve min haysu : ve nereden
2. harecte : sen çıktın
3. fe : o zaman
4. velli : dön, çevir
5. veche-ke : yüzünü
6. şatra : yön
7. el mescidi el harâmi : Mescid-i Haram
8. ve haysu : ve nerede
9. mâ kuntum : siz oldunuz (bulundunuz)
10. fe : o zaman, hemen
11. vellû : dönün, çevirin
12. vucûhe-kum : yüzleriniz
13. şatra-hu : onun tarafına, o tarafa
14. li ellâ yekûne : olmaması için
15. li en nâsi : insanlara, insanların
16. aleykum : sizin üzerinize, size
17. huccetun : hüccet, delil
18. illâ : ancak, hariç
19. ellezîne : o kimseler, onlar
20. zalemû : zulmettiler
21. min-hum : onlardan
22. fe : artık, o zaman
23. lâ tahşev-hum : onlardan korkmayın
24. vahşev-nî : benden korkun
25. ve li utimme : ve tamamlamam için
26. ni’metî : ni’metimi
27. aleykum : size, sizin üzerinize
28. ve lealle-kum : ve umulur ki siz, böylece siz
29. tehtedûne : hidayete erersiniz

١٥١

كَمَا اَرْسَلْنَا فيكُمْ رَسُولًا مِنْكُمْ يَتْلُوا عَلَيْكُمْ ايَاتِنَا وَيُزَكّيكُمْ وَيُعَلِّمُكُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَيُعَلِّمُكُمْ مَالَمْ تَكُونُوا تَعْلَمُونَ

(151) kema erselna fiküm rasulem minküm yetlu aleyküm ayatina ve yüzekkiküm ve yüallimükümül kitabel vel hikmete ve yüallimüküm ma lem tekunu ta’lemun

Nitekim içinizden gönderdik sizden bir Resulü o size ayetlerimizi okuyor ve sizleri temizliyor ve size kitabı öğretiyor ve hikmeti ve size öğretiyor bilmediğiniz şeyleri

(151) A similar (favour have ye already received) in that We have sent among you a Messenger of your own, rehearsing to you Our Signs and purifying you, and instructing you in Scripture and Wisdom, and in new Knowledge.

1. kemâ : gibi, olduğu gibi, öyle ki, nitekim
2. ersel-nâ : biz gönderdik
3. fî-kum : sizin içinizde
4. resûlen : bir resûl, elçi
5. min-kum : sizden
6. yetlû : okur
7. aleykum : size
8. âyâti-nâ : bizim âyetlerimiz
9. ve yuzekkî-kum : ve sizi tezkiye eder
10. ve yuallimu-kum : ve size öğretir
11. el kitâbe : kitabı
12. ve el hikmete : ve hikmeti
13. ve yuallimu-kum : ve size öğretir
14. : şeyler
15. lem tekûnû ta’lemûne : sizin bilmediğiniz

١٥٢

فَاذْكُرُونى اَذْكُرْكُمْ وَاشْكُرُوالى وَلَا تَكْفُرُونِ

(152) fezküruni ezkürküm veşküru li ve la tekfürun

Beni zikredin sizi zikredeyim bana şükredin ve beni inkar etmeyin

(152) Then do ye remember Me I will remember you. Be grateful to Me, and reject not Faith.

1. fe : o halde, öyle ise
2. uzkurû-nî : beni zikredin
3. ezkur-kum : ben sizi zikrederim (zikredeyim)
4. ve uşkurû : ve şükredin
5. : bana
6. ve lâ tekfurû-ni : ve beni inkâr etmeyin (ni’metlerimi inkâr edip küfürde olmayın)

١٥٣

يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا اسْتَعينُوا بِالصَّبْرِ وَالصَّلوةِ اِنَّ اللّهَ مَعَ الصَّابِرينَ

(153) ya eyyühellezine amenüsteiynu bis sabri ves salah innellahe meas sabirin

Ey iman edenler yardım isteyin sabırla ve namazla şüphesiz Allah sabredenlerle beraberdir

(153) Ye who believe! seek help with patient perseverance and prayer: for Allah is with those who patiently persevere.

1. yâ eyyuhâ : ey
2. ellezîne : o kimseler, onlar
3. âmenû : âmenû olanlar, îmân edenler(Allah’a ulaşmayı dileyenler)
4. istainû : istiane (Allah’tan istenen özel yardım, mürşidin istenmesi)
5. bi : ile
6. es sabri : sabır
7. ve : ve
8. es salâti : namaz
9. inne : muhakkak ki, hiç şüphesiz
10. allâhe : Allah
11. mea : beraber
12. es sâbirîne : sabredenler

Sayfa:23

١٥٤

وَلَا تَقُولُوا لِمَنْ يُقْتَلُ فى سَبيلِ اللّهِ اَمْوَاتٌ بَلْ اَحْيَاءٌ وَلكِنْ لَاتَشْعُرُونَ

(154) ve la tekulu li mey yuktelü fi sebilillahi emvat bel ahyaüv ve lakil la teş’urun

Demeyiniz Allah yolunda ölenler için ölüler hayır onlar diridir ve lakin idrak edemezsiniz

(154) And say not of those who are slain in the way of Allah: “They are dead.” Nay, they are living, though ye perceive (it) not.

1. ve : ve
2. lâ tekûlû : demeyin, söylemeyin
3. li : için
4. men : kişi, kimse
5. yuktelu : öldürülür
6. fî sebîli allâhi : Allah’ın yolunda
7. emvâtun : ölüler
8. bel : hayır
9. ehyâun : canlıdır, hayattadır, diridir
10. ve : ve
11. lâkin : lâkin, fakat
12. lâ teş’urûne : şuurunda değilsiniz, farkında olmazsınız

١٥٥

وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَىْءٍ مِنَ الْخَوْفِ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِنَ الْاَمْوَالِ وَالْاَنْفُسِ وَالثَّمَرَاتِ وَبَشِّرِ الصَّابِرينَ

(155) ve le neblüvenneküm bi şey’im minel havfi vel cui ve naksim minel emvali vel enfüsi ves semerat ve beşşiris sabirin

Sizleri mutlaka imtihan edeceğiz korkuyla ve açlıkla mallarınızdan eksiltmeyle canlarınızla mahsullerinizle sabredenleri müjdele

(155) Be sure We shall test you with something of fear and hunger, some loss in goods or lives or the fruits (of your toil), but give glad tidings to those who patiently persevere,

1. ve : ve
2. le : elbette, mutlaka
3. nebluvenne-kum : sizi imtihan ederiz
4. bi şey’in : bir şey
5. min : dan
6. el havfi : korku
7. ve el cûi : ve açlık
8. ve naksın : ve eksiklik
9. min el emvâli : mallardan
10. ve el enfusi : ve nefsler
11. ve es semerâti : ve semereler, ürünler
12. ve beşşir : ve müjdele
13. es sâbirîne : sabredenler

١٥٦

اَلَّذينَ اِذَا اَصَابَتْهُمْ مُصيبَةٌ قَالُوا اِنَّا لِلّهِ وَاِنَّا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ

(156) ellezine iza esabethüm müsiybetün kalu inna lillahi ve inna ileyhi raciun

O kimseler ki musibet isabet ettiği zaman derler şüphesiz biz Allah içiniz ve şüphesiz biz O’na döneceğiz

(156) Who say, when afflicted with calamity: “To Allah we belong, and to Him is our return” –

1. ellezîne : o kimseler, onlar
2. izâ : olduğu zaman
3. esâbet-hum : onlara isabet etti
4. musîbetun : bir musîbet
5. kâlû : dediler
6. innâ : muhakkak ki biz, hiç şüphesiz biz
7. lillâhi (li allâhi) : Allah için, Allah’a ait
8. ve : ve
9. innâ : muhakkak ki biz
10. ileyhi : ona
11. râciûne : dönecek olanlar

١٥٧

اُولءِكَ عَلَيْهِمْ صَلَوَاتٌ مِنْ رَبِّهِمْ وَرَحْمَةٌ وَاُولءِكَ هُمُ الْمُهْتَدُونَ

(157) ülaike aleyhim salevatüm mir rabbihim ve rahmetüv ve ülaike hümül mühtedun

İşte onlara Rablerinden mağfiret ve rahmet işte onlar hidayete erenlerdir.

(157) They are those in whom (descend) blessings from their Lord and mercy, and they are the ones that receive guidance.

1. ulâike : işte onlar
2. aleyhim : onların üzerine, onlara
3. salâvâtun : salâvât
4. min : den
5. rabbi-him : onların Rabbi
6. ve : ve
7. rahmetun : rahmet
8. ve : ve
9. ulâike : işte onlar
10. hum : onlar
11. el muhtedûne : hidayete erenler

١٥٨

اِنَّ الصَّفَا وَالْمَرْوَةَ مِنْ شَعَاءِرِ اللّهِ فَمَنْ حَجَّ الْبَيْتَ اَوِاعْتَمَرَ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِ اَنْ يَطَّوَّفَ بِهِمَا وَمَنْ تَطَوَّعَ خَيْرًا فَاِنَّ اللّهَ شَاكِرٌ عَليمٌ

(158) innes safa vel mervete min şeairillah fe men haccel beyte evi’temera fe la cünaha aleyhi ey yettavvefe bihima ve men tetavvea hayran fe innellahe şakirun aliym

Şüphesiz Safa ve Merve Allah’tan gelen vazifelerdir kim Beyti Haccederse umre yaparsa onun üzerine günah yoktur ikisinin tavaf edilmesinde kim gönülden hayır işlerse şüphesiz Allah şükrün karşılığını veren İlim sahibidir

(158) Behold! Safa and Marwah are among the Symbols of Allah. So if those who visit the House in the Season or at other times, should compass them round, it is no sin in them. And if any one obeyeth his own impulse to good – be sure that Allah is He Who recogniseth and knoweth.

1. inne : muhakkak, hiç şüphesiz
2. es safâ : Mekke’de Safa
3. ve : ve
4. el mervete : Mekke’de Merve
5. min : den
6. şeâirillâhi (şeâiri allâhi) : Allah’ın nişaneleri, alâmetleri, işaret ettiği yerler
7. fe : artık
8. men : kim
9. hacce : hac yaptı
10. el beyte : beyt, ev
11. ev : veya
12. ı’temera : ziyaret yaptı, umre yaptı, Beytullah’ı ziyaret etti
13. fe : o zaman, o taktirde
14. lâ cunâhâ : vebal yoktur, günah yoktur
15. aleyhi : ona, onun üzerine
16. en yettavvefe : tavaf etmek
17. bi-himâ : ikisini
18. ve men : ve kim
19. tetavvaa : tav’an, gönülden, nafile olarak (farz olmadığı halde) yapar
20. hayran : bir hayır
21. fe : o zaman, o taktirde
22. inne : muhakkak
23. allâhe : Allah
24. şâkirun : şakir, şükrün karşılığını mükâfat olarak veren
25. alîmun : hakkıyla bilen

١٥٩

اِنَّ الَّذينَ يَكْتُمُونَ مَا اَنْزَلْنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالْهُدى مِنْ بَعْدِ مَابَيَّنَّاهُ لِلنَّاسِ فِى الْكِتَابِ اُولءِكَ يَلْعَنُهُمُ اللّهُ وَيَلْعَنُهُمُ اللَّاعِنُونَ

(159) innellezine yektümune ma enzelna minel beyyinati vel hüda mim ba’di ma beyyennahü lin nasi fil kitabi ülaike yel’anühümullahü ve yel’anühümül lainun

Şüphesiz gizleyen kimseler bizim indirdiğimiz açık delilleri ve hidayeti açıkladıktan sonra kitapta insanlara işte onlara Allah lanet eder lanetçilerde onlara lanet eder

(159) Those who conceal the clear (Signs) We have sent down, and the Guidance, after We have made it clear for the People in the Book – on them shall be Allah’s curse, and the curse of those entitled to curse –

1. inne : muhakkak, hiç şüphesiz
2. ellezîne : o kimseler, onlar
3. yektumûne : ketmederler, gizlerler
4. : şey
5. enzelnâ : biz indirdik
6. min el beyyinâti : beyyinelerden, deliller, mucizeler, ispat vasıtalarından
7. ve el hudâ : ve hidayet, ruhun ölmeden önce Allah’a ulaşması, Allah tarafından ulaştırılması
8. min ba’di : sonradan
9. : şey(ler)
10. beyyennâ-hu : biz onu açıkladık
11. li en nâsi : insanlar için
12. fî el kitâbi : kitapta
13. ulâike : işte onlar
14. yel’anu-humu allâhu : Allah onlara lânet eder
15. ve yel’anu-humu : ve onlara lânet eder
16. el lâinûne : lânet ediciler

١٦٠

اِلَّا الَّذينَ تَابُوا وَاَصْلَحُوا وَبَيَّنُوا فَاُولءِكَ اَتُوبُ عَلَيْهِمْ وَاَنَا التَّوَّابُ الرَّحيمُ

(160) illellezine tabu ve aslehu ve beyyenu fe ülaike etubü aleyhim ve enet tevvabür rahiym

Ancak şu kimseler hariç tövbekarlar islah olanlar beyan edenler işte bunların tövbelerini kabul ederim ve ben tövbeleri kabul eden merhametliyim

(160) Except those who repent and make amends and openly declare (the Truth): to them I turn for I am Oft-Returning, Most Merciful.

1. illâ : ancak, sadece
2. ellezîne : o kimseler, onlar
3. tâbû : tövbe ettiler
4. ve : ve
5. aslahû : ıslâh oldular (nefs tezkiyesi yaptılar)
6. ve : ve
7. beyyenû : beyan ettiler, açıkladılar
8. fe : o zaman, o taktirde
9. ulâike : işte onlar
10. etûbu aleyhim : onların tövbelerini kabul ederim
11. ve : ve
12. ene : ben
13. et tevvâbu : tövbeleri çok kabul eden
14. er rahîmu :

١٦١

اِنَّ الَّذينَ كَفَرُوا وَمَاتُوا وَهُمْ كُفَّارٌ اُولءِكَ عَلَيْهِمْ لَعْنَةُ اللّهِ وَالْمَلءِكَةِ وَالنَّاسِ اَجْمَعينَ

(161) innellezine keferu ve matu ve hüm küffarun ülaike aleyhim la’netüllahi vel melaiketi ven nasi ecmeiyn

Şüphesiz o kimseler kafir olmuş ve onlar kafirler olarak ölmüşlerdir işte onların üzerinedir Allah’ın laneti ve meleklerin insanların tamamının (laneti).

(161) Those who reject Faith, and die rejecting – on them is Allah’s curse, and the curse of angels, and of all mankind

1. inne : muhakkak, hiç şüphesiz
2. ellezîne : o kimseler, onlar
3. keferû : gizlediler, küfrettiler
4. ve mâtû : ve öldüler
5. ve hum : ve onlar
6. kuffârun : kâfirler
7. ulâike : işte onlar
8. aleyhim : onların üzerine, onlara
9. la’netu allâhi : Allah’ın lâneti
10. ve el melâiketi : ve melekler
11. ve en nâsi : ve insanlar
12. ecmaîne : hepsi

١٦٢

خَالِدينَ فيهَا لَايُخَفَّفُ عَنْهُمُ الْعَذَابُ وَلَاهُمْ يُنْظَرُونَ

(162) halidine fiha la yühaffefü anhümül azabü ve la hüm yünzarun

Orada ebedi kalırlar onlardan azap hafifletilmez ve onlara asla bakılmaz

(162) They will abide therein: their penalty will not be lightened, nor will respite be their (lot).

1. hâlidîne : ebedî kalacak olanlar
2. fî-hâ : orada, onun içinde
3. lâ yuhaffefu : hafifletilmez
4. an-hum : onlardan
5. el azâbu : azap
6. ve : ve
7. lâ hum yunzarûne : onlara bakılmaz

١٦٣

وَاِلهُكُمْ اِلهٌ وَاحِدٌ لَا اِلهَ اِلَّا هُوَ الرَّحْمنُ الرَّحيمُ

(163) ve ilahüküm ilahüv vahid la ilahe illa hüver rahmanür rahiym

Sizin ilahınız Tek ilahtır ilah yoktur ancak O Esirgeyen Bağışlayandır

(163) And your God is One God: there is no god but He, Most Gracious, Most Merciful.

1. ve : ve
2. ilâhu-kum : sizin ilâhınız
3. ilâhun : ilâh
4. vâhidun : tek, bir
5. lâ ilâhe : ilâh yoktur
6. illâ : ancak, sadece, dan başka
7. huve : o
8. er rahmân : Rahmân olan, Rahmân esmasının
9. er rahîmu : ve Rahîm olan, rahmet nurunun sahibi

Sayfa:24

١٦٤

اِنَّ فى خَلْقِ السَّموَاتِ وَالْاَرْضِ وَاخْتِلَافِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَالْفُلْكِ الَّتى تَجْرى فِى الْبَحْرِ بِمَا يَنْفَعُ النَّاسَ وَمَا اَنْزَلَ اللّهُ مِنَ السَّمَاءِ مِنْ مَاءٍ فَاَحْيَا بِهِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَبَثَّ فيهَا مِنْ كُلِّ دَابَّةٍ وَتَصْريفِ الرِّيَاحِ وَالسَّحَابِ الْمُسَخَّرِ بَيْنَ السَّمَاءِ وَالْاَرْضِ لَايَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ

(164) inne fi halkis semavati vel erdi vahtilafil leyli ven nehari vel fülkilleti tecri fil bahri bima yenfeun nase ve ma enzelellahü mines semai mim main fe ahya bihil erda ba’de mevtiha ve besse fiha min külli dabbetiv ve tasrifir riyahi ves sehabil müsahhari beynes semai vel erdi le ayatil li kavmiy ya’kilun

Şüphesiz semaların ve arzın yaratılmasında gece ve gündüzün değişmesinde denizlerde yüzüp giden gemilerde insanların yararlanması için Allah’ın indirmesinde gökyüzünden suyu onunla arzı diriltmesinde ölümünden sonra orada dağıtılmasında bütün mahlukata rüzgarı yönlendirmede sürüklenen bulutları musahhar kılarak tutulmasında sema ve arz arasında akıl eden kavme mucizelerdir

(164) Behold! in the creation of the heavens and the earth in the alternation of the Night and the Day in the sailing of the ships through the Ocean for the profit of mankind in the rain which Allah sends down from the skies, and the life which He gives therewith to an earth that is dead in the beasts of all kinds that He scatters through the earth in the change of the winds, and the clouds which they trail like their slaves between the sky and the earth – (here) indeed are Signs for a people that are wise.

1. inne : muhakkak ki
2. fî halkı : yaratılışta
3. es semâvâti : semalar, gökler
4. ve el ardı : ve arz, yeryüzü
5. ve ihtilâfi : ve ihtilâflı (karşılıklı) olması, birbiri ardınca gelmesi
6. el leyli : gece
7. ve en nehâri : ve gündüz
8. ve el fulki : ve gemiler
9. elletî : o ki, ki o
10. tecrî : akar, gider, yüzer
11. fî el bahri : denizde
12. bimâ : dolayısıyla, sebebiyle, ….. yaparak
13. yenfeu : fayda verir
14. en nâse : insanlar
15. ve mâ : ve şeyi
16. enzele allâhu : Allah indirdi
17. min es semâi : semadan, gökten
18. min mâin : sudan, suyu
19. fe ahyâ bi-hi : böylece onunla hayat verdı, diriltti
20. el arda : arz, yeryüzü, toprak
21. ba’de : sonra
22. mevti-hâ : onun ölümü
23. ve besse : ve yaydı
24. fî-hâ : orada
25. min kulli : hepsinden
26. dâbbetin : (yürüyen) hayvanlar
27. ve tasrîfi : ve esmesi
28. er riyâhı : rüzgâr(lar)
29. ve es sehâbi : ve bulutlar
30. el musahhari : emre amade kılınmış olan
31. beyne : arasında
32. es semâi : sema, gökyüzü
33. ve el ardı : ve yeryüzü
34. le âyâtin : elbette âyetler, kanıtlar, deliller
35. li kavmin : bir kavim için
36. ya’kılûne : akıl ederler

١٦٥

وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَتَّخِذُ مِنْ دُونِ اللّهِ اَنْدَادًا يُحِبُّونَهُمْ كَحُبِّ اللّهِ وَالَّذينَ امَنُوا اَشَدُّ حُبًّا لِلّهِ وَلَوْ يَرَى الَّذينَ ظَلَمُوا اِذْ يَرَوْنَ الْعَذَابَ اَنَّ الْقُوَّةَ لِلّهِ جَميعًا وَاَنَّ اللّهَ شَديدُ الْعَذَابِ

(165) ve minen nasi mey yettehizü min dunillahi endadey yühibbunehüm ke hubbillah vellezine amenu eşeddü hubbel lillah velev yerallezine zalemu iz yeravnel azabe ennel kuvvete lillahi cemiav ve ennellahe şedidül azab

Bir kısım insanlar ittihaz ederler Allah’ı bırakarak putları onları öyle severler ki Allah’ı sever gibi iman eden kimselerin Allah sevgisi daha şiddetlidir velev ki zalim kimseler görselerdi azabı gördükleri zaman şüphesiz bütün kuvvet Allah’ındır şüphesiz Allah’ın azabı şiddetlidir

(165) Yet there are men who take (for worship) others besides Allah, as equal (with Allah): they love them as they should love Allah. But those of Faith are overflowing in their love for Allah. If only the unrighteous could see, behold, they would see the Punishment: that to Allah belongs all power, and Allah will strongly enforce the Punishment.

1. ve min en nâsi : ve insanlardan (bir kısmı)
2. men : kim, kimse
3. yettehizu : edinir
4. min dûni allâhi : Allah’tan başka
5. endâden : eş, eşit, ortak (put)
6. yuhıbbûne-hum : onları severler
7. ke : gibi
8. hubbillâhi (hubbi allâhi) : Allah’ın sevgisi
9. ve ellezîne : ve o kimseler, onlar
10. âmenû : âmenû oldular (Allah’a ulaşmayı dilediler)
11. eşeddu : daha şiddetli, daha çok kuvvetli
12. hubben : sevgi, muhabbet
13. lillâhi (li allâhi) : Allah’ı
14. ve lev yerâ : ve keşke görselerdi (bilselerdi)
15. ellezîne zalemû : zulmedenler
16. iz yeravne : gördüklerinde, gördükleri zaman
17. el azâbe : azap
18. enne : olduğunu
19. el kuvvete : kuvvet
20. lillâhi (li allâhi) : Allah’ın, Allah’a ait
21. cemîan : hepsi, bütün, tamamı, tamamen
22. ve enne : ve olduğunu
23. allâhe : Allah
24. şedîdu : şiddetli
25. el azâbi : azap

١٦٦

اِذْ تَبَرَّاَ الَّذينَ اتُّبِعُوا مِنَ الَّذينَ اتَّبَعُوا وَرَاَوُاالْعَذَابَ وَتَقَطَّعَتْ بِهِمُ الْاَسْبَابُ

(166) iz teberra ellezinet tübiu minellezinettebeu ve raevül azabe ve tekattaat bihimülesbab

Tabi oldukları kimseler yüz çevirdikleri zaman tabi olan kimselerden ve azabı gördüklerinde onlar ile sebepler kopmuştur

(166) Then would those who are followed clear themselves of those who follow (them): they would see the Penalty, and all relations between them would be cut off.

1. iz : o zaman, olduğu zaman
2. teberree : berî oldu, uzaklaştı
3. ellezîne : onlar
4. ittubiû : tâbî olundular
5. min : den
6. ellezîne : o kimseler, onlar
7. ittebeû : tâbî oldular
8. ve : ve
9. reavû : (onlar) gördüler
10. el azâbe : azab
11. takattaat : kesildi, koparıldı
12. bi-him : onlar ile
13. el esbâbu : sebepler, bağlar

١٦٧

وَقَالَ الَّذينَ اتَّبَعُوا لَوْ اَنَّ لَنَا كَرَّةً فَنَتَبَرَّاَ مِنْهُمْ كَمَا تَبَرَّؤُا مِنَّا كَذلِكَ يُريهِمُ اللّهُ اَعْمَالَهُمْ حَسَرَاتٍ عَلَيْهِمْ وَمَا هُمْ بِخَارِجينَ مِنَ النَّارِ

(167) ve kalellezinettebeu lev enne lena kerraten feneteberrae minhüm kema teberrau minna kezalike yürihimüllahü a’malehüm haseratin aleyhim ve ma hüm bi haricine minennar

Ve tabi olan kimseler derler ki keşke bizim için dönüş olsaydı onlardan keşke yüz çevirseydik bizden alakayı kestikleri gibi böylece Allah onlara gösterecek onların amellerini (işlediklerini) onların üzerindeki hasreti (özlemi) onlar çıkacak değildirler Ateşten

(167) And those who followed would say: “If only we had one more chance, we would clear ourselves of them, as they have cleared themselves of us. ” Thus will Allah show them (the fruits of) their deeds as (nothing but) regrets. Nor will there be a way for them out of the Fire.

1. ve kâle : ve dedi
2. ellezîne : o kimseler, onlar
3. ittebeû : tâbî oldular
4. lev : olsa, ise, keşke
5. enne : olduğu
6. lenâ : bize, bizim için
7. kerreten : bir kere daha, tekrar
8. fe : o zaman
9. neteberree : biz uzaklaşalım, berî olalım
10. min-hum : onlardan
11. kemâ : gibi
12. teberreû : berî oldular, uzaklaştılar
13. min-nâ : bizden
14. kezâlike : böylece
15. yurî-him(u) : onlara gösterecek
16. allâhu : Allah
17. a’mâle-hum : onların amelleri
18. haserâtin : hasara uğrayan
19. aleyhim : onlara
20. ve mâ : ve değil
21. hum : onlar
22. bi hâricîne : ile çıkacak olanlar
23. min en nâri : ateşten

١٦٨

يَا اَيُّهَا النَّاسُ كُلُوا مِمَّا فِى الْاَرْضِ حَلَالًا طَيِّبًا وَلَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُبينٌ

(168) ya eyyühennasü külü mimma fil ardi halalan tayyibev ve la tettebiu hutuvatişşeytan innehu leküm adüvvüm mübin

Ey insanlar yeyin arzın içinde olanlardan helal ve temiz olanlardan tabi olmayın şeytanın adımlarına şüphesiz o sizin için açık bir düşmandır

(168) O ye people! eat of what is on earth, lawful and good and do not follow the footsteps of the evil One, for he is to you an avowed enemy.

1. yâ eyyuhâ : ey
2. en nâsu : insanlar
3. kulû : yeyin
4. mimmâ (min mâ) : şey(ler)den
5. : içinde, …de
6. el ardı : arz, yeryüzü
7. halâlen : helâl olan
8. tayyiben : temiz olan
9. ve : ve
10. lâ tettebiû : tâbî olmayın, uymayın
11. hutuvâti : adımlar, ayak izleri
12. eş şeytâni : şeytan
13. inne-hu : muhakkak ki o, çünkü o
14. lekum : sizin için, size
15. aduvvun : düşman
16. mubînun : açıkça, apaçık

١٦٩

اِنَّمَا يَاْمُرُكُمْ بِالسُّوءِوَالْفَحْشَاءِ وَاَنْ تَقُولُوا عَلَى اللّهِ مَالَاتَعْلَمُون

(169) innema ye’müruküm bis sui vel fahşai ve en tekulu alellahi ma la ta’lemun

Şüphesiz size emreder kötülüğü ve fuhşu ve şüphesiz Allah’a karşı söyletir bilemediğiniz şeyleri

(169) For he commands you what is evil and shameful, and that ye should say of Allah that of which ye have no knowledge.

1. innemâ : ancak, sadece
2. ye’muru-kum : size emreder
3. bi es sûi : kötülük ile, şerrle
4. ve el fahşâi : ve fuhuş, hayasızlık
5. ve en tekûlû : ve söylemeniz
6. alâ âllâhi : Allah’a karşı
7. mâ lâ ta’lemûne : sizin bilmediğiniz şeyler

Sayfa:25

١٧٠

وَاِذَا قيلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَا اَنْزَلَ اللّهُ قَالُوا بَلْ نَتَّبِعُ مَا اَلْفَيْنَا عَلَيْهِ ابَاءَنَا اَوَلَوْ كَانَ ابَاؤُهُمْ لَايَعْقِلُونَ شَيًْا وَلَا يَهْتَدُونَ

(170) ve iza kiyle lehümüt tebiu ma enzellellahü kalu bel nettebiu ma el feyna aleyhi abaena evelev kane abaühüm la ya’kilune şey’ev ve la yehtedun

Onlara tabi olun denildiği zaman Allah’ın indirdiğine derler biz tabi oluruz babalarımızı neyin üzerinde bulduysak onların babaları bir şeyi akletmiyorsadamı hidayeti bilmiyorsa da mı

(170) When it is said to them: “Follow what Allah hath revealed:” They say: “Nay! we shall follow the ways of our fathers:” What! even though their fathers were void of wisdom and guidance?

1. ve izâ kîle : ve denildiği zaman, denildiğinde
2. lehum : onlara
3. ittebiû : tâbî olun
4. mâ enzele : indirdiği şey, indirdiğine
5. allâhu : Allah
6. kâlû : dediler
7. bel : hayır
8. nettebiu : biz tâbî oluruz
9. : şey
10. elfeynâ : biz bulduk
11. aleyhi : onun üzerinde, ona
12. âbâe-nâ : babalarımız, atalarımız
13. e : mı
14. ve lev : ve şâyet, ise
15. kâne : oldu, idi
16. âbâu-hum : onların babaları, ataları
17. lâ ya’kılûne : akıl etmiyorlar
18. şey’en : bir şey
19. ve lâ yehtedûne : ve hidayete ermezler

١٧١

وَمَثَلُ الَّذينَ كَفَرُوا كَمَثَلِ الَّذى يَنْعِقُ بِمَا لَايَسْمَعُ اِلَّادُعَاءً وَنِدَاءً صُمٌّ بُكْمٌ عُمْىٌ فَهُمْ لَايَعْقِلُونَ

(171) ve meselüllezine keferu kemeselillezi yen’iku bima la yesmeu illa düaev ve nidae summüm bükmün umyün fe hüm la ya’kilun

Kafir kimselerin misali sessiz kimselerin haline benzer işitmeyen kimse gibi ancak nidacının sesini duyar sağırdırlar dilsizdirler kördürler ve onlar akıl etmezler

(171) The parable of those who reject Faith is as if one were to shout like a goat-herd, to things that listen to nothing but call and cries: deaf, dumb, and blind, they are void of wisdom.

1. ve meselu : ve örneği, misali, durumu, hali
2. ellezîne : o kimseler, onlar
3. keferû : inkâr ettiler, kâfir oldular
4. ke : gibi
5. meseli : örneği, misali, durumu, hali
6. ellezî : o kimse, ki o
7. yen’ıku : bağırır, haykırır
8. bi mâ : bu yüzden, bu sebeple
9. lâ yesmeû : işitmez
10. illâ : den başka
11. duâen ve nidâen : çağırarak ve bağırarak
12. summun : sağır
13. bukmun : dilsiz
14. umyun : âmâ, kör
15. fe : artık, bu yüzden
16. hum : onlar
17. lâ ya’kılûne : akıl etmezler

١٧٢

يَااَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَارَزَقْنَاكُمْ وَاشْكُرُوا لِلّهِ اِنْ كُنْتُمْ اِيَّاهُ تَعْبُدُونَ

(172) ya eyyühellezine amenu külu min tayyibati ma razaknaküm veşküru lillahi in küntüm iyyahü ta’büdun

Ey iman edenler yeyin temiz olanlardan size rızık olarak verdiklerimizden Allah’a şükredin eğer sizler yalnız ona kulluk ediyorsanız

(172) O ye who believe! eat of the good things that we have provided for you, and be grateful to Allah, if it is Him ye worship.

1. yâ eyyuhâ : ey
2. ellezîne : o kimseler, onlar
3. âmenû : âmenû oldular (Allah’a ulaşmayı dilediler, îmân ettiler
4. kulû : yeyin
5. min tayyibâti : temiz, helâl olanlardan
6. mâ razaknâ-kum : sizi rızıklandırdığımız şeyler
7. ve uşkurû : ve şükredin
8. lillâhi (li allâhi) : Allah’a
9. in kuntum : eğer siz, …seniz, olduysanız
10. iyyâ-hu ta’budûne : sadece ona kul olursunuz

١٧٣

اِنَّمَا حَرَّمَ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةَ وَالدَّمَ وَلَحْمَ الْخِنْزيرِ وَمَا اُهِلَّ بِه لِغَيْرِ اللّهِ فَمَنِ اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ وَلَا عَادٍ فَلَا اِثْمَ عَلَيْهِ اِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَحيمٌ

(173) innema harrame aleykümül meytete veddeme ve lahmel hinziri ve ma ühille bihi li ğayrillah fe menidturra ğayra bağiv ve la adin fe la isme aleyh innellahe ğafurur rahiym

Şüphesiz üzerinize haram kılındı ölü eti ve kanı ve domuz eti Allah’tan başkası adına kesilen hayvan eti de fakat dara düşen zarureti kadar haddi aşmadan (yiyebilir) ona bir günah yoktur şüphesiz Allah bağışlayan Merhamet edendir

(173) He hath only forbidden you dead meat, and blood, and the flesh of swine, and that on which any other name hath been invoked besides that of Allah. But if one is forced by necessity, without wilful disobedience, nor transgressing due limits – then is he guiltless. For Allah is Oft-Forgiving Most Merciful.

1. innemâ : ancak, sadece, fakat
2. harrame : haram kıldı
3. aleykum : sizin üzerinize, size
4. el meytete : ölü (hayvan)
5. ve ed deme : ve kan
6. ve lahme : ve et
7. el hınzîri : domuz
8. ve mâ uhille : ve helâl kılmadı
9. bi-hi : onu
10. li gayri allâhi : Allah’tan başkası için
11. fe men : artık, fakat, ama kim
12. idturra : zarurette, zor durumda kaldı
13. gayra : dışında, başka, olmaksızın
14. bâgin : hakka tecavüz ederek
15. ve lâ âdin : ve haddi (zaruret miktarını) aşmayarak
16. fe lâ isme : o taktirde günah yoktur
17. aleyhi : onun üzerine, ona
18. inne allâhe : muhakkak ki Allah
19. gafûrun : gafur olan, mağfiret eden
20. rahîmun : rahmet eden, rahmet nurunun sahibi

١٧٤

اِنَّ الَّذينَ يَكْتُمُونَ مَا اَنْزَلَ اللّهُ مِنَ الْكِتَابِ وَيَشْتَرُونَ بِه ثَمَنًا قَليلًا اُولءِكَ مَا يَاْكُلُونَ فى بُطُونِهِمْ اِلَّا النَّارَ وَلَا يُكَلِّمُهُمُ اللّهُ يَوْمَ الْقِيمَةِ وَلَا يُزَكّيهِمْ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَليمٌ

(174) innellezine yektümune ma enzelellahü minel kitabi ve yeşterune bihi semenen kalilen ülaike ma ye’külune fi bütunihim illen nara ve la yükellimühümüllahü yevmel kiyameti ve la yüzekkihim ve lehüm azabün eliym

Şüphesiz bildiğini gizleyen kimseler Allah’ın indirdiğinden kitabından ve de bunu satarsa az bir menfaata işte onların karınlarında yemek olmaz ancak ateş olur Allah onlarla konuşmaz kıyamet günü ve onları temizlemez ve onlar için elim azap (vardır)

(174) Those who conceal Allah’s revelations in the Book, and purchase for them a miserable profit – they swallow into themselves naught but Fire Allah will not address them on the Day of Resurrection, nor purify them: grievous will be their Penalty.

1. inne : muhakkak
2. ellezîne : o kimseler, onlar
3. yektumûne : ketmederler, gizlerler
4. : şey(ler)
5. enzele : indirdi
6. allâhu : Allah
7. min el kitâbî : kitaptan
8. ve yeşterûne : ve satıyorlar
9. bi-hi : onu
10. semenen : bedel, ücret, değer
11. kalîlen : az
12. ulâike : işte onlar
13. : şey(ler)
14. ye’kulûne : yiyorlar
15. : içinde
16. butûni-him : (onların) karınları
17. illâ : ancak, sadece, den başka
18. en nâre : ateş
19. ve lâ yukellimu-hum(u) : ve onlarla konuşmaz
20. allâhu : Allah
21. yevme el kıyâmeti : kıyâmet günü
22. ve lâ yuzekkî-him : ve onları tezkiye etmez, temize çıkarmaz, temizlemez
23. ve lehum : ve onlar için, onlara (vardır)
24. azâbun : azap
25. elîmun : acıklı, elîm

١٧٥

اُولءِكَ الَّذينَ اشْتَرَوُا الضَّلَالَةَ بِالْهُدى وَالْعَذَابَ بِالْمَغْفِرَةِ فَمَا اَصْبَرَهُمْ عَلَى النَّارِ

(175) ülaikellezineşteravüd dalalete bil hüda vel azabe bil mağfirah fe ma asberahüm alen nar

İşte o kimseler dalaleti satın aldılar hidayete karşı ve azabı mağfirete karşı ne kadarda sabırlıdır onlar üzerlerindeki ateşe

(175) They are the ones who buy Error in place of Guidance and Torment in place of Forgiveness. Ah! what boldness (they show) for the fire!

1. ulâike ellezîne : işte onlar ki ….. yapanlar
2. işteravû : satın aldılar
3. ed dalâlete : dalâleti
4. bi el hudâ : hidayet ile
5. ve el azâbe : ve azap
6. bi el magfireti : mağfiret ile, günahların sevaba
7. : şey, ne, nedir
8. asbere-hum : onları sabırlı yaptı
9. alâ en nâri : ateşe karşı

١٧٦

ذلِكَ بِاَنَّ اللّهَ نَزَّلَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ وَاِنَّ الَّذينَ اخْتَلَفُوا فِى الْكِتَابِ لَفى شِقَاقٍ بَعيدٍ

(176) zalike bi ennellahe nezzelel kitabe bil hakk ve innellezinahtelefu fil kitabi le fi şikakim beiyd

Çünkü Şüphesiz Allah Kitabı indirmiştir Hak olarak Ve şüphesiz ihtilaf eden kimseler Kitap içindekiler için Uzak bir ayrılık içindedirler.

(176) (Their doom is) because Allah sent down the Book in truth but those who seek causes of dispute in the Book are in a schism far (from the purpose).

1. zâlike : işte bu
2. bi enne : sebebi ile
3. allâhe : Allah
4. nezzele : indirdi
5. el kitâbe : kitap
6. bi el hakkı : hak ile
7. ve inne ellezîne : ve muhakkak ki onlar
8. ıhtelefû : ihtilâfa, ayrılığa düştüler
9. fî el kitâbi : kitapta
10. le : elbette, mutlaka
11. fî şikâkin : ayrılık içinde
12. baîdin : uzak

Sayfa:26

١٧٧

لَيْسَ الْبِرَّ اَنْ تُوَلُّوا وُجُوهَكُمْ قِبَلَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَلكِنَّ الْبِرَّ مَنْ امَنَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الْاخِرِ وَالْمَلءِكَةِ وَالْكِتَابِ وَالنَّبِيّنَ وَاتَى الْمَالَ عَلى حُبِّه ذَوِى الْقُرْبى وَالْيَتَامى وَالْمَسَاكينَ وَابْنَ السَّبيلِ وَالسَّاءِلينَ وَفِى الرِّقَابِ وَاَقَامَ الصَّلوةَ وَاتَى الزَّكوةَ وَالْمُوفُونَ بِعَهْدِهِمْ اِذَا عَاهَدُوا وَالصَّابِرينَ فِى الْبَاْسَاءِ وَالضَّرَّاءِ وَحينَ الْبَاْسِ اُولءِكَ الَّذينَ صَدَقُوا وَاُولءِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ

(177) leysel birra en tüvellu vücuheküm kibelel meşriki vel mağribi ve lakinnel birra men amene billahi vel yevmil ahiri vel melaiketi vel kitabi ven nebiyyin ve atel male ala hubbihi zevil kurba vel yetama vel mesakine vebnes sebili ves sailine ve fir rikab ve ekames salate ve atez zekah vel mufune bi ahdihim iza ahedu ves sabirine fil be’sai ved darrai ve hiynel be’s ülaikellezine sadeku ve ülaike hümül müttekun

İyilik değildir yüzlerinizi çevirmeniz doğuya doğru ve batıya ve lakin iyilik kim Allah’a iman eder ve ahiret gününe ve meleklere ve kitaplara Nebilere malı verendir onu sevdiği halde akrabalarına ve yetimlere ve miskinlere yolda kalanlara ve dilencilere köle ve esirlere ve namazı kılan ve zekatı veren ve ahitlerini ifa edenler ve sabredenler ahdettikleri zaman hastalıkta ve şiddetli savaşta işte bu kimseler sıddıktırlar ve işte bunlar muttakidirler

(177) It is not righteousness that ye turn your faces towards East or West but it is righteousness – to believe in Allah and the Last Day, and the Angels, and the Book, and the Messengers to spend of your substance, out of love for Him, for your kin, for orphans, for the needy, for the wayfarer, for those who ask, and for the ransom of slaves to be steadfast in prayer, and practice regular charity to fulfil the contracts which ye have made and to be firm and patient, in pain (or suffering) and adversity, and throughout all periods of panic. Such are the people of truth, the God-fearing.

1. leyse : değil
2. el birre : birr, ebrar kılacak davranış biçimi
3. en tuvellû : dönmeniz, yönelmeniz
4. vucûhe-kum : yüzleriniz
5. kıbele : yön, cihet
6. el maşrıkı : doğu
7. ve el magrıbi : ve batı
8. ve lâkinne : ve lâkin, fakat
9. el birre : birr, ebrar kılacak davranış biçimi
10. men : kim
11. âmene : âmenû oldu (Allah’a ulaşmayı diledi) îmân etti
12. billâhi (bi allâhi) : Allah’a
13. ve el yevmi el âhırı : ve sonraki gün
14. ve el melâiketi : ve melekler
15. ve el kitâbi : ve kitap
16. ve en nebiyyine : ve peygamberler
17. ve âte : ve verdi
18. el mâle : mal
19. alâ hubbi-hi : ona sevgi duyma, sevme
20. zevî el kurbâ : yakınlık sahipleri, akrabalar
21. ve el yetâmâ : ve yetimler
22. ve el mesâkîne : ve çalışamayacak durumdaki ihtiyarlar
23. ve ibne es sebîli : ve yolcu
24. ve es sâilîne : ve isteyenler (muhtaçlar)
25. ve fî er rıkâbi : ve kölelerin, esirlerin kurtulması hakkında, konusunda (kurtulması için)
26. ve ekâme es salâte : namazı ikame etti, devam ettirdi
27. ve âte ez zekâte : ve zekât verdi
28. ve el mûfûne : ve vefa eden, hakkıyla yerine getiren
29. bi ahdi-him : (onların) ahdlerini
30. izâ âhedû : ahd verdikleri zaman
31. ve es sâbirîne : ve sabredenler
32. fî el be’sâi : sıkıntıda, musîbet isabet ettiği zaman, hastalıkta
33. ve ed darrâi : ve darlık, zorluk, zaruret
34. ve hîne : ve o zamanda, o hallerde
35. el be’si : şiddetli savaş
36. ulâike : işte onlar
37. ellezîne sadakû : onlar sadık oldular, sadık olanlar
38. ve ulâike : ve işte onlar
39. hum(u) el muttekûne : onlar muttakiler, takva sahipleri

١٧٨

يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِصَاصُ فِى الْقَتْلى اَلْحُرُّ بِالْحُرِّ وَالْعَبْدُ بِالْعَبْدِ وَالْاُنْثى بِالْاُنْثى فَمَنْ عُفِىَ لَهُ مِنْ اَخيهِ شَىْءٌ فَاتِّبَاعٌ بِالْمَعْرُوفِ وَاَدَاءٌ اِلَيْهِ بِاِحْسَانٍ ذلِكَ تَخْفيفٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَرَحْمَةٌ فَمَنِ اعْتَدى بَعْدَ ذلِكَ فَلَهُ عَذَابٌ اَليمٌ

(178) ya eyyühellezine amenu kütibe aleykümül kisasu fil katla el hurru bil hurri vel abdü bil abdi vel ünsa bil ünsa fe men ufiye lehu min ehiyhi şey’ün fettibaum bil ma’rufi ve edaün ileyhi bi ihsan zalike tahfifüm mir rabbiküm ve rahmeh fe meni’teda ba’de zalike fe lehu azabün eliym

Ey iman eden kimseler yazıldı üzerinize kısas öldürülenler için hüre karşı hür köleye karşı köle kadına karşı kadın kim ki affedilirse ölenin kardeşi tarafından hareket etmek örfe göre ve onu iyilikle ödemektir bu hafifletme size Rabbinizdendir ve rahmettir kim haddi aşarsa bundan sonra onun için elim bir azap (vardır)

(178) O ye who believe! the law of equality is prescribed to you in cases of murder: the free for the free, the slave for the slave, the woman for the woman. But if any remission is made by the brother of the slain, then grant any reasonable demand, and compensate him with handsome gratitude. This is a concession and a mercy from your Lord. After this whoever exceeds the limits shall be in grave penalty.

1. yâ eyyuhâ : ey
2. ellezîne : onlar, olanlar
3. âmenû : âmenû oldular
4. kutibe : yazıldı, farz kılındı
5. aleykum(u) : sizin üzerinize, size
6. el kısâsu : kısas, eşit olarak misilleme
7. fî el katlâ : öldürülme hakkında
8. el hurru : hür
9. bi el hurri : hür ile
10. ve el abdu : ve köle
11. bi el abdi : köle ile
12. ve el unsâ : ve kadın, dişi
13. bi el unsâ : kadın ile, dişi ile
14. fe men : fakat, o taktirde, artık, o zaman kim
15. ufiye lehu : o affedilir
16. min ahî-hi : onun kardeşi tarafından
17. şey’un : bir şey
18. fe : fakat, o taktirde, artık, o zaman
19. ittibâun : tâbî olmak, uymak, gereğini yapmak
20. bi el ma’rûfi : iyilikle, bilinen şekilde, örfe tâbî olarak
21. ve edâun : ve eda etmek, ödemek
22. ileyhi : ona
23. bi ihsânin : ihsan ile
24. zâlike : işte bu, bu
25. tahfîfun : hafifletme
26. min rabbi-kum : Rabbinizden
27. ve rahmetun : ve bir rahmet
28. fe men : fakat, o taktirde, artık, o zaman kim
29. i’tedâ : haddi aştı
30. ba’de zâlike : bundan sonra
31. fe lehu : o taktirde, o zaman onun için (vardır)
32. azâbun elîmun : elîm bir azap

١٧٩

وَلَكُمْ فِى الْقِصَاصِ حَيوةٌ يَا اُولِى الْاَلْبَابِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ

(179) ve leküm fil kisasi hayatüy ya ülil elbabi lealleküm tettekun

Hem sizin için kısasta hayat vardır ey akıl sahipleri olur ki sizler korunursunuz

(179) In the law of equality there is (saving of) life to you, o ye men of understanding that ye may restrain yourselves.

1. ve lekum : ve sizin için (vardır)
2. fî el kısâsı : kısasta
3. hayâtun : hayat
4. : ey
5. ulîl elbâbi (ulî el bâbi) : sır hazinelerinin (lübblerin) sahipleri
6. lealle-kum : umulur ki böylece siz
7. tettekûne : sakınırsınız, takva sahibi olursunuz

١٨٠

كُتِبَ عَلَيْكُمْ اِذَا حَضَرَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ اِنْ تَرَكَ خَيْرًا اَلْوَصِيَّةُ لِلْوَالِدَيْنِ وَالْاَقْرَبينَ بِالْمَعْرُوفِ حَقًّا عَلَى الْمُتَّقينَ

(180) kütibe aleyküm iza hadara ehadekümül mevtü in terake hayra elvasiyyetü lil valideyni vel akrabine bil ma’rufi hakkan alel müttekiyn

Sizin üzerinize yazıldı hazırlık zamanı sizden biriniz öldüğünde eğer bir hayır bırakacaksa vasiyet etsin ana babası için ve akrabasına güzel bir şekilde bir Hakdır muttakiler üzerine

(180) It is prescribed, when death approaches any of you, if he leave any goods, that he make a bequest to parents and next of kin, according to reasonable usage this is due from the God-fearing.

1. kutibe : yazıldı, farz kılındı
2. aleykum : sizin üzerinize, size
3. izâ hadara : hazır olduğu zaman, geldiği zaman
4. ehade-kum(u) : sizden biriniz
5. el mevtu : ölüm
6. in tereke : eğer bırakırsa
7. hayran : bir hayır (mal v.s)
8. el vasiyyetu : vasiyet (etmek)
9. li el vâlideyni : anne-babaya
10. ve el akrabîne : ve akrabalar, yakınlar
11. bi el ma’rûfi : marufla, örf ve adete uygun olarak
12. hakkan : bir hakk olarak
13. alâ el muttekîne : takva sahiplerinin üzerine

١٨١

فَمَنْ بَدَّلَهُ بَعْدَ مَا سَمِعَهُ فَاِنَّمَا اِثْمُهُ عَلَى الَّذينَ يُبَدِّلُونَهُ اِنَّ اللّهَ سَميعٌ عَليمٌ

(181) fe mem beddelehu ba’de ma semiahu fe innema ismühu alellezine yübeddiluneh innellahe semiun aliym

artık kim değiştirse bunu işittikten sonra kesinlikle onun günahı onu değiştirenlerin üzerinedir şüphesiz Allah İşiten ve Bilendir

(181) If anyone changes the bequest after hearing it, the guilt shall be on those who make the change. For Allah hears and knows (all things).

1. fe men : o zaman, artık, o taktirde kim
2. beddele-hu : onu değiştirdi
3. ba’de mâ : sonra
4. semia-hu : onu işitti
5. fe : o zaman, artık, o taktirde
6. innemâ : sadece, fakat, ama
7. ismu-hu : onun günahı
8. alâ ellezîne : onların üzerine
9. yubeddilûne-hu : onu değiştirirler
10. inne allâhe : muhakkak ki Allah
11. semîun : hakkıyla işiten, en iyi işiten
12. alîmun : hakkıyla bilen, en iyi bilen

Sayfa:27

١٨٢

فَمَنْ خَافَ مِنْ مُوصٍ جَنَفًا اَوْ اِثْمًا فَاَصْلَحَ بَيْنَهُمْ فَلَا اِثْمَ عَلَيْهِ اِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَحيمٌ

(182) fe men hafe mim musin cenefen ev ismen fe asleha beynehüm fe la isme aleyh innellahe ğafurur rahiym

kim korkarsa vasiyet yapanın bir hatasından veya günahından onların aralarının ıslahında onun üzerine günah yoktur şüphesiz Allah bağışlayan merhamet edendir

(182) But if anyone fears partiality or wrong doing on the part of the testator, and makes peace between (the parties concerned), there is no wrong in him: for Allah is Oft-Forgiving, Most Merciful.

1. fe : fakat, artık
2. men : kim ise
3. hâfe : korktu
4. min : den
5. mûsın : vasiyet eden
6. cenefen : haktan uzaklaşarak
7. ev : veya
8. ismen : günah işleyerek, günaha girerek
9. fe : artık, böylece, bu sebeple
10. aslaha : ıslâh etti, düzeltti
11. beyne-hum : onların arası
12. fe : o zaman, o taktirde, bu durumda
13. lâ isme aleyhi : onun üzerine bir günah yoktur
14. inne : muhakkak
15. allâhe : Allah
16. gafûrun : gafur, mağfiret eden, bağışlayan
17. rahîmun : rahîm olan, rahmet nurunun sahibi

١٨٣

يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنوُا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ

(183) ya eyyühellezine amenu kütibe aleykümüs siyamü kema kütibe alellezine min kabliküm lealleküm tettekun

ey iman eden kimseler üzerinize oruç yazıldı yazıldığı gibi sizden öncekilerin üzerine umulur ki sizler sakınırsınız

(183) O ye who believe! fasting is prescribed to you as it was prescribed to those before you, that ye may (learn) self restraint,

1. yâ eyyuhâ : ey
2. ellezîne : kimseler, onlar
3. âmenû : âmenû oldular
4. kutibe : yazıldı
5. aleykum(u) : sizin üzerinize, size
6. es sıyâmu : oruç
7. kemâ : gibi
8. kutibe : yazıldı
9. alâ : üzerine
10. ellezîne : onlar
11. min : den
12. kabli-kum : sizden önce
13. lealle-kum : umulur ki böylece siz
14. tettekûne : takva sahibi olursunuz

١٨٤

اَيَّامًا مَعْدُودَاتٍ فَمَنْ كَانَ مِنْكُمْ مَريضًا اَوْ عَلى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ اَيَّامٍ اُخَرَ وَعَلَى الَّذينَ يُطيقُونَهُ فِدْيَةٌ طَعَامُ مِسْكينٍ فَمَنْ تَطَوَّعَ خَيْرًا فَهُوَ خَيْرٌ لَهُ وَاَنْ تَصُومُوا خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ

(184) eyyamem ma’dudat fe men kane minküm meridan ev ala seferin fe iddetüm min eyyamin uhar ve alellezine yütiykunehu fidyetün taamü miskin fe men tetavvea hayran fe hüve hayrul leh ve en tesumu hayrul leküm in küntüm ta’lemun

sayılı günlerdir sizden kim hasta olursa veya seferdeyse tamamlasın diğer günlerde takatı yetmeyen kimseler fidye vermesi (gerekir) miskinlere yemek olarak kim gönlünden hayır işlerse onun için hayır olur oruç tutmanız sizin için hayırlıdır eğer sizler bilirseniz

(184) (Fasting) for a fixed number of days but if any of you is ill, or on a journey, the prescribed number (should be made up) from days later. For those who can do it (with hardship), is a ransom, the feeding of one that is indigent. But he that will give more, of his own free will, it is better for him. And it is better for you that ye fast, if ye only knew.

1. eyyâmen : günler
2. ma’dûdâtin : adetli, sayılmış, sayılı
3. fe men : fakat kim
4. kâne : oldu, idi
5. min-kum : sizden
6. marîdan : hasta
7. ev alâ seferin : veya seferde, yolculukta
8. fe : o zaman, o taktirde
9. iddetun : müddet, sayı, bir şeyin müddetini
10. min eyyâmin : günlerden
11. uhara : diğer
12. ve alâ ellezîne : ve onlar üzerine
13. yutîkûne-hu : ona dayanamazlar, zorlanırlar, takatleri kesilir, güç yetiremezler
14. fidyetun : fidye
15. taâmu : yemek
16. miskînin : çalışamayacak durumdaki yaşlılar
17. fe men : artık kim
18. tatavvaa : isteyerek, gönüllü olarak yaptı
19. hayran : bir hayır
20. fe : işte
21. huve : o
22. hayrun : hayırdır, daha hayırlıdır
23. lehu : onun için
24. ve en tesûmû : ve sizin oruç tutmanız
25. hayrun : hayırdır, daha hayırlıdır
26. lekum : sizin için, size
27. in : eğer, şâyet, ise, keşke
28. kuntum : siz oldunuz
29. ta’lemûne : biliyorsunuz, bilirsiniz

١٨٥

شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذى اُنْزِلَ فيهِ الْقُرْانُ هُدًى لِلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِنَ الْهُدى وَالْفُرْقَانِ فَمَنْ شَهِدَ مِنْكُمُ الشَّهْرَ فَلْيَصُمْهُ وَمَنْ كَانَ مَريضًا اَوْ عَلى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ اَيَّامٍ اُخَرَ يُريدُ اللّهُ بِكُمُ الْيُسْرَ وَلَا يُريدُ بِكُمُ الْعُسْرَ وَلِتُكْمِلُوا الْعِدَّةَ وَلِتُكَبِّرُوا اللّهَ عَلى مَا هَديكُمْ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ

(185) şehru ramedanellezi ünzile fihil kur’anü hüdel lin nasi ve beyyinatim minel hüda vel fürkan fe men şehide minkümüş şehra felyesumh ve men kane meridan ev ala seferin fe iddetüm min eyyamin uhar yüridüllahü bikümül yüsra vela yüridü bikümül üsra ve li tükmilül iddete ve li tükebbirullahe ala ma hedaküm ve lealleküm teşkürun
öyle bir ramazan ayı ki onda Kur’an indirilmiştir insanlar için hidayet olarak gerçekleri açıklamak hidayete ulaştırmak ve hakla batılı ayırmak için şimdi kim şahit olursa sizden bu aya onu hemen tutsun kim hasta olursa veya seferde olursa tamamlasın diğer günlerde Allah size kolaylık diler size güçlük vermez ve bu sayıyı tamamlayınız ve Allah’ı yüceltiniz sizi hidayet ettiğinden dolayı umulur ki sizler şükredersiniz

(185) Ramadan is the (month) in which was sent down the Quran as a guide to mankind, also clear (Signs) for guidance and judgment (between right and wrong). So every one of you who is present (at his home) during that month should spend it in fasting, but if any one is ill, or on a journey, the prescribed period (should be made up) by days later. Allah intends every facility for you He does not want to put you to difficulties. (He wants you) to complete the prescribed period, and to glorify Him in that He has guided you and perchance ye shall be grateful.

1. şehru : ay
2. ramadân : ramazan
3. ellezî : o ki, ki o
4. unzile : indirildi
5. fî-hi : onun içinde, onda
6. el kur’ânu : Kur’ân-ı Kerim
7. huden : hidayete erdirici (olarak) 8 – li en nâsi
8. ve beyyinâtin : ve beyyineler, açık deliller, ispat
9. min el hudâ : Hüda’dan
10. ve el furkâni : ve furkan, hakkı bâtıldan ayıran
11. fe : o zaman, artık
12. men : kim
13. şehide : şahit oldu
14. minkum(u) : sizden
15. eş şehra : bu ay
16. fel yesumhu (fe li yesum-hu) : o zaman onu oruçlu geçirsin
17. ve men : ve kim
18. kâne : oldu
19. marîdan : hasta
20. ev alâ seferin : veya seferde, yolculukta
21. fe : o zaman, o taktirde
22. iddetun : müddet, sayı, adet tamamlama
23. min eyyâmin : günlerden
24. uhara : diğer
25. yurîdu : diler, ister
26. allâhu : Allah
27. bikum(u) : size,sizin için
28. el yusra : kolaylık
29. ve lâ yurîdu : ve dilemez, istemez
30. bikum(u) : size,sizin için
31. el usra : zorluk
32. ve li tukmilû : ve tamamlamanız için
33. el iddete : müddet, sayı, adet tamamlama
34. ve li tukebbirû : ve tekbir etmeniz, yüceltmeniz için
35. allâhe : Allah
36. alâ mâ : şey üzerine, şeye
37. hedâ-kum : sizi hidayete erdirdi
38. ve lealle-kum : ve umulur ki böylece siz
39. teşkurûne : şükredersiniz

١٨٦

وَاِذَا سَاَلَكَ عِبَادى عَنّى فَاِنّى قَريبٌ اُجيبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ اِذَا دَعَانِ فَلْيَسْتَجيبُوا لى وَلْيُؤْمِنُوا بى لَعَلَّهُمْ يَرْشُدُونَ

(186) ve iza seeleke ibadi anni fe inni karib ücibü da’veted dai iza deani felyestecibuli vel yü’minu bi leallehüm yarşüdun

sana sorarlar kullarım benden ben onlara yakınım dua edenin duasına icabet ederim bana dua ettiği zaman onlarda bana icabet etsinler bana iman etsinler umulur ki irşad olunurlar

(186) When my servants ask thee concerning Me, I am indeed close (to them): I listen to the prayer of every suppliant when he calleth on Me: let them also, with a will, listen to My call, and believe in Me: that they may walk in the right way.

1. ve izâ : ve olduğu zaman, olunca
2. seele-ke : sana sordu
3. ıbâdî : kullarım
4. an-nî : benden
5. fe innî : o zaman muhakkak ki ben
6. karîbun : yakın
7. ucîbu : icabet ederim, karşılık veririm
8. da’vete : davet, dua
9. ed dâi : davet eden, dua eden
10. izâ : olduğu zaman, olunca
11. deâ-ni : beni davet etti, çağırdı
12. fe : artık, o halde
13. el yestecîbû-lî : onlar bana icabet etsinler
14. ve li yu’minû bî : ve bana âmenû olsunlar
15. lealle-hum : umulur ki böylece onlar
16. yerşudûne : irşada ulaşırlar, irşad olurlar

Sayfa:28

١٨٧

اُحِلَّ لَكُمْ لَيْلَةَ الصِّيَامِ الرَّفَثُ اِلى نِسَاءِكُمْ هُنَّ لِبَاسٌ لَكُمْ وَاَنْتُمْ لِبَاسٌ لَهُنَّ عَلِمَ اللّهُ اَنَّكُمْ كُنْتُمْ تَخْتَانُونَ اَنْفُسَكُمْ فَتَابَ عَلَيْكُمْ وَعَفَا عَنْكُمْ فَالْنَ بَاشِرُوهُنَّ وَابْتَغُوا مَا كَتَبَ اللّهُ لَكُمْ وَكُلُوا وَاشْرَبُوا حَتّى يَتَبَيَّنَ لَكُمُ الْخَيْطُ الْاَبْيَضُ مِنَ الْخَيْطِ الْاَسْوَدِ مِنَ الْفَجْرِ ثُمَّ اَتِمُّوا الصِّيَامَ اِلَى الَّيْلِ وَلَا تُبَاشِرُوهُنَّ وَاَنْتُمْ عَاكِفُونَ فِى الْمَسَاجِدِ تِلْكَ حُدُودُ اللّهِ فَلَا تَقْرَبُوهَا كَذلِكَ يُبَيِّنُ اللّهُ ايَاتِه لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ

(187) ühille leküm leyletes sıyamir rafesü ila nisaiküm hünne libasül leküm ve entüm libasül lehüm alimellahü enneküm küntüm tehtanune enfüseküm fe tabe aleyküm ve afa anküm fel anebaşiruhünne vebteğu ma ketebellahü leküm ve külu veşrabu hatta yetebeyyene lekümül haytul ebyadu minel haytil esvedi minel fecri sümme etimmüs siyame ilelleyl vela tübaşiruhünne ve entüm akifune fil mesacid tilke hududullahi fela takrebuha kezalike yubeyyinullahü ayetihi linnasi leallehum yettekun

sizlere helal kılındı oruç gecesi yaklaşmanız kadınlarınıza onlar sizin için libastır sizde onların libasısınız Allah sizleri bildiği için sizler nefislerinizi koruyamayacağınızı tövbenizi kabul etti ve sizleri af etti onlarla beraber olabilirsiniz isteyin Allah’ın sizin için yazdığını yeyiniz ve içiniz hatta sizler beyaz ipliği ayırabileceğiniz (zamana kadar) siyah iplikten fecre kadar sonra orucunuzu tamamlayınız akşama kadar kadınlarla birleşmeyin itikafta iken sizler mescid içinde işte bunlar Allah’ın hudutlarıdır onlara yaklaşmayın böylece Allah açıklıyor ayetlerini insanlara olur ki onlar sakınırlar

(187) Permitted to you, on the night of the fasts, is the approach to your wives. They are your garments and ye are their garments. Allah knoweth what ye used to do secretly among yourselves but he turned to you and forgave you so now associate with them, and seek what Allah hath ordained for you, and eat and drink, until the white thread of dawn appear to you distinct from its black thread then complete your fast till the night appears but do not associate with your wives while ye are in retreat in the mosques. Those are limits (set by) Allah: approach not nigh thereto. Thus doth Allah make clear his Signs to men: that they may learn self-restraint.

1. uhılle : helâl kılındı
2. lekum : sizin için, size
3. leylete : gece
4. es sıyâmi : oruç
5. er refesu : (cinsel arzu ile ) yaklaşmak
6. ilâ nisâi-kum : kadınlarınıza
7. hunne : onlar
8. libâsun : elbise
9. lekum : sizin için
10. ve entum : ve siz
11. libâsun : elbise
12. lehunne : onlar için
13. alîme : bildi
14. allâhu : Allah
15. enne-kum : sizin ….. olduğunuz
16. kuntum : oldunuz, idiniz
17. tahtânûne : ihanet ediyorsunuz
18. enfuse-kum : sizin nefsleriniz, kendiniz
19. fe : o zaman, bunun üzerine
20. tâbe aley-kum : sizin tövbelerinizi kabul etti
21. afâ : affetti
22. an-kum : sizden, sizi
23. fe : artık, bundan sonra
24. elâne : şimdi
25. bâşirû-hunne : onlara yaklaşın, onlarla mübaşeret edin
26. ve ibtegû : ve isteyin
27. mâ ketebe : takdir ettiği, yazdığı, farz kıldığı şeyi
28. allâhu : Allah
29. lekum : sizin için, size
30. ve kulû : ve yeyin
31. ve işRabû : ve için
32. hattâ : oluncaya kadar
33. yetebeyyene : açığa çıkar, belli olur
34. lekum : sizin için, size
35. el haytu : iplik
36. ebyadu : beyaz
37. min el haytı : iplikten
38. el esvedi : siyah
39. min el fecri : fecr (seher) vaktinde
40. summe : sonra
41. etimmu : tamamlayın
42. es sıyâme : oruç
43. ilâ el leyli : geceye kadar
44. ve lâ tubâşirû-hunne : ve onlarla mübaşeret etmeyin, onlara
45. ve entum : ve siz
46. âkifûne : itikâfta olanlar (çok ibadet etmek için)
47. fî el mesâcidi : mescidlerde, mecsidlerin içinde
48. tilke : bu
49. hudûdu : hudut, hadler, sınırlar (yasaklar)
50. allâhi : Allah
51. fe : o zaman, artık
52. lâ takRabû-hâ : ona yaklaşmayın
53. kezâlike : işte böyle
54. yubeyyinu : beyan ediyor, açıklıyor
55. allâhu : Allah
56. âyâti-hî : kendi âyetleri
57. li en nâsi : insanlar için, insanlara
58. lealle-hum : umulur ki böylece onlar
59. yettekûne : takva sahibi olurlar

١٨٨

وَلَاتَاْكُلُوا اَمْوَالَكُمْ بَيْنَكُمْ بِالْبَاطِلِ وَتُدْلوُا بِهَا اِلَىالْحُكَّامِ لِتَاْكُلُوافَريقًا مِنْ اَمْوَالِ النَّاسِ بِالْاِثْمِ وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ

(188) ve la te’külu emvaleküm beyneküm bil batili ve tüdlu biha ilel hukkami li te’külu ferikam min emvalin nasi bil ismi ve entüm ta’lemun

yemeyiniz mallarınızı aranızda haksızlıkla onları hakimlere vermeyiniz bir kısmını yemeniz için insanların mallarından sizler günah olduğunu bildiğiniz halde

(188) And do not eat up your property among yourselves for vanities, nor use it as bait for the judges, with intent that ye may eat up wrongfully and knowingly a little of (other) people’s property.

1. ve lâ te’kulû : ve yemeyin
2. emvâle-kum : mallarınız
3. beyne-kum : sizin aranızda
4. bi el bâtılı : bâtıl ile, haksızlıkla
5. ve (lâ) tudlû : ve aktarmayın, rüşvet olarak vermeyin
6. bi-hâ : onu
7. ilâ el hukkâmi : hakimlere
8. li te’kulû : yemeniz için
9. ferîkan : bir kısım
10. min emvâli : mallardan
11. en nâsi : insanlar
12. bi el ismi : günah ile, günaha girerek
13. ve entum ta’lemûne : ve siz biliyorsunuz

١٨٩

يَسَْلُونَكَ عَنِ الْاَهِلَّةِ قُلْ هِىَ مَوَاقيتُ لِلنَّاسِ وَالْحَجِّ وَلَيْسَ الْبِرُّ بِاَنْ تَاْتُوا الْبُيُوتَ مِنْ ظُهُورِهَا وَلكِنَّ الْبِرَّ مَنِ اتَّقى وَاْتُواالْبُيُوتَ مِنْ اَبْوَابِهَا وَاتَّقُوا اللّهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ

(189) yes’eluneke anil ehilleh kul hiye mevakiytü lin nasi velhacc ve leysel birru bi en te’tül büyute min zuhuriha ve lakinnel birra menitteka ve’tül büyute min ebvabiha vettekullahe lealleküm tüflihun
sana sorarlar yeni doğan hilalden deki o zaman ölçüleridir insanlar için ve hac için doğru değildir evlere arkadan girmeniz gerçek doğruluk takvadır evlere giriniz kapılarından Allah’tan sakının umulur ki sizler felah bulursunuz

(189) They ask thee concerning the new moons. Say: They are but Signs to mark fixed periods of time in (the affairs of) men, and for pilgrimage. It is no virtue if ye enter your houses from the back: it is virtue if ye fear Allah. Enter houses through the proper doors: and fear Allah: that ye may prosper.

1. yes’elûne-ke : sana soruyorlar, sorarlar
2. an : den
3. el ehilleti : hilâller (ay’ın hilâl şeklinden dolunay olana kadar geçirdiği hilâl şekilleri)
4. kul : de, söyle
5. hiye : o
6. mevâkîtu : vakitleri bildiren vakit ölçüsü
7. li en nâsi : insanlar için
8. ve el haccı : ve hac
9. ve leyse : ve değildir
10. el birru : birr, ebrar yapan davranış biçimi
11. bi en te’tû : gelmeniz, girmeniz
12. el buyûte : evler
13. min zuhûri-hâ : onun arkasından
14. ve lâkinne : ve lâkin, fakat, oysa
15. el birre : birr, ebrar yapan davranış biçimi
16. menittekâ (men ittekâ) : kişi takva sahibi olur
17. ve u’tû : ve gelin, girin
18. el buyûte : evler
19. min ebvâbi-hâ : onun kapılarından
20. ve ittekû : ve takva sahibi olun
21. allâhe : Allah
22. lealle-kum : umulur ki böylece siz
23. tuflihûne : felâha, kurtuluşa erersiniz

١٩٠

وَقَاتِلُوا فى سَبيلِ اللّهِ الَّذينَ يُقَاتِلُونَكُمْ وَلَاتَعْتَدُوا اِنَّ اللّهَ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَدينَ

(190) ve katilu fi sebilillahi llezine yükatiluneküm ve la ta’tedu innellahe la yühibbül mu’tedin

Savaşınız Allah yolunda sizinle savaşan kimselerle haddi aşmayın şüphesiz Allah haddi aşanları sevmez

(190) Fight in the cause of Allah those who fight you, but do not transgress limits for Allah loveth not transgressors.

1. ve kâtilû : ve savaşın, öldürün
2. fi sebîli allâhi : Allah’ın yolunda
3. ellezîne : o kimseler, onlar
4. yukâtilûne-kum : sizi katlediyorlar, sizinle savaşıyorlar, sizi öldürüyorlar
5. ve lâ ta’tedû : ve aşırı gitmeyin, haddi aşmayın
6. inne allâhe : muhakkak ki Allah
7. lâ yuhıbbu : sevmez
8. el mu’tedîne : aşırı gidenler, haddi aşanlar

Sayfa:29

١٩١

وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ ثَقِفْتُمُوهُمْ وَاَخْرِجُوهُمْ مِنْ حَيْثُ اَخْرَجُوكُمْ وَالْفِتْنَةُ اَشَدُّ مِنَ الْقَتْلِ وَلَا تُقَاتِلُوهُمْ عِنْدَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ حَتّى يُقَاتِلُوكُمْ فيهِ فَاِنْ قَاتَلُوكُمْ فَاقْتُلُوهُمْ كَذلِكَ جَزَاءُ الْكَافِرينَ

(191) vaktüluhüm haysü sekiftümuhüm ve ehricuhüm min haysü ehracuküm vel fitnetü eşeddü minel katl ve la tükatiluhüm indel mescidil harami hatta yükatiluküm fih fe in kateluküm faktüluhüm kezalike cezaül kafirin

onları öldürün onları bulduğunuz yerde onları çıkarın sizi çıkardıkları yerden fitne şiddetlidir katillikten onlarla savaşmayın mescidi haram içerisinde hatta onlar orada savaşırsa eğer sizinle savaşırlarsa sizde savaşın işte böyledir kafirlerin cezası

(191) And slay them wherever ye catch them, and turn them out from where they have turned you out for tumult and oppression are worse than slaughter but fight them not at the Sacred Mosque, unless they (first) fight you there but if they fight you, slay them. Such is the reward of those who suppress faith.

1. ve uktulû-hum : ve onları öldürün
2. haysu : yer
3. sekıftumû-hum : onları buldunuz, yakaladınız,
4. ve ahricû-hum : ve onları çıkarın
5. min haysu : yerden
6. ahracû-kum : sizleri çıkardılar
7. ve el fitnetu : ve fitne
8. eşeddu : daha şiddetli, daha kuvvetli, daha fena
9. min el katli : öldürmekten
10. ve lâ tukâtilû-hum : ve onları katletmeyin, onlarla savaşmayın, onları öldürmeyin
11. inde : yanında
12. el mescidi el harâmi : mescid-i haram
13. hattâ : oluncaya kadar, olmadıkça
14. yukâtilû-kum : sizinle savaşırlar
15. fî-hi : orada
16. fe : artık, bundan sonra, fakat
17. in kâtelû-kum : eğer sizinle savaşırlarsa,
18. fe uktulû-hum : o zaman, o taktirde, onları öldürün
19. kezâlike : işte böyle
20. cezâu : ceza
21. el kâfirîne : kâfirler

١٩٢

فَاِنِ انْتَهَوْا فَاِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَحيمٌ

(192) fe inintehev fe innellahe ğafurur rahiym

şayet vazgeçerlerse şüphesiz Allah bağışlayan merhamet sahibidir

(192) But if they cease, Allah is Oft-Forgiving, Most Merciful.

1. fe : artık, bundan sonra
2. in intehev : eğer vazgeçerlerse
3. fe : artık, o taktirde
4. inne allâhe : muhakkak ki Allah
5. gafûrun : gafûrdur, mağfiret edendir
6. rahîmun : rahîmdir, rahmet nurunun sahibidir,

١٩٣

وَقَاتِلُوهُمْ حَتّى لَا تَكُونَ فِتْنَةٌ وَيَكُونَ الدّينُ لِلّهِ فَاِنِ انْتَهَوْا فَلَا عُدْوَانَ اِلَّا عَلَى الظَّالِمينَ

(193) ve katiluhüm hatta la tekune fitnetüv ve yekuned dinü lillah fe inintehev fe la udvane illa alez zalimin

onlarla savaşın hatta fitne yok oluncaya kadar ve din Allah’ın oluncaya kadar eğer vazgeçerlerse düşmanlık kalır ancak zalimler üzerine

(193) And fight them on until there is no more tumult or oppression, and there prevail justice and Faith in Allah but if they cease, let there be no hostility except to those who practise oppression.

1. ve kâtilû-hum : ve onlarla savaşın
2. hattâ : oluncaya kadar
3. lâ tekûne : olmasın
4. fitnetun : fitne
5. ve yekûne : ve olsun
6. ed dînu : dîn
7. li allâhi : Allah’a ait, Allah için
8. fe : artık, bundan sonra
9. in intehev : eğer vazgeçerlerse
10. fe : o zaman
11. lâ udvâne : düşmanlık yoktur
12. illâ : ancak, sadece, den başka
13. alâ : üzerine, … e
14. ez zâlimîne : zalimler

١٩٤

اَلشَّهْرُ الْحَرَامُ بِالشَّهْرِ الْحَرَامِ وَالْحُرُمَاتُ قِصَاصٌ فَمَنِ اعْتَدى عَلَيْكُمْ فَاعْتَدُوا عَلَيْهِ بِمِثْلِ مَا اعْتَدى عَلَيْكُمْ وَاتَّقُوا اللّهَ وَاعْلَمُوا اَنَّ اللّهَ مَعَ الْمُتَّقينَ

(194) eşşehrul haramü biş şehril harami vel hurumatü kisas fe meni’teda aleyküm fa’tedu aleyhi bi misli ma’teda aleyküm vettekullahe va’lemu ennellahe meal müttekiyn

haram ay haram aya karşılıktır hürmetler karşılıklıdır kim size saldırırsa misliyle onlar üzerine saldırın üzerinize saldırdıkları gibi Allah’tan korkun bilin ki şüphesiz Allah muttakilerle beraberdir

(194) The prohibited month – for the prohibited month, and so for all things prohibited, there is the law of equality. If then any one transgresses the prohibition against you, transgress ye likewise against him. But fear Allah, and know that Allah is with those who restrain themselves.

1. eş şehru : ay
2. el harâmu : hürmetli, yasak, haram
3. bi eş şehri : ay ile
4. el harâmi : hürmetli, yasak, haram
5. ve el hurumâtu : ve ihtiram, hürmetler, yasaklar, haram- lar
6. kısâsun : kısas, suçluya işlediği suçun
7. fe men : o zaman, o halde kim ise
8. i’tedâ : zulmetti, hakka tecavüz etti, saldırdı
9. aleykum : size
10. fe i’tedû : o zaman, saldırın
11. aleyhi : onun üzerine, ona
12. bi misli : misli kadar, onun gibi, onun kadar
13. ma i’tedâ : zulmettiler, hakka tecavüz ettikleri şey
14. aleykum : sizin üzerinize, size
15. ve ittekû : ve takva sahibi olun
16. allâhe : Allah’a karşı
17. ve i’lemû : ve bilin
18. enne : olduğunu
19. allâhe : Allah
20. mea : ile, beRaber, birlikte
21. el muttekîne : takva sahipleri

١٩٥

وَاَنْفِقُوا فى سَبيلِ اللّهِ وَلَاتُلْقُوا بِاَيْديكُمْ اِلَى التَّهْلُكَةِ وَاَحْسِنُوا اِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُحْسِنينَ

(195) ve enfiku fi sebilillahi ve la tülku bi eydiküm ilet tehlüketi ve ahsinu innellahe yühibbül muhsinin

infak ediniz Allah yolunda atmayınız kendi elinizle tehlikeye iyilik ediniz şüphesiz Allah iyilik edenleri sever

(195) And spend of your substance in the cause of Allah, and make not your own hands contribute to (your) destruction but do good for Allah loveth those who do good.

1. ve enfikû : ve infâk edin, verin
2. fî sebîli allâhi : Allah’ın yolunda
3. ve lâ tulkû : ve atmayın
4. bi eydî-kum : (sizin) kendi ellerinizle
5. ilâ et tehluketi : tehlikeye
6. ve ahsinû : ve ahsen olun, Allah’ın hükümlerini
7. inne allâhe : muhakkak ki Allah
8. yuhıbbu : sever
9. el muhsinîne : muhsinler, ahsen olanlar

١٩٦

وَاَتِمُّوا الْحَجَّ وَالْعُمْرَةَ لِلّهِ فَاِنْ اُحْصِرْتُمْ فَمَا اسْتَيْسَرَ مِنَ الْهَدْىِ وَلَا تَحْلِقُوا رُؤُسَكُمْ حَتّى يَبْلُغَ الْهَدْىُ مَحِلَّهُ فَمَنْ كَانَ مِنْكُمْ مَريضًا اَوْ بِه اَذًى مِنْ رَاْسِه فَفِدْيَةٌ مِنْ صِيَامٍ اَوْ صَدَقَةٍ اَوْ نُسُكٍ فَاِذَا اَمِنْتُمْ فَمَنْ تَمَتَّعَ بِالْعُمْرَةِ اِلَى الْحَجِّ فَمَا اسْتَيْسَرَ مِنَ الْهَدْىِ فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ ثَلثَةِ اَيَّامٍ فِى الْحَجِّ وَسَبْعَةٍ اِذَا رَجَعْتُمْ تِلْكَ عَشَرَةٌ كَامِلَةٌ ذلِكَ لِمَنْ لَمْ يَكُنْ اَهْلُهُ حَاضِرِى الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَاتَّقُوا اللّهَ وَاعْلَمُوا اَنَّ اللّهَ شَديدُ الْعِقَابِ

(196) ve etimmül hacce vel umrate lillah fe in uhsirtüm femesteysera minel hedyi ve la tahliku ruuseküm hatta yebluğal hedyi mehilleh fe men kane minküm meridan ev bihi ezem mir ra’sihi fe fidyetüm min siyamin ev sadekatin ev nüsük fe iza emintüm fe men temettea bil umrati ilel hacci fe mesteysera minel hedy fe mel lem yecid fe siyamü selaseti eyyamin fil hacci ve seb’atin iza raca’tüm tilke aşeratün kamileh zalike li mel lem yekün ehlühu hadiril mescidil haram vettekullahe va’lemu ennellahe şedidül ikab

haccı tamamlayın ve umreyide Allah için eğer alıkonulursanız kolayınıza gelen vacip olur kurbanlardan tıraş etmeyiniz başlarınızı hatta kurban kesilen yere varıncaya (kadar) sizden kim hasta olursa veya başından rahatsız olan oruç tutmak lazım gelir sadaka vermek veya kurban emin olduğunuz zaman kim kazanmak isterse hacca kadar umre yapabilir kolayına gelen kurbanı keser kimde bulamazsa üç gün oruç tutar hacda döndüğü zamanda yedi gün tutar tam on gün eder bunlar ailesi orada olmayanlar içindir mescidi haramda oturmayanlar içindir Allah’tan korkun şüphesiz Allah’ın uyarısı şiddetlidir

(196) And complete the Hajj or Umrah in the service of Allah, but if ye are prevented (from completing it), send an offering for sacrifice, such as ye may find, and do not shave your heads until the offering reaches the place of sacrifice and when ye are in peaceful condition (again), of any one wishes to continue the Umrah on to the Hajj, he must make an offering, such as he can afford, but if he cannot afford it, he should fast three days during the Hajj and seven days in all. This is for those whose household is not in (the precincts of) the Sacred Mosque. And fear Allah, and know that Allah, is strict in punishment.

1. ve etimmû : ve tamamlayın
2. el hacce : hac
3. ve el umrete : ve umre
4. li allâhi : Allah için
5. fe in : fakat eğer
6. uhsirtum : engellendiniz
7. fe : o zaman, o taktirde
8. mâ isteysera : kolay gelen şey 9 – min el hedyi
9. ve lâ tahlikû : ve traş etmeyin
10. ruûse-kum : başlarınızı
11. hattâ : oluncaya kadar
12. yebluga : ulaşır, erişir
13. el hedyu : kurban
14. mahille-hu : mahalline, kendi yerine
15. fe men : fakat kim
16. kâne : oldu
17. min-kum : sizden
18. marîdan : hasta
19. ev : veya
20. bi-hi : onunla
21. ezen : eza, ağrı
22. min ra’si-hi : (kendi) başından
23. fe fidyetun : o zaman, bu durumda fidye (gerekir)
24. min sıyâmin : oruçtan
25. ev : veya
26. sadakatin : sadaka
27. ev : veya
28. nusukin : kurban
29. fe izâ emin-tum : artık emin olduğunuz zaman
30. fe men : o taktirde, o zaman kim
31. temettea : faydalanır, yararlanır
32. bi el umreti : umre ile, umreden
33. ilâ el haccı : hacca kadar
34. fe : o taktirde, o zaman
35. : şey
36. isteysera : kolayına gelen
37. min el hedyi : kurbandan
38. fe : artık, fakat
39. men : kim, kimse, kişi
40. lem yecid : bulamadı
41. fe : o zaman, artık
42. sıyâmu : oruç
43. selâseti : üç
44. eyyâmin : günler
45. fî el haccı : hacda
46. ve seb’atin : ve yedi
47. izâ reca’tum : döndüğünüz zaman
48. tilke : bu
49. aşaratun : on
50. kâmiletun : tamamı
51. zâlike : işte bu, bu
52. li men : kimse(ler) için
53. lem yekun : olmayan
54. ehlu-hu : onun ailesi
55. hâdırı : hazır olan, bulunan
56. el mescidi el harâmi : mescid-i haram
57. ve ittekû allâhe : ve Allah’a karşı takva sahibi olun
58. ve i’lemû : ve bilin
59. enne allâhe : Allah’ın ….. olduğu
60. şedîdu : şiddetli
61. el ikâbi : ceza

Sayfa:30

١٩٧

اَلْحَجُّ اَشْهُرٌ مَعْلُومَاتٌ فَمَنْ فَرَضَ فيهِنَّ الْحَجَّ فَلَا رَفَثَ وَلَا فُسُوقَ وَلَا جِدَالَ فِى الْحَجِّ وَمَا تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ يَعْلَمْهُ اللّهُ وَتَزَوَّدُوا فَاِنَّ خَيْرَ الزَّادِ التَّقْوى وَاتَّقُونِ يَا اُولِى الْاَلْبَابِ

(197) elhaccü eşhürum ma’lumat fe men ferada fihinnel hacce fe la rafese ve la füsuka ve la cidale fil hacc ve ma tef’alu min hayriy ya’lemhüllah ve tezevvedu fe inne hayraz zadit takva vettekuni ya ülil elbab

hac malum aylarda yapılır kim eda ederse bu ayda haccı kadına yaklaşamaz günah işleyemez hacda kavga yoktur ne yaparsanız hayır olarak Allah onu bilir azık temin ediniz (azığın) en hayırlısı takva azığıdır benden korkun ey akıl sahipleri

(197) For Hajj are the months well known. If any one undertakes that duty therein, let there be no obscenity, nor wickedness, nor wrangling in the Hajj. And whatever good ye do, (be sure) Allah knoweth it. And take a provision (with you) for the journey, but the best of provisions is right conduct. So fear me, o ye that are wise.

1. el haccu : hac
2. eşhurun : aylar
3. ma’lûmâtun : malûm, belirlenmiş, bilinen
4. fe : o zaman, işte
5. men : kim, kimse
6. farada : farz oldu
7. fî hinne : onların içinde, onlarda
8. el hacca : hac
9. fe : o zaman, artık
10. lâ refese : yanaşmak yoktur
11. ve lâ fusûka : ve fasıklık, günaha sapma yoktur
12. ve lâ cidâle : ve sürtüşmek, kavga etmek yoktur
13. fî el haccı : hacta
14. ve mâ tef’alû : ve ne yaparsanız
15. min hayrın : hayırdan
16. ya’lem-hu : onu bilir
17. allâhu : Allah
18. ve tezevvedû : ve azıklanın, azık hazırlayın
19. fe : o zaman, fakat
20. inne : muhakkak
21. hayra ez zâdi : azığın hayırlısı
22. et takvâ : takva (sahibi olmak)
23. ve : ve
24. ittekû-ni : bana karşı takva sahibi olun
25. : ey
26. ulî el elbâbi : lübblerin, sır hazinelerinin sahipleri,

١٩٨

لَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ اَنْ تَبْتَغُوا فَضْلًا مِنْ رَبِّكُمْ فَاِذَا اَفَضْتُمْ مِنْ عَرَفَاتٍ فَاذْكُرُوا اللّهَ عِنْدَ الْمَشْعَرِ الْحَرَامِ وَاذْكُرُوهُ كَمَا هَديكُمْ وَاِنْ كُنْتُمْ مِنْ قَبْلِه لَمِنَ الضَّالّينَ

(198) leyse aleyküm cünahun en tebteğu fadlem mir rabbiküm fe iza efadtüm min arafatin fezkürullahe indel meş’aril haram vezküruhü kema hedaküm ve in küntüm min kablihi le mined dallin

size günah yoktur istemenizde Rabbinizin lütfunu arafat’tan akın ettiğiniz zaman Allah’ı zikir ediniz ve meş’ar-i haram-a vardığınızda onu anın, zikir edin size nasıl hidayet verdi ise siz bundan önce cidden sapıklardandınız

(198) It is no crime in you if ye seek of the Bounty of your Lord (during pilgrimage). Then when ye pour down from (mount) Arafat, celebrate the praises of Allah at the Sacred Monument, and celebrate His praises as He has directed you, even though, before this, ye went astray.

1. leyse : değil
2. aleykum : sizin üzerinize, size
3. cunâhun : günah
4. en tebtegû : aramanız, talep etmeniz, istemeniz
5. fadlan : lütuf, kerem, fazl, Allah’tan gelen nur
6. min Rabbi-kum : Rabbinizden
7. fe : o zaman, artık
8. izâ : olduğu zaman
9. efadtum : topluca geldiniz, akın akın geldiniz
10. min arafâtin : arafat’tan
11. fe uzkurû : o zaman zikredin
12. allâhe : Allah
13. inde : yanında
14. el meş’ari el harâmi : meş’aril haram, arafat’tan dönüş
15. ve uzkurû-hu : ve onu zikredin
16. kemâ : gibi, şeklinde, şekilde
17. hedâ-kum : sizi hidayete erdirdi
18. ve in : ve ise, sadece, doğrusu
19. kuntum : siz oldunuz, idiniz
20. min kabli-hî : ondan önce
21. le : elbette
22. min ed dâllîne : dalâlette olanlardan

١٩٩

ثُمَّ اَفيضُوا مِنْ حَيْثُ اَفَاضَ النَّاسُ وَاسْتَغْفِرُوا اللّهَ اِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَحيمٌ

(199) sümme efidu min haysü efadan nasü vestağfirullah innellahe ğafurur rahiym

sonra (sizde) akın edin insanların akın ettiği yerden ve Allah’tan mağfiret dileyin şüphesiz Allah bağışlayan, merhamet edendir

(199) Then pass on at a quick pace from the place whence it is usual for the multitude so to do, and ask for Allah’s forgiveness. for Allah is Oft-Forgiving, Most Merciful.

1. summe : sonra
2. efîdû : topluca, akın akın dönüp gelin
3. min haysu : yerden
4. efâda : topluca, akın akın dönüp geldi
5. en nâsu : insanlar
6. ve istagfirû : ve istiğfar edin, mağfiret isteyin
7. allâhe : Allah
8. inne : muhakkak
9. allâhe : Allah
10. gafûrun : gafûr olan, mağfiret eden, günahları sevaba çeviren
11. rahîmun : rahîm olan, rahmet nuru gönderen

٢٠٠

فَاِذَا قَضَيْتُمْ مَنَاسِكَكُمْ فَاذْكُرُوا اللّهَ كَذِكْرِكُمْ ابَاءَكُمْ اَوْ اَشَدَّ ذِكْرًا فَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَقُولُ رَبَّنَا اتِنَا فِى الدُّنْيَا وَمَالَهُ فِى الْاخِرَةِ مِنْ خَلَاقٍ

(200) fe iza kadaytüm menasikeküm fezkürullahe ke zikriküm abaeküm ev eşedde zikra fe minen nasi mey yekulü rabbena atina fid dünya ve malehu fil ahirati min halak

(hac) ibadetlerinizi bitirdikten sonra Allah’ı zikir ediniz babalarınızı andığınız gibi yahut daha şiddetli zikir edin insanlardan kimiside derki ey Rabbimiz bize dünyada ver o kimse için yoktur ahirette hiçbir nasip

(200) So when ye have accomplished your holy rites, celebrate the praises of Allah, as ye used to celebrate the praises of your fathers – yea, with far more heart and soul. There are men who say: “Our Lord! Give us (thy bounties) in this world!” But they will have no portion in the Hereafter.

1. fe : o zaman, böylece
2. izâ : olduğu zaman
3. kadaytum : tamamladınız
4. menâsike-kum : hacca ait ibadetleriniz
5. fe uzkurû : artık zikredin, anın
6. allâhe : Allah
7. ke : gibi
8. zikri-kum : sizin zikrettiğiniz, andığınız gibi
9. âbâe-kum : babalarınız, atalarınız
10. ev : veya
11. eşedde : daha şiddetli, daha kuvvetli
12. zikren : zikrederek
13. fe : fakat
14. min en nâsi : insanlardan
15. men : kimse(ler), kim, kimi
16. yekûlu : der
17. Rabbe-nâ : (bizim) Rabbimiz
18. âti-nâ : bize ver
19. fî ed dunyâ : dünyada
20. ve : ve
21. : yoktur
22. lehu : onun
23. fî el ahirati : ahirette
24. min halâkın : bir nasip, bir pay

٢٠١

وَمِنْهُمْ مَنْ يَقُولُ رَبَّنَا اتِنَا فِى الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِى الْاخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ

(201) ve minhüm mey yekulü Rabbena atine fid dünya hasenetev ve fil ahirati hasenetev ve kina azaben nar

kimisi de (şöyle) der Rabbimiz bize ver dünyada iyilik ve ahirette de iyilik bizi koru ateşin azabından

(201) And there are men who say: “Our Lord! Give us good in this world and and good in the Hereafter, and defend us from the torment of the fire!”

1. ve min-hum : ve onlardan
2. men yekûlu : kim derse
3. Rabbe-nâ : Rabbimiz
4. âti-nâ : bize ver
5. fî ed dunyâ : dünyada
6. haseneten : hasene, hayır, iyilik, güzellik
7. ve fî el âhirati : ve ahirette
8. haseneten : hasene, hayır, iyilik, güzellik
9. ve kı-nâ : ve bizi koru
10. azâbe en nâri : ateşin azabı

٢٠٢

اُولءِكَ لَهُمْ نَصيبٌ مِمَّا كَسَبُوا وَاللّهُ سَريعُ الْحِسَابِ

(202) ülaike lehüm nasiybüm mimma kesebu vallahü seriul hisab

işte bunların kazandıklarından nasipleri (vardır) Allah hesabı çabuk görendir

(202) To these will be allotted what they have earned and Allah is quick in account.

1. ulâike : işte onlar
2. lehum : onların vardır
3. nasîbun : nasip
4. mimmâ (min mâ) : o şeyden
5. kesebû : kazandılar, (dereceler) kazandılar
6. vallâhu (ve allâhu) : ve Allah
7. serîu : seri, çabuk
8. el hısâbi : hesap

Sayfa:31

٢٠٣

وَاذْكُرُوا اللّهَ فى اَيَّامٍ مَعْدُودَاتٍ فَمَنْ تَعَجَّلَ فى يَوْمَيْنِ فَلَا اِثْمَ عَلَيْهِ وَمَنْ تَاَخَّرَ فَلَا اِثْمَ عَلَيْهِ لِمَنِ اتَّقى وَاتَّقُوا اللّهَ وَاعْلَمُوا اَنَّكُمْ اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ

(203) vezkürullahe fi eyyamim ma’dudat fe men teaccele fi yevmeyni fe la isme aleyh ve men teehhara fe la isme aleyhi limenitteka vettekullahe va’lemu enneküm ileyhi tuhşerun

Allah’ı zikir edin bir de sayılı günlerde kim acele eder (mina’dan) dönerse iki günden (önce) ona da günah yoktur kim de geri kalırsa ona da günah yoktur (geri kalmak) takva sahibi içindir Allah’tan sakının bilin ki sizler O’nun huzurunda toplanacaksınız

(203) Celebrate the praises of Allah during the Appointed Days. But if any one hastens to leave in two days, there is no blame on him, and if any one stays on, there is no blame on him, if his aim is to do right. Then fear Allah, and know that ye will surely be gathered unto Him.

1. ve ezkurû : ve zikredin
2. allâhe : Allah
3. fî eyyâmin : günlerde
4. ma’dûdâtin : adetli, sayılmış, sayılı
5. fe : fakat, artık, bundan sonra
6. men : kim
7. teaccele : acele eder
8. : içinde
9. yevmeyni : iki gün
10. fe : fakat, artık, bundan sonra
11. lâ isme : bir günah yoktur
12. aleyhi : onun üzerine, ona
13. ve men : ve kim
14. teahhara : tehir ederse, gecikirse
15. fe : artık, bundan sonra, o taktirde
16. lâ isme : bir günah yoktur
17. aleyhi : onun üzerine
18. li : için
19. men : kimse(ler)
20. ittekâ : takva sahibi oldu
21. ve ittekû : ve takva sahibi olun
22. allâhe : Allah
23. ve a’lemû : ve bilin
24. enne-kum : sizin ….. olduğunuzu
25. ileyhi : ona
26. tuhşerûne : haşrolunacaksınız

٢٠٤

وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يُعْجِبُكَ قَوْلُهُ فِى الْحَيوةِ الدُّنْيَا وَيُشْهِدُ اللّهَ عَلى مَا فى قَلْبِه وَهُوَ اَلَدُّ الْخِصَامِ

(204) ve minen nasi men yu’cibüke kavlühu fil hayatid dünya ve yüşhidüllahe ala ma fi kalbihi ve hüve eleddül hisam

ve insanlardan kimileri senin hoşuna gider dünya hayatı hakkında ki sözleri Allah’ı şahit tutar kalbinden olan şeye de o, taraf tutan inatçı biridir

(204) There is the type of man whose speech about this world’s life may dazzle thee, and he calls Allah to witness about what is in his heart yet is he the most contentious of enemies.

1. ve min en nâsi : ve insanlardan
2. men : kim, kimse(ler), kişi(ler)
3. yu’cibu-ke : seni hoşnut eder, senin hoşuna gider
4. kavlu-hu : onun sözü
5. fî hayâti ed dunyâ : dünya hayatında
6. ve yuşhidu allâhe : ve Allah’ı şahit tutar
7. alâ : üzerine, … a
8. : şey
9. : içinde, … de
10. kalbi-hi : onun kalbi
11. ve huve : ve o
12. eleddu : çok şiddetli, amansız, azılı düşman,
13. el hısâmi : hasım, düşman

٢٠٥

وَاِذَا تَوَلّى سَعى فِى الْاَرْضِ لِيُفْسِدَ فيهَا وَيُهْلِكَ الْحَرْثَ وَالنَّسْلَ وَاللّهُ لَا يُحِبُّ الْفَسَادَ

(205) ve iza tevella sea fil erdi li yüfside fiha ve yühlikel harse ven nesl vallahü la yühibbül fesad

(sizden) ayrıldığı zaman koşar arz üzerinde fesat çıkarmak için mahsulü ve nesli helak etmek için çalışır Allah (ise) fesadı sevmez

(205) When he turns his back, his aim everywhere is to spread mischief through the earth and destroy crops and cattle. But Allah loveth not mischief.

1. ve izâ : ve o zaman, olduğu zaman
2. tevellâ : döndü
3. seâ : çalıştı
4. fî el ardı : yeryüzünde
5. li yufside : fesat çıkarmak için
6. fî-hâ : orada
7. ve yuhlike : ve helâk edilmesi
8. el harse : ekinler
9. ve en nesle : ve nesil
10. vallâhu (ve allâhu) : ve Allah
11. lâ yuhıbbu : sevmez
12. el fesâda : fesat, bozgunculuk

٢٠٦

وَاِذَا قيلَ لَهُ اتَّقِ اللّهَ اَخَذَتْهُ الْعِزَّةُ بِالْاِثْمِ فَحَسْبُهُ جَهَنَّمُ وَلَبِءْسَ الْمِهَادُ

(206) ve iza kıle lehüt tekillahe ehazethül izzetü bil ismi fe hasbühu cehennem ve le bi’sel mihad

ona denildiği zaman Allah’tan sakının ona kendisini sevk eder izzet ve onuru günah işlemeye ona cehennem kafidir ne kötü bir döşektir

(206) When it is said to him, fear Allah, he is led by arrogance to (more) crime. Enough for him is Hell an evil bed indeed (to lie on)!

1. ve izâ : ve o zaman, olduğu zaman
2. kîle : denildi
3. lehu : ona
4. ıttekı : takva sahibi ol
5. allâhe : Allah
6. ehazet-hu : onu alır, tutar (mani olur)
7. el izzetu : izzet, üstünlük
8. bi el ismi : günaha, günah
9. fe : o zaman, o taktirde
10. hasbu-hu : onun hasbu, ona kâfi gelen, ona
11. cehennemu : cehennem
12. ve le bi’se : ve elbette, gerçekten kötü
13. el mihâdu : yatak, döşek

٢٠٧

وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَشْرى نَفْسَهُ ابْتِغَاءَ مَرْضَاتِ اللّهِ وَاللّهُ رَؤُفٌ بِالْعِبَادِ

(207) ve minen nasi mey yeşri nefsehüb tiğae merdatillah vallahü raufüm bil ibad

insanlardan bazıları nefislerini satarlar Allah’ın rızasına ermek için Allah kullarına karşı çok şefkatlidir

(207) And there is the type of man who gives his life to earn the pleasure of Allah and Allah is full of kindness to (his) devotees.

1. ve min en nâsi : ve insanlardan
2. men : kim, kişi, kimse(ler)
3. yeşrî : satar
4. nefse-hu : kendi nefsini
5. ibtigâe : aradı, istedi, diledi
6. mardâti allâhi : Allah’ın rızasını
7. vallâhu (ve allâhu) : ve Allah
8. raûfun : çok şefkatli
9. bi el ıbâdi : kullarına

٢٠٨

يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا ادْخُلُوا فِى السِّلْمِ كَافَّةً وَلَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُبينٌ

(208) ya eyyühellezine amenüd hulu fis silmi kaffeh ve la tettebiu hutuvatiş şeytan innehu leküm adüvvüm mübiyn

ey iman edenler hepiniz toplu halde sulha giriniz ve tabi olmayınız şeytanın adımlarına muhakkak ki o sizin apaçık düşmanınızdır

(208) O ye who believe! enter into Islam whole heatedly and follow not the footsteps of the evil one for he is to you an avowed enemy.

1. yâ eyyuhâ : ey
2. ellezîne : o kimseler, onlar
3. âmenû : âmenû oldular (Allah’a ulaşmayı dilediler, îmân ettiler
4. udhulû : girin
5. fi es silmi : silm’e, teslime (ruhu, vechi, nefsi ve iradeyi Allah’a teslim etmeye
6. kâffeten : topluca, hepiniz
7. ve lâ tettebiû : ve tâbî olmayın, uymayın
8. hutuvâti : adımlar, ayak izleri
9. eş şeytâni : şeytan
10. inne-hu : muhakkak ki o, çünkü o
11. lekum : sizin için, size
12. aduvvun : düşman
13. mubînun : apaçık

٢٠٩

فَاِنْ زَلَلْتُمْ مِنْ بَعْدِ مَا جَاءَتْكُمُ الْبَيِّنَاتُ فَاعْلَمُوا اَنَّ اللّهَ عَزيزٌ حَكيمٌ

(209) fe in zeleltüm mim ba’di ma caetkümül beyyinatü fa’lemu ennellahe azizün hakim

sizin bundan sonra ayağınızı kaydırırsa size açık deliller geldikten sonra iyi bilin ki şüphesiz Allah galibi mutlak, hüküm sahibidir

(209) If ye backslide after the clear (Signs) have come to you, then know that Allah is exalted in power, wise.

1. fe : o zaman, o taktirde, fakat, hâlâ
2. in zelel-tum : eğer ayağınızı kaydırırsanız, saparsanız
3. min ba’di : sonradan
4. mâ câet-kum : size gelen şey
5. el beyyinâtu : beyyineler, açık deliller, açık
6. fe : o zaman, öyleyse, o taktirde
7. a’lemû : biliniz, bilin
8. enne allâhe : Allah’ın ….. olduğu
9. azîzun : azîz, üstün
10. hakîmun : hakîm, hüküm ve hikmet sahibi

٢١٠

هَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّا اَنْ يَاْتِيَهُمُ اللّهُ فى ظُلَلٍ مِنَ الْغَمَامِ وَالْمَلءِكَةُ وَقُضِىَ الْاَمْرُ وَاِلَى اللّهِ تُرْجَعُ الْاُمُورُ

(210) hel yenzurune illa ey ye’tiyehümüllahü fi zulelim minel ğamami vel melaiketü ve kudiyel emr ve ilellahi türceul ümur

onlar gözetliyorlar mı? Allah kendilerine geliversin buluttan gölgeler içinde meleklerle birlikte işlerini bitiriversin halbuki bütün işler Allah’a döner

(210) Will they wait until Allah comes to them in canopies of clouds, with angels (in his train) and the question is (thus) settled? but to Allah do all questions go back (for decision).

1. hel : mı
2. yenzurûne : bakıyorlar, gözlüyorlar, bekliyorlar
3. illâ : illâ, mutlaka
4. en ye’tiye-hum(u) : onlara gelmesi
5. allâhu : Allah
6. fî zulelin : gölgede, gölgeler içinde
7. min el gamâmi : bulutlardan
8. ve el melâiketu : ve melekler
9. ve kudiye : ve bitirilmesi, yerine getirilmesi
10. el emru : emir, iş
11. ve ilâllâhi (ilâ allâhi) : ve Allah’a
12. turceu : döndürülür
13. el umûru : emirler, işler

Sayfa:32

٢١١

سَلْ بَنى اِسْرَاءلَ كَمْ اتَيْنَاهُمْ مِنْ ايَةٍ بَيِّنَةٍ وَمَنْ يُبَدِّلْ نِعْمَةَ اللّهِ مِنْ بَعْدِ مَاجَاءَتْهُ فَاِنَّ اللّهَ شَديدُ الْعِقَابِ

(211) sel beni israile kem ateynahüm min ayetim beyyineh ve mey yübeddil ni’metellahi mim ba’di ma caethü fe innellahe şedidül ikab

israil oğullarına sor onlara nice açık ayetler vermiş kim değiştirirse Allah’ın nimetlerini (o mucizeler) kendilerine geldikten sonra Allah’ın azabı çok şiddetlidir

(211) Ask the Children of Israel how many clear (Signs) we have sent them. But if any one, after Allah’s favour has come to him, substitutes (something else), Allah is strict in punishment.

1. sel : sor
2. benî isrâîle : israiloğulları
3. kem : kaç tane, nice
4. âteynâ-hum : onlara verdik
5. min âyetin beyyinetin : açıklanmış âyetten, mucizeden
6. ve men : ve kim
7. yubeddil : değiştirir
8. ni’metallâhi (ni’mete allâhi) : Allah’ın ni’meti
9. min ba’di : sonra, sonradan
10. mâ câet-hu : ona gelen şey
11. fe : artık, bundan sonra, o taktirde
12. innallâhe (inne allâhe) : muhakkak ki Allah
13. şedîdu : şiddetli
14. el ikâbi : ceza

٢١٢

زُيِّنَ لِلَّذينَ كَفَرُوا الْحَيوةُ الدُّنْيَا وَيَسْخَرُونَ مِنَ الَّذينَ امَنُوا وَالَّذينَ اتَّقَوْا فَوْقَهُمْ يَوْمَالْقِيمَةِ وَاللّهُ يَرْزُقُ مَنْ يَشَاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ

(212) züyyine lillezine keferul hayatüd dünya ve yesharune minellezine amenu vellezinettekav fevkahüm yevmel kiyameh vallahü yerzüku mey yeşaü bi ğayri hisab

kafirlere süslü gösterildi dünya hayatı iman edenlerle alay ederler halbuki takva sahipleri kıyamet günü onların üstündedirler Allah rızık verir dilediğine hesapsız

(212) The life of this world is alluring to those who reject Faith, and they scoff at those who believe. But the righteous will be above them on the day of resurrection for Allah bestows his abundance without measure on whom he will.

1. zuyyine : süslendi, müzeyyen kılındı
2. lillezîne (li ellezîne) : o kimselere, onlara
3. keferû : inkâr ettiler
4. el hayâtu ed dunyâ : dünya hayatı
5. ve yesharûne : ve alay ediyorlar
6. min ellezîne : o kimselerden, onlardan
7. âmenû : âmenû oldular (ölmeden önce Allah’a ulaşmayı dilediler), îmân ettiler
8. vellezîne (ve ellezîne) : ve o kimseler, onlar
9. ittekav : takva sahibi oldular
10. fevka-hum : onların üstünde (onlardan üstün)
11. yevme el kıyâmeti : kıyâmet günü
12. ve allâhu yerzuku : ve Allah rızıklandırır
13. men yeşâu : dilediği kimseyi
14. bi gayri hisâbin : hesapsız

٢١٦

كَانَ النَّاسُ اُمَّةً وَاحِدَةً فَبَعَثَ اللّهُ النَّبِيّنَ مُبَشِّرينَ وَمُنْذِرينَ وَاَنْزَلَ مَعَهُمُ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِيَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ فيمَا اخْتَلَفُوا فيهِ وَمَااخْتَلَفَ فيهِ اِلَّا الَّذينَ اُوتُوهُ مِنْ بَعْدِ مَاجَاءَتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ بَغْيًا بَيْنَهُمْ فَهَدَى اللّهُ الَّذينَ امَنُوا لِمَا اخْتَلَفُوا فيهِ مِنَ الْحَقِّ بِاِذْنِه وَاللّهُ يَهْدى مَنْ يَشَاءُ اِلى صِرَاطٍ مُسْتَقيمٍ

(213) kanen nasü ümmetev vahideten fe beasellahün nebiyyine mübeşşirine ve münzirine ve enzele meahümül kitabe bil hakkı li yahküme beynen nasi fimahtelefu fih ve mahtelefe fihi illellezine utuhü mim ba’di ma caethümül beyyinatü bağyem beynehüm fe hedellahüllezine amenu limahtelefu fihi minel hakkı bi iznihi vallahü yehdi mey yeşaü ila siratim müstekiym

insanlar tek bir ümmeti, Allah nebiler gönderdi müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak onlarla beraber kitapta indirdi hak ile hükmetmeleri için insanlar arasında ihtilafa düştükleri şeylerde ancak kendilerine (kitap) verilenler ondan ihtilafa düştüler kendilerine açık mucizeler geldikten sonra aralarında ki ihtiras yüzünden Allah iman edenleri hidayete erdirdi o ihtilaf ettikleri şeyleri o’nun izni ile, hakka muvaffık kıldı Allah dilediğini hidayete erdirir sıratı mustakim üzere

(213) Mankind was one single nation, and Allah sent Messengers with glad tidings and warnings and with them He sent the Book in truth, to judge between people in matters wherein they differed but the People of the Book, after the clear Signs came to them, did not differ among themselves, except through selfish contumacy. Allah by His Grace guided the Believers to the Truth, concerning that wherein they differed. For Allah guides whom He will to a path that is straight.

1. kâne : oldu, idi
2. en nâsu : insanlar
3. ummeten : ümmet, topluluk
4. vâhıdeten : bir, tek, bir tek
5. fe : o zaman, sonra
6. bease : beas etti, hayata getirdi, gönderdi
7. allâhu : Allah
8. en nebiyyîne : peygamberler
9. mubeşşirîne : müjdeleyiciler
10. ve munzirîne : ve uyarıcılar
11. ve enzele : ve indirdi
12. mea-hum : onlarla birlikte, beRaber, yanında
13. el kitâbe : kitap
14. bi el hakkı : hak ile
15. li yahkume : hükmetmeleri için, hükmetsin diye
16. beyne : arasında
17. en nâsi : insanlar
18. fî mâ : şey hakkında
19. ıhtelefû : ve ihtilâf ettiler, ayrılığa düştükler
20. fî-hi : onun hakkında
21. ve mâ ıhtelefe : ve ihtilâf ettikleri, ayrılığa düştükleri şey
22. fî-hi : onun hakkında
23. illellezîne (illâ ellezîne) : sadece, ancak o kimseler
24. ûtû-hu : ona verildi
25. min ba’di : sonradan
26. mâ câet-hum : onlara gelen şey
27. el beyyinâtu : beyyineler, belgeler
28. bagyen : düşmanlık, çekememezlik, haset
29. beyne-hum : kendi aralarında
30. fe : o zaman, bu sebeple
31. hedâ allâhu : Allah hidayete erdirdi
32. ellezîne : o kimseler, onlar
33. âmenû : Allah’a ulaşmayı dilediler, îmân ettiler
34. li mâ ıhtelefû :
35. fi-hi : onun hakkında
36. min el hakkı : haktan
37. bi izni-hi : onun izni ile
38. ve allâhu : ve Allah
39. yehdî : hidayet eder, ulaştırır, iletir
40. men yeşâu : dilediği kimseyi
41. ilâ sırâtın mustakîmin : sıratı mustakîm’e

٢١٤

اَمْ حَسِبْتُمْ اَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَاْتِكُمْ مَثَلُ الَّذينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِكُمْ مَسَّتْهُمُ الْبَاْسَاءُ وَالضَّرَّاءُ وَزُلْزِلُوا حَتّى يَقُولَ الرَّسُولُ وَالَّذينَ امَنُوا مَعَهُ مَتى نَصْرُ اللّهِ اَلَا اِنَّ نَصْرَ اللّهِ قَريبٌ

(214) em hasibtüm en tedhulül cennete ve lemma ye’tiküm meselüllezine halev min kabliküm messethümül be’saü ved darraü ve zülzilu hatta yekuler rasulü vellezine amenu meahu meta nasrullah ela inne nasrallahi karib

yoksa siz (kendinizi) cennete girivereceğinizi mi sandınız? vaktaki size misal olarak gelmeden sizden öncekilerin halleri başınıza onlara öyle yoksulluk dokundu ki belalar gelip çattı öyle sarsıldılar ki hatta diyorlardı resul ve beraberinde iman edenler Allah’ın yardımı ne zaman gelecek dikkat edin Allah’ın yardımı yakındır

(214) Or do ye think that ye shall enter the Garden (of Bliss) without such (trials) as came to those who passed away before you? They encountered suffering and adversity, and were so shaken in spirit that even the Messenger and those of faith who were with him cried: “When (will come) the help of Allah” Ah! Verily, the help of Allah is (always) near!

1. em hasibtum : yoksa zan mı ettiniz
2. en tedhulû : girmeniz
3. el cennete : cennet
4. ve lemmâ : ve olmadıkça
5. ye’ti-kum : size gelir
6. mesele : durum, haller
7. ellezîne : o kimseler, onlar
8. halev : gelip geçti
9. min kabli-kum : sizden önce
10. messet-hum : onlara dokundu, isabet etti, başına geldi
11. el be’sâu : şiddetli belâ
12. ve ed darrâu : ve darlık, zarar, sıkıntı, felâket
13. ve zulzilû : ve sarsıldılar
14. hattâ : olacak kadar
15. yekûle : söyleyecek, diyecek
16. er resûlu : resûl
17. ve ellezîne : ve o kimseler, onlar
18. âmenû : âmenû oldular, îmân ettiler
19. mea-hu : onun yanında
20. metâ : ne zaman
21. nasrullâhi (nasru allâhi) : Allah’ın yardımı
22. e lâ : değil mi, (öyle) değil mi
23. inne nasrallâhi (nasra allâhi) : muhakkak ki, mutlaka Allah’ın yardımı
24. karîbun : yakın

٢١٥

يَسَْلُونَكَ مَاذَا يُنْفِقُونَ قُلْ مَا اَنْفَقْتُمْ مِنْ خَيْرٍ فَلِلْوَالِدَيْنِ وَالْاَقْرَبينَ وَالْيَتَامى وَالْمَسَاكينِ وَابْنِ السَّبيلِ وَمَا تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ فَاِنَّ اللّهَ بِه عَليمٌ

(215) yes’eluneke maza yünfikun kul ma enfaktüm min hayrin fe lil valideyni vel akrabine vel yetama vel mesakini vebnis sebil ve ma tef’alu min hayrin fe innellahe bihi alim

sana soruyorlar ne infak edeceklerini de ki hayır namına nafaka olarak vereceğiniz şey ana babanın akrabaların yetimlerin miskinlerin yolda kalmışların (hakkıdır) hayır namına ne yaparsanız muhakkak ki Allah onu bilir

(215) They ask thee what they should spend (in Charity). Say: whatever ye spend that is good, is for parents and kindred and orphans and those in want and for wayfarers. And whatever ye do that is good, Allah knoweth it well.

1. yes’elûne-ke : sana soruyorlar
2. mâzâ : ne, nasıl
3. yunfikûne : infâk ederler (Allah için verirler)
4. kul : de, söyle
5. mâ enfaktum : Allah için infâk ettiğiniz, verdiğiniz şey
6. min hayrin : hayırdan, hayır olarak
7. fe : işte o
8. li el vâlideyni : anne-baba için
9. ve akrabîne : ve akRabalar, yakınlar
10. ve yetâmâ : ve yetimler
11. ve el mesâkîni : ve miskinler, yoksullar, çalışamayacak
12. ve ibni es sebîli : ve (yolda kalmış) yolcular
13. ve mâ tef’alû : ve yaptığınız şey, ne yaparsanız
14. min hayrin : hayırdan, hayır olarak
15. fe inne allâhe : o taktirde muhakkak ki Allah
16. bi-hi : onu
17. alîmun : en iyi bilen

Sayfa:33

٢١٦

كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِتَالُ وَهُوَ كُرْهٌ لَكُمْ وَعَسى اَنْ تَكْرَهُوا شَيًْا وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْ وَعَسى اَنْ تُحِبُّوا شَيًْا وَهُوَ شَرٌّ لَكُمْ وَاللّهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ

(216) kütibe aleykümül kitalü ve hüve kürhül leküm ve asa en tekrehü şey’ev ve hüve hayrun leküm ve asaen tühibbu şey’ev ve hüve şerrul leküm vallahü ya’lemü ve entüm la ta’lemun

savaş size farz kılındı hoşunuza gitmediği halde amma olur ki, bir şey hoşunuza gitmediği halde o sizin için hayırlı olur olur ki bir şey sevdiğiniz halde o sizin için şer olur Allah bilir siz bilmezsiniz

(216) Fighting is prescribed for you, and ye dislike it. But it is possible that ye dislike a thing which is good for you, and that ye love a thing which is bad for you. But Allah knoweth, and ye know not.

1. kutibe : yazıldı, farz kılındı
2. aleykum(u) : sizin üzerinize
3. el kitâlu : savaş
4. ve huve : ve o
5. kurhun : kerih, hoşa gitmez
6. lekum : sizin için, size
7. ve asâ : ve umulur ki, olur ki
8. en tekrehû : kerih olması, hoşa gitmemesi
9. şey’en : bir şey
10. ve huve : ve o
11. hayrun : hayırdır, hayırlıdır
12. lekum : sizin için, size
13. ve asâ : ve umulur ki
14. en tuhıbbû : sevmeniz, hoşlanmanız
15. şeyen : bir şey
16. ve huve : ve o
17. şerrun : şerrdir
18. lekum : sizin için, size
19. vallâhu : ve Allah
20. ya’lemu : bilir
21. ve entum : ve siz
22. lâ ta’lemûne : siz bilmezsiniz

٢١٧

يَسَْلُونَكَ عَنِ الشَّهْرِ الْحَرَامِ قِتَالٍ فيهِ قُلْ قِتَالٌ فيهِ كَبيرٌ وَصَدٌّ عَنْ سَبيلِ اللّهِ وَكُفْرٌ بِه وَالْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَاِخْرَاجُ اَهْلِه مِنْهُ اَكْبَرُ عِنْدَ اللّهِ وَالْفِتْنَةُ اَكْبَرُ مِنَ الْقَتْلِ وَلَا يَزَالُونَ يُقَاتِلُونَكُمْ حَتّى يَرُدُّوكُمْ عَنْ دينِكُمْ اِنِ اسْتَطَاعُوا وَمَنْ يَرْتَدِدْ مِنْكُمْ عَنْ دينِه فَيَمُتْ وَهُوَ كَافِرٌ فَاُولءِكَ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْ فِى الدُّنْيَا وَالْاخِرَةِ وَاُولءِكَ اَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فيهَا خَالِدُونَ

(217) yes’eluneke aniş şehril harami kitalin fih kul kitalün fihi kebir ve saddün an sebilillahi ve küfrüm bihi vel mescidil harami ve ihracü ehlihi minhü ekberu indellah vel fitnetü ekberu minel katl ve la yezalune yükatiluneküm hatta yerudduküm an diniküm inistetau ve mey yertedid minküm an dinihi fe yemüt ve hüve kafirun fe ülaike habitat a’malühüm fid dünya vel ahirah ve ülaike ashabün nar hüm fiha halidun

sana soruyorlar haram ayda savaşın hükmünü de ki: o (ayda) savaş büyük günahtır amma Allah yolundan men etmek küfürde bulunmak o’na ve mescid-i haram’a oranın ehlini oradan çıkarmak Allah’ın katında daha büyük günahtır fitne katilden daha büyüktür sizinle sürekli savaş ederler taki sizi döndürünceye kadar güçleri yetse dininizden sizden kim dönerse dininden sonra kafir olarak ölürse işte onların (amelleri) boşa gitmiştir yaptıkları ameller dünya ve ahiret için işte bunlar cehennem ehlidir onlar orada ebedi olarak kalacaklar

(217) They ask thee concerning fighting in the prohibited month. Say: fighting therein is a grave (offence) but graver is it in the sight of Allah to prevent access to the sacred mosque, and drive out its members. Tumult and oppression are worse than slaughter. Nor will they cease fighting you until they turn you back from your Faith if they can. And if any of you turn back from their Faith and die in unbelief, their works will bear no fruit in this life and in the Hereafter they will be companion of the fire and will abide therein.

1. yes’elûne-ke : sana soruyorlar
2. an(i) eş şehri el harâmi : haram aydan
3. kıtâlin : savaş
4. fî-hi : onun içinde, onda
5. kul : de, söyle
6. kıtâlun : savaş
7. fî-hi : onun içinde
8. kebîrun : büyük
9. ve saddun : ve men etmek, alıkoymak
10. an sebîlillâhi (sebîli allâhi) : Allah’ın yolundan
11. ve kufrun : ve inkâr etmek
12. bi-hi : onu
13. ve el mescidi el harâmi : ve mescid-i haram
14. ve ihrâcu : ve çıkarmak
15. ehli-hi : onun halkı
16. min-hu : ondan, oradan
17. ekberu : en büyük, daha büyük
18. indallâhi (inde allâhi) : Allah’ın katında
19. ve el fitnetu : ve fitne
20. ekberu : en büyük, daha büyük
21. min el katli : öldürmekten
22. ve lâ yezâlûne : ve zail olmazlar, geri kalmazlar
23. yukâtilûne-kum : sizinle savaşırlar
24. hattâ : oluncaya kadar
25. yeruddû-kum : sizi döndürürler
26. an dîni-kum : dîninizden
27. in istetâû : eğer güçleri yetse
28. ve men : ve kim
29. yertedid : geri döner
30. min-kum : sizden
31. an dîni-hi : dîninden
32. fe yemut : o zaman, o taktirde ölür
33. ve huve : ve o
34. kâfirun : kâfir olarak
35. fe ulâike : o zaman, böylece, bu sebeple işte onlar
36. habitat : boşa gider
37. a’mâlu-hum : onların amelleri
38. fî ed dunyâ : dünyada
39. ve el âhiret : ve ahirette
40. ve ulâike : ve işte onlar
41. ashâbu en nâri : ateş ehlidir
42. hum : onlar
43. fî-hâ : onun içinde, orada
44. hâlidûne : ebediyyen kalıcak olanlardır

٢١٨

اِنَّ الَّذينَ امَنُوا وَالَّذينَ هَاجَرُوا وَجَاهَدُوا فى سَبيلِ اللّهِ اُولءِكَ يَرْجُونَ رَحْمَتَ اللّهِ وَاللّهُ غَفُورٌ رَحيمٌ

(218) innellezine amenu vellezine haceru ve cahedu fi sebilillahi ülaike yercune rahmetellah vallahü ğafurur rahiym

gerçekten iman edenler ile hicret edenler ve Allah yolunda cihat edenler işte bunlar Allah’ın rahmetini ümit edenlerdir Allah bağışlayıcı, merhamet edendir

(218) Those who believed and those who suffered exile and fought (and strove and struggled) in the path of Allah, they have the hope of the mercy of Allah: and Allah is Oft-Forgiving, Most Merciful.

1. inne ellezîne : muhakak ki onlar
2. âmenû : âmenû oldular (Allah’a ulaşmayı dilediler) îmân ettiler
3. ve ellezîne : ve o kimseler, onlar
4. hâcerû : hicret ettiler
5. ve câhedû : ve cihad ettiler
6. fî sebîli allâhi : Allah’ın yolunda
7. ulâike : işte onlar
8. yercûne : ümit ederler, arzu ederler, dilerler
9. rahmete allâhi : Allah’ın rahmeti
10. vallâhu : ve Allah
11. gafûrun : gafûr olan, mağfiret eden
12. rahîmun : rahmet nurunun sahibi,

٢١٩

يَسَْلُونَكَ عَنِ الْخَمْرِ وَالْمَيْسِرِ قُلْ فيهِمَا اِثْمٌ كَبيرٌ وَمَنَافِعُ لِلنَّاسِ وَاِثْمُهُمَا اَكْبَرُ مِنْ نَفْعِهِمَا وَيَسَْلُونَكَ مَاذَا يُنْفِقُونَ قُلِالْعَفْوَ كَذلِكَ يُبَيِّنُ اللّهُ لَكُمُ الْايَاتِ لَعَلَّكُمْ تَتَفَكَّرُونَ

(219) yes’eluneke anil hamri vel meysir kul fihima ismün kebiruv ve menafiu lin nasi ve ismühüma ekberu min nef’ihima ve yes’eluneke maza yünfikun kulil afv kezalike yübeyyinüllahü lekümül ayati lealleküm tetefekkerun

sana soruyorlar şarabı ve kumarı de ki her ikisi de büyük günahtır insanlar için bazı faydaları vardır amma günahları faydasından daha büyüktür sana soruyorlar hangi şeyi nafaka olarak vereceklerini de ki: ihtiyaç fazlasını verin böylece Allah ayetlerini size açıklıyor umulur ki düşünürsünüz

(219) They ask thee concerning wine and gambling. Say in them is great sin, and some profit for men but the sin is greater than the profit they ask thee how much they are to spend, say: what is beyond your needs. Thus doth Allah make clear to you his Signs: in order that ye may consider-

1. yes’elûne-ke : sana soruyorlar, sorarlar
2. an el hamri : şaraptan
3. ve el meysiri : ve kumar
4. kul : de, söyle
5. fî-himâ : ikisinde vardır
6. ismun kebîrun : büyük günah
7. ve menâfiu : ve menfaat, faydalar
8. li en nâsi : insanlar için
9. ve ismu-humâ : ve onların (o ikisinin) günahları
10. ekberu : daha büyük
11. min nef’i-himâ : onların (o ikisinin) faydalarından
12. ve yes’elûne-ke : ve sana soruyorlar, sorarlar
13. mâzâ : ne, nasıl
14. yunfikûne : infâk ediyorlar
15. kul(i) : de, söyle
16. el afve : afv olan, ihtiyaçtan fazla olan mal, affedilen, vazgeçilen
17. kezâlike : bunun gibi, işte böyle
18. yubeyyinu allâhu : Allah açıklıyor
19. lekum : sizin için, size
20. el âyâti : âyetler
21. lealle-kum : umulur ki böylece siz
22. tetefekkerûne : tefekkür edersiniz, düşünürsünüz

Sayfa:34

٢٢٠

فِى الدُّنْيَا وَالْاخِرَةِ وَيَسَْلُونَكَ عَنِ الْيَتَامى قُلْ اِصْلَاحٌ لَهُمْ خَيْرٌ وَاِنْ تُخَالِطُوهُمْ فَاِخْوَانُكُمْ وَاللّهُ يَعْلَمُالْمُفْسِدَ مِنَ الْمُصْلِحِ وَلَوْ شَاءَ اللّهُ لَاَعْنَتَكُمْ اِنَّ اللّهَ عَزيزٌ حَكيمٌ

(220) fid dünya vel ahirah ve yes’eluneke anil yetama kul islahul lehüm hayr ve in tühalituhüm fe ihvanüküm vallahü ya’lemül müfside minel muslih ve lev şaellahü le a’neteküm innellahe azizün hakim

dünya ve ahiret hakkında sana soruyorlar ve yetimler hakkında de ki: “onları ıslah etmek daha hayırlıdır” eğer onlarla kaynaşmışsanız (onlar) sizin kardeşlerinizdir Allah bilir ifsat edeni de, ıslah edeni de Allah dileseydi elbette sizi sıkıntıya sokardı şüphesiz Allah güçlüdür, hikmet sahibidir

(220) (their bearings) on this life and the Hereafter. They ask thee concerning orphans. Say: the best thing to do is what is for their good if ye mix. Their affairs with yours they are your brethren but Allah knows the men who means mischief from the men who means good. And if Allah had wished. He could have put you into difficulties: he is indeed exalted in power, wise.

1. fî ed dunyâ : dünya hakkında, dünyada
2. ve el âhirati : ve ahiret
3. ve yes’elûne-ke : ve sana soruyorlar, sorarlar
4. an el yetâmâ : yetimlerden
5. kul : de, söyle,
6. ıslâhun : ıslâh etmek, düzeltmek
7. lehum : onları
8. hayrun : hayır, hayırlı
9. ve in tuhâlitû-hum : ve eğer onlara karışırsanız, katılırsanız
10. fe : artık, o zaman
11. ıhvânu-kum : sizin kardeşleriniz
12. ve allâhu : ve Allah
13. ya’lemu : bilir
14. el mufside : fesat çıkaranlar
15. min el muslihi : ıslâh edenlerden
16. ve lev : ve şâyet, olsa, ise
17. şâallâhu (şâe allâhu) : Allah diledi
18. le : elbette, mutlaka
19. a’nete-kum : sizi sıkıntıya soktu
20. inne allâhe : muhakkak ki Allah
21. azîzun : azîzdir, üstündür
22. hakîmun : hakîmdir, hüküm ve hikmet sahibidir

٢٢١

وَلَا تَنْكِحُوا الْمُشْرِكَاتِ حَتّى يُؤْمِنَّ وَلَاَمَةٌ مُؤْمِنَةٌ خَيْرٌ مِنْ مُشْرِكَةٍ وَلَوْ اَعْجَبَتْكُمْ وَلَا تُنْكِحُواالْمُشْرِكينَ حَتّى يُؤْمِنُوا وَلَعَبْدٌ مُؤْمِنٌ خَيْرٌ مِنْ مُشْرِكٍ وَلَوْ اَعْجَبَكُمْ اُولءِكَ يَدْعُونَ اِلَىالنَّارِ وَاللّهُ يَدْعُوا اِلَى الْجَنَّةِ وَالْمَغْفِرَةِ بِاِذْنِه وَيُبَيِّنُ ايَاتِه لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ

(221) ve la tenkihul müşrikati hatta yü’minn ve le emetüm mü’minetüm hayrum mim müşriketiv ve lev a’cebetküm ve la tünkihul müşrikine hatta yü’minu ve le abdüm mü’minün hayrum mim müşrikiv ve lev a’cebeküm ülaike yed’une ilen nar vallahü yed’u ilel cenneti vel mağfirati bi iznihi ve yübeyyinü ayatihi lin nasi leallehüm yetezekkerun

evlenmeyin iman etmedikçe müşrik kadınlarla muhakkak mü’min bir cariye, müşrik bir kadından daha hayırlıdır velev müşrik bir kadın hoşunuza gitse de evlendirmeyiniz (mü’min kadınları) müşrik erkeklerle iman etmedikçe mü’min köle müşrik erkekten daha hayırlıdır velev sizin hoşunuza gitse de işte onlar (sizi) ateşe davet ederler Allah’ta davet eder kendi izni ile cennete ve mağfirete ayetlerini insanlara açıklıyor olur ki düşünürler

(221) Don’t marry unbelieving women (idolaters) until they believe: a slave woman who believes is better than unbelieving woman. Even though she allure you. Nor marry (your girls) to unbelievers until they believe: a man slave who believes is better than an unbeliever even though he allure you. Unbelievers do (but) beckon you to the Fire. But Allah beckons by His Grace to the Garden (of Bliss) and forgiveness, and makes His Signs clear to mankind: that they may receive admonition.

1. ve lâ tenkihû : ve (kendinize) nikâhlamayın
2. el muşrikâti : müşrik kadınlar
3. hattâ yu’minne : mü’min oluncaya, îmân edinceye kadar
4. ve le emetun : ve elbette bir cariye
5. mu’minetun : mü’min (kadın)
6. hayrun : hayırlı, daha hayırlı
7. min muşriketin : müşrik bir kadından
8. ve lev a’cebet-kum : ve size hoş gelse bile, hoşunuza gitse bile
9. ve lâ tunkihû : ve (siz kadınlarınızı) nikâhlamayın
10. el muşrikîne : müşrik erkekler
11. hattâ yu’minû : mü’min olunca, îmân edinceye kadar
12. ve le abdun : ve elbette bir köle
13. mu’minun : mü’min (erkek)
14. hayrun : hayırlı, daha hayırlı
15. min muşrikin : müşrik erkekten
16. ve lev a’cebe-kum : ve size hoş gelse bile
17. ulâike yed’ûne : işte onlar davet ederler
18. ilâ en nâri : ateşe
19. ve allâhu : ve Allah
20. yed’û : davet ediyor
21. ilâ el cenneti : cennete
22. ve el magfireti : ve mağfiret
23. bi izni-hi : onun izni ile
24. ve yubeyyinu : ve açıklıyor
25. âyâti-hî : kendi âyetlerini
26. li en nâsi : insanlar için, insanlara
27. lealle-hum : umulur ki böylece onlar
28. yetezekkerûne : tezekkür ederler

٢٢٢

وَيَسَْلُونَكَ عَنِ الْمَحيضِ قُلْ هُوَ اَذًى فَاعْتَزِلُوا النِّسَاءَ فِى الْمَحيضِ وَلَاتَقْرَبُوهُنَّ حَتّى يَطْهُرْنَ فَاِذَا تَطَهَّرْنَ فَاْتُوهُنَّ مِنْ حَيْثُ اَمَرَكُمُ اللّهُ اِنَّ اللّهَ يُحِبُّ التَّوَّا بينَ وَيُحِبُّ الْمُتَطَهِّرينَ

(222) ve yes’eluneke anil mehiyd kul hüve ezen fa’tezilün nisae fil mehiydi ve la takrabuhünne hatta yathurn fe iza tetahherne fe’tuhünne min haysü emerakümüllah innellahe yühibbüt tevvabine ve yühibbül mütetahhirin

sana hayızdan soruyorlar de ki: o bir ezadır kadınlar hayızlı iken onlardan uzaklaşın onlara katiyen yaklaşmayın ta ki temizleninceye kadar temizlendikleri zaman onlara münasebette bulunun size Allah’ın emrettiği yerden şüphesiz Allah çok tövbe edenleri sever ve çok temizlenenleri sever

(222) They ask thee concerning women’s courses. Say: they are a hurt and a pollution, so keep away from women in their courses, and do not approach them until they are clean. But when they have purified themselves, ye may approach them in any manner, time, or place ordained for you by Allah. For Allah loves those who turn to him constantly and he loves those who keep themselves pure and clean.

1. ve yes’elûne-ke : ve sana soruyorlar, sorarlar
2. anil mahîdi (an el mahîdi) : (kadınların) hayz (ay) hallerinden
3. kul : de, söyle
4. huve : o
5. ezen : eza, ıstırap
6. fa’tezilû (fe ı’tezilû) : o taktirde, bu yüzden uzak durun
7. en nisâe : kadın(lar)
8. fî el mahîdi : hayz (ay) hallerinde, hayz zamanında
9. ve lâ takRabûhunne : ve onlara yaklaşmayın
10. hattâ yathurne : temizleninceye kadar
11. fe : öyle olunca, (öyle) ise, artık, o zaman
12. izâ tetahherne : temizlendikleri zaman
13. fe : öyle olunca, (öyle) ise, artık, o zaman,
14. e’tûhunne : onlara gelin, yanına gidin (biraraya gelin)
15. min haysu : yerden
16. emere-kum(u) allâhu : Allah size emretti
17. inne allâhe : muhakkak ki Allah
18. yuhibbu : sever
19. et tevvâbîne : tövbe edenler
20. ve yuhibbu : ve sever
21. el mutetahhirîne : temizlenenler, temizlenmiş olanlar

٢٢٣

نِسَاؤُكُمْ حَرْثٌ لَكُمْ فَاْتُوا حَرْثَكُمْ اَنّى شِءْتُمْ وَقَدِّمُوا لِاَنْفُسِكُمْ وَاتَّقُوا اللّهَ وَاعْلَمُوا اَنَّكُمْ مُلَاقُوهُ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِنينَ

(223) nisaüküm harsül leküm fe’tu harseküm enna şi’tüm ve kaddimu li enfüsiküm vettekullahe va’lemu enneküm mülakuh ve beşşiril mü’minin

kadınlarınız sizin tarlalarınızdır o halde tarlalarınıza öyle varın nasıl dilerseniz kendiniz için (iyi şeyler) gönderin Allah’tan sakının biliniz ki muhakkak o’na kavuşacaksınız ve inananları müjdele

(223) Your wives are as a tilth unto you so approach your tilth when or how ye will but do some good act for your souls beforehand and fear Allah, and know that ye are to meet him (in the Hereafter), and give (these) good tidings to those who believes.

1. nisâu-kum : sizin kadınlarınız
2. harsun : tarla
3. lekum : sizin için, sizin
4. fe : o zaman, artık, o halde
5. e’tû : gelin, yaklaşın
6. harse-kum : sizin tarlanız
7. ennâ : nasıl
8. şi’tum : dilediniz
9. ve kaddimû : ve takdim edin
10. li enfusi-kum : nefsleriniz için, kendiniz için
11. vettekû (ve ittekû) : ve takva sahibi olun
12. allâhe : Allah
13. va’lemû (ve ı’lemû) : ve bilin
14. enne-kum : sizin ….. olduğunu
15. mulâkû-hu : ona mülâki olma, ruhunu ona ölmeden önce ulaştırma
16. ve beşşir(i) : ve müjdele
17. el mu’minîne : mü’minler

٢٢٤

وَلَاتَجْعَلُوا اللّهَ عُرْضَةً لِاَيْمَانِكُمْ اَنْ تَبَرُّوا وَتَتَّقُوا وَتُصْلِحُوا بَيْنَ النَّاسِ وَاللّهُ سَميعٌ عَليمٌ

(224) ve la tec’alüllahe urdatel li eymaniküm en teberru ve tetteku ve tuslihu beynen nas vallahü semiun alim

Allah’a yapmayın yeminlerinize kalkan iyilikten (ve) takvadan ve insanların arasının ıslah edilmesini (engellemek için) Allah işiten, bilendir

(224) And make not Allah’s (name) and excuse in your oaths against doing good, or acting rightly, or making peace between persons for Allah is one who heareth and knoweth all things.

1. ve lâ tec’alû : ve kılmayın, yapmayın
2. allâhe : Allah
3. urdaten : siper, mani, engel
4. li eymâni-kum : yeminlerinize, yeminleriniz için
5. en teberrû : ebrar kimseler olmanız
6. ve tettekû : ve takva sahibi olun
7. ve tuslihû : ve ıslâh edin, düzeltin
8. beyne : arası
9. en nâsi : insanlar
10. ve allâhu : ve Allah
11. semîun : en iyi işiten
12. alîmun : en iyi bilen

Sayfa:35

٢٢٥

لَايُؤاخِذُكُمُ اللّهُ بِاللَّغْوِ فى اَيْمَانِكُمْ وَلكِنْ يُؤَاخِذُكُمْ بِمَا كَسَبَتْ قُلُوبُكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ حَليمٌ

(225) la yüahizükümüllahü bil lağvi fi eymaniküm ve lakiy yüahizüküm bi ma kesebet kulubüküm vallahu ğafurun halim

Allah sizi muaheze etmez kasıtsız olarak söylenen yeminlerinizle lakin yeminler ile muaheze eder kalplerinizin kesinlik kazandığı Allah bağışlayıcı, halimdir

(225) Allah will not call you to account for thoughtlessness in your oath, but for the intention in your hearts and he is Oft-Forgiving most forbearing.

1. lâ yuâhızu-kum : sizi muaheze etmez, sorgulamaz
2. allâhu : Allah
3. bi el lagvi : boş, lüzûmsuz sözler
4. fî eymâni-kum : yeminleriniz konusunda, hakkında
5. ve lâkin : ve lâkin, fakat
6. yuâhızu-kum : sizi muaheze eder, sorgular
7. bi mâ kesebet : kazandığı şeyler ile
8. kulûbu-kum : kalpleriniz
9. vallâhu : ve Allah
10. gafûrun : gafûr olan, mağfiret eden
11. halîmun : halîm olan, yumuşak muamele eden

٢٢٦

لِلَّذينَ يُؤْلُونَ مِنْ نِسَاءِهِمْ تَرَبُّصُ اَرْبَعَةِ اَشْهُرٍ فَاِنْ فَاؤُ فَاِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَحيمٌ

(226) lillezine yü’lune min nisaihim terabbüsu erbeati eşhur fe in fau fe innellahe ğafurur rahiym

kadınlarına yaklaşmak için (yemin edenler) dört ay bekleme süresi vardır eğer dönerlerse muhakkak Allah bağışlayıcı, merhametlidir

(226) For those who take an oath for abstention from their wives, awaiting for four month is ordained if then they return, Allah is Oft-Forgiving, Most Merciful.

1. lillezîne (li ellezîne) : o kimseler için, onlar için, onlara
2. yu’lûne : (yaklaşmamaya) yemin ederler
3. min nisâi-him : kadınlarından (uzak olma)
4. teRabbusu : beklerler
5. erbaati : dört
6. eşhurin : aylar
7. fe : fakat, o zaman, o taktirde
8. in fâû : eğer dönerlerse
9. fe : fakat, o zaman, o taktirde
10. inne allâhe : muhakkak ki Allah
11. gafûrun : gafûr, mağfiret eden
12. rahîmun : rahmet nuru gönderen,

٢٢٧

وَاِنْ عَزَمُوا الطَّلَاقَ فَاِنَّ اللّهَ سَميعٌ عَليمٌ

(227) ve in azemüt talaka fe innellahe semiun aliym

eğer boşanmaya kesin karar verdilerse şüphesiz Allah işitici ve bilicidir

(227) But if their intention is firm for divorce, Allah heareth and knoweth all things.

1. ve in azemû : ve eğer azmederlerse
2. et talâka : boşama
3. fe : o zaman, artık
4. inne allâhe : muhakkak ki Allah
5. semîun : en iyi işiten
6. alîmun : en iyi bilen

٢٢٨

وَالْمُطَلَّقَاتُ يَتَرَبَّصْنَ بِاَنْفُسِهِنَّ ثَلثَةَ قُرُوءٍ وَلَا يَحِلُّ لَهُنَّ اَنْ يَكْتُمْنَ مَا خَلَقَ اللّهُ فى اَرْحَامِهِنَّ اِنْ كُنَّ يُؤْمِنَّ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الْاخِرِ وَبُعُولَتُهُنَّ اَحَقُّ بِرَدِّهِنَّ فى ذلِكَ اِنْ اَرَادُوا اِصْلَاحًا وَلَهُنَّ مِثْلُ الَّذى عَلَيْهِنَّ بِالْمَعْرُوفِ وَلِلرِّجَالِ عَلَيْهِنَّ دَرَجَةٌ وَاللّهُ عَزيزٌ حَكيمٌ

(228) vel mütallekatü yeterabbasne bi enfüsihinne selasete kuru’ ve la yehillü lehünne ey yektümne ma halekallahü fi erhamihinne in künne yü’minne billahi vel yevmil ahir ve büuletühünne ehakku bi raddihinne fi zalike in eradu islaha ve lehünne mislüllezi aleyhinne bil ma’rufi ve lir ricali aleyhinne deraceh vallahü azizün hakim

boşanan kadınlar (bizzat) beklerler kendileri üç hayız müddeti saklamaları kendilerine helal olmaz Allah’ın rahimlerinizde yarattığını eğer inanıyorsanız Allah’a ve ahiret gününe kocaları onları geri almaya daha layıktırlar barışmak isterlerse bu (iddet) içinde kadınlarında aynı şekilde erkekler üzerinde meşru hakları (vardır) amma erkeklerin kadınlar üzerinde ki dereceleri (daha üstündür) Allah güçlüdür, hakimdir

(228) Divorced women shall wait concerning themselves for three monthly periods. Nor is it lawful for them to hide what Allah hath created in their wombs, if they have Faith in Allah and the Last Day. And their husbands have the better right to take them back in that period, if they wish for reconciliation. And women shall have rights similar to the rights against them, according to what is equitable but men have degree (of advantage) over them. And Allah is exalted in power wise.

1. ve el mutallakâtu : ve boşanmış kadınlar
2. yeteRabbasne : dururlar, beklerler
3. bi enfusi-hinne : kendi kendilerine
4. selâsete : üç
5. kurûin : dönem (hayz zamanı)
6. ve lâ yahıllu : ve helâl olmaz
7. lehunne : onlara (o kadınlara)
8. en yektumne : gizlemek
9. mâ halaka : yarattığı şey
10. allâhu : Allah
11. fî erhâmi-hinne : onların rahimlerinde
12. in kunne : eğer onlar (kadınlar) iseler
13. yu’minne : îmân ederler
14. bi allâhi : Allah’a
15. ve el yevmi el âhıri : ve son güne, sonraki güne, ahirete
16. ve buûletu-hunne : ve onların eşleri, kocaları
17. ehakku : daha çok hak sahibi
18. bi reddi-hinne : onlara geri dönmeye
19. fî zâlike : bunda
20. in erâdû : eğer isterlerse
21. ıslâhan : ıslâh etmek, düzeltmek
22. ve lehunne : ve onların (kadınların) vardır
23. mislu ellezî : onun misli, onun gibi
24. aleyhinne : onların üzerinde
25. bi el ma’rûfi : iyilik ile, örfe ve adete uygun olarak
26. ve li er ricâli : ve erkekler için, erkeklerin vardır
27. aleyhinne : onların üzerinde
28. derecetun : bir derece
29. ve allâhu : ve Allah
30. azîzun : azîzdir, üstündür
31. hakîmun : hakîmdir, hüküm sahibidir

٢٢٩

اَلطَّلَاقُ مَرَّتَانِ فَاِمْسَاكٌ بِمَعْرُوفٍ اَوْ تَسْريحٌ بِاِحْسَانٍ وَلَا يَحِلُّ لَكُمْ اَنْ تَاْخُذُوا مِمَّا اتَيْتُمُوهُنَّ شَيًْا اِلَّا اَنْ يَخَافَا اَلَّا يُقيمَا حُدُودَ اللّهِ فَاِنْ خِفْتُمْ اَلَّا يُقيمَا حُدُودَ اللّهِ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَا فيمَا افْتَدَتْ بِه تِلْكَ حُدُودُ اللّهِ فَلَا تَعْتَدُوهَا وَمَنْ يَتَعَدَّ حُدُودَ اللّهِ فَاُولءِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ

(229) ettalaku merratani fe imsaküm bi ma’rufin ev tesrihum bi ihsani ve la yehillü leküm en te’huzu mimma ateytümuhünne şey’en illa ey yehafa ella yükiyma hududellah fe in hiftüm ella yükiyma hududellahi fe la cünaha aleyhime fimeftedet bih tilke hududüllahi fe la ta’teduha ve mey yeteadde hududellahi fe ülaike hümüz zalimun

talak ikidir ya iyilik ile tutmak yahut güzellik ile salmaktır tekrar almanız size helal olmaz kadınlarınıza verdiğiniz mehirlerden bir şeyi meğer ki korksunlar (karı koca) yerine getirememekten Allah’ın tayin ettiği hududu eğer sizde korkarsanız yerine getiremeyeceğinizden Allah’ın emirlerini ikisine de günah yoktur kadının ayrılmak için fidye vermesinde bunlar Allah’ın sınırlarıdır onları aşmayın her kim aşarsa Allah’ın sınırını işte onlar zalimlerin ta kendileridir

(229) A divorce is only permissible twice: after that, the parties should either hold together on equitable terms, or separate with kindness. It is not lawful for you, (men), to take back any of your gift (from your wives), except when both parties fear that they would be unable to keep the limits ordained by Allah. If ye (judges) do indeed fear that they would be unable to keep the limits ordained by Allah, there is no blame on either of them if she give something for her freedom. These are the limits ordained by Allah such persons wrong (themselves as well as others).

1. et talâku : boşamak
2. merratâni : iki kere
3. fe : artık, bundan sonra
4. imsâkun : tutmak
5. bi ma’rûfin : iyilik ile, örf ve adete uygun olarak
6. ev : veya
7. tesrîhun : bırakmak, serbest bırakmak
8. bi ihsânin : ihsan ile
9. ve lâ yahıllu : ve helâl olmaz
10. lekum : sizin için, size
11. en te’huzû : almanız
12. mimmâ (min mâ) : şeyden
13. âteytumû-hunne : onlara verdiniz
14. şey’en : bir şey
15. illâ : ancak, hariç
16. en yehâfâ : korkmaları
17. ellâ yukîmâ : ikame edememek, ayakta tutamamak, yerine getirememek
18. hudûda allâhi : Allah’ın hudutları, sınırları
19. fe : o zaman, bu durumda, o taktirde
20. in hıftum : eğer korkarsanız
21. ellâ yukîmâ : ikame edememek, ayakta tutamamak, yerine getirememek
22. hudûda allâhi : Allah’ın hudutları, sınırları
23. fe : o zaman, bu durumda
24. lâ cunâha : günah yoktur
25. aleyhimâ : onların ikisi üzerine, ikisine
26. : hakkında
27. : şey
28. iftedet : fidye (mehr) verdi
29. bi-hi : ona
30. tilke : işte o, bu (bunlar)
31. hudûda allâhi : Allah’ın hudutları, sınırları
32. fe : o zaman, artık
33. lâ ta’tedû-hâ : onu aşmayın
34. ve men : ve kim
35. yeteadde : aşıyor, aşar
36. hudûda allâhi : Allah’ın hudutları, sınırları
37. fe : o zaman, işte
38. ulâike : işte onlar
39. hum(u) ez zâlimûne : onlar zalimler, haksızlık edenler

٢٣٠

فَاِنْ طَلَّقَهَا فَلَا تَحِلُّ لَهُ مِنْ بَعْدُ حَتّى تَنْكِحَ زَوْجًا غَيْرَهُ فَاِنْ طَلَّقَهَا فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَا اَنْ يَتَرَاجَعَا اِنْ ظَنَّا اَنْ يُقيمَا حُدُودَ اللّهِ وَتِلْكَ حُدُودُ اللّهِ يُبَيِّنُهَا لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ

(230) fe in tallekaha fe la tehillü lehu mim ba’dü hatta tenkiha zevcen ğayrah fe in tallekaha fe la cünaha aleyhima ey yeteracea in zanna ey yükiyma hududellah ve tilke hududüllahi yübeyyinüha li kavmiy ya’lemun

eğer (koca karısını) bir kere daha boşarsa ondan sonra kadın (kocasına) helal olmaz ancak varmadıkça kadın başka bir kocaya sonra (o kocada) onu boşamadıkça böylece ikisine de günah yoktur isterlerse birbirlerine dönmelerine de Allah’ın hududunu yerine getireceğinden bunlar Allah’ın sınırlarıdır onları anlayan bir kavme beyan eder

(230) So if a husband divorces his wife (irrevocably), he cannot, after that, remarry her until after she has married another husband and he has divorced her. In that case there is no blame on either of them if they reunite, provided they feel that they can keep the limits ordained by Allah. Such are the limits ordained by Allah which he makes plain to those who understand.

1. fe : o zaman, o taktirde, bundan sonra
2. in tallaka-hâ : eğer onu boşarsa
3. fe : artık
4. lâ tahıllu : helâl olmaz
5. lehu : ona
6. min ba’du : sonradan
7. hattâ : olmadıkça, oluncaya kadar
8. tenkiha : nikâhlanır
9. zevcen : eş, zevce
10. gayra-hu : ondan başka
11. fe : o zaman, o taktirde
12. in tallaka-hâ : eğer onu boşarsa
13. fe : o zaman, o taktirde
14. lâ cunâha : günah yoktur
15. aley-himâ : onların ikisi üzerine, ikisine
16. en yeterâceâ : dönmeleri
17. in zannâ : eğer zannettiler ise, inanırlarsa
18. en yukîmâ : ikame etmek, ayakta tutmak, yerine getirmek
19. hudûda allâhi : Allah’ın hudutları, sınırları
20. ve tilke : ve işte o, bu (bunlar)
21. hudûdu allâhi : Allah’ın hudutları, sınırları
22. yubeyyinu-hâ : onu açıklıyor
23. li kavmin : bir kavim (toplum) için
24. ya’lemûne : biliyorlar, bilirler

Sayfa:36

٢٣١

وَاِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَاءَ فَبَلَغْنَ اَجَلَهُنَّ فَاَمْسِكُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ اَوْ سَرِّحُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ وَلَا تُمْسِكُوهُنَّضِرَارًا لِتَعْتَدُوا وَمَنْ يَفْعَلْ ذلِكَ فَقَدْ ظَلَمَ نَفْسَهُ وَلَا تَتَّخِذُوا ايَاتِ اللّهِ هُزُوًا وَاذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّهِ عَلَيْكُمْ وَمَا اَنْزَلَ عَلَيْكُمْ مِنَ الْكِتَابِ وَالْحِكْمَةِ يَعِظُكُمْ بِه وَاتَّقُوا اللّهَ وَاعْلَمُوا اَنَّ اللّهَ بِكُلِّ شَىْءٍ عَليمٌ

(231) ve iza tallaktümün nisae fe belağne ecelehünne fe emsikuhünne bi ma’rufin ev serrihuhünne bi ma’rufiv ve la tümsikuhünne diraral li ta’tedu ve mey yef’al zalike fe kad zaleme nefseh ve la tettehizu ayatillahi hüzüvev vezküru ni’metellahi aleyküm ve ma enzele aleyküm minel kitabi vel hikmeti yeızuküm bih vettekullahe va’lemu ennellahe bi külli şey’in aliym

kadınları boşadığınızda iddetlerini bitirdiler mi? ya onları iyilikle tutun ya da iyilikle salın onların zararlarına tutmayın haklarına tecavüz için kim bunu yaparsa o nefsine zulüm etmiş olur Allah’ın ayetlerini alaya almayın Allah’ın nimetlerini hatırlayın üzerinizdeki size indirdiği kitabı ve hikmeti (hatırlayın) size onunla öğüt verecek Allah’tan sakının bilmiş olun ki Allah her şeyi hakkı ile bilir

(231) When ye divorce women and they fulfil the term of their (Iddat), either take them back on equitable terms or set them free on equitable terms but don’t take then back to injure them, (or) to take undue advantage if any one does that he wrongs his own soul. Do not treat Allah’s Signs as a jest, but solemnly rehearse Allah’s favours on you, and the fact that he sent down to you the book and wisdom, for your instruction. and fear Allah, and know that Allah is well acquainted with all things.

1. ve izâ : ve olduğu zaman, olduğunda
2. tallaktum(u) : boşadınız
3. en nisâe : kadınlar
4. fe : o zaman, sonra, artık
5. belagne : erişti, ulaştı, tamamladı
6. ecele-hunne : onların (bekleme) süreleri
7. fe emsikû-hunne : artık onları tutun, alıkoyun
8. bi ma’rûfin : marufla, iyilikle, örf ve adete uygun
9. ev : veya
10. serrihû-hunne : onları serbest bırakın
11. bi ma’rûfin : marufla, iyilikle, örf ve adete uygun
12. ve lâ tumsikû-hunne : ve onları tutmayın
13. dırâran : zararla, zarar vererek
14. li ta’tedû : hakka tecavüz için
15. ve men : ve kim
16. yef’al : yapar
17. zâlike : bunu
18. fe : o zaman, sonra, artık, o taktirde
19. kad : olmuştu
20. zaleme : zulmetti, haksızlık yaptı
21. nefse-hu : kendi nefsine
22. ve lâ tettehızû : ve edinmeyin
23. âyâti allâhi : Allah’ın âyetleri
24. huzuven : alay konusu, eğlence
25. ve uzkurû : ve zikredin, hatırlayın
26. ni’mete allâhi : Allah’ın ni’meti
27. aleykum : sizin üzerinize, size
28. ve mâ enzele : ve indirdiği şey
29. aleykum : sizin üzerinize, size
30. min el kitâbi : kitaptan
31. ve el hikmeti : ve hikmet
32. yeızu-kum : size vazeder, öğüt verir, nasihat eder
33. bi-hi : onunla
34. vettekû (ve ittekû) : ve takva sahibi olun
35. allâhe : Allah’a
36. va’lemû : ve bilin, biliniz
37. enne : olduğunu
38. allâhe : Allah
39. bi kulli şey’in : herşeyi
40. alîmun : alîm, en iyi bilen

٢٣٢

وَاِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَاءَ فَبَلَغْنَ اَجَلَهُنَّ فَلَا تَعْضُلُوهُنَّ اَنْ يَنْكِحْنَ اَزْوَاجَهُنَّاِذَا تَرَاضَوْا بَيْنَهُمْ بِالْمَعْرُوفِ ذلِكَ يُوعَظُ بِه مَنْ كَانَ مِنْكُمْ يُؤْمِنُ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الْاخِرِ ذلِكُمْ اَزْكى لَكُمْ وَاَطْهَرُ وَاللّهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ

(232) ve iza tallaktümün nisae fe belağne ecelehünne fe la ta’dulu hünne ey yenkihne ezvacehünne iza teradav beynehüm bil ma’ruf zalike yuazu bihi men kane minküm yü’minü billahi vel yevmil ahir zaliküm ezka leküm ve ather vallahü ya’lemü ve entüm la ta’lemun

kadınlarınızı boşadığınız zaman iddetlerini bitirdiler mi mani olmayın onların zevceleri ile nikahlanmalarına anlaştıkları takdirde aralarında meşru surette bu onlara verilen öğüttür sizden iman etmiş olanlar için Allah’a ve ahiret gününe daha doğru ve daha temizdir bu sizin için daha temizdir Allah bilir siz bilemezsiniz

(232) When you divorce women, and they fulfil the term of their (Iddat), do not prevent them from marrying their (former) husbands, if they mutually agree on equitable terms. This instruction is for all amongst you, who believe in Allah and the Last Day. That is (the course making for) most virtue and purity amongst you. And Allah knows, and ye know not.

1. ve izâ : ve olduğu zaman, olduğunda
2. tallaktum(u) : boşadınız
3. en nisâe : kadınlar
4. fe : o zaman, sonra, artık
5. belagne : erişti, ulaştı, tamamladı
6. ecele-hunne : onların (bekleme) süreleri
7. fe : o zaman, sonra, artık
8. lâ ta’dulû-hunne : onlara engel olmayın
9. en yenkıhne : nikâhlamak
10. ezvâce-hunne : onların eşleri, kocaları
11. izâ terâdav : razı oldukları taktirde
12. beyne-hum : onlar aralarında, kendi aralarında
13. bi el ma’rûfi : marufla, iyilikle, örf ve adete uygun
14. zâlike : işte bu, işte böyle
15. yûazu : vazediliyor, öğüt veriliyor
16. bi-hi : ona, onunla
17. men : kim, kimse
18. kâne : oldu, idi
19. min-kum : sizden
20. yu’minu : îmân eder
21. bi allâhi : Allah’a
22. ve el yevmi el âhıri : ve ahir güne, son güne, sonraki güne
23. zâlikum : işte bu, işte böyle
24. ezkâ : daha iyi tezkiye olma, arınma
25. lekum : sizin için
26. ve atheru : ve daha temiz olma
27. ve allâhu : ve Allah
28. ya’lemu : bilir
29. ve entum : ve siz
30. lâ ta’lemûne : bilmezsiniz

٢٣٣

وَالْوَالِدَاتُ يُرْضِعْنَ اَوْلَادَهُنَّ حَوْلَيْنِ كَامِلَيْنِ لِمَنْ اَرَادَ اَنْ يُتِمَّ الرَّضَاعَةَ وَعَلَى الْمَوْلُودِ لَهُ رِزْقُهُنَّ وَكِسْوَتُهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ لَا تُكَلَّفُ نَفْسٌ اِلَّا وُسْعَهَا لَاتُضَارَّ وَالِدَةٌ بِوَلَدِهَا وَلَا مَوْلُودٌ لَهُ بِوَلَدِه وَعَلَى الْوَارِثِ مِثْلُ ذلِكَ فَاِنْ اَرَادَا فِصَالًا عَنْ تَرَاضٍ مِنْهُمَا وَتَشَاوُرٍ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَاوَاِنْ اَرَدْتُمْ اَنْ تَسْتَرْضِعُوا اَوْلَادَكُمْ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ اِذَا سَلَّمْتُمْ مَا اتَيْتُمْ بِالْمَعْرُوفِ وَاتَّقُوا اللّهَ وَاعْلَمُوا اَنَّ اللّهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصيرٌ

(233) vel validatü yürdi’ne evladehünne havleyni kamileyni li men erade ey yütimmer radaah ve alel mevludi lehu rizkuhünne ve kisvetühünne bi ma’ruf la tükellefü nefsün illa vüsaha la tudarra ve li detüm bi valediha ve la mevlüdül lehü bi valedihi ve alal varisi mislü zalik fe in erada fisalen enteradin minhüma veteşevürin fe la cünaha aleyhima ve in eradtüm en testerdiu evladeküm fe la cünaha aleyküm iza sellemtüm ma ateytüm bil ma’ruf vettekullahe va’lemu ennellahe bi ma ta’melune basiyr

anneler emzirirler çocuklarını tam iki sene (bu hüküm) isteyenler içindir süt müddetini tamamlamak evlat kendisinin olan babaya aittir annenin rızkı yiyeceği ve giyeceği meşru bir şekilde hiç kimse mükellef tutulmaz gücünde ziyade bir şey ile zarara sokulmasın hiçbir anne çocuğu için bir babada çocuğu için (zarara sokulmasın) varisine de düşen aynı (borçtur) eğer sütten kesmek isterlerse anne ve baba anlaşarak rızaları ile kendilerine günah yoktur eğer isterseniz çocuklarınızı (başkalarına) emzirtmek size yine günah yoktur vereceğiniz şeyi teslim ederseniz meşru bir surette Allah’tan sakının bilmiş olun ki Allah yaptıklarınızı görendir

(233) The mothers shall give suck to their offspring for two whole years, if the father desires to complete the term. But he shall bear the cost of their food and clothing on equitable terms. No soul shall have a burden laid on it greater than it can bear. No mother shall be treated unfairly on account of her child, an heir shall be chargeable in the same way. If they both decide on weaning, by mutual consent, and after due consultation, there is no blame on them. If ye decide on a foster mother for your offspring, there is no blame on you, provided ye pay (the mother) what ye offered, on equitable terms. But fear Allah and know that Allah sees well what ye do.

1. ve el vâlidâtu : ve anneler
2. yurdı’ne : süt emzirirler
3. evlâde-hunne : kendi evlâtlarını
4. havleyni : iki sene
5. kâmileyni : tamamen, tam olarak iki
6. li men : kimse için
7. erâde : istedi
8. en yutimme : tamamlamak
9. er radâate : süt emzirme
10. ve alâ : ve üzerine
11. el mevlûdi lehu : onun için doğurulmuş olan (baba)
12. rızku-hunne : onların rızıkları
13. ve kisvetu-hunne : ve onların giyimleri
14. bi el ma’rûfi : marufla, iyilikle, örf ve adete uygun
15. lâ tukellefu : yükümlü tutulmasın (tutmayın)
16. nefsun : nefs, kişi, kimse
17. illâ vus’a-hâ : (onun) kendi gücünün yettiğinden
18. lâ tudârra : zarara uğratılmasın (uğratmayın)
19. vâlidetun : anne
20. bi veledi-hâ : (onun) kendi çocuğu ile
21. ve lâ : ve olmaz, olmasın
22. mevlûdun lehu : onun için doğurulmuş olan (baba)
23. bi veledi-hi : (onun) kendi çocuğu ile
24. ve alâ el vârisi : ve mirasçının üzerinde (ki sorumluluk)
25. mislu : gibi, aynı
26. zâlike : bu
27. fe : fakat, o taktirde, artık
28. in erâdâ : eğer ikisi isterlerse
29. fısâlen an : sütten kesme
30. terâdın : rıza alınarak, razı olarak
31. min humâ : (onların) ikisinden
32. ve teşâvurin : ve müşavere ederek, görüşerek
33. fe : fakat, o taktirde, artık
34. lâ cunâha : günah
35. lâ cunâha : günah yoktur
36. aleyhimâ : onların ikisi üzerine, ikisine
37. ve in eradtum : ve eğer isterseniz
38. en testerdıû : (süt anne tutup) emzirtmek
39. evlâde-kum : çocuklarınız
40. fe : fakat, o taktirde, artık
41. lâ cunâhe : günah yoktur
42. aleykum : sizin üzerinize,size
43. izâ sellemtum : teslim ettiğiniz zaman
44. mâ âteytum : (karar )verdiğiniz şey
45. bi el ma’rûfi : marufla, örf ve adete uygun olarak
46. ve ittekû allâhe : ve Allah’a karşı takva sahibi olun
47. va’lemû : ve bilin
48. enne allâhe : Allah’ın ….. olduğunu
49. bi mâ ta’melûne : yaptığınız şeyleri, yaptıklarınızı
50. basîrun : en iyi (çok iyi) gören

Sayfa:37

٢٣٤

وَالَّذينَ يُتَوَفَّوْنَ مِنْكُمْ وَيَذَرُونَ اَزْوَاجًا يَتَرَبَّصْنَ بِاَنْفُسِهِنَّ اَرْبَعَةَ اَشْهُرٍ وَعَشْرًا فَاِذَا بَلَغْنَ اَجَلَهُنَّ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ فيمَا فَعَلْنَ فى اَنْفُسِهِنَّ بِالْمَعْرُوفِ وَاللّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبيرٌ

(234) vellezine yüteveffevne minküm ve yezerune ezvacey yeterabbasne bi enfüsihinne erbeate eşhüriv ve aşra fe iza belağne ecelehünne fe la cünaha aleyküm fima fealne fi enfüsihinne bil ma’ruf vallahü bi ma ta’melune habir

sizden vefat edenlerin geride bıraktığı zevceler bizzat kendileri beklerler dört ay on gün (iddet süresini) müddetleri dolduğu zaman o şeyde size bir günah yoktur kendi haklarına yaptıkları şeylerden meşru surette Allah sizin yaptıklarınızdan haberdardır

(234) If any of you die and leave widows behind, they shall wait concerning themselves four months and ten days: when they have fulfilled their terms, there is no blame on you if they dispose of themselves in a just and reasonable manner. And Allah is well acquainted with what ye do.

1. ve ellezîne : ve o kimseler, onlar
2. yuteveffevne : vefat ettirilirler, ölürler
3. min-kum : sizden
4. ve yezerûne : ve geriye bırakırlar
5. ezvâcen : eşler
6. yeteRabbasne : dururlar, beklerler
7. bi enfusi-hinne : kendi kendileri ile, kendi kendilerine
8. erbeate : dört
9. eşhurin : aylar
10. ve aşran : ve on (gün)
11. fe : böylece, artık
12. izâ belagne : eriştiği zaman, tamamladığı zaman
13. ecele-hunne : onların eceli, bekleme süresi
14. fe : o zaman, böylece, artık
15. lâ cunâhe : günah yoktur
16. aleykum : sizin üzerinize, size
17. fî mâ : şey(ler)de
18. fealne : yaptılar
19. fî enfusi-hinne : onların kendileri hakkında
20. bi el ma’rûfi : marufla, örf ve adete uygun olarak
21. ve allâhu : ve Allah
22. bi mâ : şeyleri
23. ta’melûne : yapıyorsunuz
24. habîrun : (çok iyi) haberdar olan

٢٣٥

وَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ فيمَا عَرَّضْتُمْ بِه مِنْ خِطْبَةِ النِّسَاءِ اَوْ اَكْنَنْتُمْ فاَنْفُسِكُمْ عَلِمَ اللّهُ اَنَّكُمْ سَتَذْكُرُونَهُنَّ وَلكِنْ لَاتُوَاعِدُوهُنَّ سِرًّا اِلَّا اَنْ تَقُولُوا قَوْلًا مَعْرُوفًاوَلَا تَعْزِمُوا عُقْدَةَ النِّكَاحِ حَتّى يَبْلُغَ الْكِتَابُ اَجَلَهُ وَاعْلَمُوا اَنَّ اللّهَ يَعْلَمُ مَا فى اَنْفُسِكُمْ فَاحْذَرُوهُ وَاعْلَمُوا اَنَّ اللّهَ غَفُورٌ حَليمٌ

(235) ve la cünaha aleyküm fima arradtüm bihi min hitbetin nisai ev eknentüm fi enfüsiküm alimellahü enneküm setezkürunehünne ve lakil la tüvaiduhünne sirran illa en tekulu kavlem ma’rufa ve la ta’zimu ukdeten nikahi hatta yeblüğal kitabü eceleh va’lemu ennellahe ya’lemü ma fi enfüsiküm fahzeruh va’lemu ennellahe ğafurun halim

teklif etmenizde bir günah yoktur kadınlara, talip olduğunuzu anımsatma da veya gönüllerinizde gizlemenizde Allah biliyor ki siz onları muhakkak anacaksınız lakin yapmayın kendileri ile gizli vaatleşme meşru bir söz söylemeniz istisna nikah aktine azmetmeyin farz olan iddet sona ermedikçe bilin ki Allah nefislerinizde ne olduğunu bilir ondan sakının bilin ki muhakkak Allah bağışlayan, halim’dir

(235) There is no blame on you if ye make an offer of betrothal or hold it in your hearts. Allah knows that ye cherish them in your hearts: but do not make a secret contract with them except that you speak to them in terms honourable, nor resolve on the tie of marriage till the term prescribed is fulfilled. and know that Allah knoweth what is in your hearts, and take heed of Him: and know that Allah is Oft-Forgiving, Most Forbearing.

1. ve lâ cunâhe : ve günah yoktur
2. aleykum : sizin üzerinize, size
3. fîmâ : hakkında
4. arradtum : ima ettiniz
5. bi-hi : onu
6. min : den
7. hitbeti : evlenme teklif etmek
8. en nisâi : kadın(lar)
9. ev : veya
10. eknentum : örttünüz, gizlediniz
11. : içinde, … de
12. enfusi-kum : sizin nefsleriniz, kendiniz
13. alime : bildi
14. allâhu : Allah
15. enne-kum : sizin ….. olduğunuzu
16. se tezkurûne-hunne : onları zikredeceğinizi, hatırlayacağınızı
17. ve lâkin : ve lâkin, fakat
18. lâ tuvâıdû-hunne : onlarla vaadleşmeyin, sözleşmeyin
19. sirran : sır olarak, gizlice
20. illâ : ancak, den başka, hariç
21. en tekûlû : söylemeniz
22. kavlen : bir söz
23. ma’rûfen : marufla, örf ve adete uygun olarak
24. ve lâ ta’zimû : ve azmetmeyin
25. ukdeten : akid, anlaşma
26. en nikâhı : nikâh
27. hattâ : oluncaya kadar
28. yebluga : ulaşır, tamamlanır
29. el kitâbu : kitap (kitapta yazılı olan)
30. ecele-hu : onun eceli, onun süresi
31. va’lemû : ve biliniz
32. enne allâhe : Allah’ın ….. olduğunu
33. ya’lemu : bilir
34. : şeyi
35. : içinde, … de
36. enfusi-kum : sizin nefsleriniz, kendiniz
37. fe : artık
38. ahzerû-hu : ondan sakının
39. va’lemû : ve biliniz
40. enne allâhe : Allah’ın ….. olduğunu
41. gafûrun : gafûr, mağfiret eden
42. halîmun : halim, yumuşak, sakin, ceza vermekte acele etmeyen

٢٣٦

لَاجُنَاحَ عَلَيْكُمْ اِنْ طَلَّقْتُمُ النِّسَاءَ مَالَمْ تَمَسُّوهُنَّ اَوْ تَفْرِضُوا لَهُنَّ فَريضَةً وَمَتِّعُوهُنَّ عَلَى الْمُوسِعِ قَدَرُهُ وَعَلَى الْمُقْتِرِ قَدَرُهُ مَتَاعًا بِالْمَعْرُوفِ حَقًّا عَلَى الْمُحْسِنينَ

(236) la cünaha aleyküm in talaktümün nisae ma lem temessuhünne ev tefridu lehünne feridah ve mettiuhünne alel musiı kaderuhu ve alel muktiri kaderuh metaam bil ma’ruf hakkan alel muhsinin

size günah yoktur kadınlara el sürmeden boşarsanız veya bir mehir kesmeden onları müt’alandırın maddi imkanı olan kudretine göre fakir olanda haline göre vermeli meşru bir meta ile (bu) iyilik yapanlarının üzerine bir haktır

(236) There is no blame on you if ye divorce women before consummation or the fixation of their dower but bestow on them (a suitable gift), the wealthy according to his means, and the poor according to his means a gift of a reasonable amount is due from those who wish to do the right things.

1. lâ cunâhe : günah yoktur
2. aleykum : sizin üzerinize, size
3. in tallaktumu : eğer boşarsanız
4. en nisâe : kadın(lar)
5. mâ lem temessû-hunne : henüz kendilerine dokunmadınız
6. ev : veya
7. tefridû : takdirettiniz, tayin ettiniz(farz kıldınız)
8. lehunne : onlar için, onlara
9. farîdâten : takdir edilen (farz kılınan) miktar, mehir
10. ve mettiû-hunne : ve onları metelandırın, faydalandırın
11. alâ el mûsiı : eli geniş olan üzerine (zengin olana)
12. kaderu-hu : muktedir olduğu (kendi kudreti) kadar
13. ve alâ el muktiri : ve dar geçimli olan üzerine (fakir olana)
14. kaderu-hu : muktedir olduğu (kendi kudreti) kadar
15. metâan : meta, mal, fayda
16. bi el ma’rûfi : marufla, örf ve adete uygun olarak
17. hakkan : bir hakk olarak
18. alâ el muhsinîne : muhsinlerin üzerine, muhsinlere

٢٣٧

وَاِنْ طَلَّقْتُمُوهُنَّ مِنْ قَبْلِ اَنْ تَمَسُّوهُنَّ وَقَدْ فَرَضْتُمْ لَهُنَّ فَريضَةً فَنِصْفُ مَا فَرَضْتُمْ اِلَّا اَنْ يَعْفُونَ اَوْ يَعْفُوَا الَّذى بِيَدِه عُقْدَةُ النِّكَاحِ وَاَنْ تَعْفُوا اَقْرَبُ لِلتَّقْوى وَلَا تَنْسَوُا الْفَضْلَ بَيْنَكُمْ اِنَّ اللّهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصيرٌ

(237) ve in tallaktümuhünne min kabli en temessuhünne ve kad feradtüm lehünne feridaten fe nisfü ma feradtüm illa ey ya’fune ev ya füvellezi bi yedihi ukdetün nikah ve en ta’fu akrabü littakva ve la tensevül fadle beyneküm innellahe bi ma ta’melune basiyr

kendilerine dokunmadan boşar da, evvelce (mehir kesmiş bulunursanız) o zaman borç kestiğiniz mehrin yarısı onlarındır ancak bağışlamış olsun yahut bağışlamış olsun nikah düğümü olan (velisi) sizin bağışta bulunmanız takvaya daha yakındır aranızda olan fazlı unutmayın şüphesiz Allah her yaptığınızı görür

(237) And if ye divorce them before consummation but after the fixation of a dower for them, then the of the dower (is due to them), unless they remit it or (the man’s half) is remitted by him in whose hands is the marriage tie and the remission (of the man’s half) is the nearest to righteousness. And do not forget liberality between yourselves. For Allah All that ye do.

1. ve in tallaktumû-hunne : ve eğer onları boşarsanız
2. min kabli : önceden, daha önce
3. en temessû-hunne : onlara dokunmanız
4. ve kad : ve olmuştur
5. farad-tum : size farz kılındı
6. lehunne : onlar için, onların
7. farîdaten : takdir edilen (farz kılınan) miktar, mehir
8. fe : o zaman, o taktirde
9. nısfu : yarısı
10. mâ faradtum : sizin farz kıldığınız miktar, mehir
11. illâ : ancak, hariç
12. en ya’fûne : affetmeleri
13. ev : veya
14. ya’fuve : affeder
15. ellezî : ki o, kimse
16. bi yedi-hî : onun elinde
17. ukdetun : ahid, söz, bağ
18. en nikâhı : nikâh
19. ve en ta’fû : ve sizin affetmeniz
20. akRabu : daha yakın
21. li et takvâ : takvaya, takva sahibi olmanıza
22. ve lâ tensevu : ve unutmayın
23. el fadla : fazl, fazilet
24. beyne-kum : sizin aranızda
25. inne allâhe : muhakkak ki Allah
26. bi mâ ta’melûne : yaptığınız şey(ler)i
27. basîrun : en iyi gören

Sayfa:38

٢٣٨

حَافِظُوا عَلَى الصَّلَوَاتِ وَالصَّلوةِ الْوُسْطى وَقُومُوا لِلّهِ قَانِتينَ

(238) hafizu ales salevati ves salatil vüsta ve kumu lillahi kanitin

namazları muhafaza edin bilhassa orta namaza (dikkat edin) ve (namaza) kalkın Allah’a saygı ve ihtiram edin

(238) Guard strictly your (habit of) Prayers, especially the middle prayer and stand before Allah in a devout (frame of mind).

1. hâfizû : koruyucu, gözetici olun
2. alâ : üzerine
3. es salavâti : mürşide ulaştıktan sonra, müridin nefsinin kalbine girmeye başlayan Allah’tan gelen 3. nur (ilk ikisi rahmet ve fazldır)
4. ve es salâti el vustâ : ve en efdal, faziletli, en üstün, tavassut
5. ve kûmû : ve kalkın kıyam durun
6. li allâhi : Allah’a, Allah için
7. kânitîne : Allah’ın huzurunda huşû içinde ve

٢٣٩

فَاِنْ خِفْتُمْ فَرِجَالًا اَوْ رُكْبَانًا فَاِذَا اَمِنْتُمْ فَاذْكُرُوا اللّهَ كَمَا عَلَّمَكُمْ مَالَمْ تَكُونُوا تَعْلَمُونَ

(239) fe in hiftüm fe ricalen ev rukbana fe iza emintüm fezkürullahe ke ma allemeküm ma lem tekunu ta’lemun

eğer korku duyarsanız veya binekte giderken emniyetli olduğunuz zaman Allah’ı anın size öğrettiği gibi bilmediğiniz şeyleri

(239) If ye fear (an enemy), pray on foot, or riding, (as may be most convenient), but when ye are in security, celebrate Allah’s praises in the manner he has taught you, which ye knew not (before).

1. fe : fakat
2. in hıftum : eğer korktunuz ise
3. fe : artık, o zaman
4. ricâlen : yürürken
5. ev : veya
6. rukbânen : binekte iken
7. fe izâ emintum : artık, nihayet emniyette olduğunuz
8. fe : artık
9. uzkurû : zikredin
10. allâhe : Allah’ı
11. kemâ : gibi, o şekilde
12. alleme-kum : size öğretti
13. : şeyler
14. lem tekûnû : olmadınız
15. ta’lemûne : biliyorsunuz

٢٤٠

وَالَّذينَ يُتَوَفَّوْنَ مِنْكُمْ وَيَذَرُونَ اَزْوَاجًا وَصِيَّةً لِاَزْوَاجِهِمْ مَتَاعًا اِلَى الْحَوْلِ غَيْرَ اِخْرَاجٍ فَاِنْ خَرَجْنَ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ فى مَا فَعَلْنَ فى اَنْفُسِهِنَّ مِنْ مَعْرُوفٍ وَاللّهُ عَزيزٌ حَكيمٌ

(240) vellezine yüteveffevne minküm ve yezerune ezvaca vesiyyetel li ezvacihim metaan ilel havli ğayra ihrac fe in haracne fe la cünaha aleyküm fi ma fealne fi enfüsihinne mim ma’ruf vallahü aziyzün hakiym

sizden biriniz vefat edip geride zevce bırakırsa vasiyet etsinler zevcelerinin faydalanmaları için bir seneye kadar (evlerinden) çıkarılmayarak eğer onlar çıkarsa size günah yoktur kendi haklarına yaptıkları meşru işten dolayı Allah güçlüdür, hikmet sahibidir

(240) Those of you who die and leave widows should bequeath for their widows a year’s maintenance and residence but if they leave (the residence), you for what they do with themselves, there is no blame on provided it is reasonable. And Allah is exalted in power,

1. ve ellezîne : ve o kimseler, onlar
2. yuteveffevne : vefat ettirilir
3. min-kum : sizden
4. ve yezerûne : ve geriye bırakılır
5. ezvâcen : eşler
6. vasıyyeten : vasiyet olarak
7. li ezvâci-him : onların eşlerine
8. metâan : metalandırma (geçimini sağlama)
9. ilâ el havli : bir seneye kadar
10. gayre ıhrâcın : çıkarılmaksızın
11. fe : artık, buna rağmen
12. in harecne : eğer çıkarsa
13. fe : artık, o zaman
14. lâ cunâha : günah yoktur
15. aleykum : sizin üzerinize, size
16. fî mâ fealne : yaptıkları şeylerde
17. fî enfusi-hinne : kendi nefslerinde, kendi kendine,
18. ve allâhu : ve Allah
19. azîzun : azîz, üstün
20. hakîmun : hakîm, hüküm sahibi, hikmet sahibi

٢٤١

وَلِلْمُطَلَّقَاتِ مَتَاعٌ بِالْمَعْرُوفِ حَقًّا عَلَى الْمُتَّقينَ

(241) ve lil mütallekati metaum bil ma’ruf hakkan alel müttekiyn

boşanan kadınların meşru bir şekilde faydalanma hakkı (vardır) takva ehli için üzerlerine hak olan bir vazifedir

(241) For divorced women wise. This is a duty on the righteous. maintenance (should be provided) on a reasonable (scale).

1. ve li el mutallakâti : ve boşanmış kadınlar
2. metâun : meta, faydalanılan eşya, mal vs.
3. bi el ma’rûfi : marufla, iyilikle, örf ve adete uygun
4. hakkan : hak
5. alâ : üzerine
6. el muttekîne : takva sahipleri

٢٤٢

كَذلِكَ يُبَيِّنُ اللّهُ لَكُمْ ايَاتِه لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ

(242) kezalike yübeyyinüllahü leküm ayatihi lealleküm ta’kilun

işte Allah böyle açıklıyor size ayetlerini umulur ki akıl edersiniz

(242) Thus doth Allah make clear his Signs to you: in order that ye may understand.

1. kezâlike : işte böyle
2. yubeyyinu : beyan ediyor, açıklıyor
3. allâhu : Allah
4. lekum : sizin için, size
5. âyâti-hi : kendi âyetleri
6. lealle-kum : umulur ki böylece siz
7. ta’kılûne : akıl edersiniz

٢٤٣

اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذينَ خَرَجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ وَهُمْ اُلُوفٌ حَذَرَ الْمَوْتِ فَقَالَ لَهُمُ اللّهُ مُوتُوا ثُمَّ اَحْيَاهُمْ اِنَّ اللّهَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ وَلكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَشْكُرُونَ

(243) e lem tera ilellezine haracu min diyarihim ve hüm ülufün hazeral mevti fe kale lehümüllahü mutu sümme ahyahüm innellahe le uz fadlin alen nasi ve lakinne ekseran nasi la yeşkürun

görmedin mi? o kimseler yurtlarından çıktılar binlerce kişi oldukları halde ölüm korkusu ile Allah onlara “ölünüz” dedi sonra onları diriltti muhakkak Allah insanlar üzerine fazilet sahibidir lakin insanların çoğu şükretmezler

(243) Didst thou not turn by vision to those who abandoned their homes, though they were thousands (in number), for fear of death? Allah said to them: die: then he restored them to life. For Allah is full of Bounty to mankind, but most of them are ungrateful.

1. e lem tera : görmedin mi
2. ilâ ellezîne : o kimseleri, onları
3. haracû : çıktılar
4. min diyâri-him : kendi diyarlarından, yurtlarından
5. ve hum : ve onlar
6. ulûfun : binlerce
7. hazara : korku
8. el mevti : ölüm
9. fe : o zaman, halbuki, oysa
10. kâle : dedi
11. lehum : onlara
12. allâhu : Allah
13. mûtû : ölün
14. summe : sonra
15. ahyâ-hum : onları diriltti
16. inne : muhakkak ki
17. allâhe : Allah
18. le : mutlaka, elbette
19. : sahip
20. fadlin : fazl, fazl nuru
21. alâ en nâsi : insanlar üzerine
22. ve lâkinne : ve lâkin, fakat
23. eksere : daha çok, çoğu
24. en nâsi : insanlar
25. lâ yeşkurûne : şükretmiyorlar

٢٤٤

وَقَاتِلُوا فى سَبيلِ اللّهِ وَاعْلَمُوا اَنَّ اللّهَ سَميعٌ عَليمٌ

(244) ve katilu fi sebilillah va’lemu ennellahe semiun alim

Allah yolunda savaşın iyi bilin ki Allah İşiten, Bilendir

(244) Then fight in the cause of Allah, and know that Allah heareth and knoweth all things.

1. ve kâtilû : ve savaşın
2. fî sebîlillâhi (sebîli allâhi) : Allah’ın yolunda
3. ve a’lemû : ve bilin
4. enne allâhe : Allah’ın ….. olduğunu
5. semîun : en iyiişiten
6. alîmun : en iyi bilen

٢٤٥

مَنْ ذَا الَّذى يُقْرِضُ اللّهَ قَرْضًا حَسَنًا فَيُضَاعِفَهُ لَهُ اَضْعَافًا كَثيرَةً وَاللّهُ يَقْبِضُ وَيَبْصُطُ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ

(245) menzellezi yukridullahe kardan hasenen fe yüdaifehu lehu ad’afen kesirah vallahü yakbidu ve yebsut ve ileyhi türceun

kim Allah’a borç verecek güzel bir borç olarak (Allah) onu katlasın onun birkaç katını versin Allah hem sıkar, hem de genişletir siz o’na döndürüleceksiniz

(245) Who is he that will loan to Allah a beautiful loan, which Allah will double unto his credit and multiply many times? it is Allah that giveth (you) want or plenty, and to him shall be your return.

1. men : kim
2. zellezî (zâ ellezî) : o kimse ki sahip, o ki sahip, yapan
3. yukridu : borç verir
4. allâhe : Allah
5. kardan : kredi, borç
6. hasenen : güzel
7. fe : artık, o taktirde
8. yudâife-hu : o artırılır, o ödenir, verilir
9. lehu : ona
10. ed’âfen : kat kat
11. kesîraten : çok olarak, çoğaltılarak
12. ve allâhu : ve Allah
13. yakbidu : daraltır
14. ve yebsutu : ve genişletir
15. ve ileyhi : ve ona
16. turceûne : döndürüleceksiniz

Sayfa:39

٢٤٦

اَلَمْ تَرَ اِلَى الْمَلَاِ مِنْ بَنى اِسْرَاءلَ مِنْ بَعْدِ مُوسى اِذْ قَالُوا لِنَبِىٍّ لَهُمُ ابْعَثْ لَنَا مَلِكًانُقَاتِلْ فى سَبيلِ اللّهِ قَالَ هَلْ عَسَيْتُمْ اِنْ كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِتَالُ اَلَّاتُقَاتِلُوا قَالُواوَمَالَنَا اَلَّا نُقَاتِلَ فى سَبيلِ اللّهِ وَقَدْ اُخْرِجْنَا مِنْ دِيَارِنَا وَاَبْنَاءِنَا فَلَمَّا كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقِتَالُ تَوَلَّوْا اِلَّا قَليلًا مِنْهُمْ وَاللّهُ عَليمٌ بِالظَّالِمينَ

(246) e lem tera ilel melei mim beni israile mim ba’di musa iz kalu li nebiyyil lehümüb’ as lena meliken nükatil fi sebilillah kale hel aseytüm in kütibe aleykümül kıtalü ella tükatilu kalu ve ma lena ella nükatile fi sebilillahi ve kad uhricna min diyarina ve ebnaina fe lemma kütibe aleyhimül kıtalü tevellev illa kalilem minhüm vallahü alimüm biz zalimin

ileri gelen bir cemaati görmedin mi? Musa’dan sonra, israil oğullarından peygambere demişlerdi bize bir melik gönder Allah yolunda savaş yapalım o da demişti ya üzerinize savaş farz kılınırda savaşamazsanız. demişlerdi Bize ne oluyor ki savaş yapmayalım Allah yolunda yurtlarımızdan çıkarıldık (ve) oğullarımızdan (olduk) vaktaki savaş üzerlerine farz kılındı çok azı müstesna yüz çevirdiler Allah o zalimleri çok iyi bilendir

(246) Last thou not turned thy vision to the chiefs of the Children of Israel after (the time of) Moses? they said to a prophet (that was) among them: appoint for us a king, that we may fight in the cause of Allah. He said: is it not possible, if ye were commanded to fight, that ye will not fight? they said: how could we refuse to fight in the cause of Allah, seeing that we were turned out of our homes and our families? but when they were commanded to fight they turned back,

1. e lem tera ilâ : görmedin mi
2. el melei : ileri gelenleri, eşrafı
3. min benî isrâîle : israiloğulları’ndan
4. min ba’di mûsâ : musa’dan sonra
5. iz kâlû : demişlerdi
6. li nebiyyin : peygambere
7. lehum(u) : onların
8. ib’as : beas et, görevli kıl
9. lenâ : bizim için, bize
10. meliken : melik, hükümdar
11. nukâtil : savaşalım
12. fî sebîlillâhi (sebîli allâhi) : Allah’ın yolunda
13. kâle : dedi
14. hel aseytum : sizden umulur mu, sizin
15. in kutibe : yazılırsa, farz kılınırsa
16. aleykum : sizin üzerinize, size
17. el kıtâlu : savaş
18. ellâ tukâtilû : savaşmazsınız
19. kâlû : dediler
20. ve mâ : ve yoktur, olmaz
21. lenâ : bizim için
22. ellâ nukâtile : savaşmamamız
23. fî sebîlillâhi (sebîli allâhi) : Allah’ın yolunda
24. ve kad : ve olmuştu
25. uhric-nâ : biz çıkarıldık
26. min diyâri-nâ : diyarımızdan, yurdumuzdan
27. ve ebnâi-nâ : ve oğullarımız
28. fe lemmâ : artık, fakat ….. olduğu zaman
29. kutibe : yazıldı, farz kılındı
30. aleyhim : onların üzerine, onlara
31. el kıtâlu : savaş
32. tevellev : yüz çevirdiler
33. illâ : hariç
34. kalîlen : az, pek az
35. min-hum : onlardan
36. ve allâhu : ve Allah
37. alîmun : en iyi bilen
38. bi ez zâlimîne : zalimleri, haksızlık edenleri

٢٤٧

وَقَالَ لَهُمْ نَبِيُّهُمْ اِنَّ اللّهَ قَدْ بَعَثَ لَكُمْ طَالُوتَ مَلِكًا قَالُوا اَنّى يَكُونُ لَهُ الْمُلْكُ عَلَيْنَا وَنَحْنُ اَحَقُّ بِالْمُلْكِمِنْهُ وَلَمْ يُؤْتَ سَعَةً مِنَ الْمَالِ قَالَ اِنَّ اللّهَ اصْطَفيهُ عَلَيْكُمْ وَزَادَهُ بَسْطَةً فِى الْعِلْمِ وَالْجِسْمِوَاللّهُ يُؤْتى مُلْكَهُ مَنْ يَشَاءُ وَاللّهُ وَاسِعٌ عَليمٌ

(247) ve kale lehüm nebiyyühüm innellahe kad bease leküm talute melika kalu enna yekunü lehül mülkü aleyna ve nahnü ehakku bil mülki minhü ve lem yü’te seatem minel mal kale innellahes tafahü aleyküm ve zadehu bestaten fil ilmi vel cism vallahü yü’ti mülkehu mey yeşau’ vallahü vasiun aliym

nebileri onlara dedi muhakkak Allah talut’u size melik olarak gönderdi dediler ki o bize nasıl melik olabilir? biz daha hak sahibiyiz ondan, melik olmaya hem ona verilmiş değil malca bir genişlik dedi ki şüphesiz Allah onu sizin üzerinize seçmiştir ve ona genişlik verdi ilmini ve vucut gücünü ziyadeleştirdi Allah mülkünü dilediğine verir Allah’ın ihsanı geniş ve hakkı ile bilicidir

(247) Their prophet said to them: Allah hath appointed Talut as king over you. How they said: how can he exercise authority over us when we are better fitted than he to exercise authority, and he is not even gifted, with wealth in abundance? he said: Allah hath chosen him above you, and hath gifted him abundantly with knowledge and bodily prowess: Allah granteth his authority to whom he pleaseth. Allah careth for all, and he knoweth all things.

1. ve kâle : ve dedi
2. lehum : onlara
3. nebiyyu-hum : onların peygamberi
4. inne : muhakkak ki
5. allâhe : Allah
6. kad : olmuştu
7. bease : görevli kıldı
8. lekum : sizin için, size
9. tâlûte : talut
10. meliken : melik olarak
11. kâlû : dediler
12. ennâ : nasıl (olur)
13. yekûnu : olur
14. lehu : onun
15. el mulku : melik, hükümdar
16. aleynâ : bizim üzerimize, bize
17. ve nahnu : ve biz
18. ehakku : daha çok hak sahibi
19. bi : … e
20. el mulki : melik, hükümdar
21. min-hu : ondan
22. ve lem yu’te : ve verilmedi
23. seaten : genişlik, bolluk
24. min el mâli : maldan, varlıktan
25. kâle : dedi
26. inne : muhakkak ki
27. allâhe : Allah
28. estafâ-hu : onu seçti
29. aleykum : sizin üzerinize
30. ve zâde-hu : ve ona artırdı
31. bestaten : genişlik, kuvvet, üstünlük
32. fî el ilmi : ilimde, bilgide
33. ve el cismi : ve cisim (vücut)
34. ve allâhu : ve Allah
35. yu’tî : verir
36. mulke-hu : mülkünü
37. men yeşâu : dilediği kimse
38. ve allâhu : ve Allah
39. vâsiun : vasi olan, ihatası geniş olan (rahmeti ve
40. alîmun : en iyi bilen

٢٤٨


وَقَالَ لَهُمْ نَبِيُّهُمْ اِنَّ ايَةَ مُلْكِه اَنْ يَاْتِيَكُمُ التَّابُوتُ فيهِ سَكينَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَبَقِيَّةٌمِمَّا تَرَكَ الُ مُوسى وَ الُ هرُونَ تَحْمِلُهُ الْمَلءِكَةُ اِنَّ فى ذلِكَ لَايَةً لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنينَ

(248) ve kale lehüm nebiyyühüm inne ayete mülkihi ey ye’tiyekümüt tabutü fihi sekinetüm mir Rabbiküm ve bekiyyetüm mimma terake alü musa ve alü harune tahmilühül melaikeh inne fi zalike le ayetel leküm in küntüm mü’minin

nebileri onlara dedi onun meliklik alameti size tabut’un gelmesidir onda bir sekine vardır Rabbinizden bıraktığı şeylerden emanetler vardır musa ve harun soyunun onu melekler taşıyacaktır, bunda sizin için bir alamet (vardır) eğer mü’minlerseniz

(248) And (further) their prophet said to them: a sign of his authority is that there shall come to you the ark of the Covenant, with (an assurance) therein of security from your Lord, and the relics left by the family of Moses and the family of Aaron, carried by angels. In this is a symbol for you if ye indeed have Faith.

1. ve kâle : ve dedi
2. lehum : onlara
3. nebiyyu-hum : onların peygamberi
4. inne : muhakkak ki, şüphesiz
5. âyete : âyet, mucize, belge, delil
6. mulki-hî : onun melikliği
7. en ye’tiye-kum : size gelmesi
8. et tâbûtu : tabut, sandık
9. fî-hi : onun içinde vardır
10. sekînetun : sekînet, huzur, ferahlık
11. min Rabbi-kum : Rabbinizden
12. ve bakiyyetun : ve bakiye, kalanlar
13. mimmâ (min mâ) : şeylerden
14. terake : terketti, bıraktı
15. âlu mûsâ : musa ailesi
16. ve âlu hârûne : ve harun ailesi
17. tahmilu-hu : onu taşıyacaklar
18. el melâiketu : melekler
19. inne : muhakkak ki, şüphesiz
20. : içinde, de vardır
21. zâlike : bu
22. le : mutlaka
23. âyeten : âyet, delil, kanıt
24. lekum : sizin için
25. in kuntum : eğer siz iseniz
26. mu’minîne : mü’minler

Sayfa:40

٢٤٩

فَلَمَّا فَصَلَ طَالُوتُ بِالْجُنُودِ قَالَ اِنَّ اللّهَ مُبْتَليكُمْ بِنَهَرٍ فَمَنْ شَرِبَ مِنْهُ فَلَيْسَ مِنّى وَمَنْ لَمْ يَطْعَمْهُ فَاِنَّهُ مِنّى اِلَّا مَنِ اغْتَرَفَ غُرْفَةً بِيَدِه فَشَرِبُوا مِنْهُ اِلَّا قَليلًا مِنْهُمْ فَلَمَّا جَاوَزَهُ هُوَ وَالَّذينَ امَنُوا مَعَهُ قَالُوا لَا طَاقَةَ لَنَا الْيَوْمَ بِجَالُوتَ وَجُنُودِه قَالَ الَّذينَ يَظُنُّونَ اَنَّهُمْ مُلَاقُوا اللّهِ كَمْ مِنْ فِءَةٍ قَليلَةٍ غَلَبَتْ فِءَةً كَثيرَةً بِاِذْنِ اللّهِ وَاللّهُ مَعَ الصَّابِرينَ

(249) fe lemma fesale talutü bil cünudi kale innellahe mübteliküm bi neher fe men şeribe minhü fe leyse minni vemel lem yat’amhü fe innehu minni illa meniğterafe gurfetem bi yedihi fe şeribu minhü illa kalilem minhüm fe lemma cavezehu hüve vellezine amenu meahu kalu la takate lenel yevme bi calute ve cünudih kalellezine yezunnune ennehüm mülakullahi kem min fietin kaliletin ğalebet fieten kesiratem bi iznillah vallahü meas sabirin

vaktaki ayrıldı talut ordusu ile dedi muhakkak Allah sizi bir nehir ile imtihan edicidir kim ondan içerse benden değildir kim ondan içmezse işte o bendendir ancak eliyle bir avuç alan hariç ondan içtiler ancak çok azı (müstesna) o nehri geçince beraberindeki mü’minlerle takatımız yok dediler: bu gün bizim calut ve ordusuna karşı. Allah’a kavuşacaklarını zannedenler şu cevabı verdiler nice çok cemaatlere galip gelmişlerdir Allah’ın izni ile nice az cemaatler Allah sabredenlerle beraberdir

(249) When Talut set forth with the armies, he said: “Allah will test you at the stream: if any drinks of its water, he goes not with my army: only those who taste not of it go with me: a mere sip out of the hand is excused.” But they all drank of it, except a few. When they crossed the river- he and the faithful ones with him, they said: “This day we cannot cope with Goliath and his forces.” But those who were convinced that they must meet Allah, said: “How oft, by Allah’s will, hath a small force vanquished a big one? Allah is with those who steadfastly persevere.”

1. fe lemmâ : böylece olduğu zaman
2. fesale : ayrıldı
3. tâlûtu : talut
4. bi : ile
5. el cunûdi : askerler, ordu
6. kâle : dedi
7. inne : muhakkak
8. allâhe : Allah
9. mubtelî-kum : sizi imtihan edecek
10. bi en neherin : bir nehir ile
11. fe : artık, bundan sonra , o taktirde
12. men : kim
13. şeribe : içti
14. min-hu : ondan
15. fe : artık, bundan sonra, o taktirde
16. leyse : değil
17. min-nî : benden
18. ve men : ve kim
19. lem yat’am-hu : ona doymaz
20. fe : artık, bundan sonra, o taktirde
21. inne-hu : muhakkak ki o
22. min-nî : benden
23. illâ : ancak, sadece, hariç
24. men igterafe : avuçlayan kimse
25. gurfeten : bir avuç
26. bi yedi-hi : kendi eliyle
27. fe : artık, bundan sonra, o taktirde, fakat
28. şeribû : içtiler
29. min-hu : ondan
30. illâ : ancak, sadece, hariç
31. kalîlen : az, pek az
32. min-hum : onlardan
33. fe : bundan sonra, fakat, nitekim
34. lemmâ : olunca
35. câveze-hu : onu(karşıdan karşıya) geçtiler
36. huve : o
37. ve ellezîne : ve onlar
38. âmenû : âmenû oldular, îmân ettiler (Allah’a ulaşmayı dilediler)
39. mea-hu : onunla beRaber
40. kâlû : dediler
41. lâ tâkate : takat, güç yok
42. lenâ : bizim
43. el yevme : bugün
44. bi câlûte : calut ile, calut’a karşı
45. ve cunûdi-hi : ve onun askerleri (ordusu ile)
46. kâle : dedi
47. ellezîne : onlar
48. yezunnûne : yakîn hasıl edenler, kesin olarak bilenler
49. enne-hum : onların ….. olduğunu
50. mulâkû : mülâki olanlar, kavuşanlar
51. allâhi : Allah
52. kem : kaç tane, nice
53. min fietin : topluluk(lar)dan
54. kalîletin : az, pek az
55. galebet : gâlip oldu, üstün geldi
56. fieten : topluluk, grup
57. kesiraten : çok
58. bi izni : izni ile
59. allâhi : Allah
60. ve allâhu : ve Allah
61. mea : beRaber
62. es sâbirîne : sabredenler

٢٥٠

وَلَمَّا بَرَزُوا لِجَالُوتَ وَجُنُودِه قَالُوا رَبَّنَا اَفْرِغْ عَلَيْنَا صَبْرًا وَثَبِّتْ اَقْدَامَنَا وَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرينَ

(250) ve lemma berazu li calute ve cünudihi kalu Rabbena efriğ aleyna sabrav ve sebbit akdamena vensurna alel kavmil kafirin

(250) When they advanced to meet Goliath and his forces, they prayed: “Our Lord! pour out constancy on us and make our steps firm: help us against those that reject Faith.”

1. ve lemmâ berazû : ve karşısına çıktıkları zaman
2. li câlûte : calut’a (calut’un karşısına)
3. ve cunûdi-hi : ve onun askerleri
4. kâlû : dediler
5. Rabbe-nâ : Rabbimiz
6. efrig : boşalt, yağdır, indir (ver)
7. aleynâ : üzerimize, bize
8. sabren : sabır
9. ve sebbit : ve sabit kıl
10. ekdâme-nâ : ayaklarımızı
11. ve unsur-nâ : ve bize yardım et
12. alâ el kavmi : kavmine karşı
13. el kâfirîne : kâfirler

٢٥١

فَهَزَمُوهُمْ بِاِذْنِ اللّهِ وَقَتَلَ دَاوُدُ جَالُوتَ وَاتيهُاللّهُ الْمُلْكَ وَالْحِكْمَةَ وَعَلَّمَهُ مِمَّا يَشَاءُ وَلَوْلَا دَفْعُ اللّهِ النَّاسَ بَعْضَهُمْ بِبَعْضٍ لَفَسَدَتِالْاَرْضُ وَلكِنَّ اللّهَ ذُو فَضْلٍ عَلَى الْعَالَمينَ

(251) fe hezemuhüm bi iznillahi ve katele davudü calute ve atahüllahül mülke vel hikmete ve allemehu mimma yeşau’ ve lev la def’ullahin nase ba’dahüm bi ba’dil le fesedetil erdu ve lakinnellahe zu fadlin alel alemin

böylece bozguna uğrattılar Allah’ın izni ile davut calut’u öldürdü Allah ona verdi hem melikliği, hem de hikmeti ve ona dilediğinden öğretti eğer Allah defetmeseydi insanları birbirleri ile arz fesada giderdi lakin Allah alemler üzerinde ihsan sahibidir

(251) By Allah’s will, they routed them and David slew Goliath and Allah gave him power and wisdom and taught him whatever (else) he willed. And did not Allah check one set of people by means of another, the earth would indeed be full of mischief: but Allah is full of Bounty to all the worlds.

1. fe : böylece, sonra, nihayet
2. hezemû-hum : onları hezimete, yenilgiye uğrattılar
3. bi izni allâhi : Allah’ın izniyle
4. ve katele : ve öldürdü
5. dâvûdu : davut
6. câlûte : calut
7. ve âtâ-hu allâhu : ve Allah ona verdi
8. el mulke : mülk, meliklik, hükümdarlık
9. ve el hikmete : ve hikmet
10. ve alleme-hu : ve ona öğretti
11. mimmâ (min mâ) : şeylerden
12. yeşâu : diledi
13. ve lev lâ : ve eğer olmasaydı
14. def’u allâhi : Allah’ın defetmesi, yok etmesi
15. en nâse : insanlar
16. bâ’da-hum : onların bir kısmı
17. bi ba’din : bir kısmı ile, diğerleri ile
18. le : mutlaka, elbette
19. fesedeti : fesat çıktı
20. el ardu : arz, yeryüzü
21. ve lâkinne allâhe : ve lâkin, fakat Allah
22. : sahip
23. fadlin : fazl
24. alâ el âlemîne : âlemlerin üzerine

٢٥٢

تِلْكَ ايَاتُ اللّهِ نَتْلُوهَا عَلَيْكَبِالْحَقِّ وَاِنَّكَ لَمِنَ الْمُرْسَلينَ

(252) tilke ayatüllahi netluha aleyke bil hakk ve inneke le minel mürselin

işte bunlar Allah’ın ayetleridir bunları sana hak olarak okuyoruz muhakkak sen peygamberlerdensin

(252) These are the Signs of Allah: we rehearse them to thee in truth: verily thou art one of the Messengers.

1. tilke : o (bu, bunlar)
2. âyâtu allâhi : Allah’ın âyetleri
3. netlû-hâ : onu tilâvet ediyoruz, okuyup açıklıyoruz
4. aleyke : sana
5. bi el hakk : hak ile
6. ve inne-ke : ve muhakkak ki sen
7. le : elbette, mutlaka, gerçekten
8. min el murselîne : gönderilen resûllerden

Yorum bırakın