06. Cuz
RevelationCuzPageSurah
926101Nisa(4)
١٤٨
لَايُحِبُّ اللّهُ الْجَهْرَ بِالسُّوءِ مِنَ الْقَوْلِ اِلَّامَنْ ظُلِمَ وَكَانَ اللّهُ سَميعًا عَليمًا
(148) la yühibbüllahül cehra bis sui minel kavli illa men zulim ve kanellahü semian alima
Allah sevmez kötü sözün açıklamasını zulme uğrayan başka Allah işitendir, bilendir
(148) Allah loveth not that evil should be noised abroad in public speech, except where injustice hath been done for Allah is He Who heareth and knoweth all things.
1. |
lâ yuhibbu |
: sevmez |
2. |
allâhu |
: Allah |
3. |
el cehra |
: açıkça, açık olarak |
4. |
bi es sûi |
: kötüyü, fenayı |
5. |
min el kavli |
: sözden, sözün |
6. |
illâ |
: hariç, …’den başka |
7. |
men |
: kim, kişi |
8. |
zulime |
: zulmedildi, zulum yapıldı, haksızlığa uğratıldı |
9. |
ve kâne |
: ve oldu, …dır |
10. |
allâhu |
: Allah |
11. |
semîan |
: en iyi işiten |
12. |
alîmen |
: en iyi bilen |
١٤٩
اِنْ تُبْدُوا خَيْرًا اَوْ تُخْفُوهُ اَوْ تَعْفُواعَنْ سُوءٍ فَاِنَّ اللّهَ كَانَ عَفُوًّا قَديرًا
(149) in tübdu hayran ev tuhfuhü ev ta’fü an suin fe innellahe kane afüvven kadira
eğer siz hayrı açıklar yahut onu gizlerseniz yahut affederseniz bir kötülüğü şüphesiz Allah Bağışlayıcıdır her şeye Kadirdir
(149) Whether ye publish a good deed or conceal it or cover evil with pardon, verily Allah doth blot out (sins) and hath power (in the judgment of values).
1. |
in |
: eğer, şayet |
2. |
tubdû |
: açıklarsınız |
3. |
hayran |
: hayır |
4. |
ev |
: veya, ya da |
5. |
tuhfû-hu |
: onu gizlersiniz |
6. |
ev |
: veya, ya da |
7. |
ta’fû an |
: siz affedersiniz |
8. |
sûin |
: kötülük, fenalık |
9. |
fe |
: o zaman, o taktirde |
10. |
inne |
: muhakkak |
11. |
allâhe |
: Allah |
12. |
kâne |
: oldu, …dır |
13. |
afuvven |
: affeden, affedici |
14. |
kadîran |
: kaadir, kudret sahibi, gücü yeten |
١٥٠
اِنَّ الَّذينَ يَكْفُرُونَبِاللّهِ وَرُسُلِه وَيُريدُونَ اَنْ يُفَرِّقُوا بَيْنَ اللّهِ وَرُسُلِه وَيَقُولُونَ نُؤْمِنُ بِبَعْضٍ وَنَكْفُرُ بِبَعْضٍ وَيُريدُونَ اَنْ يَتَّخِذُوا بَيْنَ ذلِكَ سَبيلًا
(150) innellezine yekfürune billahi ve rusülihi ve yüridune ey yüferriku beynellahi ve rusülihi ve yekulune nü’minü bi ba’div ve nekfürü bi ba’div ve yüridune ey yettehizu beyne zalike sebila
o kimseler ki inkar edenler Allah’ı ve o’nun resullerini ayırmak isterler Allah ile resulünün arasını derler bir kısmına inanır bir kısmını da inkar ederiz tutmak isterler böylece arada bir yol
(150) Those who deny Allah and His Messengers, and (those who) wish to separate Allah from His Messengers, saying: “We believe in some but reject others”: and (those who) wish to take a course midway-
1. |
nu’minu |
: îmân ederiz, inanırız |
2. |
bi ba’din |
: bazısı, bir kısmı |
3. |
ve nekfuru |
: ve inkâr ederiz |
4. |
bi ba’dın |
: bazısı, bir kısmı |
5. |
ve yurîdûne |
: ve isterler |
6. |
en |
: olmak |
7. |
yettehızû |
: edinirler |
8. |
beyne |
: arası |
9. |
zâlike |
: bu, bunlar |
10. |
sebîlen |
: bir yol |
١٥١
اُولءِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ حَقًّا وَاَعْتَدْنَالِلْكَافِرينَ عَذَابًا مُهينًا
(151) ülaike hümül kafirune hakka ve a’tedna lil kafirine azabem mühiyna
işte bunlar hakkıyla kâfirlerdir biz de kâfirlere hazırladık aşağılayıcı bir azap
(151) They are in truth (equally) Unbelievers and we have prepared for Unbelievers a humiliating punishment.
1. |
ulâike |
: işte onlar |
2. |
hum |
: onlar |
3. |
el kâfirûne |
: kâfir olanlar, kâfirler |
4. |
hakkan |
: hak olan, gerçek olan |
5. |
ve a’tednâ |
: ve biz hazırladık |
6. |
li el kâfirîne |
: kâfirler için |
7. |
azâben |
: azap |
8. |
muhînen |
: muhîn, alçaltıcı, zelil |
١٥٢
وَالَّذينَ امَنُوا بِاللّهِ وَرُسُلِه وَلَمْ يُفَرِّقُوا بَيْنَ اَحَدٍمِنْهُمْ اُولءِكَ سَوْفَ يُؤْتيهِمْ اُجُورَهُمْ وَكَانَ اللّهُ غَفُورًا رَحيمًا
(152) vellezine amenu billahi ve rusülihi ve lem yüferriku beyne ehadim minhüm ülaike sevfe yü’tihim ücurahüm ve kanellahü ğafurar rahima
o kimseler ki iman edenler Allah’a ve resullerine ayırmazlar onlardan hiçbirinin arasını işte (Allah) ilerde onlara ecirlerini verecektir Allah bağışlayan, merhamet sahibidir
(152) To those who believe in Allah and His Messengers and make no distinction between any of the Messengers, we shall soon give their (due) rewards: for Allah is Oft-Forgiving, Most Merciful.
1. |
ve ellezîne |
: ve onlar |
2. |
âmenû |
: îmân ettiler |
3. |
bi allâhi |
: Allah’a |
4. |
ve rusuli-hî |
: ve onun resûlleri |
5. |
ve |
: ve |
6. |
lem yuferrikû |
: ayırmazlar, ayırım yapmazlar |
7. |
beyne |
: arası |
8. |
ehadin |
: biri, birini |
9. |
min-hum |
: onlardan |
10. |
ulâike |
: işte onlar |
11. |
sevfe |
: ileride, yakında … olacak |
12. |
yu’tî-him |
: onlara verilecek |
13. |
ucûra-hum |
: onların ecirleri, mükâfatlari |
14. |
ve kâne |
: ve oldu, idi, …dır |
15. |
allâhu |
: Allah |
16. |
gafûran |
: gafur olan, mağfiret eden |
17. |
rahîmen |
: rahim olan, merhamet eden, |
١٥٣
يَسْلُكَ اَهْلُ الْكِتَابِ اَنْ تُنَزِّلَ عَلَيْهِمْ كِتَابًا مِنَ السَّمَاءِ فَقَدْ سَاَلُوا مُوسى اَكْبَرَ مِنْ ذلِكَ فَقَالُوا اَرِنَا اللّهَ جَهْرَةً فَاَخَذَتْهُمُ الصَّاعِقَةُ بِظُلْمِهِمْ ثُمَّ اتَّخَذُوا الْعِجْلَمِنْ بَعْدِ مَا جَاءَتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ فَعَفَوْنَا عَنْ ذلِكَ وَاتَيْنَا مُوسى سُلْطَانًا مُبينًا
(153) yes’elüke ehlül kitabi en tünezzile aleyhim kitabem mines semai fe kad seelü musa ekbera min zalike fe kalu erinellah cehratem fe ehazethümüs saikatü bi zulmihim sümmettehazül icle mim ba’di ma caet hümül beyyinatü fe afevna an zalik ve ateyna musa sültanem mübina
ehli kitap senden istiyor kendilerine indirmeni semadan bir kitap musa’dan istemişlerdi bundan daha büyüğünü demişlerdi bize Allah’ı açıkça göster onlara yıldırım çarptı zulümleri sebebi ile sonra ittihaz ettiler buzağıyı (ilah) geldikten sonra kendilerine açık mucizeler biz bunu da affettik musa’ya verdik açık bir sultanlık
(153) The People of the Book ask thee to cause a book to descend to them from heaven: indeed they asked Moses for an even greater (miracle), for they said: show us Allah in public, but they were dazed for their presumption, with thunder and lightning. Yet they worshipped the calf even after Clear Signs had come to them even so we forgave them and gave Moses manifest proofs of authority.
1. |
yes’elu-ke |
: senden istiyorlar |
2. |
ehlu el kitâbi |
: Kitap ehli |
3. |
en tunezzile |
: indirmeni |
4. |
aleyhim |
: onlara |
5. |
kitâben |
: bir Kitap |
6. |
min es semâi |
: semâdan , gökten |
7. |
fe kad |
: oysa … olmuştu |
8. |
seelû |
: istediler |
9. |
mûsâ |
: Hz.Musa |
10. |
ekbere |
: daha büyük |
11. |
min |
: …’den |
12. |
zâlike |
: bu |
13. |
fe |
: o halde |
14. |
kâlû |
: dediler |
15. |
eri-nâ |
: bize göster |
16. |
allâhe |
: Allah |
17. |
cehreten |
: açıkça |
18. |
fe |
: bunun üzerine |
19. |
ehazet-hum |
: onları yakaladı, helâk etti |
20. |
es sâikatu |
: yıldırım |
21. |
bi zulmi-him |
: zulümlerinden dolayı |
22. |
summe |
: sonra, ardından |
23. |
ittehazû |
: edindiler |
24. |
el ıcle |
: buzağı |
25. |
min ba’di |
: sonra |
26. |
mâ |
: şey, şeyler |
27. |
câet-hum |
: onlara geldi |
28. |
el beyyinâtu |
: beyyineler, belgeler, açık deliller, açık mucizeler |
29. |
fe |
: buna rağmen |
30. |
afevnâ |
: biz affettik |
31. |
an zâlike |
: bundan |
32. |
ve âteynâ |
: ve biz verdik |
33. |
mûsâ |
: Hz.Musa |
34. |
sultânen |
: sultan, yetki, güç, delil |
35. |
mubînen |
: apaçık |
١٥٤
وَرَفَعْنَا فَوْقَهُمُ الطُّورَ بِميثَاقِهِمْ وَقُلْنَا لَهُمُ ادْخُلُواا الْبَابَ سُجَّدًا وَقُلْنَا لَهُمْ لَا تَعْدُوا فِى السَّبْتِ وَاَخَذْنَا مِنْهُمْ ميثَاقًا غَليظًا
(154) ve rafa’na fevkahümüt tura bi misakıhim ve kulna lehümüd hulül babe süccedev ve kulna lehüm la ta’du fis sebti ve ehazna minhüm misakan ğaliza
tur’u üstlerine kaldırdık verecekleri söz sebebi ile onlara dediler bilinen kapıdan secde ederek girin onlara dedik cumartesi günü haddi aşmayın biz aldık onlardan ağır misak
(154) And for their Covenant we raised over them (the towering height) of mount (Sinai) and (on another occasion) we said: enter the gate with humility and (once again) we commanded them: transgress not in the matter of the Sabbath. And we took from them a solemn Covenant.
1. |
ve refa’nâ |
: ve biz yükselttik |
2. |
fevka-hum |
: onların üstüne |
3. |
et tûra |
: Tur’u, Tur dağını |
4. |
bi mîsâkı-him |
: onların misakları sebebiyle, misaklarından dolayı |
5. |
ve kulnâ |
: vevbiz dedik |
6. |
lehum |
: onlara |
7. |
udhulû |
: dahil olun, girin |
8. |
el bâbe |
: kapı |
9. |
succeden |
: secde ederek |
10. |
ve kulnâ |
: ve biz dedik |
11. |
lehum |
: onlara |
12. |
lâ ta’dû |
: hakka tecavüz etmeyin, hudutları aşmayın |
13. |
fî es sebti |
: cumartesi gününde |
14. |
ve ehaznâ |
: ve biz aldık |
15. |
min-hum |
: onlardan |
16. |
mîsâkan |
: misak, kesin söz |
17. |
galîzan |
: sağlam, çok kuvvetli |
Sayfa:102
١٥٥
فَبِمَا نَقْضِهِمْ ميثَاقَهُمْ وَكُفْرِهِمْ بِايَاتِ اللّهِ وَقَتْلِهِمُ الْاَنْبِيَاءَ بِغَيْرِ حَقٍّ وَقَوْلِهِمْ قُلُوبُنَا غُلْفٌبَلْ طَبَعَ اللّهُ عَلَيْهَا بِكُفْرِهِمْ فَلَا يُؤْمِنُونَ اِلَّا قَليلًا
(155) fe bima nakdihim misakahüm ve küfrihim bi ayatillahi ve katlihimül enbiyae bi ğayri hakkıv ve kavlihim kulubüna ğulf bel tabeallahü aleyha bi küfrihim fe la yü’minune illa kalila
bozmaları sebebi ile onlar verdikleri sözü inkar etmeleri Allah’ın ayetlerini öldürmeleri peygamberleri haksız yere ve bizim kalplerimiz perdelidir (dediklerinden) hayır Allah mühür vurmuştur onların (kalpleri) üzerine küfürleri sebebi ile onlar iman etmezler pek azı istisna
(155) (They have incurred divine displeasure): in that they broke their Covenant that they rejected the Signs of Allah that they slew the Messengers in defiance of right that they said, “Our hearts are the wrappings (which preserve Allah’s word we need no more)” – nay, Allah hath set the seal on their hearts for their blasphemy, and little is it they believe-
1. |
fe bi mâ |
: bu sebebiyle |
2. |
nakdı-him |
: onların bozmaları |
3. |
mîsâka-hum |
: onların misâkları |
4. |
ve kufri-him |
: ve onların inkâr etmeleri |
5. |
bi âyâti |
: âyetleri |
6. |
allâhi |
: Allah |
7. |
ve katli-him |
: ve onları öldürmeleri |
8. |
el enbiyâe |
: peygamberler |
9. |
bi gayrı |
: olmaksızın |
10. |
hakkın |
: haklı |
11. |
ve kavli-him |
: ve onların sözleri |
12. |
kulûbu-nâ |
: bizim kalplerimiz |
13. |
gulfun |
: kılıflı, örtülü |
14. |
bel |
: hayır, bilakis, tam aksi |
15. |
tabaa |
: tab etti, mühürledi |
16. |
allâhu |
: Allah |
17. |
aleyhâ |
: onun üzerini |
18. |
bi kufri-him |
: onların inkâr etmeleri sebebiyle, küfürlerinden dolayı |
19. |
fe |
: böylece |
20. |
lâ yu’minûne |
: îmân etmezler |
21. |
illâ |
: …’den başka, hariç |
22. |
kalîlen |
: az, pek az |
١٥٦
وَبِكُفْرِهِمْ وَقَوْلِهِمْعَلى مَرْيَمَ بُهْتَانًا عَظيمًا
(156) ve bi küfrihim ve kavlihim ala meryeme bühtanen aziyma
küfre gidiş sebepleri meryem’e karşı bulunmalarıdır çok büyük bir iftirada
(156) That they rejected Faith that they uttered against Mary a grave false charge
1. |
ve bi kufri-him |
: ve onların küfürleri, inkârları |
2. |
ve kavli-him |
: ve onların sözleri |
3. |
alâ meryeme |
: Hz.Meryem’e |
4. |
buhtânen |
: yalan söz, iftira |
5. |
azîman |
: azîm, büyük, çok büyük |
١٥٧
وَقَوْلِهِمْ اِنَّا قَتَلْنَا الْمَسيحَ عيسَىابْنَمَرْيَمَ رَسُولَ اللّهِ وَمَا قَتَلُوهُ وَمَا صَلَبُوهُ وَلكِنْ شُبِّهَ لَهُمْ وَاِنَّ الَّذينَ اخْتَلَفُوا فيهِ لَفى شَكٍّ مِنْهُ مَالَهُمْ بِه مِنْ عِلْمٍ اِلَّا اتِّبَاعَ الظَّنِّ وَمَا قَتَلُوهُ يَقينًا
(157) ve kavlihim inna katelnel mesiha iysebne meryeme rasulellah ve ma kateluhü ve ma salebuhü ve lakin şübbihe lehüm ve innellezinahtelefu fihi le fi şekkim minh ma lehüm bihi min ilmin illettibaaz zann ve ma kateluhü yekına
biz öldürdük demeleri Allah’ın resulü meryem oğlu mesih isa’yı onu ne öldürdüler ne de onu astılar lâkin kendilerine bir benzetme yapıldı ihtilaf edenler onun hakkında kesin bir şüphe içindeler onların yoktur ona dair hiçbir ilimleri ancak zanna tabi olurlar onu öldürememişlerdir kesinlikle
(157) That they said (in boast), “We killed Christ Jesus the son of Mary, the Messenger of Allah” – but they killed him not, nor crucified him, but so it was made to appear to them, and those who differ therein are full of doubts, with no (certain) knowledge, but only conjecture to follow, for of a surety they killed him not-
1. |
ve kavli-him |
: ve onların sözleri |
2. |
innâ |
: muhakkak ki biz |
3. |
katelnâ |
: biz öldürdük |
4. |
el mesîha |
: Mesih (Hz. ?sa) |
5. |
îsâ ibne meryeme |
: Meryem’in oğlu İsa |
6. |
resûle |
: resûl |
7. |
allâhi |
: Allah |
8. |
ve |
: ve |
9. |
mâ katelû-hu |
: onu öldürmediler |
10. |
ve |
: ve |
11. |
mâ salebû-hu |
: onu asmadılar |
12. |
ve lâkin |
: ve lâkin, fakat |
13. |
şubbihe |
: benzetildi, benzer olarak gösterildi |
14. |
lehum |
: onlara |
15. |
ve inne |
: ve muhakkak |
16. |
ellezîne |
: onlar, olanlar |
17. |
ıhtelefû |
: ihtilafa, anlaşmazlığa, ayrılığa düştüler |
18. |
fî-hi |
: onda. onun hakkında |
19. |
le fî şekkin |
: mutlaka şüphe içindeler |
20. |
min-hu |
: ondan |
21. |
mâ….(illâ) |
: …’den başka olmadı |
22. |
lehum |
: onların |
23. |
bi-hî |
: onunla |
24. |
min ilmin |
: ilimden, bilgiden |
25. |
(mâ)….illâ |
: …’den başka olmadı |
26. |
ittibâa |
: tâbî oldular, uydular |
27. |
ez zanni |
: zan |
28. |
ve |
: ve |
29. |
mâ katelû-hu |
: onu öldürmediler |
30. |
yakînen |
: kesinlikle |
١٥٨
بَلْ رَفَعَهُ اللّهُ اِلَيْهِ وَكَانَ اللّهُ عَزيزًا حَكيمًا
(158) bel rafeahüllahü ileyh ve kanellahü azizen hakima
bilakis Allah onu kendisine kaldırdı Allah güçlüdür, Hikmet sahibidir
(158) Nay, Allah raised him up unto Himself and Allah is Exalted in Power, Wise-
1. |
bel |
: hayır |
2. |
refea-hu |
: onu yükseltti |
3. |
allâhu |
: Allah |
4. |
ileyhi |
: ona, kendisine |
5. |
ve kâne |
: ve oldu, idi, …dır |
6. |
allâhu |
: Allah |
7. |
azîzen |
: aziz, yüce, üstün |
8. |
hakîmen |
: hüküm ve hikmet sahibi |
١٥٩
وَاِنْ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ اِلَّا لَيُؤْمِنَنَّ بِه قَبْلَ مَوْتِه وَيَوْمَ الْقِيمَةِ يَكُونُ عَلَيْهِمْ شَهيدًا
(159) ve im min ehlil kitabi illa le yü’minenne bihi kable mevtih ve yevmel kıyameti yekunü aleyhim şehida
ehli kitap dan (hiçbir kimse) yoktur ki muhakkak ona iman etmiş olmasın ölümünden önce kıyamet günü onların aleyhine şahit olacak
(159) And there is no one of the People of the Book but must believe in him before his death and on the day of judgment he will be a witness against them-
1. |
ve |
: ve |
2. |
in …. (illâ) |
: ancak |
3. |
min |
: …’den |
4. |
ehli el kitâbi |
: kitap ehli |
5. |
(in) …illâ |
: ancak |
6. |
le yu’minenne |
: mutlaka îmân edecekler |
7. |
bi-hî |
: ona |
8. |
kable |
: önce |
9. |
mevti-hî |
: onun ölümü |
10. |
ve yevme el kıyâmeti |
: ve kıyâmet günü |
11. |
yekûnu |
: olacak |
12. |
aleyhim |
: onlara, onların üzerine |
13. |
şehîden |
: şahit |
١٦٠
فَبِظُلْمٍ مِنَ الَّذينَ هَادُوا حَرَّمْنَاعَلَيْهِمْ طَيِّبَاتٍ اُحِلَّتْ لَهُمْ وَبِصَدِّهِمْ عَنْ سَبيلِ اللّهِ كَثيرًا
(160) fe bi zulmim minellezine hadu harramna aleyhim tayyibatin ühillet lehüm ve bi saddihim an sebilillahi kesira
yahudilerin zulümleri sebebi ile onlara haram ettik kendilerine, temiz helal olan şeyleri çevirmeleri sebebi ile bir çok kişiyi Allah yolundan.
(160) For the iniquity of the Jews we made unlawful for them certain (foods) good and wholesome which had been lawful for them – in that they hindered many from Allah’s way-
1. |
fe |
: artık |
2. |
bi zulmin |
: zulümler sebebiyle |
3. |
min ellezîne |
: onlardan |
4. |
hâdû |
: yahudiler |
5. |
harremnâ |
: haram kıldık, yasakladık |
6. |
aleyhim |
: onlara |
7. |
tayyibâtin |
: temiz ve güzel olanlar |
8. |
uhıllet |
: helâl kılınmış olan |
9. |
lehum |
: onlara, kendilerine |
10. |
ve bi saddi-him |
: ve onları men etmeleri sebebiyle |
11. |
an sebîli |
: yoldan |
12. |
allâhi |
: Allah |
13. |
kesîran |
: çok , bir çok |
١٦١
وَاَخْذِهِمُ الرِّبوا وَقَدْ نُهُوا عَنْهُ وَاَكْلِهِمْ اَمْوَالَ النَّاسِ بِالْبَاطِلِ وَاَعْتَدْنَا لِلْكَافِرينَ مِنْهُمْ عَذَابًا اَليمًا
(161) ve ahzihimür riba ve kad nühu anhü ve eklihim emvalen nasi bil ba’til ve a’tedna lil kafirine minhüm azaben elima
faiz almaları kendilerine yasak edilmişken insanların mallarını yemeleri batıl yolda kâfirler için hazırladık acıklı bir azap
(161) That they took usury, though they were forbidden and that they devoured men’s substance wrongfully- We have prepared for those among them who reject Faith a grievous punishment.
1. |
ve ahzi-him |
: ve onların almaları |
2. |
er ribâ |
: riba, faiz |
3. |
ve kad |
: ve … olmuş |
4. |
nuhû |
: nehy edildiler, men edildiler |
5. |
an-hu |
: ondan |
6. |
ve ekli-him |
: ve onların yemeleri |
7. |
emvâle |
: mallar |
8. |
en nâsi |
: insanlar |
9. |
bi el bâtılı |
: batılla, haksızlıkla |
10. |
ve a’tednâ |
: ve biz hazırladık |
11. |
li el kâfirîne |
: kâfirler için, inkâr edenler için |
12. |
min-hum |
: onlardan |
13. |
azâben |
: azap |
14. |
elîmen |
: elim, acıklı |
١٦٢
لكِنِ الرَّاسِخُونَ فِى الْعِلْمِ مِنْهُمْ وَالْمُؤْمِنُونَ يُؤْمِنُونَ بِمَا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ وَالْمُقيمينَ الصَّلوةَ وَالْمُؤْتُونَ الزَّكوةَ وَالْمُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الْاخِرِ اُولءِكَ سَنُؤْتيهِمْ اَجْرًا عَظيمًا
(162) lakinir rasihune fil ilmi minhüm vel mü’minune yü’minune bi ma ünzile ileyke ve ma ünzile min kablike vel mükiymines salate vel mü’tunez zekate vel mü’minune billahi vel yevmil ahir ülaike se nü’tihim ecran aziyma
lâkin rusuh alimler onlardan ilimleri derinleşmiş mü’minler sana indirilene de iman ederler ve senden önce indirilene de namazı dosdoğru kılanlar zekatı verenler inananlar (yok mu?) Allah’a ve âhiret gününe işte bunlara vereceğiz çok büyük ecir
(162) But those among them who are well-grounded in knowledge, and the Believers, believe in what hath been revealed to thee and what was revealed before thee: and (especially) those who establish regular prayer and practise regular charity and believe in Allah and in the Last Day: to them shall We soon give a great reward.
1. |
lâkin |
: fakat |
2. |
er râsihûne |
: râsihunlar, bir konuda derinleşmiş olanlar |
3. |
fî el ilmi |
: ilimde |
4. |
min-hum |
: onlardan |
5. |
ve el mu’minûne |
: ve mü’minler, îmân edenler |
6. |
yu’minûne |
: îmân ederler |
7. |
bi mâ |
: şeye |
8. |
unzile |
: indirilen |
9. |
ileyke |
: sana |
10. |
ve mâ |
: ve şey |
11. |
unzile |
: indirildi |
12. |
min kabli-ke |
: senden önce |
13. |
ve el mukîmîne |
: ve ikame edenler, yerine getirenler |
14. |
es salâte |
: namaz |
15. |
ve el mu’tûne |
: ve verenler |
16. |
ez zekâte |
: zekât |
17. |
ve el mu’minûne |
: ve mü’minler, îmân edenler |
18. |
bi allâhi |
: Allah’a |
19. |
ve el yevmi el âhiri |
: ve son gün, kıyâmet günü |
20. |
ulâike |
: işte onlar |
21. |
se nu’tî-him |
: ileride, yakında onlara vereceğiz |
22. |
ecren |
: ecir, mükâfat |
23. |
azîmen |
: azim, büyük, çok büyük |
Sayfa:103
١٦٣
اِنَّا اَوْحَيْنَا اِلَيْكَ كَمَا اَوْحَيْنَا اِلى نُوحٍ وَالنَّبِيّنَ مِنْ بَعْدِه وَاَوْحَيْنَا اِلى اِبْرهيمَ وَاِسْمعيلَوَاِسْحقَ وَيَعْقُوبَ وَالْاَسْبَاطِ وَعيسى وَاَيُّوبَ وَيُونُسَ وَهرُونَ وَسُلَيْمنَ وَاتَيْنَا دَاوُدَ زَبُورًا
(163) inna evhayna ileyke kema evhayna ila nuhiv ven nebiyyine mim ba’dih ve evhayna ila ibrahime ve ismaiyle ve ishaka ve ya’kube vel esbati ve iysa ve eyyube ve yunüse ve harune ve süleyman ve ateyna davude zebura
biz sana da vahiy ettik vahiy ettiğimiz gibi nuh’a ve ondan sonra ki nebilere de biz vahiy ettik ibrahim’e ismail’e ishak’a yakub’a ve torunlarına isa’ya eyyûb’e yunus’a harun’a süleyman’a davud’a zebur’u verdik
(163) We have sent thee inspiration, as We sent it to Noah and the Messengers after him: We sent inspiration to Abraham, Isma`il, Isaac, Jacob and the Tribes, to Jesus, Job, Jonah, Aaron, and Solomon, and to David We gave the Psalms.
1. |
innâ |
: muhakkak |
2. |
evhaynâ |
: biz vahyettik |
3. |
ileyke |
: sana |
4. |
kemâ |
: gibi |
5. |
evhaynâ |
: biz vahyettik |
6. |
ilâ nûhin |
: Hz.Nuh’a |
7. |
ve en nebiyyîne |
: ve nebiler, peygamberler |
8. |
min ba’di-hî |
: ondan sonra |
9. |
ve evhaynâ |
: ve biz vahyettik |
10. |
ilâ ibrâhîme |
: Hz. İbrâhîm’e |
11. |
ve ismâîle |
: ve Hz. İsmail |
12. |
ve ishâka |
: ve Hz. İshak |
13. |
ve ya’kûbe |
: ve Hz. Yakub |
14. |
ve el esbâti |
: ve (oğullar), torunlar |
15. |
ve îsâ |
: ve Hz. İsa’ya |
16. |
ve eyyûbe |
: ve Hz. Eyyüb |
17. |
ve yûnuse |
: ve Hz. Yunus |
18. |
ve hârûne |
: ve Hz. Harun |
19. |
ve suleymâne |
: ve Hz. Süleyman |
20. |
ve âteynâ |
: ve biz verdik |
21. |
dâvûde |
: Hz. Davud |
22. |
zebûran |
: Zebur |
١٦٤
وَرُسُلًا قَدْ قَصَصْنَاهُمْ عَلَيْكَ مِنْ قَبْلُوَرُسُلًا لَمْ نَقْصُصْهُمْ عَلَيْكَوَكَلَّمَ اللّهُ مُوسى تَكْليمًا
(164) ve rusülen kad kasasna hüm aleyke min kablü ve rusülel lem naksushüm aleyk ve kellemellahü musa teklima
resullerin kıssalarını sana anlattıklarımız da var senden önceki, sana anlatmadığımız resuller de var Allah musa (ile) bizzat konuştu
(164) Of some messengers We have already told thee the story of others We have not – and to Moses Allah spoke direct-
1. |
ve rusulen |
: ve resûller |
2. |
kad |
: olmuştu |
3. |
kasasnâ-hum |
: onları kıssa ettik, anlattık |
4. |
aleyke |
: sana |
5. |
min kablu |
: önceden, daha önce |
6. |
ve rusulen |
: ve resûller |
7. |
lem naksus-hum |
: onları kıssa etmedik, anlatmadık |
8. |
aleyke |
: sana |
9. |
ve kelleme |
: ve konuştu |
10. |
allâhu |
: Allah |
11. |
mûsâ |
: Hz. Musa |
12. |
teklîmen |
: kelimelerle, konuşarak, hitap ederek |
١٦٥
رُسُلًا مُبَشِّرينَ وَمُنْذِرينَ لِءَلَّا يَكُونَ لِلنَّاسِ عَلَى اللّهِ حُجَّةٌ بَعْدَ الرُّسُلِ وَكَانَ اللّهُ عَزيزًا حَكيمًا
(165) rusülem mübeşşirine ve münzirine li ella yekune lin nasi alellahi huccetüm ba’der rusül ve kanellahü azizen hakima
resulleri müjdeleyici uyarıcı olarak (gönderdik) taki insanların kalmasın Allah’a karşı hüccet (getirecek bahaneleri) resullerden sonra Allah aziz, hikmet sahibidir
(165) Messengers who gave good news as well as warning, that mankind, after (the coming) of the messengers, should have no plea against Allah: for Allah is Exalted in Power, Wise.
1. |
rusulen |
: resûller, elçiler |
2. |
mubeşşirîne |
: müjdeleyiciler |
3. |
ve munzirîne |
: ve uyarıcılar |
4. |
li |
: için |
5. |
ellâ yekûne |
: olmaması |
6. |
li en nâsi |
: insanlar için, insanların |
7. |
alâ allâhi |
: Allah’a karşı |
8. |
huccetun |
: hüccet, delil, savunma bahanesi |
9. |
ba’de |
: sonra |
10. |
er rusuli |
: resûller |
11. |
ve kâne |
: ve oldu, …dır |
12. |
allâhu |
: Allah |
13. |
azîzen |
: aziz, yüce |
14. |
hakîmen |
: hüküm ve hikmet sahibi |
١٦٦
لكِنِ اللّهُ يَشْهَدُ بِمَا اَنْزَلَ اِلَيْكَ اَنْزَلَهُ بِعِلْمِه وَالْمَلءِكَةُ يَشْهَدُونَ وَكَفى بِاللّهِ شَهيدًا
(166) lakinillahü yeşhedü bi ma enzele ileyke enzelehu bi ilmih vel melaiketü yeşhedun ve kefa billahi şehida
lâkin Allah şahitlik ediyor sana indirildiğine o’nu kendi ilmi ile indirmiştir melekler(de) şahitlik eder Allah şahit olarak kâfidir
(166) But Allah beareth witness that what he hath sent unto thee he hath sent from his (own) knowledge, and the angels bear witness: but enough is Allah for a witness.
1. |
lâkin |
: lâkin, fakat, öyle ki |
2. |
allâhu |
: Allah |
3. |
yeşhedu |
: şahitlik eder |
4. |
bi mâ |
: şeye |
5. |
enzele |
: indirdi |
6. |
ileyke |
: sana |
7. |
enzele-hu |
: onu indirdi |
8. |
bi ılmi-hî |
: kendi ilmi ile |
9. |
ve el melâiketu |
: ve melekler |
10. |
yeşhedûne |
: şahitlik eder |
11. |
ve kefâ bi |
: ve kâfi, yeterli |
12. |
allâhi |
: Allah |
13. |
şehîden |
: şahit olarak |
١٦٧
اِنَّ الَّذينَ كَفَرُوا وَصَدُّوا عَنْسَبيلِ اللّهِ قَدْ ضَلُّوا ضَلَالًا بَعيدًا
(167) innellezine keferu ve saddu an sebilillahi kad dallu dalalem beiyda
şüphesiz küfredenler Allah yolundan saptıranlar çok uzak bir sapıklıkla sapmışlardır
(167) Those who reject Faith and keep off (men) from the way of Allah, have verily strayed far, far away from the path.
1. |
inne |
: muhakkak |
2. |
ellezîne |
: onlar, …olanlar |
3. |
keferû |
: inkâr ettiler |
4. |
ve saddû an |
: ve alıkoydular, engellediler, saptırdılar |
5. |
sebîli |
: yol |
6. |
allâhi |
: Allah |
7. |
kad |
: olmuştur |
8. |
dallû |
: saptılar |
9. |
dalâlen |
: dalâlet |
10. |
baîden |
: uzak |
١٦٨
اِنَّ الَّذينَ كَفَرُوا وَظَلَمُوا لَمْ يَكُنِاللّهُ لِيَغْفِرَ لَهُمْ وَلَا لِيَهْدِيَهُمْ طَريقًا
(168) innellezine keferu ve zalemu lem yekünillahü li yağfira lehüm ve la li yehdiyehüm tarika
şüphesiz o küfredenler ve zulüm edenler Allah onları mağfiret etmeyecek onları hidayet yoluna çıkarmayacak
(168) Those who reject Faith and do wrong, Allah will not forgive them nor guide them to any way
1. |
inne |
: muhakkkak |
2. |
ellezîne |
: onlar, olanlar |
3. |
keferû |
: inkâr ettiler, kâfir oldular, |
4. |
ve zalemû |
: ve zulmettiler, haksızlık ettiler |
5. |
lem yekun |
: olmaz, değil |
6. |
allâhu |
: Allah |
7. |
li yagfire |
: mağfiret edecek |
8. |
lehum |
: onları |
9. |
ve |
: ve |
10. |
lâ li yehdiye-hum |
: onları hidayet edecek değil |
11. |
tarîkan |
: tarik, yol |
١٦٩
اِلَّا طَريقَ جَهَنَّمَ خَالِدينَفيهَا اَبَدًا وَكَانَ ذلِكَ عَلَى اللّهِ يَسيرًا
(169) illa tarika cehenneme halidine fiha ebeda ve kane zalike alellahi yesira
ancak cehennem yolunda (kalacaklar) onlar orada ebedi olarak kalacaklar bu Allah’a pek kolaydır
(169) Except the way of Hell, to dwell therein forever. And this to Allah is easy.
1. |
illâ |
: ancak, sadece |
2. |
28/KASAS-50 |
: Fe in lem yestecîbû leke fa’lem ennemâ yettebiûne ehvâehum, ve men edallu mimmenittebea hevâhu bi gayri huden minallâh(minallâhi), innallâhe lâ yehdil kavmez zâlimîn(zâlimîne). |
3. |
tarîka |
: yol |
4. |
cehenneme |
: cehennem |
5. |
hâlidîne |
: kalacak olanlar |
6. |
fî-hâ |
: orada |
7. |
ebeden |
: ebediyyen |
8. |
ve kâne |
: ve oldu, idi, …dır |
9. |
zâlike |
: bu |
10. |
alâ allâhi |
: Allah’a, Allah için |
11. |
yesîren |
: kolay |
١٧٠
يَا اَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَاءَكُمُ الرَّسُولُ بِالْحَقِّ مِنْ رَبِّكُمْ فَامِنُوا خَيْرًا لَكُمْ وَاِنْ تَكْفُرُوا فَاِنَّ لِلّهِ مَا فِىالسَّموَاتِ وَالْاَرْضِ وَكَانَ اللّهُ عَليمًا حَكيمًا
(170) ya eyyühen nasü kad caekümür rasulü bil hakkı mir rabbiküm fe aminu hayran leküm ve in tekfüru fe inne lillahi ma fis semavati vel ard ve kanellahü alimen hakima
ey insanlar muhakkak resul size geldi Rabbinizden hak olarak hemen iman edin sizin için hayırlı olur eğer küfredecek olursanız şüphesiz Allah’ındır semalarda ve arzda ne varsa Allah bilen hikmet sahibidir
(170) O mankind! the Messenger hath come to you in truth from Allah: believe in him it is best for you. But if ye reject Faith, to Allah belong all things in the heavens and on earth: and Allah is All-Knowing, All-Wise.
1. |
yâ eyyuhâ |
: ey |
2. |
en nâsu |
: insanlar |
3. |
kad |
: olmuştur |
4. |
câe-kum |
: size geldi |
5. |
er resûlu |
: resûl |
6. |
bi el hakkı |
: hak ile |
7. |
min rabbi-kum |
: Rabbiniz’den |
8. |
fe |
: öyle ise |
9. |
âminû |
: îmân edin, ölmeden önce ruhunuzu Allah’a ulaştırmayı dileyin |
10. |
hayran |
: hayırlı |
11. |
lekum |
: sizin için |
12. |
ve in |
: ve eğer, şayet |
13. |
tekfurû |
: inkâr edersiniz |
14. |
fe |
: o taktirde, …olsa bile |
15. |
inne |
: muhakkak |
16. |
li allâhi |
: Allah için, Allah’ın |
17. |
mâ |
: şey, şeyler |
18. |
fî es semâvâti |
: semâlarda, göklerde |
19. |
ve el ardı |
: ve arz, yeryüzü, yer |
20. |
ve kâne |
: ve oldu, idi, …dır |
21. |
allâhu |
: Allah |
22. |
alîmen |
: alîm, en iyi bilen |
23. |
hakîmen |
: hakîm, hüküm ve hikmet sahibi |
Sayfa:104
١٧١
يَا اَهْلَ الْكِتَابِ لَا تَغْلُوا فى دينِكُمْ وَلَاتَقُولُوا عَلَى اللّهِاِلَّا الْحَقَّ اِنَّمَا الْمَسيحُ عيسَىابْنُ مَرْيَمَ رَسُولُ اللّهِ وَكَلِمَتُهُ اَلْقيهَا اِلى مَرْيَمَ وَرُوحٌ مِنْهُ فَامِنُوا بِاللّهِ وَرُسُلِه وَلَا تَقُولُوا ثَلثَةٌ اِنْتَهُوا خَيْرًا لَكُمْ اِنَّمَا اللّهُ اِلهٌ وَاحِدٌ سُبْحَانَهُ اَنْ يَكُونَ لَهُ وَلَدٌ لَهُ مَا فِى السَّموَاتِ وَمَا فِى الْاَرْضِ وَكَفى بِاللّهِ وَكيلًا
(171) ya ehlel kitabi la tağlu fi diniküm ve la tekulu alellahi illel hakk innemel mesihu iysebnü meryeme rasulüllahi ve kelimetüh elkaha ila meryeme ve ruhum minhü fe aminu billahi ve rusülih ve la tekulu selaseh intehu hayral leküm innemellahü ilahüv vahid sübhanehu ey yekune lehu veled lehu ma fis semavati ve ma fil ard ve kefa billahi vekila
ey ehli kitap dininizde taşkınlık yapmayın söylemeyin Allah’a karşı haktan başka (bir şey) sadece meryem oğlu mesih isa Allah’ın resulü ve onun bir kelimesidir meryem’e bırakılan (Allah’tan) o’ndan (gelen) bir ruhtur hemen iman edin Allah’a ve o’nun resulüne (ilah) üçtür demeyin ve vazgeçerseniz sizin için hayırlı olur ancak Allah tek bir ilahtır ve noksanlıktan münezzehtir, o’nun çocuğu olduğu söylenemez ne varsa o’nundur semalarda ve yerde vekil olarak Allah yeter
(171) O People of the Book! commit no excesses in your religion: nor say of Allah aught but the truth. Christ Jesus the son of Mary was (no more than) a Messenger of Allah, and His Word, which He bestowed on Mary and a Spirit proceeding from Him: so believe in Allah and His Messengers. Say not “Trinity”: desist: it will be better for you: for Allah is one God: glory be to him: (far exalted is He) above having a son. To him belong all things in the heavens and on earth. And enough is Allah as a Disposer of affairs.
1. |
yâ |
: ey |
2. |
ehle |
: sahip |
3. |
el kitâbi |
: Kitap |
4. |
lâ taglû |
: haddi aşmayın |
5. |
fî |
: hakkında, …’da |
6. |
dîni-kum |
: sizin dîniniz, dîniniz |
7. |
ve |
: ve |
8. |
lâ tekûlû |
: demeyin, söylemeyin |
9. |
alâ allâhi |
: Allah’a karşı |
10. |
illâ |
: …’den başka |
11. |
el hakka |
: hakk, gerçek, doğru olan |
12. |
innemâ |
: ancak, sadece |
13. |
el mesîhu |
: Mesih (Hz. İsa) |
14. |
îsâ ibnu meryeme |
: Meryem’in oğlu İsa |
15. |
resûlu |
: Resûl |
16. |
allâhi |
: Allah |
17. |
ve kelimetu-hu |
: ve onun kelimesi |
18. |
elkâ-hâ |
: ona ilka etti, gönderdi |
19. |
ilâ meryeme |
: Hz. Meryem’e |
20. |
ve rûhun |
: ve Ruh’tur |
21. |
min-hu |
: ondan, kendisinden |
22. |
fe |
: artık, öyleyse |
23. |
âminû |
: îmân edin |
24. |
bi allâhi |
: Allah’a |
25. |
ve rusuli-hî |
: ve onun resûlleri |
26. |
ve lâ tekûlû |
: ve demeyin, söylemeyin |
27. |
selâsetun |
: üçtür |
28. |
intehû |
: vazgeçin, sona erdirin |
29. |
hayran |
: hayırlı |
30. |
lekum |
: sizin için |
31. |
innemâ |
: ancak, sadece |
32. |
allâhu |
: Allah |
33. |
ilâhun |
: ilâh |
34. |
vâhidun |
: tek |
35. |
subhâne-hû |
: Onu tenzih edin |
36. |
en yekûne |
: olmak, olması |
37. |
lehu |
: onun |
38. |
veledun |
: çocuk |
39. |
lehu |
: onun |
40. |
mâ |
: şey, şeyler, olanlar |
41. |
fî es semâvâti |
: semâlarda, göklerde |
42. |
mâ |
: şey, şeyler, olanlar |
43. |
fî el ardı |
: arzda, yeryüzünde, yerde |
44. |
ve kefâ bi |
: ve kâfi, yeter |
45. |
allâhi |
: Allah |
46. |
vekîlen |
: vekil olarak |
١٧٢
لَنْ يَسْتَنْكِفَ الْمَسيحُ اَنْ يَكُونَ عَبْدًا لِلّهِ وَلَا الْمَلءِكَةُالْمُقَرَّبُونَ وَمَنْ يَسْتَنْكِفْ عَنْ عِبَادَتِه وَيَسْتَكْبِرْ فَسَيَحْشُرُهُمْ اِلَيْهِ جَميعًا
(172) ley yestenkifel mesihu ey yekune abdel lillahi ve lel melaiketül mükarrabun ve mey yestenkif an ibadetihi ve yestekbir fe seyahşüru hüm ileyhi cemia
mesih asla çekinmez Allah’a kulluk etmekten (Allah’a) yakın olan melekler(de) çekinmez kim çekinirse o’na kulluk etmekten ve büyüklenirse (bir araya) toplayacaktır huzuruna onların hepsini
(172) Christ disdaineth not to serve and worship Allah, nor do the angels, those nearest (to Allah): those who disdain his worship and are arrogant, he will gather them all together unto Himself to (answer).
1. |
len yestenkife |
: asla çekinnez |
2. |
el mesîhu |
: Mesih ( Hz.İsa) |
3. |
en yekûne |
: olmak |
4. |
abden |
: kul |
5. |
li allâhi |
: Allah’a |
6. |
ve lâ |
: ve olmaz |
7. |
el melâiketu |
: melekler |
8. |
el mukarrebûne |
: karip olanlar, yakın olanlar |
9. |
ve men |
: ve kim |
10. |
yestenkif |
: çekinir |
11. |
an ibâdeti-hî |
: ona kul olmaktan |
12. |
ve yestekbir |
: ve kibirlenir, büyüklenir |
13. |
fe |
: artık, öyle olsa bile , olsa da, elbette |
14. |
se- yahşuru-hum |
: onları haşr edecek, toplayacak |
15. |
ileyhi |
: ona, kendisine, kendi huzurunda |
16. |
cemîan |
: hepsi |
١٧٣
فَاَمَّا الَّذينَ امَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَيُوَفّيهِمْ اُجُورَهُمْ وَيَزيدُهُمْ مِنْ فَضْلِهوَاَمَّا الَّذينَاسْتَنْكَفُوا وَاسْتَكْبَرُوا فَيُعَذِّبُهُمْ عَذَابًااَليمًا وَلَايَجِدُونَ لَهُمْ مِنْ دُونِ اللّهِ وَلِيًّا وَلَانَصيرًا
(173) fe emmellezine amenu ve amilus salihati fe yüveffihim ücurahüm ve yezidühüm min fadlih ve emmellezines tebkefu vestekberu fe yüazzibühüm azaben elimev ve la yecidune lehüm min dunillahi veliyyev ve la nesiyra
amma o kimseler ki iman edip salih amel işlerlerse onlara ecirleri tamamen ödenecek onlara ziyadesi ile ihsan edecektir fazlı kereminden ama o kimseler ki (kulluktan) çekinir de büyüklenirlerse onlar azaplanacaklardır elim bir azap ile onlar bulamayacaklardır Allah’tan başka bir vekil (ne de) bir yardımcı
(173) But to those who believe and do deeds of righteousness, he will give their (due) rewards, and more, out of his Bounty: but those who are disdainful and arrogant, he will punish with a grievous penalty nor will they find, besides Allah, any to protect or help them.
1. |
fe |
: fakat |
2. |
emmâ |
: ama, …ise |
3. |
ellezîne |
: onlar, olanlar |
4. |
âmenû |
: îmân ettiler, âmenû oldular |
5. |
ve amilû es sâlihâti |
: ve ıslâh edici, nefsi tezkiye edici amel yaptılar |
6. |
fe |
: o taktirde, öyle ise |
7. |
yuveffî-him |
: onlara ödenir |
8. |
ucûre-hum |
: onların ecirleri, mükâfatları |
9. |
ve yezîdu-hum |
: ve onlara ziyade yapar, arttırır, daha çok verir |
10. |
min fadli-hî |
: kendi fazlından |
11. |
ve |
: ve |
12. |
emmâ |
: ama, …ise |
13. |
ellezîne |
: onlar, olanlar |
14. |
istenkefû |
: çekinirler, yapmak istemezler |
15. |
ve istekberû |
: ve kibirlenirler , büyüklenirler |
16. |
fe |
: o taktirde, öyle ise |
17. |
yuazzibu-hum |
: onlara azap edilir |
18. |
azâben |
: azap |
19. |
elîmen |
: elim, acı |
20. |
ve |
: ve |
21. |
lâ yecidûne |
: bulamazlar |
22. |
lehum |
: onlar için, kendileri için |
23. |
min dûni |
: …’den başka |
24. |
allâhi |
: Allah |
25. |
veliyyen |
: veli, dost |
26. |
ve lâ |
: ve olmaz |
27. |
nasîran |
: yardımcı |
١٧٤
يَااَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَاءَكُمْ بُرْهَانٌمِنْ رَبِّكُمْ وَاَنْزَلْنَا اِلَيْكُمْنُورًا مُبينًا
(174) ya eyyühen nasü kad caeküm bürhanüm mir rabbiküm ve enzelna ileyküm nuram mübina
ey insanlar sizlere geldi Rabbinizden bir burhan size indirdik apaçık bir nur
(174) O mankind verily there hath come to you a convincing proof from your Lord: for we have sent unto you a light (that is) manifest.
1. |
yâ eyyuhâ |
: ey |
2. |
en nâsû |
: insanlar |
3. |
kad |
: olmuştu |
4. |
câe-kum |
: size geldi |
5. |
burhânun |
: kesin delil |
6. |
min rabbi-kum |
: Rabbiniz’den |
7. |
ve enzelnâ |
: ve biz indirdik |
8. |
ileykum |
: size |
9. |
nûren |
: bir nur |
10. |
mubînen |
: açık, apaçık |
١٧٥
فَاَمَّا الَّذينَ امَنُوا بِاللّهِ وَاعْتَصَمُوابِه فَسَيُدْخِلُهُمْ فى رَحْمَةٍ مِنْهُ وَفَضْلٍ وَيَهْديهِمْ اِلَيْهِ صِرَاطًا مُسْتَقيمًا
(175) fe emmellezine amenu billahi va’tesamu bihi fe seyüdhilühüm fi rahmetim minhü ve fadliv ve yehdihim ileyhi sıratam müstekıma
amma o kimseler ki Allah’a iman edip, o’na sarılanlar onları rahmetine koyacak kendi fazlı kereminden ve onları hidayete eriştirecek, o’nu en doğru yola (iletecek)
(175) Then those who believe in Allah, and hold fast to him, soon will he admit them to mercy and Grace from Himself, and guide them to Himself by a straight way.
1. |
fe |
: böylece, artık |
2. |
emmâ |
: ama, ise |
3. |
ellezîne |
: onlar, olanlar |
4. |
âmenû |
: îmân ettiler, âmenû oldular |
5. |
bi allâhi |
: Allah’a |
6. |
ve i’tesamû |
: ve sarıldılar |
7. |
bi-hî |
: ona |
8. |
fe |
: o taktirde, öyle ise |
9. |
se- yudhılu-hum |
: onları dahil edecek, koyacak |
10. |
fî rahmetin |
: rahmetin içine |
11. |
min-hu |
: ondan, kendinden |
12. |
ve fadlın |
: ve faz?l |
13. |
ve yehdî-him |
: ve onları hidayet edecek, ulaştıracak |
14. |
ileyhi |
: ona, kendisine |
15. |
sırâtan mustekîmen |
: Sıratı Mustakîm, Allah’a ulaştıran yol |
Sayfa:105
١٧٦
يَسْتَفْتُونَكَ قُلِ اللّهُ يُفْتيكُمْ فِى الْكَلَالَةِ اِنِ امْرُؤٌا هَلَكَ لَيْسَ لَهُ وَلَدٌ وَلَهُ اُخْتٌ فَلَهَا نِصْفُ مَاتَرَكَ وَهُوَ يَرِثُهَا اِنْ لَمْ يَكُنْ لَهَا وَلَدٌ فَاِنْكَانَتَا اثْنَتَيْنِفَلَهُمَا الثُّلُثَانِ مِمَّا تَرَكَ وَاِنْ كَانُوا اِخْوَةً رِجَالًا وَنِسَاءً فَلِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ الْاُنْثَيَيْنِ يُبَيِّنُ اللّهُ لَكُمْ اَنْ تَضِلُّوا وَاللّهُ بِكُلِّ شَىْءٍ عَليمٌ
(176) yesteftunek kulillahü yüftiküm fil kelaleh inimruün heleke leyse lehu veledüv ve lehu uhtün fe leha nisfü ma terak ve hüve yerisüha il lem yekül leha veled fe in kanetesneteyni fe lehümes sülüsani mimma terak ve in kanu ihveter ricalev ve nisaen fe lizzekeri mislü hazzil ünseyeyn yübeyyinüllahü leküm en tedillu vallahü bi külli şey’in alim
senden fetva istiyorlar de ki Allah size fetva veriyor çocuğu olmayanlar hakkında eğer bir kimse ölür çocuğu bulunmazsa yalnız kız kardeşi kalırsa terekenin yarısı onundur erkek kardeşi (varsa) kadının mirasının tamamı eğer ölen kadının çocuğu yoksa (ölenin) iki kız kardeşi bulunursa ikisine terekenin üçte ikisi verilir eğer mirasçılar olurlarsa erkek ve kız erkek mirasçı için iki kadın payı kadar (verilir) Allah size açıklıyor şaşırırsınız diye Allah her şeyi bilendir
(176) They ask thee for a legal decision. Say: Allah directs (thus) about those who leave no descendants or ascendants as heirs. If it is a man that dies, leaving a sister but no child, she shall have half the inheritance: if (such a deceased was) a woman, who left no child, her brother takes her inheritance: if there are two sisters, they shall have two thirds of the inheritance (between them): if there are brothers and sisters, (they share), the male having twice the share of the female. Thus doth Allah make clear to you (his law), lest ye err. And Allah hath knowledge of all things.
1. |
yesteftûne-ke |
: senden fetva istiyorlar, soruyorlar |
2. |
kul |
: de, söyle |
3. |
allâhu |
: Allah |
4. |
yuftî-kum |
: size fetva veriyor, hükmünü bildiriyor |
5. |
fî el kelâleti |
: babası ve çocuğu olmayan kimse hakkında |
6. |
in imruun |
: eğer kişi erkek ise |
7. |
heleke |
: helak oldu, öldü |
8. |
leyse |
: olmadı, yok |
9. |
lehû |
: onun (erkeğin) |
10. |
veledun |
: çocuk |
11. |
ve lehû |
: ve onun (erkeğin) var |
12. |
uhtun |
: kızkardeşi |
13. |
fe lehâ |
: o taktirde onundur (kadının) |
14. |
nısfu |
: yarısı |
15. |
mâ |
: şey |
16. |
terake |
: terketti, bıraktı |
17. |
ve huve |
: ve o (erkek) |
18. |
yerisu-hâ |
: ona (kadına) varis olur |
19. |
in |
: eğer, şayet |
20. |
lem yekun |
: olmamış, yok |
21. |
lehâ |
: onun (kadının) |
22. |
veledun |
: çocuk |
23. |
fe |
: fakat |
24. |
in kânete |
: eğer iki (kadın) olursa |
25. |
isneteyni |
: iki (kadın) |
26. |
fe |
: o taktirde, o zaman |
27. |
lehumâ |
: o ikisinindir (iki kadının) |
28. |
es sulusâni |
: üçte ikisi |
29. |
mimmâ (min mâ) |
: şeyden |
30. |
terake |
: bıraktığı |
31. |
ve in |
: ve eğer … ise |
32. |
kânû |
: oldular |
33. |
ıhveten |
: kardeş |
34. |
ricâlen |
: erkek |
35. |
ve nisâen |
: ve kadın |
36. |
fe |
: o taktirde, o zaman |
37. |
li ez zekeri |
: erkeğindir |
38. |
mislu |
: misli, kadar |
39. |
hazzı |
: pay |
40. |
el unseyeyni |
: iki kadın |
41. |
yubeyyinu |
: açıklıyor, beyan ediyor |
42. |
allâhu |
: Allah |
43. |
lekum |
: size |
44. |
en tadıllû |
: sapmanız, şaşırmanız (şaşırırsınız diye) |
45. |
vallâhu |
: ve Allah |
46. |
bi kulli şey’in |
: her şeyi |
47. |
alîmun |
: en iyi bilen |
5-MAİDE
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحيمِ
١
يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا اَوْفُوا بِالْعُقُودِ اُحِلَّتْ لَكُمْبَهيمَةُ الْاَنْعَامِاِلَّا مَا يُتْلى عَلَيْكُمْ غَيْرَ مُحِلِّى الصَّيْدِ وَاَنْتُمْ حُرُمٌ اِنَّ اللّهَ يَحْكُمُ مَا يُريدُ
(1) ya eyyühellezine amenu evfu bil ukud ühillet leküm behimetül en’ami illa ma yütla aleyküm ğayra mühillis saydi ve entüm hurum innellahe yahkümü ma yürid
Ey iman edenler akitlerinizi yerine getirin sizin için helal kılındı. Dört ayaklı hayvanlar ancak size okunanlar helal saymamak şartı ile, av eti siz ihramda iken (geri kalanlara helal kılındı) şüphesiz Allah dilediği şeye hükmeder
(1) O ye who believe fulfil (all) obligations, Lawful unto you (for food) are all four footed animals, with the exceptions named: ye are in the sacred precincts or in pilgrim garb: but animals of the chase are forbidden while for Allah doth command, according to His Will and Plan.
1. |
yâ eyyuhâ |
: ey! |
2. |
ellezîne âmenû |
: yaşarken Allah’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler |
3. |
evfû |
: ifâ edin, yerine getirin |
4. |
bi el ukûdi |
: akitleri, anlaşmaları |
5. |
uhıllet |
: helal kılındı |
6. |
lekum |
: size, sizin için |
7. |
behîmetu |
: dört ayaklı hayvanlar |
8. |
el en’âmi |
: deve, sığır veya davar gibi hayvanlar |
9. |
illâ mâ yutlâ |
: okunacak şeyler hariç |
10. |
aleykum |
: size |
11. |
gayre |
: dışında, başka, diğer |
12. |
muhilli es saydi |
: helal kılınan av, avlama |
13. |
ve entum |
: ve, siz |
14. |
hurumun |
: hac veya umre için ihramlı olmak |
15. |
inne allâhe |
: muhakkak ki Allah |
16. |
yahkumu |
: hükmeder, hüküm verir |
17. |
mâ yurîdu |
: ne dilerse, dilediği şey |
٢
يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا لَا تُحِلُّوا شَعَاءِرَ اللّهِوَلَاالشَّهْرَ الْحَرَامَ وَلَا الْهَدْىَ وَلَا الْقَلَاءِدَ وَلَا امّينَ الْبَيْتَ الْحَرَامَ يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِنْ رَبِّهِمْ وَرِضْوَانًا وَاِذَا حَلَلْتُمْفَاصْطَادُوا وَلَا يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَانُ قَوْمٍ اَنْ صَدُّوكُمْ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اَنْ تَعْتَدُوا وَتَعَاوَنُوا عَلَى الْبِرِّ وَالتَّقْوى وَلَا تَعَاوَنُوا عَلَى الْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَاتَّقُوا اللّهَ اِنَّ اللّهَ شَديدُ الْعِقَابِ
(2) ya eyyühellezine amenu lâ tuhıllû şeairallahi ve leş şehral harame ve lel hedye ve lel kalaide ve la amminel beytel harame yebteğune fadlem mir rabbihim ve ridvana ve iza haleltüm fastadu ve la yecrimenneküm şeneanü kavmin en sadduküm anil mescidil harami en ta’tedu ve teavenu alel birri vet takva ve la teavenu alel ismi vel udvani vettekullah innellahe şedidül ikab
ey iman edenler hürmetsizlik etmeyin Allah’ın hacc alametlerine ve haram aya kurbanlık hediyelerle ve gerdanlıklı develerle beyt-i haram-a emniyet için gelenlere Rablerinden fazlı ihsan arayanlara ve onun rızasını talep edenlere ihramdan çıktığınız zaman avlanabilirsiniz? size cürüm işletmesin kendilerine kin beslediğiniz kavim sizleri men ettiler diye mescid-i haram’dan sizi tecavüze sevk etmesin birbirinizle yardımlaşın iyilik ve takva hususunda ve yardımlaşmayın günah ve düşmanlık etmek için Allah’tan sakının Allah’ın azabı çok şiddetlidir
(2) O ye who believe violate not the sanctity of the symbols of Allah, nor of the sacred month, nor of the animals brought for sacrifice, nor the garlands that mark out such animals, nor the people resorting to the sacred house, and good pleasure of their Lord. seeking of the Bounty and of pilgrim garb, But when ye are clear of the sacred precincts ye may hunt and let not the hatred of some people on (once) shutting you out of the sacred mosque lead you to transgression (and hostility on your part). Help ye one another in righteousness and piety, but help ye not one another in sin and rancour: fear Allah: for Allah is strict in punishment.
1. |
yâ eyyuhâ |
: ey! |
2. |
ellezîne âmenû |
: yaşarken Allah’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler |
3. |
lâ tuhıllû |
: size helâl kılınmadı, helal saymayın, (saygısızlık yapmayın) |
4. |
şeâire allâhi |
: Allah’ın şeriatları, şartları, hükümleri |
5. |
ve lâ |
: ve değil, olmaz, olmamak, yapmamak |
6. |
eş şehre el harâme |
: haram ay,hürmet edilen,yasak edilen ay |
7. |
ve lâ |
: ve değil, olmaz, olmamak, yapmamak |
8. |
el hedye |
: kurbanlık hayvanlar |
9. |
ve lâ |
: ve değil, olmaz, olmamak, yapmamak |
10. |
el kalâide |
: boyunları bağlı kurbanlık develer |
11. |
ve lâ |
: ve değil, olmaz, olmamak, yapmamak |
12. |
âmmîne |
: eminliğine, güvenliğine, güvenirliğine |
13. |
el beyte el harâme |
: hürmet edilen ev, yasakların uygulandığı ev (Beyt el Harâm, Kâbe) |
14. |
yebtegûne |
: isterler |
15. |
fadlan |
: fazıl |
16. |
min rabbi-him |
: Rabb’lerinden |
17. |
ve rıdvânen |
: ve rıza |
18. |
ve izâ |
: ve o zaman, …olduğu zaman |
19. |
haleltum |
: ihramdan çıktınız |
20. |
fastâdû (fe istâdû) |
: artık avlanın |
21. |
ve lâ yecrîmenne-kum |
: ve sakın size curum yaptırmasın, sakın sizi suça sevk etmesin |
22. |
şeneânu |
: kin |
23. |
kavmin |
: bir kavim, topluluk |
24. |
en saddû-kum |
: sizi alıkoymaları |
25. |
an(i) el mescidi el harâmi |
: Mescidi Haram’dan |
26. |
en ta’tedû |
: zulmetmenize, haddi aşmanıza, hakka tecavüz etmenize |
27. |
ve teâvenû |
: ve yardımlaşın |
28. |
alâ el birri |
: birr üzerine, iyilik üzerine |
29. |
ve et takvâ |
: ve takva |
30. |
ve lâ teâvenû |
: ve yardımlaşmayın |
31. |
alâ el ismi |
: günah üzerine |
32. |
ve el udvâni |
: ve düşmanlık |
33. |
ve ittekû allâhe |
: ve Allah’a (c.c.) karşı takvâ sahibi olun |
34. |
inne allâhe |
: muhakkak ki Allah (c.c.) |
35. |
şedîdu el ıkâbi |
: azabı şiddetli |
Sayfa:106
٣
حُرِّمَتْ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةُ وَالدَّمُوَلَحْمُ الْخِنْزيرِ وَمَا اُهِلَّ لِغَيْرِ اللّهِ بِه وَالْمُنْخَنِقَةُ وَالْمَوْقُوذَةُ وَالْمُتَرَدِّيَةُ وَالنَّطيحَةُ وَمَا اَكَلَ السَّبُعُ اِلَّا مَاذَكَّيْتُمْ وَمَا ذُبِحَ عَلَى النُّصُبِ وَاَنْ تَسْتَقْسِمُوا بِالْاَزْلَامِ ذلِكُمْ فِسْقٌ اَلْيَوْمَ يَءِسَ الَّذينَ كَفَرُوا مِنْ دينِكُمْ فَلَا تَخْشَوْهُمْ وَاخْشَوْنِاَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ دينَكُمْ وَاَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتى وَرَضيتُ لَكُمُ الْاِسْلَامَ دينًا فَمَنِ اضْطُرَّ فى مَخْمَصَةٍ غَيْرَ مُتَجَانِفٍ لِاِثْمٍ فَاِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَحيمٌ
(3) hurrimet aleykümül meytetü ved demü ve lahmül hinziri ve ma ühille li ğayrillahi bihi vel münhanikatü vel mevkuzetü vel müteraddiyetü ven netiyhatü ve ma ekeles sebüu illa ma zekkeytüm ve ma zübiha alen nüsubi ve en testaksimu bil ezlam zaliküm fisk elyevme yeissel lezine keferu min diniküm fe la tahşevhüm vahşevn elyevme ekmeltü leküm dineküm ve etmentü aleyküm ni’meti ve radiytü lekümül islame dina fe menidturra fi mahmesatin ğayra mütecanifil li ismin fe innellahe ğafurur rahiym
size haram kılındı ölü hayvan akan kan domuz eti Allah’tan başkası için kesilen kurbanlık boğularak, çarpma ve darbe ile yuvarlanarak düşerek boynuzlanarak ve yırtıcı hayvanın yeyip (parçaladığı) ancak ölmeden yetişip kesmiş olasınız dikili taşlar üzerinde boğazlanan hayvan fal okları atmakla kısmet aramanız (haram) bunların (yapılması) fasıklıktır bugün ümitlerini kestiler kâfirler dininizin (hakim olmasını engellemekten) artık onlardan korkmayın benden korkun bugün kemale erdirdim sizin için dininizi ve tamamladım üzerinizde ki nimetimi sizin için razı oldum islam dininden kim ki şiddetli açlık haline maruz kalırsagünaha meyletmeksizin (yiyebilir) şüphesiz Allahbağışlayıcı, merhamet sahibidir
(3) Forbidden to you (your food) are: dead meat, blood, the flesh of swine, and that on wish hath been invoked the name of other than Allah that which hath been killed by strangling, or by a violent blow, or by a headlong fall, or by being gored to death than which hath been (partly) eaten by a wild animal unless ye are able to slaughter it (in due form) that which is sacrificed on stone (altars) (forbidden) also is the division (of meat) by raffling with arrows: that is impiety. This day have those who reject Faith given up all hope of your religion: yet fear them not but fear me. This day have I perfected your religion for you, completed my favour upon you, and have chosen for you Islam as your religion. But if any is forced by hunger, with no inclination transgression, Allah is indeed Oft-Forgiving, Most Merciful.
1. |
hurrimet |
: haram kılındı |
2. |
aleykum(u) |
: sizin üzerinize, size |
3. |
el meytetu |
: ölü, kesilmeksizin ölen hayvan |
4. |
ve ed demu |
: ve kan |
5. |
ve lahmu el hınzîri |
: ve domuz eti |
6. |
ve mâ uhılle |
: ve boğazlanan, kesilen |
7. |
li gayri Allâhi |
: Allah’tan başkası için |
8. |
bi hî |
: onun ile, ona |
9. |
ve el munhanikatu |
: ve boğmak suretiyle öldürülen veya boğularak ölen hayvan |
10. |
ve el mevkûzetu |
: ve şiddetli bir darbeden dolayı (kesilmeksizin) ölen hayvan |
11. |
ve el mutereddiyetu |
: ve yüksek bir yerden düşerek ölmüş hayvan |
12. |
ve en natîhatu |
: ve boynuz darbesiyle ölmüş hayvan |
13. |
ve mâ |
: ve şey |
14. |
ekele es sebuu |
: yırtıcı hayvan tarafından yenen (yırtıcı hayvanın parçalayıp öldürdüğü) |
15. |
illâ mâ zekkeytum |
: ancak (yetişip) kesmeniz hariç |
16. |
ve mâ zubiha |
: ve kesilen, boğazlanan şey |
17. |
alâ en nusubi |
: put üzerine, putlara |
18. |
ve en testaksimû |
: ve kısmet, şans aramanız |
19. |
bi el ezlâmi |
: fal okları ile |
20. |
zâlikum |
: İşte bunlar |
21. |
fiskun |
: fısk’dır. |
22. |
el yevme |
: bu gün |
23. |
yeise |
: yeise kapılır |
24. |
ellezîne keferû |
: inkâr edenler, kâfirler |
25. |
min dîni-kum |
: sizin dininizden |
26. |
fe lâ tahşev-hum |
: artık onlardan korkmayın |
27. |
vahşev-ni |
: ve benden korkun, sakının |
28. |
el yevme |
: bugün |
29. |
ekmeltu lekum |
: size ikmal ettim, tamamladım |
30. |
dîne-kum |
: sizin dininiz |
31. |
ve etmemtu |
: ve tamamladım |
32. |
aleykum ni’metî |
: sizin üzerinize nimetimi |
33. |
ve radîtu lekum(u) |
: ve sizden razı oldum |
34. |
islâme dînen |
: din olarak islâm |
35. |
fe men(i) idturra |
: artık kim darda kalırsa |
36. |
fî mahmasatin |
: açlık hususunda |
37. |
gayra mutecânifin |
: meyledici olmadan, meyletmeden |
38. |
li ismin |
: günaha |
39. |
fe inne Allâhe |
: artık muhakkak ki Allah (c.c.) |
40. |
gafûrun |
: Gafûr, mağrifet eden, günahları sevaba çeviren |
41. |
rahîmun |
: Rahîm, rahmet eden, rahmet nuru gönderen |
٤
يَسَلُونَكَ مَاذَا اُحِلَّ لَهُمْ قُلْ اُحِلَّلَكُمُ الطَّيِّبَاتُ وَمَا عَلَّمْتُمْ مِنَ الْجَوَارِحِ مُكَلِّبينَ تُعَلِّمُونَهُنَّمِمَّا عَلَّمَكُمُ اللّهُ فَكُلُوا مِمَّا اَمْسَكْنَ عَلَيْكُمْوَاذْكُرُوااسْمَ اللّهِ عَلَيْهِ وَاتَّقُوااللّهَ اِنَّ اللّهَ سَريعُ الْحِسَابِ
(4) yes’eluneke maza ühille lehüm kul ühille lekümüt tayyibatü ve ma alemtüm minel cevarihi mükellibine tüallimunehünne mimma allemekümüllah fe külu mimma emsekne aleyküm vezkürüsmellahi aleyhi vettekullah innellahe seriul hisab
sana soruyorlar kendilerine neyin helal olduğunu de ki helal kılındı size bütün pak temiz olanlar öğrettiğiniz hayvanlardan avlanmayı terbiye edilmiş av yakalayan onlara öğreterek Allah’ın size öğrettiklerinden avlardan yeyin size tutup getirdikleri ve üzerlerine Allah’ın isimlerini anarak kesiniz Allah’tan sakının şüphesiz Allah’ın hesaba çekişi çok süratlidir
(4) They ask thee what is lawful to them (as food). Say: lawful unto you are (all) things good and pure: and what ye have thought your trained hunting animals (to catch) in the manner directed to you by Allah: eat what they catch for you, but pronounce the name of Allah over it: and fear Allah for Allah is swift in taking account.
1. |
yes’elûne-ke |
: sana soruyorlar |
2. |
mâ zâ uhılle lehum |
: onlara, (kendilerine) nelerin helal kılındığı |
3. |
kul |
: de, söyle |
4. |
uhılle lekum(u) |
: sizin için, size helal kılındı |
5. |
et tayyibâtu |
: temiz olanlar, helal olanlar |
6. |
ve mâ allemtum |
: ve öğrettiğiniz şey |
7. |
min el cevârihı |
: av avlamak için yetiştirilen yırtıcı hayvanlardan |
8. |
mukellibîne |
: “avcı hayvan” (avcı köpek) yetiştirenler |
9. |
tuallimûnehunne |
: onlara öğrettiniz (yetiştirdiniz) |
10. |
mimmâ (min mâ) alleme-kum(u) |
: size öğrettiği şeyden |
11. |
Allâhu |
: Allah (c.c.) |
12. |
fe kulû |
: o halde, artık yiyin |
13. |
mimmâ (min mâ) emsekne |
: tutuğu şeylerden |
14. |
aleykum |
: size, sizin için |
15. |
ve uzkurû |
: ve zikredin, anın |
16. |
isme Allâhi |
: Allah’ın (c.c.) ismini |
17. |
aleyhi |
: onun üzerine |
18. |
ve ittekû allâhe |
: ve Allah’a (c.c.) karşı takva sahibi olun |
19. |
inne Allâhe |
: muhakkak ki Allah (c.c.) |
20. |
serî’u el hısâbi |
: hesabı çabuk gören |
٥
اَلْيَوْمَ اُحِلَّ لَكُمُ الطَّيِّبَاتُ وَطَعَامُ الَّذينَ اُوتُوا الْكِتَابَ حِلٌّ لَكُمْ وَطَعَامُكُمْ حِلٌّ لَهُمْوَالْمُحْصَنَاتُ مِنَ الْمُؤْمِنَاتِ وَالْمُحْصَنَاتُ مِنَ الَّذينَ اُوتُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ اِذَا اتَيْتُمُوهُنَّ اُجُورَهُنَّ مُحْصِنينَ غَيْرَ مُسَافِحينَ وَلَامُتَّخِذى اَخْدَانٍ وَمَنْ يَكْفُرْ بِالْايمَانِ فَقَدْ حَبِطَ عَمَلُهُ وَهُوَ فِى الْاخِرَةِ مِنَ الْخَاسِرينَ
(5) elyevme ühille lekümüt tayyibat ve taamüllezine utül kitabe hillül leküm ve taamüküm hillül lehüm vel muhsanatü minel mü’minati vel muhsanatü minellezine utül kitabe min kabliküm iza ateytümuhünne ücurahünne muhsinine ğayra müsafihiyne ve la müttehizi ahdan ve mey yekfür bil imani fe kad habita amelühu ve hüve fil ahirati minel hasirin
bugün helal kılındı size temiz (nimetler) kitap verilenlerin yemeği size helal olduğu (gibi) sizin yemeğinizde onlara helal kılındı namuslu hür mü’min kadınlarla iffetli kadınlar (helal kılındı) sizden evvel kitap verilenlerden onlara mehirlerini verdiğiniz taktirde iffetlerini muhafaza ederek onlara zinada bulunmaksızın gizli dostlar tutmaksızın (nikahladığınız helaldir) her kim imanı inkar ederse muhakkak onun bütün ameli boşa gitmiştir o âhirette de hüsrana uğrayanlardandır
(5) This day are (all) things good and pure made lawful unto you. The food of the People of the Book is lawful unto you and yours is lawful unto them. (lawful) unto in marriage) are (not only) chaste women who are Believers, but chaste women among the People of the Book, revealed before your time, when you give them their due dowers, and desire chastity, not lewdness, nor secret intrigues. If any one rejects Faith, fruitless is his work, and in the Hereafter he will be in the ranks of those who have lost (all spiritual good).
1. |
el yevme |
: bugün |
2. |
uhılle |
: helal kılındı |
3. |
lekum(u) |
: sizin için, size |
4. |
et tayyibâtu |
: güzel ve helâl olanlar |
5. |
ve taâmu |
: ve yemek |
6. |
ellezîne |
: o kimseler, onlar |
7. |
utû el kitâbe |
: kitab verildiler |
8. |
hıllun lekum |
: sizin için, size helal |
9. |
ve taâmu-kum |
: ve sizin yemeğiniz |
10. |
hıllun lehum |
: onlara helâl |
11. |
ve el muhsanâtu |
: ve iffetli – namuslu kadınlar |
12. |
min el mu’minâti |
: mü’min kadınlardan |
13. |
ve el muhsanâtu |
: ve iffetli , namuslu kadınlar |
14. |
min ellezîne |
: o kimselerden, onlardan |
15. |
ûtû el kitâbe |
: kitab verildiler |
16. |
min kabli-kum |
: sizden önce |
17. |
izâ âteytumû-hunne |
: onlara verdiğiniz zaman |
18. |
ucûre-hunne |
: onların mehirlerini |
19. |
muhsınîne |
: muhsinler, iffetli olanlar |
20. |
gayra musâfihîne |
: zinâ yapmaksızın |
21. |
ve lâ muttehızî |
: ve edinmeyenler |
22. |
ehdânin |
: gizli dostlar |
23. |
ve men yekfur |
: ve kim inkar eder |
24. |
bi el îmâni |
: imanı |
25. |
fe kad habita |
: artık boşa gitmiştir |
26. |
amelu-hu |
: onun ameli |
27. |
ve huve |
: ve o |
28. |
fî el âhıreti |
: ahirette |
29. |
min el hâsirîne |
: hüsranda olanlardan, hüsrana uğrayanlardan |
Sayfa:107
٦
يَااَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا اِذَا قُمْتُمْ اِلَى الصَّلوةِ فَاغْسِلُوا وُجُوهَكُمْ وَاَيْدِيَكُمْ اِلَى الْمَرَافِقِ وَامْسَحُوا بِرُؤُسِكُمْ وَاَرْجُلَكُمْ اِلَى الْكَعْبَيْنِ وَاِنْ كُنْتُمْ جُنُبًا فَاطَّهَّرُواوَاِنْ كُنْتُمْ مَرْضى اَوْ عَلىسَفَرٍ اَوْجَاءَ اَحَدٌ مِنْكُمْ مِنَ الْغَاءِطِ اَوْ لمَسْتُمُ النِّسَاءَ فَلَمْ تَجِدُوا مَاءً فَتَيَمَّمُوا صَعيدًا طَيِّبًا فَامْسَحُوا بِوُجُوهِكُمْ وَاَيْديكُمْ مِنْهُ مَا يُريدُ اللّهُ لِيَجْعَلَ عَلَيْكُمْمِنْ حَرَجٍ وَلكِنْ يُريدُ لِيُطَهِّرَكُمْ وَلِيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
(6) ya eyyühellezine amenu iza kumtüm iles salati fağsilu vücuheküm ve eydiyeküm ilel merafikı vemsehu bi ruusiküm ve ercüleküm ilel ka’beyn ve in küntüm cünüben fettahheru ve in küntüm merda ev ala seferin ev cae ehadüm minküm minel ğaiti ev lamestümün nisae fe lem tecidu maen fe teyemmemu saiydan tayyiben femsehu bi vücuhiküm ve eydiküm minh ma yüridüllahü li yec’ale aleyküm min haraciv ve lakiy yüridü li yütahhiraküm ve li yütimme ni’metehu aleyküm lealleküm teşkürun
ey iman edenler namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi yıkayınız dirseklerinize kadar ellerinizi başınıza mesh edin ve ayaklarınızı topuklarınıza kadar (yıkayın) eğer cünüpseniz (gusül ile) temizlenin eğer hasta veya yolcu iseniz veya sizden biriniz gelmiş ayak yolundan (ise) veya kadınlara dokunmuş (iseniz) su (da) bulamazsanız temiz toprak (ile) teyemmüm edin yüzlerinize sürün o topraktan ellerinize (dirseklere kadar) Allah istemez size hiçbir güçlük çıkarmak lâkin sizi iyice temizlemek (ister) tamamlamak (ister) üzerinizde ki nimetini ta ki şükredesiniz
(6) O Ye who believe when ye prepare for prayer, wash your faces, and your hands (and arms) to the elbows rub your heads (with water) and (wash) your feet to the ankles. If ye are in a state of ceremonial impurity, bath your whole body. But if ye are ill, or on a journey, or one of you cometh from offices of nature, or ye have been in contact with women, and ye find no water, then take for yourselves clean sands or earth, and rub therewith your faces and hands. Allah doth not wish to place you in a difficulty, but to make you clean, and to complete his favour to you, that ye may be grateful.
1. |
yâ eyyuhâ |
: ey! |
2. |
ellezîne âmenû |
: yaşarken Allah’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler |
3. |
izâ kumtum |
: kalktığınız zaman |
4. |
ilâ es salâti |
: namaza |
5. |
fe igsilû |
: o zaman , o taktirde yıkayın! |
6. |
vucûhe-kum |
: yüzleriniz |
7. |
ve eydiye-kum |
: ve elleriniz |
8. |
ilâ el merâfikı |
: dirseklere kadar |
9. |
ve imsehû |
: ve mesh edin! |
10. |
bi ruûsi-kum |
: başlarınızı |
11. |
ve ercule-kum |
: ve ayaklarınızı |
12. |
ilâ el ka’beyni |
: topuk kemiklerine kadar (iki topuk kemiğine kadar) |
13. |
ve in kuntum |
: ve eğer siz … iseniz |
14. |
cunuben |
: cunup |
15. |
fe ittahherû |
: o zaman, o taktirde iyice temizlenin! (gusul abdesti alın!) |
16. |
ve in kuntum |
: ve eğer siz … iseniz |
17. |
mardâ |
: hasta |
18. |
ev alâ seferin |
: veya yolculuk üzere, yolculukta |
19. |
ev câe ehadun |
: veya birisi geldi |
20. |
min-kum |
: sizden |
21. |
min el gâitı |
: tuvaletten |
22. |
ev lâmestum |
: veya yaklaştınız, dokundunuz |
23. |
en nisâe |
: kadınlar |
24. |
fe lem tecidû |
: artık bulamazsanız |
25. |
mâen |
: su |
26. |
fe teyemmemû |
: o halde, o zaman teyemmum edin! |
27. |
saîden |
: toprak |
28. |
tayyiben |
: temiz olan |
29. |
fe imsehû |
: böylece, meshedin(sürün)! |
30. |
bi vucûhi-kum |
: yüzlerinize |
31. |
ve eydî-kum |
: ve elleriniz |
32. |
min-hu |
: ondan |
33. |
mâ yurîdu Allâhu |
: Allah (c.c.) dilemez |
34. |
li yec’ale aleykum |
: size yapmak, çıkartmak, kılmak |
35. |
min haracin |
: bir güçlük |
36. |
ve lâkin |
: ve lâkin, fakat |
37. |
yurîdu |
: diler |
38. |
li yutahhire-kum |
: sizi temizlemeyi |
39. |
ve li yutimme |
: ve tamamlamayı |
40. |
ni’mete-hu |
: nimetini |
41. |
aleykum |
: sizin üzerinize, size |
42. |
lealle-kum |
: umulur ki böylece siz |
43. |
teşkurûne |
: şükredersiniz |
٧
وَاذْكُرُوا نِعْمَةَ اللّهِ عَلَيْكُمْ وَميثَاقَهُ الَّذىوَاثَقَكُمْ بِهاِذْ قُلْتُمْ سَمِعْنَا وَاَطَعْنَا وَاتَّقُوا اللّهَ اِنَّ اللّهَ عَليمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
(7) vezküru ni’metellahi aleyküm ve misakahüllezi vasekaküm bihi iz kultüm semi’na ve eta’na vettekullah innellahe alimüm bi zatis sudur
Allah’ın nimetini hatırlayın sizin üzerinizde ki ve onunla sizden aldığı o sağlam sözü (de hatırlayın) o zaman demiştiniz işittik ve itaat ettik Allah’tan sakının şüphesiz Allah göğüslerde olanı bilir
(7) And call in remembrance the favour of Allah unto you, and his convenient, which he ratified with you, when ye said: we hear and we obey and fear Allah, for Allah knoweth well the secrets of your hearts.
1. |
ve uzkurû |
: ve zikredin, anın, hatırlayın! |
2. |
ni’mete allâhi |
: Allah’ın (c.c.) nimeti |
3. |
aleykum |
: sizin üzerinize |
4. |
ve mîsâka-hu |
: ve onun misaki |
5. |
ellezî |
: ki o |
6. |
vâseka-kum bi-hi |
: onunla sizi bağladı |
7. |
iz kultum |
: dediğiniz zaman |
8. |
semi’nâ |
: işittik |
9. |
ve ata’nâ |
: ve itaat ettik |
10. |
ve ittekû allâhe |
: ve Allah’a (cc.) karşı takvâ sahibi olun |
11. |
inne allâhe |
: muhakkak ki Allah (c.c.) |
12. |
alîmun |
: en iyi bilen |
13. |
bi zâti es sudûri |
: göğüslerde olanı, sinelerde olanı |
٨
يَااَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا كُونُوا قَوَّامينَ لِلّهِ شُهَدَاءَ بِالْقِسْطِ وَلَايَجْرِمَنَّكُمْ شَنَانُ قَوْمٍعَلى اَلَّا تَعْدِلُوا اِعْدِلُوا هُوَ اَقْرَبُ لِلتَّقْوى وَاتَّقُوااللّهَ اِنَّ اللّهَ خَبيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ
(8) ya eyyühellezine amenu kunu kavvamine lillahi şühedae bil kıstı ve la yecrimenneküm şeneanü kavmin ala ella ta’dilu i’dilu hüve ekrabü lit takva vettekullah innellahe habirum bi ma ta’melun
ey iman edenler (hakkı) ayakta tutanlardan olun Allah için (ve) adaletle şahitlik edenlerden sizi götürmesin bir kavme olan öfkeniz adaletsizliğe adalet gösterin o takvaya daha yakın olandır Allah’tan sakının şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır
(8) O ye who believe stand out firmly for Allah, as witnesses to fair dealing, and let not the hatred of others to you make you swerve to wrong and depart from justice. Be just: that is next to piety: and fear Allah. for Allah is well acquainted with all that ye do.
1. |
yâ eyyuhâ |
: ey! |
2. |
ellezîne âmenû |
: âmenû olanlar, yaşarken Allâh’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler |
3. |
kûnû |
: olun! |
4. |
kavvâmîne |
: Hakkı ayakta tutup gözetenler, muhafaza edenler, üzerine mesuliyet alıp iyi idare edenler |
5. |
li allâhi |
: Allâh (c.c.) için |
6. |
şuhedâe |
: şahidler |
7. |
bi el kıstı |
: adaletli |
8. |
ve lâ yecrimenne-kum |
: ve sizi sevk etmesin |
9. |
şeneânu |
: kin |
10. |
kavmin |
: bir kavim, bir topluluk |
11. |
alâ ellâ ta’dilû |
: adaletsiz olmaya |
12. |
i’dilû |
: adil davranın! |
13. |
huve akrabu |
: o en yakın olandır |
14. |
li et takvâ |
: takva için, takvaya |
15. |
ve ittekû allâhe |
: ve Allâh’a (c.c.) karşı takva sahibi olun Allâh’a karşı gelmekten sakının |
16. |
inne allâhe |
: muhakkak ki Allâh (c.c.) |
17. |
habîrun |
: haberdar |
18. |
bi mâ |
: şeyleri |
19. |
ta’melûne |
: yapmakta olduğunuz |
٩
وَعَدَ اللّهُ الَّذينَ امَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَاَجْرٌ عَظيمٌ
(9) veadellahül lezine amenu ve amilus salihati lehüm mağfiratüv ve ecrun aziym
Allah vaat etti iman edip salih amel işleyen o kimselere onlar için bir mağfiret ve büyük bir ecir (vardır)
(9) To those who believe and do deeds of righteousness hath Allah promised forgiveness and a great reward.
1. |
vaade allahu |
: Allâh (cc). vaad etti |
2. |
ellezîne âmenû |
: âmenû olanlar, yaşarken Allâh’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler |
3. |
ve amilû es sâlihâti |
: ve ıslah edici amel yapanlar, nefs tezkiyesi yapanlar |
4. |
lehum magfiratun |
: onlar için bir mağfiret vardır. (günahları sevaba çevrilir) |
5. |
ve ecrun azîmun |
: ve en büyük ecir, karşılık, mükâfat |
Sayfa:108
١٠
وَالَّذينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوابِايَاتِنَا اُولءِكَ اَصْحَابُ الْجَحيمِ
(10) vellezine keferu ve kezzebu bi ayatina ülaike eshabül cehiym
o kimseler ki küfredip ayetlerimizi yalanladılar işte onlar cehennem ashabıdır
(10) Those who reject Faith and deny our Signs will be companions of Hell-fire.
1. |
ve ellezîne |
: ve o kimseler, onlar |
2. |
keferû |
: inkar ettiler |
3. |
ve kezzebû |
: ve yalanladılar |
4. |
bi âyâti-nâ |
: âyetlerimizi |
5. |
ulâike |
: işte onlar |
6. |
ashâbu el cehîmi |
: alevli ateş (cehennem) halkı |
١١
يَااَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللّهِ عَلَيْكُمْاِذْ هَمَّ قَوْمٌ اَنْ يَبْسُطُوا اِلَيْكُمْ اَيْدِيَهُمْ فَكَفَّ اَيْدِيَهُمْ عَنْكُمْ وَاتَّقُوااللّهَ وَعَلَى اللّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ
(11) ya eyyühellezine amenüz küru ni’metellahi aleyküm iz hemme kavmün ey yebsütu ileyküm eydiyehüm fe keffe eydiyehüm anküm vettekullah ve alellahi fel yetevekkelil mü’minun
ey iman edenler Allah’ın nimetlerini hatırlayın sizin üzerinizde ki o zaman bir kavim niyetlenmişti size ellerini uzatmaya onların ellerini sizin üzerinizden çekti Allah’tan sakının mü’minler yalnız Allah’a tevekkül etsinler
(11) O ye who believe call in remembrance the favour of Allah unto you when certain men formed the design to stretch out their hands against you, but (Allah) held back there hands from you: so fear Allah. And no Allah let Believers put (all) their trust.
1. |
yâ eyyuhâ |
: ey! |
2. |
ellezîne âmenû |
: âmenû olanlar, yaşarken Allâh’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler |
3. |
uzkurû |
: zikredin, anın, hatırlayın! |
4. |
ni’mete allâhi |
: Allâh’ın (c.c.) nimetini |
5. |
aleykum |
: sizin üzerinize |
6. |
iz hemme |
: yeltendiği zaman, hamlettiği zaman |
7. |
kavmun |
: bir kavim, bir topluluk |
8. |
en yebsutû |
: uzatmaya |
9. |
ileykum |
: size |
10. |
eydiye-hum |
: onların elleri, ellerini |
11. |
fe keffe |
: o zaman men etti, çekti |
12. |
eydiye-hum |
: onların elleri, ellerini |
13. |
an-kum |
: sizden |
14. |
ve ittekû Allâhe |
: ve Allâh’a karşı takvâ sahibi olun |
15. |
ve alâ Allâhi |
: ve Allâh’a (cc.) |
16. |
fe |
: o halde, artık |
17. |
li yetevekkeli |
: tevekkül etsinler! |
18. |
el mu’minûne |
: mü’minler |
١٢
وَلَقَدْ اَخَذَ اللّهُ ميثَاقَ بَنى اِسْرَاءلَ وَبَعَثْنَا مِنْهُمُ اثْنَىْ عَشَرَ نَقيبًا وَقَالَ اللّهُ اِنّى مَعَكُمْ لَءِنْ اَقَمْتُمُ الصَّلوةَ وَاتَيْتُمُ الزَّكوةَ وَامَنْتُمْ بِرُسُلى وَعَزَّرْتُمُوهُمْ وَاَقْرَضْتُمُ اللّهَ قَرْضًاحَسَنًالَاُكَفِّرَنَّ عَنْكُمْ سَيِّاتِكُمْ وَلَاُدْخِلَنَّكُمْ جَنَّاتٍ تَجْرى مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ فَمَنْ كَفَرَ بَعْدَ ذلِكَ مِنْكُمْ فَقَدْ ضَلَّ سَوَاءَ السَّبيلِ
(12) ve le kad ehazellahü misaka beni israil ve beasna minhümüsney aşera nekıba ve kalellahü inni meaküm lein ekamtümüs salate ve ateytümüz zekate ve amentüm bi rusüli ve azzertümuhüm ve ekradtümüllahe kardan hasenel le ükeffiranne anküm seyyiatiküm ve le üdhilenneküm cennatin tecri min tahtihel enhar fe men kefera ba’de zalike minküm fe kad dalle sevaes sebil
gerçekten Allah almıştı israil oğullarından sağlam söz göndermiştik onlardan on iki nakip Allah buyurdu ben sizinle beraberim yemin olsun ki namazı kılarsanız zekatı verirseniz resullerime iman ederseniz ve kendilerine kuvvetle yardımda (bulunursanız) Allah’a verirseniz güzel bir borç elbette örterim sizden (gizli olan) günahlarınızı sizi mutlaka koyarım, altlarından nehirler akan cennetlere artık kim küfretmiş olursa bundan sonra içinizden muhakkak sapmış olur yolun ortasından
(12) Allah did aforetime take a covenant from the Children of Israel, and We appointed twelve captains among them. And Allah said: “I am with you: if ye (but) establish regular Prayers, practise regular Charity, believe in My messengers, honour and assist them, and loan to Allah a beautiful loan, verily I will wipe out from you your evils, and admit you to Gardens with rivers flowing beneath but if any of you, after this, resisteth Faith, he truly wandered from the path of rectitude.
1. |
ve lekad |
: ve andolsun |
2. |
ehaze allâhu |
: Allâh (c.c.) aldı |
3. |
mîsâka |
: mîsâk |
4. |
benî isrâîle |
: İsrailoğulları |
5. |
ve beas-nâ |
: ve gönderdik, görevlendirdik |
6. |
min-hum(u) |
: onlardan |
7. |
isney aşera |
: on iki |
8. |
nakîben |
: vekil, nâzır, bir topluluğu gözeten, koruyan |
9. |
ve kâle allâhu |
: ve Allâh (c.c.) dedi (buyurdu) |
10. |
innî mea-kum |
: muhakkak ki ben sizinle beraberim |
11. |
le in ekamtum(u) |
: eğer siz mutlaka ikame ederseniz |
12. |
es salâte |
: namaz |
13. |
ve âteytum(u) |
: ve verirsiniz |
14. |
ez zekâte |
: zekât |
15. |
ve âmentum |
: ve iman ettiniz |
16. |
bi rusulî |
: Resul’lerime |
17. |
ve azzertumû-hum |
: ve onlara yardım ettiniz |
18. |
ve akradtumu allâhe |
: ve Allâh’a (c.c.) borç verdiniz |
19. |
kardan hasenen |
: güzel borç |
20. |
le ukeffirenne |
: ben mutlaka örterim |
21. |
an-kum |
: sizden |
22. |
seyyiâti-kum |
: sizin günahlarınız |
23. |
ve le udhılenne-kum |
: ve mutlaka sizi dahil ederim |
24. |
cennâtin |
: cennetler |
25. |
tecrî min tahtı-hâ |
: onun altından akar |
26. |
el enhâru |
: nehirler |
27. |
fe men kefere |
: artık kim inkar eder |
28. |
ba’de zâlike |
: bundan sonra |
29. |
min-kum |
: sizden |
30. |
fe kad dalle |
: artık sapmış olur |
31. |
sevâe es sebîli |
: (Allâh’a ulaştırmak üzere) dizayn edilmiş yol |
١٣
فَبِمَا نَقْضِهِمْ ميثَاقَهُمْ لَعَنَّاهُمْ وَجَعَلْنَاقُلُوبَهُمْ قَاسِيَةً يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ عَنْ مَوَاضِعِه وَنَسُوا حَظًّا مِمَّا ذُكِّرُوا بِهوَلَاتَزَالُ تَطَّلِعُ عَلى خَاءِنَةٍ مِنْهُمْ اِلَّا قَليلًا مِنْهُمْ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاصْفَحْاِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُحْسِنينَ
(13) fe bima nakdihim misakahüm leannahüm ve cealna kulubehüm kasiyeh yüharrifunel kelime ammevadiihi ve nesu hazzam mimma zükkiru bih ve la tezalü tettaliu ala hainetim minhüm illa kalilem minhüm fa’fü anhüm vasfah innellahe yühibbül muhsinin
verdikleri sözü unuttuklarından dolayı onları lanetledik ve kalplerini kas katı ettik tahrif ettiler onlar kelimeleri yerlerinden (oynatarak) hisse almayı da unuttular onlara anlatılan hakikatlerden kendilerinden devamlı bir hainlik sezer durursun onlardan pek azı hariç sen onları (yine) affet ve aldırma şüphesiz Allah iyilik yapanları sever
(13) But because of their breach of their Covenant, we cursed them, and made their hearts grow hard: they change the words from their (right) places and forget a good part of the message that was sent them, nor wilt thou cease to find them barring a few ever bent on (new) deceits: but forgive them, and overlook (their misdeeds): for Allah loveth those who are kind.
1. |
fe bimâ nakdi-him |
: ve de onların bozmalarından dolayı, sebebi ile |
2. |
mîsâka-hum |
: onların misâkları, misâklarını |
3. |
leannâ-hum |
: onları lanetledik |
4. |
ve cealnâ |
: ve yaptık, kıldık |
5. |
kulûbe-hum |
: onların kalplerini |
6. |
kâsiyeten |
: kaskatı, karanlık, afetlerle dolu |
7. |
yuharrifûne |
: tahrif ederler, mânâlarını bozarlar |
8. |
el kelime |
: kelime |
9. |
an mevâdıı-hi |
: onu yerlerinden |
10. |
ve nesû |
: ve unuttular |
11. |
hazzan |
: bir pay, bir hisse (bir öğüt) |
12. |
min mâ zukkirû bi hî |
: onunla uyarıldıkları şeyden (nasihat edilen, hatırlatılan) |
13. |
ve lâ tezâlu |
: ve zail olmaz, sürekli, devamlı olur, devam eder |
14. |
tettaliu |
: muttali olursun, maruz kalırsın |
15. |
alâ hâınetin |
: hiyanete |
16. |
min-hum |
: onlardan |
17. |
illâ kalîlen |
: çok azı hariç |
18. |
min-hum |
: onlardan |
19. |
fa’fu an-hum |
: yine de onları affet |
20. |
vasfah |
: ve musamaha göster, hoşgör |
21. |
inne allâhe |
: muhakkak ki Allâh (c.c.) |
22. |
yuhıbbu |
: sever |
23. |
el muhsinîne |
: muhsinleri |
Sayfa:109
١٤
وَمِنَ الَّذينَ قَالُوا اِنَّا نَصَارى اَخَذْنَا ميثَاقَهُمْ فَنَسُواحَظًّا مِمَّا ذُكِّرُوا بِه فَاَغْرَيْنَا بَيْنَهُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَاءَ اِلى يَوْمِ الْقِيمَةِ وَسَوْفَ يُنَبِّءُهُمُ اللّهُبِمَا كَانُوا يَصْنَعُونَ
(14) ve minellezine kalu inna nesara ehazna misakahüm fe nesu hazzam mimma zükkiru bihi fe ağrayna beynehümül adavete vel bağdae ila yevmil kıyameh ve sevfe yünebbiühümüllahü bi ma kanu yesneun
biz hristiyanız diyenlerden sağlam söz almıştık hakikatlerden hisse almayı unuttular onlarda kendilerine anlatılan biz bıraktık aralarına düşmanlık ve kini kıyamet gününe kadar (devam edecek) Allah onlara ilerde haber verecek ne işler yapar olduklarını
(14) From those, too, who call themselves Christians, we did take a Covenant, but they forgot a good part of the message that was sent them: so we estranged them, with enmity and hatred between the one and the other, to the day of judgment. And soon will Allah show them what it is they have done.
1. |
ve min ellezîne |
: ve o onlardan, olanlardan |
2. |
kâlû |
: dediler |
3. |
innâ nasârâ |
: muhakkak ki biz (hıristiyanız) nasârâyiz |
4. |
ehaznâ |
: aldık |
5. |
mîsâka-hum |
: onların mîsâkları |
6. |
fe nesû |
: öyle olduğu halde, gene de, unuttular |
7. |
hazzan |
: bir pay, hisse |
8. |
min mâ zukkirû bi-hî |
: onunla uyarıldıkları seyden (hususlardan) |
9. |
fe |
: bu yüzden, böylece |
10. |
agraynâ |
: saldık |
11. |
beyne-hum(u) |
: onların aralarına |
12. |
el adâvete |
: düşmanlık |
13. |
ve el bagdâe |
: ve kin |
14. |
ilâ yevmi el kıyâmeti |
: kıyamet gününe kadar |
15. |
ve sevfe |
: ve yakında |
16. |
yunebbiu-hum(u) |
: onlara haber verecek |
17. |
allâhu |
: Allâh (c.c.) |
18. |
bimâ kânû |
: … oldukları şeyleri |
19. |
yasnaûne |
: yapıyorlar |
١٥
يَا اَهْلَ الْكِتَابِ قَدْ جَاءَكُمْ رَسُولُنَا يُبَيِّنُ لَكُمْ كَثيرًا مِمَّا كُنْتُمْ تُخْفُونَ مِنَ الْكِتَابِوَيَعْفُوا عَنْ كَثيرٍ قَدْ جَاءَكُمْ مِنَ اللّهِ نُورٌ وَكِتَابٌ مُبينٌ
(15) ya ehlel kitabi kad caeküm rasulüna yübeyyinü leküm kesiram mimma küntüm tuhfune minel kitabi ve ya’fu an kesir kad caeküm minellahi nuruv ve kitabüm mübin
ey ehli kitap muhakkak size resulümüz geldi size çoğunu açıklıyor kitapta gizlemekte olduğunuz şeyleri bir çoğunu da affediyor muhakkak Allah’tan size geldi bir nur ve apaçık bir kitap
(15) O People of the Book! there hath come to you Our Messenger, revealing to you much that ye used to hide in the Book, and passing over much (that is now unnecessary): There hath come to you from Allah a (new) light and a perspicuous Book-
1. |
yâ ehle el kitâbi |
: ey Kitap ehli (sahipleri)! |
2. |
kad câe-kum |
: size gelmişti |
3. |
resûlu-nâ |
: Resûlümüz |
4. |
yubeyyinu lekum |
: size açıklıyor |
5. |
kesîran |
: çoğunu |
6. |
mimmâ (min mâ) |
: şeyden |
7. |
kuntum tuhfûne |
: gizlemiş olduğunuz |
8. |
min el kitâbi |
: Kitap’tan |
9. |
ve ya’fû |
: ve vazgeçiyorlar |
10. |
an kesîrin |
: çoğundan |
11. |
kad câe-kum |
: size gelmişti |
12. |
min Allâhi nûrun |
: Allâh (c.c.)’dan bir nur |
13. |
ve kitâbun mubînun |
: ve apaçık bir Kitap |
١٦
يَهْدى بِهِ اللّهُ مَنِ اتَّبَعَ رِضْوَانَهُ سُبُلَ السَّلَامِ وَيُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِبِاِذْنِه وَيَهْديهِمْ اِلى صِرَاطٍ مُسْتَقيمٍ
(16) yehdi bihillahü menittebea rıdvanehu sübüles selami ve yuhricühüm minez zulümati ilen nuri bi iznihi ve yehdihim ila siratim müstekım
Allah onunla hidayete eriştirir kendi rızasına uyanları selamet yoluna çıkarır zülumattan nura (çıkarır) kendi izni ile (onları) ve onları hidayete erdirecek en doğru yola (ulaştırır)
(16) Wherewith Allah guideth all who seek his good pleasure to ways of peace and safety, and leadeth them out of darkness, by his will, unto the light, guideth them to a path that is straight.
1. |
yehdî bihi Allâhu |
: Allâh onunla (Resûlü ile) hidayet eder (ulaştırır) |
2. |
men(i) ittebea |
: tâbî olan kişi, kim tâbî olursa |
3. |
rıdvâne-hu |
: onun rızasına |
4. |
subule |
: yollar |
5. |
es selâmi |
: selamet, teslim |
6. |
ve yuhricu-hum |
: ve onları çıkartır |
7. |
min ez zulumâti |
: zulmetten, karanlıklardan |
8. |
ilâ en nûri bi izni-hî |
: kendi izni ile nur’a aydınlığa |
9. |
ve yehdî-him |
: ve onları hidayet eder (ulaştırır) |
10. |
ilâ sırâtın mustakîmin |
: Sırâtı Mustakîm’e, “Allâh’a (c.c.) ulaştıran yol”a |
١٧
لَقَدْ كَفَرَ الَّذينَ قَالُوا اِنَّ اللّهَ هُوَ الْمَسيحُ ابْنُ مَرْيَمَ قُلْ فَمَنْ يَمْلِكُ مِنَ اللّهِ شَيْا اِنْ اَرَادَ اَنْ يُهْلِكَ الْمَسيحَ ابْنَ مَرْيَمَ وَاُمَّهُ وَمَنْ فِى الْاَرْضِ جَميعًا وَلِلّهِ مُلْكُ السَّموَاتِوَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا يَخْلُقُ مَا يَشَاءُ وَاللّهُ عَلى كُلِّ شَىْءٍ قَديرٌ
(17) le kad keferal lezine kalu innellahe hüvel mesihu ibnü meryem kul fe mey yemlikü minellahi şey’en in erade ey yühlikel misihabne meryeme ve ümmehu ve men fil erdi cemia ve lillahi mülküs semavati vel erdi ve ma beynehüma yahlüku ma yeşa’ vallahü ala külli şey’in kadir
muhakkak küfretmiştir meryem oğlu mesih Allah’dır diyen kimseler de ki Allah’tan başka kim maliktir eğer o helak etmek isterse (kim engel olur) Meryem oğlu Mesih’i annesini ve yeryüzünde bulunanların hepsini her şeyin mülkü Allah’ındır göklerle yerin arasındakilerin o dilediğini yaratır Allah her şeye kadirdir
(17) In blasphemy indeed are those that say that Allah is Christ the son of Mary. Say: who then hath the least power against Allah, if his will were to destroy Christ the son of Mary, his mother, and all every one that is on the earth? for to Allah belongeth the dominion of the heavens and the earth, and all that is between. He createth what he pleaseth. For Allah hath power over all things.
1. |
lekad |
: andolsun |
2. |
kefere |
: kafir oldu |
3. |
ellezîne kâlû |
: … diyenler |
4. |
inne allâhe |
: muhakkak ki Allâh (c.c.) |
5. |
huve |
: o |
6. |
el mesîhu |
: Mesih |
7. |
ibnu meryeme |
: Meryem oğlu |
8. |
kul |
: de ki |
9. |
fe men yemliku |
: o halde, öyleyse kim maliktir, kimin gücü yeter, kim mani olur? |
10. |
min allâhi |
: Allâh (c.c.)’dan |
11. |
şey’en |
: bir şey |
12. |
in erâde |
: eğer dilerse, isterse |
13. |
en yuhlike |
: helak etmeyi |
14. |
el mesîhe |
: Mesih |
15. |
ibne meryeme |
: Meryem oğlu |
16. |
ve umme-hu |
: ve onun annesi |
17. |
ve men fî el ardı |
: ve yeryüzünde bulunan kimseleri |
18. |
cemîan |
: topluca, hepsini |
19. |
ve li Allâhi |
: ve Allâh’ın (cc.) dır. |
20. |
mulku es semâvâti |
: göklerin mülkü, idaresi |
21. |
ve el ardı |
: ve yeryüzü |
22. |
ve mâ beyne-humâ |
: ve bu ikisinin arasındaki şeyler |
23. |
yahluku mâ yeşâu |
: dilediğini halk eder, yaratır |
24. |
ve allâhu |
: ve Allâh (c.c.) |
25. |
alâ kulli şey’in |
: her şeye |
26. |
kadîrun |
: kâdir, kudret sahibi |
Sayfa:110
١٨
وَقَالَتِ الْيَهُودُ وَالنَّصَارى نَحْنُ اَبْنَاءُ اللّهِ وَاَحِبَّاؤُهُ قُلْ فَلِمَ يُعَذِّبُكُمْ بِذُنُوبِكُمْ بَلْ اَنْتُمْ بَشَرٌ مِمَّنْخَلَقَ يَغْفِرُ لِمَنْ يَشَاءُ وَيُعَذِّبُ مَنْ يَشَاءُ وَلِلّهِ مُلْكُ السَّموَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَاِلَيْهِ الْمَصيرُ
(18) ve kaletil yehudü ven nesara nahnü ebnaüllahi ve ehibbaüh kul fe lime yüazzibüküm bi zünubiküm bel entüm beşerum mimmen halak yağfiru li mey yeşaü ve yüazzibü mey yeşa’ ve lillahi mülküs semavati vel erdi ve ma beynehüma ve ileyhil mesiyr
dediler yahudiler ve hristiyanlar biz Allah’ın oğullarıyız o’nun sevdiği kullarız de ki: “niçin size azap ediyor?” günahlarınızdan dolayı hayır siz o’nun yarattığı beşersiniz dilediğini bağışlar dilediğine azap eder semaların mülkü Allah’ındır yerin ve ikisi arasındaki her şey (O’nundur) nihayet dönüş O’nadır
(18) (both) the Jews and the Christians say: we are sons of Allah, and his beloved. Say: why then doth he punish you for your sins? nay, ye are but men, of the men he created: he forgiveth whom he pleaseth, and he punisheth whom he pleaseth,: and to god belongeth the dominion of the heavens and the earth, and all that is between: and unto him is the final goal (of all)
1. |
ve kâlet(i) |
: ve dedi |
2. |
el yahûdu |
: yahudiler |
3. |
ve en nasârâ |
: ve hristiyanlar |
4. |
nahnu |
: biz |
5. |
ebnâu allâhi |
: Allâh’ın (c.c.) oğulları |
6. |
ve ehıbbâu-hu |
: ve O’nun dostları, sevdikleri |
7. |
kul |
: de, söyle |
8. |
fe lime |
: o halde niçin |
9. |
yuazzibu-kum |
: size azap ediyor |
10. |
bi zunûbi-kum |
: günahlarınızdan dolayı |
11. |
bel entum |
: hayır, siz |
12. |
beşerun |
: beşer, insan |
13. |
mimmen (min men) halaka |
: yarattığı kişilerden, yarattıklarından |
14. |
yagfiru |
: mağfiret eder, günahları sevaba çevirir |
15. |
li men yeşâu |
: dilediği kimseyi |
16. |
ve yuazzibu |
: ve azap eder |
17. |
men yeşâu |
: dilediği kimseyi |
18. |
ve li Allâhi |
: ve Allâh’ın (c.c.)dır. |
19. |
mulku es semâvâti |
: göklerin mülkü ve idaresi, |
20. |
ve el ardı |
: ve arz, yeryüzü, yer |
21. |
ve mâ beyne-humâ |
: ve ikisinin arasındakiler |
22. |
ve ileyhi |
: ve O’na |
23. |
el masîru |
: ulaşılan yer, makam, varış yeri |
١٩
يَا اَهْلَ الْكِتَابِ قَدْ جَاءَكُمْ رَسُولُنَا يُبَيِّنُ لَكُمْ عَلى فَتْرَةٍ مِنَ الرُّسُلِ اَنْ تَقُولُوا مَاجَاءَنَا مِنْ بَشيرٍ وَلَا نَذيرٍ فَقَدْ جَاءَكُمْ بَشيرٌ وَنَذيرٌ وَاللّهُ عَلى كُلِّ شَىْءٍ قَديرٌ
(19) ya ehlel kitabi kad caeküm rasulüna yübeyyinü leküm ala fetratim miner rusüli en tekulu ma caena mim beşiriv ve la nezirin fe kad caeküm beşiruv venezir vallahü ala külli şey’in kadir
ey ehli kitap size resulümüz geldi size (hakikatleri) beyan ediyor resullerin arası kesildiği zaman ta ki: gelmedi demeyesiniz “bize müjdeci ve uyarıcı” işte size gerçekten gelmiştir müjdeleyici ve uyarıcı Allah her şeye kadirdir
(19) O People of the Book! now hath come unto you, making (things) clear unto you, Our Messenger, after the break in (the series of) our messengers, lest ye should say: “There came unto us no bringer of glad tidings and no warner (from evil)” but now hath come unto you a bringer of glad tidings and a warner (from evil). And Allah hath power over all things.
1. |
yâ ehle el kitâbi |
: ey Kitab ehli |
2. |
kad câe-kum |
: size gelmişti |
3. |
resûlu-nâ |
: Resul’ümüz |
4. |
yubeyyinu lekum |
: size açıklıyor |
5. |
alâ fetretin
(fetret) |
: kesintili dönemde
: (iki vak’a arasında geçen zaman) |
6. |
min er rusuli |
: bir resul |
7. |
en tekûlû mâ câe-nâ |
: “bize gelmedi ” dersiniz diye (dememeniz için) |
8. |
min beşîrin |
: müjdeleyici |
9. |
ve lâ nezîrin |
: ve bir uyarıcı olmadı (gelmedi) |
10. |
fe kad câe-kum |
: fakat, oysa size gelmişti |
11. |
beşîrun ve nezîrun |
: bir müjdeleyici ve uyarıcı |
12. |
ve allâhu |
: ve Allâh (c.c.) |
13. |
alâ kulli şey’in |
: her şeye |
14. |
kadîrun |
: kâdir, kudret sahibi |
٢٠
وَاِذْ قَالَ مُوسى لِقَوْمِه يَاقَوْمِ اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللّهِ عَلَيْكُمْ اِذْجَعَلَ فيكُمْ اَنْبِيَاءَوَجَعَلَكُمْ مُلُوكًا وَاتيكُمْ مَالَمْ يُؤْتِ اَحَدًا مِنَ الْعَالَمينَ
(20) ve iz kale musa li kavmihi ya kavmizküru ni’metellahi aleyküm iz ceale fiküm enbiyae ve cealeküm mülukev ve ataküm ma lem yü’ti ehadem minel alemin
o zaman Musa kavmine dedi ey kavmim hatırlayın Allah’ın nimetini üzerinizdeki sizin içinizden peygamber var etmiş sizi hükümdar yapmış size vermiştir alemlerden hiçbirine vermediğini
(20) Remember Moses said to his people: “O my People! call in remembrance the favour of Allah unto you, when He produced prophets among you, made you kings, and gave you what He had not given to any other among the peoples.
1. |
ve iz kâle mûsâ |
: ve Hz. Musâ demişti |
2. |
li kavmi-hi |
: kavmine |
3. |
yâ kavmi uzkurû |
: ey kavmim zikredin, anın, hatırlayın! |
4. |
ni’mete Allâhi |
: Allâh (c.c.)’ın nimetini |
5. |
aleykum |
: üzerinize |
6. |
iz ceale fî kum |
: o zaman içinizde kıldı |
7. |
enbiyâe |
: peygamberler, nebiler |
8. |
ve ceale-kum |
: ve sizi kıldı, yaptı |
9. |
mulûken |
: melikler, hükümdarlar |
10. |
ve âtâ-kum |
: ve size verdi |
11. |
mâ lem yu’ti |
: vermediği şeyi |
12. |
ehaden |
: bir kimse, biri, birisi |
13. |
min el âlemîne |
: âlemlerden |
٢١
يَا قَوْمِ ادْخُلُوا الْاَرْضَ الْمُقَدَّسَةَ الَّتى كَتَبَ اللّهُلَكُمْ وَلَا تَرْتَدُّوا عَلى اَدْبَارِكُمْ فَتَنْقَلِبُوا خَاسِرينَ
(21) ya kavmi dhulül erdal mükaddesetel leti ketebellahü leküm ve la terteddu ala edbariküm fe tenkalibu hasirin
ey kavmim mukaddes yere gidiniz sizin için Allah’ın (takdir edip) yazdığı dönerek gitmeyin sizler arkanıza sonra hüsrana uğrayanlardan olursunuz
(21) O my people enter the holy land which Allah hath assigned unto you, and turn not back ignominiously, for then will ye be overthrown, to your own ruin,
1. |
yâ kavmi udhulû |
: ey kavmim girin |
2. |
el arda |
: yere |
3. |
el mukaddesete |
: mukaddes, kutsal |
4. |
elletî ketebe allâhu |
: ki onu Allâh (c.c.) yazdı, takdir etti, farz kıldı |
5. |
lekum |
: sizin için, size |
6. |
ve lâ terteddû |
: ve dönmeyin |
7. |
alâ edbâri-kum |
: arkanıza |
8. |
fe |
: işte o zaman |
9. |
tenkalibû |
: inkilâb edersiniz, bir halden başka bir hale dönüşürsünüz, dönersiniz |
10. |
hâsirîne |
: hüsrana uğramış olanlar |
٢٢
قَالُوا يَامُوسى اِنَّ فيهَا قَوْمًاجَبَّارينَ وَاِنَّا لَنْ نَدْخُلَهَا حَتّى يَخْرُجُوا مِنْهَا فَاِنْ يَخْرُجُوا مِنْهَا فَاِنَّا دَاخِلُونَ
(22) kalu ya musa inne fiha kavmen cebbarine ve inna len nedhuleha hatta yahrucu minha fe iy yahrucu minha fe inna dahilun
dediler ya Musa şüphesiz orada, cebbar bir kavim (var) biz asla oraya giremeyiz ancak onlar oradan çıkmadıkça eğer onlar oradan çıkarlarsa biz (kesinlikle) gireriz
(22) They said: O Moses in this land are a people of exceeding strength: never shall we enter it until they leave it: if (once) they leave, then shall we enter.
1. |
kâlû yâ mûsâ |
: ey Mûsâ dediler |
2. |
inne fî-hâ kavmen |
: şüphesiz orada (onun içersinde) bir topluluk, bir kavim var |
3. |
cebbârîne |
: zorba |
4. |
ve innâ |
: ve muhakkak ki biz |
5. |
len nedhule-hâ |
: asla oraya girmeyiz |
6. |
hattâ yahrucû |
: onlar çıkıncaya kadar |
7. |
min-hâ |
: ondan, oradan |
8. |
fe in yahrucû |
: eğer çıkarlarsa |
9. |
min-hâ |
: oradan |
10. |
fe |
: o zaman |
11. |
innâ |
: gerçekten, elbette biz |
12. |
dâhılûne |
: dahil olanlar, girenler |
٢٣
قَالَ رَجُلَانِ مِنَ الَّذينَ يَخَافُونَ اَنْعَمَ اللّهُ عَلَيْهِمَاادْخُلُوا عَلَيْهِمُ الْبَابَفَاِذَا دَخَلْتُمُوهُ فَاِنَّكُمْ غَالِبُونَ وَعَلَى اللّهِ فَتَوَكَّلُوااِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنينَ
(23) kale racülani minellezine yehafune en’amellahü aleyhimed hulu aleyhimül bab fe iza dehaltümuhü fe inneküm ğalibune ve alellahi fe tevekkelu in küntüm mü’minin
dedi(ler) (Allah’tan) korkan kişiler Allah’ın kendisine nimet verdiği onların üzerine belli olan kapıdan giriniz hemen oradan girdiniz mi şüphesiz sizler galipsiniz Allah’a tevekkül edin eğer siz mü’minlerseniz
(23) (but) among (their) God-Fearing men were two on whom Allah had bestowed His grace: they said: “Assault them at the (proper) Gate: when once ye are in, victory will be yours But on Allah put your trust if ye have Faith.”
1. |
kâle raculâni |
: iki adam dedi |
2. |
min ellezîne |
: onlardan |
3. |
yehâfûne |
: korkarlar |
4. |
en’ame allâhu |
: Allâh’ın (c.c.) nimet verdiği |
5. |
aleyhima |
: o ikisine |
6. |
udhulû |
: giriniz! |
7. |
aleyhim(u) |
: onların üzerine |
8. |
el bâbe |
: kapı |
9. |
fe izâ dehaltumû-hu |
: böylece oradan girdiğiniz zaman |
10. |
fe inne-kum gâlibûne |
: işte muhakkak ki siz gâliplersiniz |
11. |
ve alâ allâhi |
: ve Allâh’a (cc.) |
12. |
fe tevekkelû |
: artık tevekkül edin, güvenin |
13. |
in kuntum |
: eğer siz … iseniz |
14. |
mu’minîne |
: mü’minler |
Sayfa:111
٢٤
قَالُوا يَا مُوسىاِنَّا لَنْ نَدْخُلَهَا اَبَدًا مَادَامُوا فيهَا فَاذْهَبْ اَنْتَ وَرَبُّكَ فَقَاتِلَااِنَّا ههُنَا قَاعِدُونَ
(24) kalu ya musa inna len nedhuleha ebeden ma damu fiha fezheb ente ve rabbüke fe katila inna hahüna kaidun
dediler ya musa biz asla, oraya giremeyiz ebedi olarak onlar orada oldukları müddetçe haydi gidin sen ve Rabbin ikiniz savaş edin biz burada oturanlarız
(24) They said: “O Moses! while they remain there, never shall we be able to enter, to the end of time. Go thou, and thy Lord, and fight ye two, while we sit here (and watch).”
1. |
kâlû yâ mûsâ |
: ey Mûsâ dediler |
2. |
innâ len nedhule-hâ |
: muhakkak ki biz, oraya asla girmeyiz |
3. |
ebeden |
: ebediyyen, hiç bir zaman |
4. |
mâ dâmû fî-hâ |
: orada oldukça, olduğu sürece |
5. |
fe izheb |
: artık git |
6. |
ente ve rabbu-ke |
: sen ve senin Rabb’in |
7. |
fe kâtilâ |
: ve böylece ikiniz savaşın |
8. |
innâ hâhunâ |
: biz mutlaka burada |
9. |
kâıdûne |
: oturup kalanlar |
٢٥
قَالَ رَبِّاِنّى لَااَمْلِكُ اِلَّا نَفْسىوَاَخى فَافْرُقْ بَيْنَنَا وَبَيْنَ الْقَوْمِ الْفَاسِقينَ
(25) kale rabbi inni la emlikü illa nefsi ve ehı fefruk beynena ve beynel kavmil fasikın
dedi ey Rabbim ben sahip olamıyorum kendi nefsim ve kardeşimden başkasına artık ayır bizimle, fasık kavmin arasını
(25) He said: “O my Lord! I have power only over myself and my brother: so separate us from this rebellious people!”
1. |
kâle rabbi |
: Rabb’im dedi |
2. |
innî lâ emliku |
: muhakkak ki ben malik değilim, sahip olamıyorum |
3. |
illâ nefsî ve ahî |
: kendimden ve kardeşimden başkasına |
4. |
fefruk (fe ufruk) beyne-nâ |
: artık bizim aramızı ayır |
5. |
ve beyne |
: ve arasını |
6. |
el kavmi el fâsikîne |
: fâsık kâvim |
٢٦
قَالَ فَاِنَّهَا مُحَرَّمَةٌ عَلَيْهِمْاَرْبَعينَ سَنَةً يَتيهُونَفِى الْاَرْضِ فَلَا تَاْسَ عَلَى الْقَوْمِ الْفَاسِقينَ
(26) kale fe inneha müharrametün aleyhim erbeıne seneh yetihune fil ardı fe la te’se alel kavmil fasikın
(Allah) buyurdu ki artık burası haram kılınmıştır kırk yıl onlara sersem sersem dolaşsınlar (bulundukları) yerden sen acıma bu fasık kavme de
(26) Allah said: “Therefore will the land be out of their reach for forty years: in distraction will they wander through the land: but sorrow thou not over these rebellious people.”
1. |
kâle |
: dedi |
2. |
fe inne-hâ |
: artık muhakkak ki o (orası) |
3. |
muharremetun |
: haram kılınmış |
4. |
aleyhim |
: onlara |
5. |
erbaîne seneten |
: kırk sene |
6. |
yetîhûne fî el ardı |
: yeryüzünde şaşkın dolaşacaklar |
7. |
fe lâ te’se |
: artık yeise kapılma, üzülme, müteessir olma |
8. |
alâ el kavmi |
: kavme |
9. |
el fâsikîne |
: fâsıklar |
٢٧
وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَاَ ابْنَىْ ادَمَ بِالْحَقِّاِذْ قَرَّبَا قُرْبَانًا فَتُقُبِّلَ مِنْ اَحَدِهِمَا وَلَمْ يُتَقَبَّلْ مِنَ الْاخَرِ قَالَلَاَقْتُلَنَّكَ قَالَ اِنَّمَا يَتَقَبَّلُ اللّهُ مِنَ الْمُتَّقينَ
(27) vetlü aleyhim nebeebney ademe bil hakk iz karraba kurbanen fe tükubbile min ehadihima ve lem yütekabbel minel ahar kale le aktülennek kale innema yetekabbelül lahü minel müttekın
sen onlara adem’in iki oğlunun hadisesini hak ile oku o zaman ikisi de birer kurban takdim ettiler birinin (kurbanı) kabul edilmiş diğerinin ki kabul edilmemişti demişti (kabil) seni muhakkak öldüreceğim (habil) dedi Allah ancak kabul eder muttakilerin (kurbanını)
(27) Recite to them the truth of the story of the two sons of Adam. Behold they each presented a sacrifice (to Allah): it was accepted from one, but not from the other. Said the latter: be sure I will slay thee. Surely, said the former, Allah doth accept of the sacrifice of those who are righteous.
1. |
ve utlu aleyhim |
: ve, onlara tilavet et, oku! |
2. |
nebee ibney âdeme |
: Hz. Adem’in iki oğlunun haberini, kıssasını |
3. |
bi el hakkı |
: hakk ile |
4. |
iz karrebâ kurbânen |
: ikisini Allâh’a yaklaştıracak birer kurban sundukları zaman |
5. |
fe tukubbile |
: o zaman kabul edilir |
6. |
min ehadi himâ |
: ikisinin birinden |
7. |
ve lem yutekabbel |
: ve kabul edilmez |
8. |
min el âhari |
: diğerinden |
9. |
kâle le aktulenne-ke |
: seni mutlaka öldüreceğim dedi |
10. |
kâle |
: dedi |
11. |
innemâ |
: sadece |
12. |
yetekabbelu allâhu |
: Allâh (c.c.) kabul eder |
13. |
min el muttekîne |
: takvâ sahiplerinden |
٢٨
لَءِنْ بَسَطْتَ اِلَىَّ يَدَكَ لِتَقْتُلَنى مَا اَنَا بِبَاسِطٍ يَدِىَ اِلَيْكَ لِاَقْتُلَكَ اِنّى اَخَافُ اللّهَ رَبَّ الْعَالَمينَ
(28) leim besatte ileyye yedeke li taktüleni ma ena bi basitiy yediye ileyke li ektülek inni ehafüllahe rabbel alemin
yemin olsun sen elini uzatsan beni öldürmek için elimi uzatmam ben seni öldürmek için şüphesiz ben Allah’tan korkarım alemlerin Rabbi (olan)
(28) If thou dost stretch thy hand against me, to slay me, it is not for me to stretch my hand against thee to slay thee: for I do fear Allah, the Cherisher of the worlds.
1. |
le in besadte |
: gerçekten eğer sen uzatırsan |
2. |
ileyye |
: bana |
3. |
yede-ke |
: senin elin, elin |
4. |
li taktule-nî |
: beni öldürmek için |
5. |
mâ ene bi bâsitın |
: ben uzatacak değilim |
6. |
yediye ileyke |
: elimi sana |
7. |
li aktule-ke |
: seni öldürmek için |
8. |
innî ehâfu Allâhe |
: muhakkak ki ben Allâh (c.c.)’dan korkarım |
9. |
rabbe el âlemîne |
: âlemlerin Rabb’i |
٢٩
اِنّى اُريدُ اَنْ تَبُواَ بِاِثْمى وَاِثْمِكَ فَتَكُونَمِنْ اَصْحَابِ النَّارِ وَذلِكَ جَزؤُا الظَّالِمينَ
(29) inni üridü en tebue bi ismi ve ismike fe tekune min ashabin nar ve zalike cezaüz zalimin
ben dilerim ki sen (hem) benim günahlarımı yüklenirsin (hem de) kendi günahlarını böylece olursun cehennem ashabından işte zalimlerin cezası budur
(29) For me, I intend to let thee draw on thyself my sin as well as thine, for thou wilt be among the companions of the fire, and that is the reward of those who do wrong,
1. |
innî urîdu |
: gerçekten ben isterim, dilerim |
2. |
en tebûe bi ismî |
: günahımı yüklenmeni (kötülüğe uğramanı) |
3. |
ve ismi-ke |
: ve senin günahın |
4. |
fe tekûne |
: o taktirde, böylece sen olursun |
5. |
min ashâbi en nâri |
: ateşin halkından, ateş halkından |
6. |
ve zâlike |
: ve işte bu |
7. |
cezâû ez zâlimîne |
: zâlimlerin cezası |
٣٠
فَطَوَّعَتْ لَهُ نَفْسُهُ قَتْلَ اَخيهِ فَقَتَلَهُ فَاَصْبَحَ مِنَ الْخَاسِرينَ
(30) fe tavveat lehu nefsühu katle ehiyhi fe katelehu fe asbeha minel hasirin
nefsi onu kardeşini öldürmeye itti, (o da) onu öldürdü bu yüzden hüsrana düşenlerden oldu
(30) The (selfish) soul of the other led him to the murder of his brother: he murdered him, and became (himself) one of the lost ones.
1. |
fe tavvaat |
: bunun üzerine tav etti, kandırdı, ikna etti |
2. |
lehu |
: onu |
3. |
nefsu-hu |
: onun nefsi |
4. |
katle ahî-hi |
: kardeşini öldürmeye |
5. |
fe katele-hu |
: böylece onu öldürdü |
6. |
fe asbaha |
: sonra oldu |
7. |
min el hâsirîne |
: hüsran uğrayanlardan, kendine yazık edenlerden |
٣١
فَبَعَثَ اللّهُ غُرَابًا يَبْحَثُ فِى الْاَرْضِ لِيُرِيَهُ كَيْفَ يُوَارى سَوْاَةَ اَخيهِ قَالَ يَا وَيْلَتىاَعَجَزْتُ اَنْ اَكُونَ مِثْلَ هذَا الْغُرَابِ فَاُوَارِىَ سَوْاَةَ اَخى فَاَصْبَحَ مِنَ النَّادِمينَ
(31) fe beasellahü ğurabey yebhasü fil erdi li yüriyehu keyfe yüvari sev’ete ehiyh kale ya veyleta eaceztü en ekune misle hazel ğurabi fe üvariye sev’ete ehiy fe esbaha minen nadimin
hemen Allah bir karga gönderdi yeri eşiyordu ona gösteriyordu nasıl gömeceğini kardeşinin cesedini dedi yazıklar olsun bana aciz mi kaldım? şu karga gibi olup ta kardeşimin cesedini saklayamadım artık pişmanlığa düşenlerden olmuştu
(31) Then Allah sent a raven, who scratched the ground, to show him how to hid the shame of his brother. Woe is me said he was I not even able to be as this raven, and to hide the shame of my brother? then he became full of regrets-
1. |
fe bease allâhu |
: sonra Allâh (c.c.) gönderdi |
2. |
gurâben |
: bir karga |
3. |
yebhasu fî el ardı |
: yeri eşeleyen |
4. |
li yuriye-hu |
: ona göstermek için |
5. |
keyfe yuvârî |
: nasıl örtecek, gömecek |
6. |
sev’ete ahî-hi |
: kardeşinin cesedi |
7. |
kâle yâ veyletâ |
: yazıklar olsun bana dedi |
8. |
e aceztu en ekûne |
: … olmaktan, aciz mi oldum |
9. |
misle hâzâ el gurâbi |
: bu karga gibi |
10. |
fe uvâriye |
: böylece örtmem, gömmem (benim gömmem) |
11. |
sev’ete ahî |
: kardeşimin cesedi |
12. |
fe asbaha |
: sonra oldu |
13. |
min en nâdimîne |
: pişman olanlardan |
Sayfa:112
٣٢
مِنْ اَجْلِ ذلِكَ كَتَبْنَا عَلى بَنى اِسْرَاءلَ اَنَّهُ مَنْ قَتَلَ نَفْسًا بِغَيْرِ نَفْسٍ اَوْ فَسَادٍ فِى الْاَرْضِ فَكَاَنَّمَاقَتَلَ النَّاسَ جَميعًا وَمَنْ اَحْيَاهَا فَكَاَنَّمَا اَحْيَا النَّاسَ جَميعًا وَلَقَدْ جَاءَتْهُمْ رُسُلُنَا بِالْبَيِّنَاتِ ثُمَّ اِنَّ كَثيرًا مِنْهُمْ بَعْدَ ذلِكَ فِى الْاَرْضِ لَمُسْرِفُونَ
(32) min ecli zalike ketebna ala beni israile ennehu men katele nefsem bi ğayri nefsin ev fesadin fil erdi fe keennema katelen nase cemia ve men ahyaha fe keennema ahyan nase cemia ve le kad caethüm rusülüna bil beyyinati sümme inne kesiram minhüm ba’de zalike fil erdi le müsrifun
bu sebepten (dolayı) israil oğullarına (kitapta hüküm) yazdık şüphesiz o kimse bir kimseyi öldürürse o kimseyi (öldürme hakkına sahip) değilse veya yeryüzüne fesat çıkarmak (maksadı ile) sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur kim de bir kişinin yaşamasına (sebep olursa) sanki hayatını kurtarmış gibi olur bütün insanların gerçekten onlara geldiler resullerimiz mucizelerle sonra onlardan çoğu bu olaydan sonra yeryüzünde israf ediciler oldular
(32) On that account: We ordained for the Children of Israel that if any one slew a person – unless it be for murder or for spreading mischief in the land- it would be as if he slew the whole people: and if any one saved a life, it would be as if he saved the life of the whole people. Then although there came to them Our Messengers with Clear Signs, yet, even after that, many of then continued to commit excesses in the land.
1. |
min ecli zâlike |
: bundan dolayı |
2. |
ketebnâ |
: yazdık |
3. |
alâ benî isrâîle |
: İsrailoğulları’na |
4. |
ennehu men |
: kim … olduğu |
5. |
katele nefsen |
: bir kişiyi öldürdü |
6. |
bi gayri nefsin |
: bir kişi karşılığı olmaksızın |
7. |
ev fesâdin fi el ardı |
: veya yeryüzünde fesad |
8. |
fe keennemâ |
: artık … gibidir |
9. |
katele en nâse |
: insanları öldürdü |
10. |
cemîan |
: topluca, bütün hepsini |
11. |
ve men ahyâ-hâ |
: ve kim onu yaşatırsa |
12. |
fe keennemâ |
: artık … gibidir |
13. |
ahyâ en nâse |
: insanları yaşattı |
14. |
cemîan |
: topluca, bütün hepsini |
15. |
ve lekad câet-hum |
: ve andolsun ki onlara geldi |
16. |
rusulu-nâ |
: resullerimiz |
17. |
bi el beyyinâti |
: açık, apaçık deliller ile |
18. |
summe |
: sonra |
19. |
inne kesîran |
: hiç şüphesiz çoğu |
20. |
min-hum |
: onlardan, onların |
21. |
ba’de zâlike |
: bundan sonra |
22. |
fî el ardı |
: yeryüzünde |
23. |
le |
: gerçekten |
24. |
musrifûne |
: müsrifler |
٣٣
اِنَّمَا جَزؤُا الَّذينَ يُحَارِبُونَ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَيَسْعَوْنَ فِى الْاَرْضِ فَسَادًا اَنْ يُقَتَّلُوا اَوْ يُصَلَّبُوا اَوْتُقَطَّعَ اَيْديهِمْ وَاَرْجُلُهُمْ مِنْ خِلَافٍ اَوْ يُنْفَوْا مِنَ الْاَرْضِ ذلِكَ لَهُمْ خِزْىٌ فِى الدُّنْيَا وَلَهُمْ فِى الْاخِرَةِ عَذَابٌ عَظيمٌ
(33) innema cezaüllezine yüharibunellahe ve rasulehu ve yes’avne fil erdi fesaden ey yükattelu ev yüsallebu ev tükattaa eydihim ve ercülühüm min hilafin ev yünfev minel ard zalike lehüm hizyün fid dünya ve lehüm fil ahirati azabün aziym
ancak o kimselerin cezası Allah ve resulüne (karşı) harp edenlerin yeryüzünde fesat çıkarmak (için) çalışanların (cezası) öldürülmeleri yahut asılmaları yahut kesilmeleri ellerinin ve ayaklarının çapraz olarak veya o yerden sürgün edilmeleridir bu ceza onlara dünyada bir aşağılanmadır ahirette onlara çok büyük azap vardır
(33) The punishment of those who wage war against Allah and His Messenger, and strive with might and main for mischief through the land is: execution, or crucifixion, or the cutting off of hands and feet from opposite sides, or exile from the land: that is their disgrace in this world, and a heavy punishment is theirs in the Hereafter
1. |
innemâ |
: ancak |
2. |
cezâû |
: ceza |
3. |
ellezîne yuhâribûne |
: o harp edenler, savaşanlar |
4. |
allâhe ve resûle-hu |
: Allâh (cc.) ve O’nun Resulu ile |
5. |
ve yes’avne fî el ardı |
: ve yeryuzunde çalışırlar |
6. |
fesâden |
: fesad – bozgun |
7. |
en yukattelû |
: öldürülmeleri |
8. |
ev yusallebû |
: veya asılmaları |
9. |
ev tukattaa eydî-him |
: veya ellerinin kesilmesi |
10. |
ve erculu-hum |
: ve ayaklarının |
11. |
min hılâfin |
: çaprazdan |
12. |
ev yunfev |
: veya sürülmeleri |
13. |
min el ardı |
: o yerden |
14. |
zâlike lehum |
: bu onların |
15. |
hızyun fî ed dunyâ |
: dünyada bir rezillik |
16. |
ve lehum fî el âhırati |
: ve onlar için âhirette vardır |
17. |
azâbun azîmun |
: büyük azap |
٣٤
اِلَّاالَّذينَ تَابُوا مِنْ قَبْلِ اَنْ تَقْدِرُوا عَلَيْهِمْ فَاعْلَمُوا اَنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَحيمٌ
(34) illellezine tabu min kabli en takdiru aleyhim fa’lemu ennellahe ğafurur rahiym
ancak tövbe edenler (hariç) siz onların üzerine takdir olmadan önce bilmiş olun ki şüphesiz Allah bağışlayıcı, merhametlidir
(34) Except for those who repent before they fall into your power: in that case, know that Allah is Oft-Forgiving, Most Merciful.
1. |
illâ ellezîne tâbû |
: tövbe edenler hariç |
2. |
min kabli en takdirû |
: ele geçirmenizden önce |
3. |
aleyhim |
: onları |
4. |
fa’lemû (fe ı’lemû) |
: artık biliniz |
5. |
enne Allâhe |
: Allâh (c.c.)’ın … olduğunu |
6. |
gafûrun |
: mağfiret eden, günahları sevaba çeviren |
7. |
rahîmun |
: rahmet eden, rahmet nurunu gönderen |
٣٥
يَااَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا اتَّقُوا اللّهَ وَابْتَغُوااِلَيْهِ الْوَسيلَةَ وَجَاهِدُوا فى سَبيلِه لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
(35) ya eyyühellezine amenüt tekullahe vebteğu ileyhil vesilete ve cahidu fi sebilihi lealleküm tüflihun
ey iman edenler Allah’tan sakının o’na (yaklaşmaya) vesile arayın ve cihat edin o’nun yolunda umulur ki felaha eresiniz
(35) O ye who believe do your duty to Allah, seek the means of approach unto him, and strive with might and main in his cause: that ye may prosper.
1. |
yâ eyyuhâ |
: ey! |
2. |
ellezîne âmenû |
: Allâh’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler |
3. |
ittekû Allâhe |
: Allâh’a (c.c.) karşı takvâ sahibi olun |
4. |
ve ibtegû |
: ve isteyin! |
5. |
ileyhi el vesîlete |
: O’na ulaştıracak vesileyi |
6. |
ve câhidû fî sebîli hi |
: ve O’nun yolunda cihad edin |
7. |
lealle-kum |
: umulur ki böylece siz |
8. |
tuflihûne |
: felâha, kurtuluşa erersiniz |
٣٦
اِنَّ الَّذينَ كَفَرُوا لَوْ اَنَّ لَهُمْ مَا فِى الْاَرْضِ جَميعًاوَمِثْلَهُمَعَهُ لِيَفْتَدُوا بِه مِنْ عَذَابِ يَوْمِ الْقِيمَةِ مَا تُقُبِّلَ مِنْهُمْ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَليمٌ
(36) innellezine keferu lev enne lehüm ma fil erdi cemiav ve mislehu meahu li yeftedu bihi min azabi yevmil kıyameti ma tükubbile minhüm ve lehüm azabün elim
şüphesiz o küfredenler yeryüzündekilerin hepsi (bir) o kadarı da onların olsa bunları fidye olarak verseler kıyamet gününün azabından (kurtulmak için) kendilerinden kabul olunmaz onlar için elim bir azap (vardır)
(36) As to those who reject Faith, if they had everything on earth, and twice repeated, to give as ransom for the penalty of the day of judgment, it would never be accepted of them. Their would be a grievous penalty.
1. |
inne |
: muhakkak ki |
2. |
ellezîne keferû |
: kâfir olan kimseler |
3. |
lev enne lehum |
: eğer onların olsa |
4. |
mâ fî el ardı cemîan |
: yeryüzünde bulunanların hepsi |
5. |
ve misle-hu mea-hu |
: ve onunla birlikte bir misli daha |
6. |
li yeftedû bi-hi |
: onu fidye vermek, feda etmek için |
7. |
min azâbi |
: azabdan |
8. |
yevmi el kıyâmeti |
: kıyamet günü |
9. |
mâ tukubbile |
: kabul olunmaz |
10. |
min-hum |
: onlardan |
11. |
ve lehum |
: ve onlar için vardır |
12. |
azâbun elîmun |
: acı azap |
Sayfa:113
٣٧
يُريدُونَ اَنْ يَخْرُجُوا مِنَ النَّارِوَمَا هُمْ بِخَارِجينَ مِنْهَا وَلَهُمْ عَذَابٌ مُقيمٌ
(37) yüridune ey yahrucu minen nari ve ma hüm bi haricine minha ve lehüm azabüm mukım
onlar isterler ateşten çıkarılmalarını ama ondan çıkıcı değillerdir onlar için sürekli kalacakları bir azap (vardır)
(37) Their wish will be to get out of the fire, but never will they get out therefrom: their penalty will be one that endure.
1. |
yurîdûne |
: isterler |
2. |
en yahrucû |
: çıkmak |
3. |
min en nâri |
: ateşten |
4. |
ve mâ hum |
: ve onlar değiller |
5. |
bi hâricîne min-hâ |
: oradan çıkacak |
6. |
ve lehum |
: ve onlar için vardır |
7. |
azâbun mukîmun |
: daimi azap, ikâme edilen bir azap |
٣٨
وَالسَّارِقُ وَالسَّارِقَةُ فَاقْطَعُوا اَيْدِيَهُمَا جَزَاءًبِمَا كَسَبَا نَكَالًا مِنَ اللّهِ وَاللّهُ عَزيزٌ حَكيمٌ
(38) ves sariku ves sarikatü faktau eydiyehüma cezaem bima keseba nekalem minellah vallahü azizün hakim
erkek hırsızın kadın hırsızın ceza olarak ellerini kesiniz yaptıklarına karşı Allah’tan bir azap olmak (üzere) Allah güçlüdür, hikmet sahibidir
(38) As to the thief. Male or female, cut off his or her hands: a punishment by way of example, from Allah, for their crime: and Allah is exalted in power.
1. |
ve es sâriku |
: ve hırsız (erkek) |
2. |
ve es sârikatu |
: ve hırsız (kadın) |
3. |
fe iktaû |
: o halde, …olmak üzere kesin |
4. |
eydiye humâ |
: ikisinin ellerini |
5. |
cezâen |
: ceza, karşılık, bedel olarak |
6. |
bimâ kesebâ |
: kazandıklarından, yaptıklarından dolayı |
7. |
nekâlen |
: ibret verici, korkunç bir ceza olarak |
8. |
min Allâhi |
: Allâh’tan (c.c.) |
9. |
ve allâhu |
: ve Allâh (c.c.) |
10. |
azîzun |
: azîz, üstün, yüce |
11. |
hakîmun |
: hüküm ve hikmet sahibi |
٣٩
فَمَنْ تَابَ مِنْ بَعْدِ ظُلْمِه وَاَصْلَحَفَاِنَّ اللّهَ يَتُوبُ عَلَيْهِ اِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَحيمٌ
(39) fe men tabe mim ba’di zulmihi ve asleha fe innellahe yetubü aleyh innellahe ğafurur rahiym
kim ki tövbe eder yaptığı zulümden sonra halini düzeltirse şüphesiz Allah onun tövbesini kabul eder muhakkak Allah bağışlayıcı, merhametlidir
(39) But if the thief repent after his crime, and amend his conduct, Allah turneth to him in forgiveness for Allah is Oft-Forgiving, Most Merciful.
1. |
fe men tâbe |
: artık kim tövbe ederse (kişinin mürşid önünde tövbesi) |
2. |
min ba’di zulmi-hi |
: yaptığı zulumden, haksızlıktan sonra |
3. |
ve aslaha |
: ve ıslah oldu, düzeldi |
4. |
fe inne allâhe |
: o taktirde muhakkak ki Allâh (c.c.) |
5. |
yetûbu aleyhi |
: onun tövbesini kabul eder |
6. |
inne allâhe |
: muhakkak ki Allâh (cc.) |
7. |
gafûrun |
: mağfiret eden, günahları sevaba çeviren |
8. |
rahîmun |
: rahmet eden, rahmet nurunu gönderen |
٤٠
اَلَمْ تَعْلَمْ اَنَّ اللّهَ لَهُ مُلْكُ السَّموَاتِوَالْاَرْضِ يُعَذِّبُ مَنْ يَشَاءُ وَيَغْفِرُ لِمَنْ يَشَاءُ وَاللّهُ عَلى كُلِّ شَىْءٍ قَديرٌ
(40) e lem ta’lem ennellahe lehu mülküs semavati vel erdi yüazzibü mey yeşaü ve yağfiru li mey yeşa’ vallahü ala külli şey’in kadir
bilmez misiniz? o mülk Allah’ındır göklerin ve yerin dilediğine azap eder dilediğini bağışlar Allah her şeye kadirdir
(40) Knowest thou not that to Allah (alone) belongeth the dominion of the heavens and the earth? he punisheth whom he pleaseth, and he forgiveth whom he pleaseth: and Allah hath power over all things.
1. |
e lem ta’lem |
: biimiyor musun? |
2. |
enne Allâhe |
: Allâh (c.c.)’ın …olduğunu |
3. |
lehu mulku |
: mülk, idare, O’nun |
4. |
es semâvâti |
: semâlar, gökler |
5. |
ve el ardı |
: ve arz, yeryüzü, yer |
6. |
yuazzibu |
: azap eder |
7. |
men yeşâu |
: dilediği kişi, dilediği |
8. |
ve yagfiru |
: ve mağfiret eder (günahları sevaba çevirir) |
9. |
li men yeşâu |
: dilediği kişiyi, dilediğini |
10. |
ve Allâhu |
: ve Allâh (c.c.) |
11. |
alâ kulli şey’in |
: her şeye |
12. |
kadîrun |
: kâdir, kudret sahibi |
٤١
يَا اَيُّهَا الرَّسُولُ لَا يَحْزُنْكَ الَّذينَ يُسَارِعُونَ فِى الْكُفْرِ مِنَ الَّذينَ قَالُوا امَنَّا بِاَفْوَاهِهِمْ وَلَمْ تُؤْمِنْ قُلُوبُهُمْ وَمِنَ الَّذينَ هَادُوا سَمَّاعُونَ لِلْكَذِبِ سَمَّاعُونَ لِقَوْمٍ اخَرينَ لَمْ يَاْتُوكَ يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ مِنْ بَعْدِ مَوَاضِعِه يَقُولُونَ اِنْ اُوتيتُمْهذَا فَخُذُوهُ وَاِنْ لَمْ تُؤْتَوْهُ فَاحْذَرُوا وَمَنْ يُرِدِ اللّهُ فِتْنَتَهُ فَلَنْ تَمْلِكَ لَهُ مِنَ اللّهِ شَيًا اُولءِكَ الَّذينَ لَمْ يُرِدِ اللّهُ اَنْ يُطَهِّرَ قُلُوبَهُمْ لَهُمْ فِى الدُّنْيَا خِزْىٌ وَلَهُمْ فِى الْاخِرَةِ عَذَابٌ عَظيمٌ
(41) ya eyyüher rasulü la yahzünkellezine yüsariune fil küfri minellezine kalu amenna bi efvahihim ve lem tü’min kulubühüm ve minellezine hadu semmaune lil kezibi semmaune li kavmin aharine lem ye’tuk yüharrifunel kelime mim ba’di mevadııh yekulune in utitüm haza fe huzuhü ve il lem tü’tevhü fahzeru ve mey yüridillahü fitnetehu fe len temlike lehu minellahi şey’a ülaikellezine lem yüridillahü ey yütahhira kulubehüm lehüm fid dünya hizyüv ve lehüm fil ahirati azabün aziym
ey resul! o kimseler seni mahzun etmesin küfürde yarış eden onlar ki derler ağızları ile “inandık” kalpleri ile inanmadıkları (halde) yahudiler ki yalan söyleyeni dinlerler başka bir kavmi de dinlerler sana (inanıp) gelmeden kitaptaki (hak) kelimeleri sonradan tahrif ederek yerlerinden (oynatırlar) derler eğer hüküm verilirse (lehinize) onu tutun eğer lehinize verilmezse sakının Allah kimin fitneye düşmesini isterse sen asla çevirmeye malik değilsin Allah’tan (gelecek) bir hükme işte bunlar o kimseler ki Allah istememiştir onların kalplerini temizlemek onlar için dünyada bir aşağılanma ahirette (de) onlar için büyük bir azap (vardır)
(41) O Messenger! let not those grieve thee, who race each other into Unbelief: (whether it be) among those who say “We believe” with their lips but whose hearts have no Faith or it be among the Jews- men who will listen to any lie- will listen even to others who have never so much as come to thee. They change the words from their (right) times and places: they say, “If ye are given this, take it, but if not, beware!” If any one’s trial is intended by Allah, thou hast no authority in the least for him against Allah. For such – it is not Allah’s will to purify their hearts. For them there is disgrace in this world, and in the Hereafter a heavy punishment.
1. |
yâ eyyuhâ er resûlu |
: ey Resul |
2. |
lâ yahzun-ke |
: seni üzmesin (mahzun etmesin) |
3. |
ellezîne yusâriûne |
: yarışan kimseler, yarışanlar |
4. |
fî el kufri |
: inkarda, küfürde |
5. |
min ellezîne |
: o kimselerden, onlardan |
6. |
kâlû âmennâ |
: iman ettik, âmenû olduk (Allâh’a teslim olmayı diledik) dediler |
7. |
bi efvâhi-him |
: ağızları ile |
8. |
ve lem tu’min |
: ve îmân etmedi |
9. |
kulûbu-hum |
: onların kalpleri |
10. |
ve min ellezîne |
: ve o kimselerden, onlardan, ..olanlardan |
11. |
hâdû |
: yahudiler |
12. |
semmâûne |
: kulak verenler, çok iyi dinleyenler |
13. |
li el kezibi |
: yalan için |
14. |
semmâûne |
: kulak verenler, çok iyi dinleyenler |
15. |
li kavmin âharîne |
: diğer kavime, başka bir kavime |
16. |
lem ye’tu-ke |
: sana gelmez |
17. |
yuharrifûne |
: tahrif ediyorlar, değiştiriyorlar |
18. |
el kelime |
: kelime |
19. |
min ba’di |
: sonradan |
20. |
mevâdıı-hi |
: onun yeri |
21. |
yekûlûne |
: diyorlar |
22. |
in ûtîtum hâzâ |
: eğer size bu verilirse |
23. |
fe huzû-hu |
: o zaman, o taktirde onu alın |
24. |
ve in lem tu’tev-hu |
: ve eğer o verilmezse |
25. |
fahzerû (fe ıhzerû) |
: o zaman, o taktirde kaçının, sakının |
26. |
ve men yuridi |
: ve kimi isterse |
27. |
Allâhu |
: Allâh (c.c.) |
28. |
fitnete-hu |
: onun fitneye düşmesi |
29. |
fe len temlike lehu |
: artık sen onun için asla birşeye mani olmaya malik (sahip) değilsin, mani olacak (olabilecek) değilsin |
30. |
min allâhi şey’en |
: Allâh (c.c.)’tan birşey |
31. |
ulâike ellezîne |
: işte o kimseler |
32. |
lem yuridi Allâhu |
: Allâh (c.c.) dilemedi |
33. |
en yutahhire |
: temizlemeyi |
34. |
kulûbe-hum |
: onların kalpleri |
35. |
lehum fî ed dunyâ |
: onlar için dünyada vardır |
36. |
hızyun |
: rezillik |
37. |
ve lehum fî el âhıreti |
: ve onlara ahirette vardır |
38. |
azâbun azîmun |
: büyük azap |
Sayfa:114
٤٢
سَمَّاعُونَ لِلْكَذِبِ اَكَّالُونَ لِلسُّحْتِ فَاِنْ جَاؤُكَ فَاحْكُمْ بَيْنَهُمْ اَوْ اَعْرِضْ عَنْهُمْ وَاِنْ تُعْرِضْ عَنْهُمْ فَلَنْ يَضُرُّوكَ شَيًا وَاِنْ حَكَمْتَفَاحْكُمْ بَيْنَهُمْ بِالْقِسْطِ اِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُقْسِطينَ
(42) semmaune lil kezibi ekkalune lis suht fe in cauke fahküm beynehüm ev a’rid anhüm ve in tu’rid anhüm fe ley yedurruke şey’a ve in hakemte fahküm beynehüm bil kist innellahe yühibbül muksitın
yalanı dinleyenler haramı, rüşveti yiyenler eğer sana gelirlerse ister aralarında hükmet ister kendilerinden yüz çevir eğer onlardan yüz çevirirsen sana asla bir zarar veremezler eğer hüküm verirsen aralarında adaletle hüküm ver Allah adalet sahiplerini sever
(42) (They are fond of) listening to falsehood, of devouring anything forbidden. If they do come to thee, either judge between them, or decline to interfere. If thou decline, they cannot hurt thee in the least. If thou judge, judge in equity between them. For Allah loveth those who judge in equity.
1. |
semmâûne |
: kulak verenler, çok iyi dinleyenler |
2. |
li el kezibi |
: yalanı |
3. |
ekkâlûne li es suhti |
: haramı çok yiyenler |
4. |
fe |
: bundan sonra, sonra |
5. |
in câu-ke |
: eğer sana gelirlerse |
6. |
fahkum (fe uhkum) |
: o taktirde hükmet, hüküm ver |
7. |
beyne-hum |
: onların aralarında |
8. |
ev a’rıd an-hum |
: veya onlardan yüz çevir |
9. |
ve in tu’rıd an-hum |
: ve eğer onlardan yüz çevirirsen |
10. |
fe len yadurrû-ke |
: artık onlar sana asla zarar veremezler |
11. |
şey’en |
: birşey |
12. |
ve in hakemte |
: ve eğer hükmedersen |
13. |
fahkum (fe uhkum) |
: o taktirde hükmet,hüküm ver |
14. |
beyne-hum bi el kısti |
: aralarında adalet ile |
15. |
inne allâhe |
: muhakkak ki Allâh (c.c.) |
16. |
yuhıbbu |
: sever |
17. |
el muksıtîne |
: muksıtîn olanlar, âdil, adâletli olanlar |
٤٣
وَكَيْفَ يُحَكِّمُونَكَ وَعِنْدَهُمُ التَّوْريةُ فيهَا حُكْمُ اللّهِ ثُمَّ يَتَوَلَّوْنَ مِنْ بَعْدِ ذلِكَ وَمَا اُولءِكَ بِالْمُؤْمِنينَ
(43) ve keyfe yühakkimuneke ve indehümüt tevratü fiha hukmüllahi sümme yetevellevne mim ba’di zalik ve ma ülaike bil mü’minin
seni nasıl hakem yaparlar tevrat yanlarındayken onun içinde Allah’ın hükmü (olan) sonra dönüyorlar? bunun arkasında (ne diye) işte bunlar mü’min değillerdir
(43) But why do they come to thee for decision, when they have (their own) law before them? therein is the (plain) command of Allah yet even after that, they would turn away. For they are not (really) people of Faith.
1. |
ve keyfe |
: ve nasıl |
2. |
yuhakkimûne-ke |
: sana hüküm verdiriyorlar (seni hakem yapıyorlar) |
3. |
ve inde-hum(u) |
: ve onların yanında var |
4. |
et tevrâtu |
: Tevrat |
5. |
fî hâ hukmu Allâhi |
: içinde Allâh’ın (c.c.) hükümleri var |
6. |
summe yetevellevne |
: sonra dönüyorlar |
7. |
min ba’di zâlike |
: bundan sonra |
8. |
ve mâ ulâike |
: ve işte onlar değildir |
9. |
bi el mu’minîne |
: mü’minler |
٤٤
اِنَّا اَنْزَلْنَا التَّوْريةَ فيهَا هُدًى وَنُورٌ يَحْكُمُ بِهَا النَّبِيُّونَ الَّذينَ اَسْلَمُوا لِلَّذينَ هَادُوا وَالرَّبَّانِيُّونَ وَالْاَحْبَارُ بِمَا اسْتُحْفِظُوا مِنْ كِتَابِ اللّهِ وَكَانُوا عَلَيْهِ شُهَدَاءَ فَلَا تَخْشَوُا النَّاسَ وَاخْشَوْنِ وَلَا تَشْتَرُوا بِايَاتى ثَمَنًا قَليلًا وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا اَنْزَلَ اللّهُ فَاُولءِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ
(44) inna enzelnet tevrate fiha hüdev ve nur yahkümü bihen nebiyyunellezine eslemu lillezine hadu ver rabbaniyyune vel ahbaru bimestuhfizu min kitabillahi ve kanu aleyhi şüheda’ fe la tahşevün nase vahşevni ve la teşteru bi ayati semenen kalila ve mel lem yahküm bi ma enzelellahü fe ülaike hümül kafirun
şüphesiz tevrat’ı biz indirdik onda bir hidayet, onda bir nur (vardır) onunla hüküm ederlerdi (Allah’a) teslim olmuş nebiler yahudilere ve ruhbanlara ve fakih alimlere korumaya memur olmaları Allah’ın kitabını (hüküm) ederlerdi kitabın üzerine şahit bulunmaları artık insanlardan korkmayın benden korkun satmayın benim ayetlerimi birkaç paraya kim hükmetmezse Allah’ın indirdiği ile işte onlar kâfirlerin ta kendileridir
(44) It was we who revealed the law (to Moses): therein was guidance and light. By its standard have been judged the Jews, by the prophets who bowed (as in Islam) to Allah’s will, by the rabbis and the doctors of law: for to them was entrusted the protection of Allah’s book, and they were witnesses thereto: therefore fear not men, but fear me, and sell not my Signs for a miserable price. If any do fail to judge by (the light of) what Allah hath revealed, they are (no better than) Unbelievers.
1. |
innâ enzelnâ |
: muhakkak ki biz indirdik |
2. |
et tevrâte |
: Tevratı |
3. |
fî- hâ huden ve nûrun |
: içinde hidayet ve nur vardır |
4. |
yahkumu |
: hükmeder |
5. |
bi-hâ en nebiyyûne |
: Peygamber’ler (a.s.) onunla |
6. |
ellezîne eslemû |
: teslim olmuş olanlar |
7. |
li ellezîne |
: o kimseler için, onlar için, onlara |
8. |
hâdû |
: yahudiler |
9. |
ve er rabbâniyyûne |
: ve Rabbaniler, kendilerini Rabblerine adamış olanlar |
10. |
ve el ahbâru |
: zahidler, yahudi âlimler, hahamlar |
11. |
bi mâ istuhfizû |
: muhafaza etmeleri istenen şey ile |
12. |
min kitâbi allâhi |
: Allâh’ın (c.c.) Kitabından |
13. |
ve kânû aleyhi |
: ve onun üzerine oldular |
14. |
şuhedâe |
: şahidler |
15. |
fe lâ tahşevû |
: artık korkmayın |
16. |
en nâse |
: insanlar |
17. |
vahşevni (ve ıhşev-ni) |
: ve benden korkun |
18. |
ve lâ teşterû |
: ve satmayın |
19. |
bi âyâtî |
: âyetlerimi |
20. |
semenen kalîlen |
: az bir pahaya, değere |
21. |
ve men |
: ve kim |
22. |
lem yahkum |
: hükmetmez |
23. |
bi mâ enzele allâhu |
: Allâh’ın (c.c.) indirdiği ile |
24. |
fe ulâike hum(u) |
: o taktirde, işte onlar, onlar |
25. |
el kâfirûne |
: kâfirler |
٤٥
وَكَتَبْنَا عَلَيْهِمْ فيهَا اَنَّ النَّفْسَ بِالنَّفْسِ وَالْعَيْنَ بِالْعَيْنِ وَالْاَنْفَ بِالْاَنْفِ وَالْاُذُنَ بِالْاُذُنِ وَالسِّنَّ بِالسِّنِّوَالْجُرُوحَ قِصَاصٌ فَمَنْ تَصَدَّقَ بِه فَهُوَ كَفَّارَةٌ لَهُ وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا اَنْزَلَ اللّهُ فَاُولءِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ
(45) ve ketebna aleyhim fiha ennen nefse bin nefsi vel ayne bil ayni vel enfe bil enfi vel üzüne bil üzüni ves sinne bis sinni vel cüruha kisas fe men tesaddeka bihi fe hüve keffaratül leh ve mel lem yahküm bima enzelellahü fe ülaike hümüz zalimun
(şöyle) yazdık kitapta (hüküm olarak) onlara cana karşılık can göze karşılık göz buruna karşılık burun kulağa karşılık kulak dişe karşılık diş yaralar (birbirine) kısastır ama kim hakkını sadaka olarak (bağışlarsa) o kendisi için kefaret (olur) kim hükmetmezse Allah’ın indirdiği ile işte onlar zalimlerin ta kendileridir
(45) We ordained therein for them: life for life, eye for eye, nose for nose, ear for ear, tooth for tooth, and wounds equal for equal. But if any one remits the retaliation by way of Charity, it is an act of atonement for himself. And if any fail to judge by (the light of) what Allah hath revealed, they are (no better than) wrongdoers.
1. |
ve ketebnâ aleyhim |
: ve onların üzerine yazdık, farz kıldık |
2. |
fî hâ |
: onun içinde |
3. |
enne |
: … olduğunu |
4. |
en nefse bi en nefsi |
: cana can ile |
5. |
ve el ayne bi el ayni |
: ve göze göz ile |
6. |
ve el enfe bi el enfi |
: ve buruna burun ile |
7. |
ve el uzune bi el uzuni |
: ve kulağa kulak ile |
8. |
ve es sinne bi es sinni |
: ve dişe diş ile |
9. |
ve el curûha |
: ve yaralara, yaralanmaya |
10. |
kısâsun |
: kısas, aynısıyla ödeşme |
11. |
fe men |
: artık kim |
12. |
tesaddaka bi-hi |
: onu sadaka olarak bağışlar |
13. |
fe huve |
: artık o |
14. |
keffâratun lehu |
: kendisi için bir kefâret olur (günahlara kefâret) |
15. |
ve men lem yahkum |
: ve kim hükmetmezse |
16. |
bi mâ enzele allâhu |
: Allâh’ın (cc.) indirdiği şey ile |
17. |
fe ulâike |
: o taktirde işte onlar |
18. |
hum(u) |
: onlar |
19. |
ez zâlimûne |
: zâlimler |
Sayfa:115
٤٦
وَقَفَّيْنَا عَلى اثَارِهِمْ بِعيسَى ابْنِ مَرْيَمَ مُصَدِّقًا لِمَابَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ التَّوْريةِ وَاتَيْنَاهُالْاِنْجيلَ فيهِ هُدًى وَنُورٌ وَمُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ التَّوْريةِ وَهُدًى وَمَوْعِظَةً لِلْمُتَّقينَ
(46) ve kaffeyna ala asarihim bi iysebni meryeme müsaddikal limabeyne yedeyhi minet tevrati ve ateynahül incile fihi hüdev ve nuruv ve müsaddikal lima beyne yedeyhi minet tevrati ve hüdev ve mev’ızatel lil müttekın
arkalarından gönderdik o (peygamberlerin) izleri üzerine, meryem oğlu isa’yı tasdik edici (olarak) kendinden önceki tevrat’ı ona incil’i verdik onda bir hidayet, onda bir nur (vardır) tasdik edici kendinden önce (gönderilen) tevrat’ı bir vaiz ve irşat olmak (üzere) takva sahipleri için
(46) And in their footsteps we sent Jesus the son of Mary, confirming the law that had come before him: we sent him the gospel: therein was guidance and light, and confirmation of the law that had come before him: a guidance and an admonition to those who fear Allah.
1. |
ve kaffeynâ |
: ve gönderdik |
2. |
alâ âsâri-him |
: onların izleri üzerine, aynı esaslarla |
3. |
bi îsâ ibni meryeme |
: Hz. Meryem’in oğlu İsa’yı (a.s.) |
4. |
musaddıkan |
: tasdik edici olarak, doğrulayıcı olarak |
5. |
limâ beyne yedeyhi |
: elleri arasındakini, ellerindekini, yanlarındakini |
6. |
min et tevrâti |
: Tevrat’tan |
7. |
ve âteynâ-hu el incîle |
: ve ona İncil’i verdik |
8. |
fî hi huden ve nûrun |
: onun içinde bir hidayet ve bir nur vardır |
9. |
ve musaddıkan |
: ve tasdik edici olarak, doğrulayıcı olarak |
10. |
limâ beyne yedeyhi |
: elleri arasındakini, ellerindekini, yanlarındakini |
11. |
min et tevrâti |
: Tevrat’tan |
12. |
ve huden |
: ve bir hidayet, hidayete erdiren, hidayete erdirici olan |
13. |
ve mev’ızeten |
: ve vaaz edici olan, öğüt verici olan |
14. |
li el muttekîne |
: takva sahipleri için, takva sahiplerine |
٤٧
وَلْيَحْكُمْ اَهْلُ الْاِنْجيلِ بِمَا اَنْزَلَ اللّهُ فيهِ وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا اَنَزَلَ اللّهُ فَاُولءِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ
(47) vel yahküm ehlül incili bima enzelellahü fih ve mel lem yahküm bima enzelellahü fe ülaike hümül fasikun
incil ehli(de) hükmetsin Allah’ın onda indirdiği ahkam ile kim hüküm etmezse Allah’ın indirdiği ile işte onlar fasıkların ta kendileridir
(47) Let the people of the gospel judge by what Allah hath revealed therein. If any do fail to judge by (the light of) what Allah hath revealed, they are (no better than) those who rebel.
1. |
ve li yahkum |
: ve hükmetsinler! |
2. |
ehlu el incîli |
: İncil sahipleri |
3. |
bi mâ enzele |
: indirdiği şey ile |
4. |
allâhu |
: Allâh (c.c.) |
5. |
fî hi |
: onun içinde, onda |
6. |
ve men lem yahkum |
: ve kim hükmetmezse |
7. |
bi mâ enzele allâhu |
: Allâh’ın (c.c.) indirdiği ile |
8. |
fe ulâike |
: o taktirde işte onlar |
9. |
hum(u) |
: onlar |
10. |
el fâsıkûne |
: fâsıklar |
٤٨
وَاَنْزَلْنَا اِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ مُصَدِّقًالِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ الْكِتَابِ وَمُهَيْمِنًا عَلَيْهِ فَاحْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَا اَنْزَلَ اللّهُ وَلَا تَتَّبِعْ اَهْوَاءَهُمْ عَمَّا جَاءَكَ مِنَ الْحَقِّ لِكُلٍّ جَعَلْنَا مِنْكُمْ شِرْعَةً وَمِنْهَاجًا وَلَوْ شَاءَاللّهُلَجَعَلَكُمْ اُمَّةً وَاحِدَةً وَلكِنْ لِيَبْلُوَكُمْ فى مَااتيكُمْ فَاسْتَبِقُوا الْخَيْرَاتِ اِلَى اللّهِ مَرْجِعُكُمْ جَميعًا فَيُنَبِّءُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ فيهِ تَخْتَلِفُونَ
(48) ve enzelna ileykel kitabe bil hakki müsaddikal lima beyne yedeyhi minel kitabi ve müheyminen aleyhi fahküm beynehüm bima enzelellahü ve la tettebi’ ehvaehüm amma caeke minel hakkı li küllin cealna minküm şir’atev ve minhaca ve lev şaellahü le cealeküm ümmetev vahidetev ve lakil li yeblüveküm fi ma ataküm festebikul hayrat ilellahi merciuküm cemian fe yünebbiüküm bi ma küntüm fihi tahtelifun
sana indirdik bu kitabı hak olarak tasdikçi kendinden önceki kitapları onların üzerine koruyup gözetleyici o halde, onların aralarında hükmet Allah’ın indirdiği ile onların hevalarına tâbi olma sana gelen bu haktan (sonra) (tayin) ettik sizden her biriniz için bir şeriat ve yol Allah dileseydi sizi tek bir ümmet yapardı lâkin sizi imtihan etmek için (böyle yaptı) size verdiği şeylerle o halde siz hayır (için) yarışın Allah’adır dönüşünüz toptan size haber verecektir ihtilaf ettiğiniz şeyleri
(48) To thee we sent the scripture in truth, confirming the scripture that came before it, and guarding it in safety: so judge between them by what Allah hath revealed, and follow not their vain desires, diverging from the truth that hath come to thee. To each among you have we prescribed a law and an open way. If Allah had so willed. He would have made you a single people, but (his plan is) to test you in what he hath given you: so strive as in a race in all virtues. The goal of you all is to Allah it is he that will show you the truth of the matters in which ye dispute
1. |
ve enzelnâ ileyke |
: ve sana indirdik |
2. |
el kitâbe bi el hakkı |
: kitabı hak ile |
3. |
musaddıkan |
: tasdik edici olarak, doğrulayıcı olarak |
4. |
limâ beyne yedeyhi |
: onların elleri arasındakini, ellerindekini |
5. |
min el kitâbi |
: kitaptan |
6. |
ve muheyminen |
: ve koruyucu olarak |
7. |
aleyhi |
: onu, onun üzerine |
8. |
fahkum (fe uhkum) beyne-hum |
: artık onların arasında hükmet |
9. |
bimâ enzele allâhu |
: Allah’ın (c.c.) indirdiği şey ile |
10. |
ve lâ tettebi’ |
: ve tâbi olma, uyma |
11. |
ehvâe-hum |
: onların hevesleri, hevaları, nefslerinin istekleri |
12. |
ammâ (an mâ) câe-ke |
: sana gelenden |
13. |
min el hakkı |
: Hakk’tan |
14. |
li kullin cealnâ |
: hepiniz için kıldık, yaptık |
15. |
min-kum |
: sizden |
16. |
şir’aten |
: şeriat |
17. |
ve minhâcen |
: ve açık bir yol, belli bir yol |
18. |
ve lev şâe allâhu |
: ve şayet Allâh (cc.) dileseydi |
19. |
le ceale-kum |
: elbette sizi kılardı, yapardı |
20. |
ummeten vâhıdeten |
: tek bir ümmet |
21. |
ve lâkin |
: ve lakin, fakat, ancak, öyle ki |
22. |
li yebluve-kum |
: sizi sınamak için |
23. |
fî mâ âtâ-kum |
: size verdiği şeyler hakkında (ile) |
24. |
fe istebikû el hayrâti |
: o halde hayırlarda yarışın! |
25. |
ilâ allâhi |
: Allâh (cc.)’a |
26. |
merciu-kum |
: sizin merciiniz, dönüşünüz |
27. |
cemîan |
: topluca, hep birlikte (hepinizin) |
28. |
fe yunebbiu-kum |
: o zaman size haber verecek |
29. |
bi-mâ kuntum |
: sizin olduğunuz şeyler |
30. |
fî-hi |
: onun içinde, o konuda, hakkında |
31. |
tahtelifûne |
: ihtilâfa (ayrılığa) düşersiniz |
٤٩
وَاَنِ احْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَا اَنْزَلَ اللّهُ وَلَا تَتَّبِعْ اَهْوَاءَ هُمْ وَاحْذَرْهُمْ اَنْ يَفْتِنُوكَ عَنْ بَعْضِمَا اَنْزَلَ اللّهُ اِلَيْكَ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاعْلَمْ اَنَّمَا يُريدُ اللّهُ اَنْ يُصيبَهُمْ بِبَعْضِ ذُنُوبِهِمْ وَاِنَّ كَثيرًا مِنَ النَّاسِ لَفَاسِقُونَ
(49) ve enihküm beynehüm bi ma enzelellahü ve la tettebi’ ehvaehüm vahzerhüm ey yeftinuke amba’di ma enzele llahü ileyk fe in tevellev fa’lem ennema yüridüllahü ey yüsiybehüm bi ba’di zünubihim ve inne kesiram minen nasi le fasikun
Onların aralarında hükmet Allah’ın indirdiği ile onların arzularına tâbi olma onlardan sakın ki seni fitneye düşürmesinler. İndirdiği hükümlerin bir kısmı ile Allah’ın. Sana yine yüz çevirirlerse bil ki, Allah istiyordur başlarına bir bela getirmek onların bazı günahları sebebi ile şüphesiz çoğu insanların fasıktır
(49) And this (he commands): judge thou between them by what Allah hath revealed, and follow not their vain desires, but beware of them lest they beguile thee from any of that (teaching) which Allah hath sent down to thee. And if they turn away, be assured that for some of their crimes it is Allah’s purpose to punish them. And truly most men are rebellious.
1. |
ve en ihkum |
: ve hükmetmek (hükmet) |
2. |
beyne-hum |
: onların aralarında |
3. |
bi mâ enzele allâhu |
: Allâh’ın (c.c.) indirdiği ile |
4. |
ve lâ tettebi’ |
: ve tâbi olma, uyma! |
5. |
ehvâe-hum |
: onların hevâları, hevesleri, nefislerinin istekleri |
6. |
ve ıhzer-hum |
: ve onlardan sakın |
7. |
en yeftinû-ke |
: seni fitneye düşürmeleri |
8. |
an ba’dı |
: bazısından, bir kısmından |
9. |
mâ enzele allâhu ileyke |
: Allâh’ın (cc.) sana indirdiği şey |
10. |
fe in tevellev |
: bundan sonra eğer yüz çevirirlerse |
11. |
fa’lem (fe ı’lem) |
: o taktirde bil ki |
12. |
ennemâ |
: artık, ama, zaten |
13. |
yurîdu allâhu |
: Allâh (c.c.) diliyor, istiyor |
14. |
en yusîbe-hum |
: onlara isabet ettirmek (musibete uğratmak) |
15. |
bi ba’dı |
: bazısıyla, bazısı sebebiyle |
16. |
zunûbi-him |
: onların günahları |
17. |
ve inne kesîran |
: ve muhakkak ki çoğu |
18. |
min en nâsi |
: insanlardan |
19. |
le fâsıkûne |
: elbette, gerçekten fâsıklar |
٥٠
اَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ وَمَنْاَحْسَنُ مِنَ اللّهِ حُكْمًا لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ
(50) e fe hukmel cahiliyyeti yebğun ve men ahsenü minellahi hukmel li kavmiy yukinun
onlar cehalet devrinin hükmünü istiyorlar Allah’tan daha güzel hüküm veren kim olabilir? inanan bir kavim için
(50) Do they then seek after a judgment of (the days of) ignorance? but who, for a people whose Faith is assured, can give better judgment than Allah?
1. |
e |
: mı? |
2. |
fe |
: o halde, hâlâ |
3. |
hukme |
: hüküm |
4. |
el câhiliyyeti |
: cahiliyet devri |
5. |
yebgûne |
: istiyorlar |
6. |
ve men ahsenu |
: ve kim en güzel, daha güzel |
7. |
min allâhi |
: Allâh (cc.)’dan |
8. |
hukmen |
: hüküm |
9. |
li kavmin yûkınûne |
: yakîn sahibi olan (kesin inanan) bir kavim (toplum) iç |
Sayfa:116
٥١
يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الْيَهُودَ وَالنَّصَارى اَوْلِيَاءَ بَعْضُهُمْاَوْلِيَاءُ بَعْضٍوَمَنْ يَتَوَلَّهُمْ مِنْكُمْ فَاِنَّهُ مِنْهُمْ اِنَّ اللّهَ لَا يَهْدِىالْقَوْمَ الظَّالِمينَ
(51) ya eyyühellezine amenu la tettehizül yehude ven nesara evliya’ ba’duhüm evliyaü ba’d ve mey yetevellehüm minküm fe innehu minhüm innellahe la yehdil kavmez zalimin
ey iman edenler edinmeyin yahudi ve hristiyanları dostlar onlar birbirlerinin dostlarıdır sizden kim onları dost edinirse şüphesiz o da onlardandır Allah hidayete erdirmez zalim kavmi
(51) O ye who believe take not the Jews and the Christians for your friends and protectors: they are but friends and protectors to each other. And he amongst you that turns to them (for friendship) is of them. Verily Allah guideth not a people unjust.
1. |
yâ eyyuhâ |
: ey! |
2. |
ellezîne âmenû |
: âmenû olanlar (Allâh’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler) |
3. |
lâ tettehızû |
: edinmeyin |
4. |
el yehûde |
: yahudiler |
5. |
ve en nasârâ |
: ve hristiyanlar |
6. |
evliyâe |
: veliler, dostlar |
7. |
ba’du-hum |
: onların bazısı |
8. |
evliyâu |
: veliler, dostlar |
9. |
ba’dın (ba’du-hum…ba’dın) |
: bazısı (birbirinin) |
10. |
ve men |
: ve kim |
11. |
yetevelle-hum |
: onlara dönerse |
12. |
min-kum |
: sizden |
13. |
fe inne-hu |
: artık o mutlaka |
14. |
min-hum |
: onlardan |
15. |
inne allâhe |
: muhakkak ki Allâh (cc.) |
16. |
lâ yehdî |
: hidayete erdirmez |
17. |
el kavme |
: kavim, toplum |
18. |
ez zâlimîne |
: zâlimler |
٥٢
فَتَرَى الَّذينَ فى قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ يُسَارِعُونَفيهِمْ يَقُولُونَ نَخْشى اَنْ تُصيبَنَا دَاءِرَةٌ فَعَسَىاللّهُ اَنْ يَاْتِىَ بِالْفَتْحِ اَوْ اَمْرٍ مِنْ عِنْدِه فَيُصْبِحُوا عَلى مَا اَسَرُّوافى اَنْفُسِهِمْ نَادِمينَ
(52) fe terallezine fi kulubihim meraduy yüsariune fihim yekulune nahşa en tüsiybena dairah fe asellahü ey ye’tiye bil fethi ev emrim min indihi fe yusbihu ala ma eserru fi enfüsihim nadimin
onları görürsün ki kalplerindeki marazı onların içinde koşup dururlar korkuyoruz derler belanın başımızda dönmesinden ama umulur ki Allah fetih getirir veya tarafından bir emir (getirir de) içlerinde gizledikleri şeye nadim olurlar
(52) Those in whose hearts is a disease thou seest how eagerly they run about amongst them, saying: we do fear lest a change of fortune bring us disaster. Ah perhaps Allah will give (thee) victory, or a decision according to his will. Then will they repent of the thoughts which they secretly harbored in their hearts.
1. |
fe |
: işte, böylece |
2. |
terâ |
: görürsün |
3. |
ellezîne |
: o kimseler, onlar |
4. |
fî kulûbi-him |
: kalplerinde vardır |
5. |
maradun |
: hastalık |
6. |
yusâriûne |
: koşuşurlar |
7. |
fî-him |
: onların aralarında |
8. |
yekûlûne |
: derler |
9. |
nahşâ |
: biz korkuyoruz |
10. |
en tusîbe-nâ |
: bize isabet etmesi |
11. |
dâiratun |
: olayın dönmesi, zaferin hezimete, musibete dönmesi |
12. |
fe asâ allâhu |
: oysa, umulur ki Allâh (cc.) |
13. |
en ye’tiye bi el fethi |
: bir fethi, bir zaferi getirmesi |
14. |
ev emrin min indi-hi |
: veya katından bir emr |
15. |
fe yusbihû |
: o zaman, böylece olurlar |
16. |
alâ mâ eserrû |
: gizledikleri şeye |
17. |
fî enfusi-him |
: kendi içlerinde |
18. |
nâdimîne |
: pişman olanlar |
٥٣
وَيَقُولُ الَّذينَ امَنُوا اَهؤُلَاءِ الَّذينَ اَقْسَمُوا بِاللّهِ جَهْدَ اَيْمَانِهِمْ اِنَّهُمْ لَمَعَكُمْ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْ فَاَصْبَحُوا خَاسِرينَ
(53) ve yekulüllezine amenu ehaülaillezine aksemu billahi cehde eymanihim innehüm le meaküm habitat a’malühüm fe asbehu hasirin
iman edenlerde (şöyle) derler işte şunlar mı Allah’a kasem ederek tam güçleri ile yemin edenler? bunlar mı, sizinle beraberiz (diyenler) boşa gitti onların yaptıkları bütün amelleri zarara uğrayanlardan oldular
(53) And those who believe will say: are these the men who swore their strongest oaths by Allah, that they were with you? all that they do will be in vain. And they will fall into (nothing but) ruin.
1. |
ve yekûlu |
: ve derler |
2. |
ellezîne âmenû |
: âmenû olanlar (Allâh’a ulaşmayı, teslim olmayı yaşarken dileyenler) |
3. |
e hâulâi ellezîne |
: bunlar o kimseler mi?, onlar bunlar mı? |
4. |
aksemû bi allâhi |
: Allâh’a (cc.) yemin ettiler (kasem edenler) |
5. |
cehde eymâni-him |
: yeminlerinde cehd ettiler var gücüyle yemin ettiler |
6. |
inne-hum |
: muhakkak ki onlar, kendileri |
7. |
le mea-kum |
: elbette, mutlaka sizinle beraber |
8. |
habitat a’mâlu-hum |
: onların amelleri boşa gitti |
9. |
fe asbahû |
: böylece oldular |
10. |
hâsirîne |
: hüsrana uğrayanlar, hüsrana uğrayan kimseler |
٥٤
يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا مَنْ يَرْتَدَّ مِنْكُمْ عَنْ دينِه فَسَوْفَ يَاْتِى اللّهُ بِقَوْمٍ يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُ اَذِلَّةٍ عَلَى الْمُؤْمِنينَ اَعِزَّةٍ عَلَى الْكَافِرينَ يُجَاهِدُونَفى سَبيلِ اللّهِ وَلَا يَخَافُونَ لَوْمَةَ لَاءِمٍ ذلِكَ فَضْلُ اللّهِ يُؤْتيهِ مَنْ يَشَاءُ وَاللّهُ وَاسِعٌ عَليمٌ
(54) ya eyyühellezine amenu mey yertedde minküm an dinihi fe sevfe ye’tillahü bi kavmiy yühibbühüm ve yühibbunehu ezilletin alel mü’minine e izzetin alel kafirine yücahidune fi sebilillahi ve la yehafune levmete laim zalike fadlüllahi yü’tihi mey yeşa’ vallahü vasiun alim
ey iman edenler kim dönerse dininden Allah (öyle) bir kavim getirir ki (Allah) onları sever (onlar da) (Allah’ı) o’nu severler mü’minlere karşı nefislerini aşağı görürler kafirlere karşı da izzet, şeref sahibidirler Allah yolunda cihat ederler kınanmasından korkmazlar işte bu Allah’ın fazlıdır onu dilediğine verir Allah’ın ihsanı geniş, bilendir
(54) O ye who believe if any from among you turn back from his Faith, soon will Allah produce a people whom He will love as they will love Him, lowly with the Believers, mighty against the rejecters, fighting in the way of Allah, and never afraid of the reproaches of such as find fault. That is the Grace of Allah, which he will bestow on whom he pleaseth. And Allah encompasseth all, and he knoweth all things.
1. |
yâ eyyuhâ |
: ey! |
2. |
ellezîne âmenû |
: âmenû olanlar (Allâh’a ulaşmayı yaşarken dileyenler) |
3. |
men yertedde |
: kim geri dönerse |
4. |
min-kum |
: sizden |
5. |
an dîni-hi |
: dininden |
6. |
fe sevfe ye’tî allâhu |
: o zaman Allâh (cc.) getirecek |
7. |
bi kavmin |
: bir kavmi |
8. |
yuhıbbu-hum |
: onları sever |
9. |
ve yuhıbbûne-hu |
: ve onu severler |
10. |
ezilletin |
: daha alçak gönüllü |
11. |
alâ el mu’minîne |
: mü’minlere karşı |
12. |
eizzetin |
: daha izzetli, vakarlı, şerefli |
13. |
alâ el kâfirîne |
: kâfirlere |
14. |
yucâhidûne |
: cihad ederler |
15. |
fî sebîli allâhi |
: Allâh’ın (cc.) yolunda |
16. |
ve lâ yehâfûne |
: ve korkmazlar |
17. |
levmete lâimin |
: kınayanın kınaması |
18. |
zâlike fadlu allâhi |
: işte bu Allâh’ın (cc.) fazlı |
19. |
yu’tîhi men yeşâu |
: onu dilediğine verir |
20. |
ve allâhu |
: ve Allâh (cc.) |
21. |
vâsîun |
: ihsanı bol, fazlı ve lütfu geniş |
22. |
alîmun |
: en iyi bilen |
٥٥
اِنَّمَا وَلِيُّكُمُ اللّهُ وَرَسُولُهُ وَالَّذينَ امَنُواالَّذينَ يُقيمُونَ الصَّلوةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكوةَ وَهُمْ رَاكِعُونَ
(55) innema veliyyükümüllahü ve rasulühu vellezine amenül lezine yükiymunes salate ve yü’tunez zekate ve hüm rakiun
sizin veliniz ancak Allah ve o’nun resulüdür o iman eden kimseler onlar ki namazı dosdoğru kılarlar zekatı verirler bir de rüku eden kimselerdir
(55) Your (real) friends are (no less than) Allah, His Messenger, and the (Fellowship of) Believers- those who establish regular prayers and regular charity, and they bow down humbly (in worship).
1. |
innemâ |
: sadece, ancak |
2. |
veliyyu-kum(u) |
: sizin veliniz, dostunuz |
3. |
allâhu ve resûlu-hu |
: Allâh (cc.) ve O’nun Resulü |
4. |
ve ellezîne âmenû |
: ve âmenû olan kimseler, Allâh’a ulaşmayı dileyenler |
5. |
ellezîne yukîmûne |
: o kimseler ikame ederler |
6. |
es salâte |
: namaz |
7. |
ve yu’tûne |
: ve verirler |
8. |
ez zekâte |
: zekat |
9. |
ve hum |
: ve onlar |
10. |
râkıûne |
: rüku edenler, Allâh’ın önünde saygıyla baş eğenler |
٥٦
وَمَنْ يَتَوَلَّ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَالَّذينَ امَنُوا فَاِنَّ حِزْبَ اللّهِ هُمُ الْغَالِبُونَ
(56) ve mey yetevellellahe ve rasulehu vellezine amenu fe inne hizbellahi hümül ğalibun
kim Allah’ı dost edinirse ve o’nun resulünü ve iman edenleri şüphesiz Allah’ın hizbidir onlar galip gelecektir
(56) As to those who turn (for friendship) to Allah, His Messenger, and the (Fellowship of) Believers- it is the Fellowship of Allah that must certainly triumph.
1. |
ve men yetevelle |
: ve kim dönerse, ve dönen kimseler |
2. |
allâhe ve resûle-hu |
: Allâh (cc.) ve O’nun Resulü |
3. |
ve ellezîne âmenû |
: ve âmenû olan kimseler, Allâh’a ulaşmayı ve teslim olmayı dileyenler |
4. |
fe |
: artık, işte |
5. |
inne |
: muhakkak ki |
6. |
hızbe allâhi |
: Allâh’ın (cc.) taraftarı |
7. |
hum(u) el gâlibûne |
: onlar gâlip olanlardır |
٥٧
يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الَّذينَ اتَّخَذُوا دينَكُمْ هُزُوًا وَلَعِبًا مِنَالَّذينَاُوتُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ وَالْكُفَّارَ اَوْلِيَاءَ وَاتَّقُوا اللّهَ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنينَ
(57) ya eyyühellezine amenu la tettehizül lezinettehazu dineküm hüzüvev ve leibem minellezine utül kitabe min kabliküm vel küffara evliya’ vettekullahe in küntüm mü’minin
ey iman edenler (dostlar) edinmeyiniz dininizi oyun ve eğlence edinenleri sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve kafirleri dostlar (edinmeyin) Allah’tan sakının eğer mü’minlerseniz
(57) O ye who believe! take not for friends and protectors those who take your religion for a mockery or sport- whether among those who received the Scripture before you, or among those who reject Faith but fear ye Allah, if ye have Faith (indeed).
1. |
yâ eyyuhâ |
: ey! |
2. |
ellezîne âmenû |
: yaşarken Allâh’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler |
3. |
lâ tettehızû |
: edinmeyin |
4. |
ellezîne ettehazû |
: edinen kimseler |
5. |
dîne-kum |
: dininizi |
6. |
huzuven ve leiben |
: eğlence, alay ve oyun |
7. |
min ellezîne |
: o kimselerden |
8. |
ûtû el kitâbe |
: kitab verildiler |
9. |
min kabli-kum |
: sizden önce |
10. |
ve el kuffâra |
: ve kâfirler |
11. |
evliyâe |
: veliler, dostlar |
12. |
ve ittekû allâhe |
: ve Allâh’a karşı takva sahibi olun |
13. |
in kuntum |
: eğer siz …iseniz |
14. |
mu’minîne |
: mü’minler, îmân edenler |
Sayfa:117
٥٨
وَاِذَا نَادَيْتُمْ اِلَى الصَّلوةِ اتَّخَذُوهَا هُزُوًا وَلَعِبًا ذلِكَ بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَعْقِلُونَ
(58) ve iza nadeytüm iles salatit tehazuha hüzüvev ve leiba zalike bi ennehüm kavmül la ya’kilun
namaza çağrıldıkları zaman, onu bir eğlence ve oyun yerine tutuyorlar bu onların akılları ermez bir kavim (olduklarındandır)
(58) When ye proclaim your call to prayer, they take it (but) as mockery and sport that is because they are a people without understanding.
1. |
ve izâ nâdeytum |
: ve nida ettiğiniz, çağırdığınız zaman |
2. |
ilâ es salâti |
: namaza |
3. |
ittehazû-hâ huzuven |
: onu alay konusu edindiler |
4. |
ve leiben |
: ve oyun |
5. |
zâlike |
: bu |
6. |
bi enne-hum |
: onların olmaları sebebiyle |
7. |
kavmun lâ ya’kılûne |
: aklını kullanmayan, akıl etmeyen bir kavim |
٥٩
قُلْ يَا اَهْلَ الْكِتَابِ هَلْ تَنْقِمُونَ مِنَّا اِلَّا اَنْ امَنَّابِاللّهِ وَمَا اُنْزِلَ اِلَيْنَا وَمَا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلُ وَاَنَّ اَكْثَرَكُمْ فَاسِقُونَ
(59) kul ya ehlel kitabi hel tenkımune minna illa en amenna billahi ve ma ünzile ileyna ve ma ünzile min kablü ve enne ekseraküm fasikun
de ki ey ehli kitap bizden hoşlanmıyorsunuz Allah’a bizde iman ettik diye bize indirilene, ve önce indirilene şüphesiz sizin çoğunuz fasık kimselersiniz
(59) Say: O People of the Book do ye disapprove of us for no other reason than that we believe in Allah, and the revelation that hath come to us and that which came before (us), and (perhaps) that most of you are rebellious and disobedient?
1. |
kul |
: de, söyle |
2. |
yâ ehle el kitâbi |
: ey Kitab ehli, kitab sahipleri |
3. |
hel |
: mi?, mı? |
4. |
tenkımûne |
: çekemiyorsunuz, beğenmiyorsunuz |
5. |
min-nâ |
: bizden, bizi |
6. |
illâ |
: ancak, sadece …’den başka |
7. |
en âmennâ |
: âmenû olmamız (iman etmemiz) |
8. |
bi allâhi |
: Allâh’a (cc.) |
9. |
ve mâ unzile ileynâ |
: ve bize indirilen şeye |
10. |
ve mâ unzile |
: ve indirilene |
11. |
min kablu |
: önceden, daha önce |
12. |
ve enne |
: ve muhakkak ki |
13. |
eksere-kum |
: sizin çoğunuz |
14. |
fâsıkûne |
: fâsıklar |
٦٠
قُلْ هَلْ اُنَبِّءُكُمْ بِشَرٍّ مِنْ ذلِكَ مَثُوبَةً عِنْدَ اللّهِ مَنْ لَعَنَهُ اللّهُ وَغَضِبَ عَلَيْهِ وَجَعَلَمِنْهُمُ الْقِرَدَةَوَالْخَنَازِيرَ وَعَبَدَ الطَّاغُوتَ اُولءِكَ شَرٌّ مَكَانًا وَاَضَلُّ عَنْ سَوَاءِ السَّبيلِ
(60) kul hel ünebbiüküm bi şerrim min zalike mesubeten indellah mel leanehüllahü ve ğadibe aleyhi ve ceale minhümül kıradete vel hanazira ve abedet tağut ülaike şerrum mekanev ve edallü an sevais sebil
de ki size haber vereyim mi? bundan kötüsünü Allah’ın indinde ceza olarak o kimseler ki Allah onlara lanet etmiş o’nun gazabına uğramış yapmıştır onlardan maymunlar, domuzlar ve tağuta tapanlar işte bunlar mevkice daha kötü düz yoldan daha çok sapmışlardır
(60) Say: shall I point out to you something much worse than this, (as judged) by the treatment it received from Allah? those who incurred the curse of Allah and his wrath, those of whom some he transformed into apes and swine, those who worshipped evil these are (many times) worse in rank, and far more astray from the even path
1. |
kul |
: de, söyle |
2. |
hel unebbiu-kum |
: size haber vereyim mi |
3. |
bi şerrin min zâlike |
: bundan daha kötüsünü |
4. |
mesûbeten |
: kesinleşmiş bir ceza |
5. |
inde allâhi |
: Allâh’ın (cc.) katında |
6. |
men leane-hu allâhu |
: Allâh’ın (cc.) onu lanetlediği kimse |
7. |
ve gadıbe aleyhi |
: ve ona gazap, öfke duydu |
8. |
ve ceale min-hum(u) |
: ve onlardan kıldı, yaptı |
9. |
el kıradete |
: maymunlar |
10. |
ve el hanâzîre |
: ve domuzlar |
11. |
ve abede |
: ve kul oldu (kul yaptı) |
12. |
et tâgûte |
: tâgut (şeytan ve avânesi) |
13. |
ulâike |
: işte onlar |
14. |
şerrun mekânen |
: en şerli, en kötü olan mekan, yer |
15. |
ve edallu |
: ve en çok sapanlar |
16. |
an |
: …’den |
17. |
sevâi es sebîli |
: sevvâ edilmiş (Allâh’a ulaştırmak üzere dizayn edilmiş) yol |
٦١
وَاِذَا جَاؤُكُمْ قَالُوا امَنَّا وَقَدْ دَخَلُوابِالْكُفْرِوَهُمْ قَدْ خَرَجُوا بِه وَاللّهُ اَعْلَمُ بِمَا كَانُوا يَكْتُمُونَ
(61) ve iza cauküm kalu amenna ve kad dehalu bil küfri ve hüm kad haracu bih vallahü a’lemü bi ma kanu yektümun
size geldikleri zaman iman ettik derler kesinlikle kâfir olarak girdiler kesinlikle aynı şekilde çıktılar Allah daha iyi bilir onların neleri gizlediklerini
(61) When they come to thee, they say: we believe: but in fact they enter with a mind against Faith, and they go out with the same. But Allah knoweth fully all that they hide.
1. |
ve izâ câû-kum |
: ve size geldikleri zaman |
2. |
kâlû âmennâ |
: iman ettik dediler |
3. |
ve kad dehalû |
: ve girmişlerdir. |
4. |
bi el kufri |
: küfür ile |
5. |
ve hum |
: ve onlar |
6. |
kad haracû bi-hi |
: onunla çıkmışlardı |
7. |
ve allâhu a’lemu |
: ve Allâh (cc.) daha iyi bilir, çok iyi bilir |
8. |
bimâ kânû |
: oldukları şeyi |
9. |
yektumûne |
: gizliyorlar |
٦٢
وَتَرى كَثيرًا مِنْهُمْ يُسَارِعُونَفِىالْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَاَكْلِهِمُ السُّحْتَلَبِءْسَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
(62) ve tera kesiram minhüm yüsariune fil ismi vel udvani ve eklihimüs suht le bi’se ma kanu ya’melun
onların bir çoklarını görürsün yarış ederler günaha girmekte ve düşmanlık etmekte onlar rüşvet yerler yapmakta oldukları şey ne fenadır
(62) Many of them dost thou see, racing each other in sin and rancour, and their eating of things forbidden. Evil indeed are the things that they do.
1. |
ve terâ kesîran |
: ve çoğunu görürsün |
2. |
min-hum |
: onlardan |
3. |
yusâriûne fî el ismi |
: günahda yarışırlar |
4. |
ve el udvâni |
: ve düşmanlık |
5. |
ve ekli-him(u) es suhte |
: ve onların haram yemeleri |
6. |
lebi’se mâ kânû |
: oldukları şey ne kötü |
7. |
ya’melûne |
: yapıyorlar |
٦٣
لَوْلَا يَنْهيهُمُ الرَّبَّانِيُّونَ وَالْاَحْبَارُ عَنْ قَوْلِهِمُ الْاِثْمَ وَاَكْلِهِمُ السُّحْتَلَبِءْسَ مَا كَانُوا يَصْنَعُونَ
(63) lev la yenhahümür rabbaniyyune vel ahbaru an kavlihimül isme ve eklihimüs suht le bi’se ma kanu yasneun
bunları men etselerdi ruhbanlar ve alimler günah söz söylemelerinden ve rüşvet yemelerinden yaptıkları iş ne kötü idi
(63) Why do not the rabbis and the doctors of law forbid them from their (habit of) uttering sinful words and eating things forbidden? evil indeed are their works.
1. |
lev lâ yenhâ-hum(u) |
: onları nehy etmeli (men etmeli) değiller miydi? |
2. |
er rabbâniyyûne |
: Rabbanîler, din âlimleri |
3. |
ve el ahbâru |
: ve hahamlar, zâhitler |
4. |
an kavli-him(u) |
: sözlerinden |
5. |
el isme |
: günah |
6. |
ve eklihim(u) es suhte |
: ve onların haram yemeleri |
7. |
lebi’se mâ kânû |
: oldukları şey ne kötü |
8. |
yasneûne |
: yapıyorlar |
٦٤
وَقَالَتِ الْيَهُودُ يَدُ اللّهِ مَغْلُولَةٌ غُلَّتْ اَيْديهِمْ وَلُعِنُوا بِمَا قَالُوا بَلْ يَدَاهُ مَبْسُوطَتَانِ يُنْفِقُ كَيْفَ يَشَاءُ وَلَيَزيدَنَّ كَثيرًا مِنْهُمْ مَا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ طُغْيَانًا وَكُفْرًا وَاَلْقَيْنَا بَيْنَهُمُالْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَاءَ اِلى يَوْمِ الْقِيمَةِ كُلَّمَا اَوْقَدُوا نَارًا لِلْحَرْبِ اَطْفَاَهَا اللّهُ وَيَسْعَوْنَ فِى الْاَرْضِ فَسَادًا وَاللّهُ لَا يُحِبُّ الْمُفْسِدينَ
(64) ve kaletil yehudü yedüllahi mağluleh ğullet eydihim ve lüınu bi ma kalu bel yedahü mebsutatani yünfiku keyfe yeşa’ ve le yezidenne kesiram minhüm ma ünzile ileyke mir rabbike tuğyanev ve küfra ve elkayna beynehümül adavete vel bağdae ila yevmil kıyameh küllema evkadu naral lil harbi atfeehallahü ve yes’avne fil erdi fesada vallahü la yühibbül müfsidin
dediler bir de yahudiler Allah’ın eli bağlıdır onların elleri bağlandı (bu) söz sebebi ile melun oldular hayır! o’nun iki eli de açıktır dilediği gibi infak eder yemin olsun onlardan çoğunun arttıracaktır sana Rabbinden indirilen tuğyanı ve küfrü biz de onların arasına koyduk düşmanlık ve kin kıyamet gününe kadar (onlar) her ne zaman tutuştursalar harp için ateşe Allah onu söndürdü koşarlar yeryüzünde daima fesat için Allah, fesat çıkaranları sevmez
(64) The Jews say: Allah’s hand is tied up. Be their hands tied up and be they accursed for the (blasphemy) they utter nay, both his hands are widely outstretched: he giveth and spendeth (of his Bounty) as he pleaseth but the revelation that cometh to thee from Allah increaseth in most of them their obstinate rebellion and blasphemy. Amongst them we have placed enmity. And hatred till the day of judgment. Every time they kindle the fire of war, Allah doth extinguish it but they (ever) strive to do mischief on earth. And Allah loveth not those who do mischief.
1. |
ve kâlet(i) el yehûdu |
: ve yahudiler dedi |
2. |
yedu allâhi |
: Allâh’ın (cc.) eli |
3. |
maglûletun |
: bağlanmış |
4. |
gullet eydî-him |
: onların elleri bağlandı |
5. |
ve luinû |
: ve lanetlendiler |
6. |
bi-mâ kâlû |
: demelerinden dolayı, sözlerinden dolayı |
7. |
bel |
: bilâkis, hayır |
8. |
yedâ-hu |
: O’nun eli |
9. |
mebsûtatâni |
: ikisi de açık, (bol ihsanda bulunur) |
10. |
yunfıku |
: infak eder, verir |
11. |
keyfe yeşâû |
: nasıl dilerse, nasıl isterse öyle |
12. |
ve le yezîdenne |
: ve mutlaka arttırır |
13. |
kesîran min-hum |
: onlardan bir çoğu |
14. |
mâ unzile ileyke |
: sana indirilen şey |
15. |
min rabbi-ke |
: Rabb’inden |
16. |
tugyanen ve kufren |
: azgınlık ve küfrü |
17. |
ve elkaynâ |
: ve ilka ettik, ulaştırdık |
18. |
beyne-hum(u) |
: onların arasına |
19. |
el adâvete |
: düşmanlık |
20. |
ve el bagdâe |
: ve kin |
21. |
ilâ yevmi |
: gününe kadar |
22. |
el kıyâmeti |
: kıyamet |
23. |
kullemâ |
: her defasında, her ne zaman …olsa |
24. |
evkadû |
: yaktılar |
25. |
nâran li el harbi |
: harb için, savaş için ateş |
26. |
etfee-hâ allâhu |
: Allâh (cc.) onu söndürdü |
27. |
ve yes’avne |
: ve koşuşurlar, çalışırlar |
28. |
fî el ardı |
: yeryüzünde |
29. |
fesâden |
: fesat çıkarmak |
30. |
ve allâhu |
: ve Allâh (cc.) |
31. |
lâ yuhibbu |
: sevmez |
32. |
el mufsidîne |
: fesat çıkaranlar, bozguncular |
Sayfa:118
٦٥
وَلَوْ اَنَّ اَهْلَ الْكِتَابِ امَنُوا وَاتَّقَوْا لَكَفَّرْنَاعَنْهُمْ سَيَاتِهِمْ وَلَاَدْخَلْنَاهُمْ جَنَّاتِ النَّعيمِ
(65) ve lev enne ehlel kitabi amenu vettekav le kefferna anhüm seyyiatihim ve le edhalnahüm cennatin neiym
eğer ehli kitap iman edip de sakınsalardı örterdik onların günahlarını ve onları koyardık naim cennetlerine
(65) If only the People of the Book had believed and been righteous, we should indeed have blotted out their iniquities and admitted them to Gardens of bliss.
1. |
ve lev enne |
: ve şayet, eğer olsa |
2. |
ehle el kitâbi |
: kitap ehli, kitap sahipleri |
3. |
âmenû |
: âmenû oldular, yaşarken Allâh’a teslim olmayı, ulaşmayı dilediler |
4. |
vettekav (ve ittekav) |
: ve takvâ sahibi oldular |
5. |
le keffernâ |
: elbette örttük |
6. |
an-hum seyyiâti-him |
: onlardan günahlarını |
7. |
ve le edhalnâ-hum |
: ve elbette onları, dahil ettik koyduk |
8. |
cennâti en naîmi |
: Naîm cennetleri |
٦٦
وَلَوْ اَنَّهُمْ اَقَامُواالتَّوْريةَ وَالْاِنْجيلَ وَمَا اُنْزِلَ اِلَيْهِمْ مِنْ رَبِّهِمْ لَاَكَلُوا مِنْ فَوْقِهِمْ وَمِنْ تَحْتِاَرْجُلِهِمْ مِنْهُمْاُمَّةٌمُقْتَصِدَةٌ وَكَثيرٌ مِنْهُمْ سَاءَ مَا يَعْمَلُونَ
(66) ve lev ennehüm ekamüt tevrate vel incile ve ma ünzile ileyhim mir rabbihim le ekelu min fevkıhim ve min tahti erculihim minhüm ümmetüm müktesıdeh ve kesirum minhüm sae ma ya’melun
velev onlar tevrat’ı doğru tutsalardı ve incil’i (de) ve Rablerinden kendilerine indirileni (de) nimetleri onların üstlerinde ve ayaklarının altından (gelen) onlardan orta yolu tutan bir ümmet fakat onlardan çoğu fena iş yapmaktalar
(66) If only they have stood fast by the law, the gospel, and all the revelation that was sent to them from their Lord, they would have enjoyed happiness from every side. There is from among them a party on the right course: but many of them follow a course that is evil.
1. |
ve lev enne-hum |
: ve eğer onlar …olsaydı |
2. |
ekâmû |
: ikâme ettiler, gereği gibi uyguladılar |
3. |
et tevrâte |
: Tevrat |
4. |
ve el incîle |
: ve İncil |
5. |
ve mâ unzile ileyhim |
: ve onlara indirilen şey |
6. |
min rabbi-him |
: Rabb’lerinden |
7. |
le ekelû |
: mutlaka yerlerdi |
8. |
min fevkı-him |
: üstlerinden |
9. |
ve min tahti |
: ve altından |
10. |
erculi-him |
: ayakları |
11. |
min-hum |
: onlardan |
12. |
ummetun |
: ümmet |
13. |
muktesıdetun |
: muktesid, mutedil, orta, evliyalık mertebesine ulaşmış henüz daimi zikre ulaşmamış olanlar |
14. |
ve kesîrun min-hum |
: ve onlardan birçoğu |
15. |
sâe |
: kötü |
16. |
mâ ya’melûne |
: yaptıkları şey |
٦٧
يَا اَيُّهَا الرَّسُولُ بَلِّغْ مَا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ وَاِنْ لَمْ تَفْعَلْ فَمَا بَلَّغْتَ رِسَالَتَهُ وَاللّهُ يَعْصِمُكَ مِنَ النَّاسِ اِنَّ اللّهَ لَا يَهْدِى الْقَوْمَ الْكَافِرينَ
(67) ya eyyüher rasulü belliğ ma ünzile ileyke mir rabbik ve il lem tef’al fe ma bellağte risaleteh vallahü ya’simüke minen nas innellahe la yehdil kavmel kafirun
ey resul! tebliğ et Rabbinden sana indirileni (yerine getirmiş) olamazsın tebliğ etmezsen (Allah’ın) risaletine Allah seni koruyacaktır insanlardan şüphesiz Allah kâfir kavme hidayet vermez
(67) O Messenger! proclaim the (Message) which hath been sent to thee from thy Lord. If thou didst not, thou wouldst not have fulfilled and proclaimed His Mission. And Allah will defend thee from men (who mean mischief). For Allah guideth not those who reject Faith.
1. |
yâ eyyuhâ er resûlu |
: ey Resul |
2. |
bellig |
: tebliğ et! |
3. |
mâ unzile ileyke |
: sana indirileni |
4. |
min rabbi-ke |
: Rabb’inden |
5. |
ve in lem tef’al |
: ve eğer yapmazsan |
6. |
fe |
: işte o zaman, o taktirde |
7. |
mâ bellagte |
: sen tebliğ etmezsin, duyurmazsın |
8. |
risâlete-hu |
: O’nun risâletini (gönderdiğini, elçiliğini) |
9. |
ve allâhu |
: ve Allâh (cc.) |
10. |
ya’sımu-ke |
: seni korur |
11. |
min en nâsi |
: insanlardan |
12. |
inne allâhe |
: muhakkak ki Allâh (cc.) |
13. |
lâ yehdî |
: hidâyet etmez, hidayete erdirmez |
14. |
el kavme el kâfirîne |
: kâfirler topluluğu, kâfirler kavmi |
٦٨
قُلْ يَا اَهْلَ الْكِتَابِ لَسْتُمْ عَلى شَىْءٍ حَتّى تُقيمُوا التَّوْريةَ وَاْلاِنْجيلَ وَمَا اُنْزِلَاِلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْ وَلَيَزيدَنَّ كَثيرًا مِنْهُمْ مَا اُنْزِلَ اِلَيْكَمِنْ رَبِّكَ طُغْيَانًا وَكُفْرًا فَلَا تَاْسَ عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرينَ
(68) kul ya ehlel kitabi lestüm ala şey’in hatta tükiymüt tevrate vel incile ve ma ünzile ileyküm mir rabbiküm ve le yezidenne kesiram minhüm ma ünzile ileyke mir rabbike tuğyanev ve küfra fe la te’se alel kavmil kafirin
de ki ey ehli kitap siz hiçbir şey üzere değilsiniz hatta siz tutup icra etmedikçe tevrat, incil’i ve Rabbinizden size indirileni yemin olsun ki, onlardan bir çoğunu ziyadeleştirecektir Rabbinden sana indirilen tuğyan ve küfrünü o halde üzülüp acıma kafirlere
(68) Say: “O People of the Book! ye have no ground to stand upon unless ye stand fast by the Law, the Gospel and all the revelation that has come to you from your Lord.” It is the revelation that cometh to thee from thy Lord, that increaseth in most of them their obstinate rebellion and blasphemy. But sorrow thou not over (these) people without Faith.
1. |
kul |
: de, söyle |
2. |
yâ ehli el kitâbi |
: ey kitap ehli, kitab sahipleri! |
3. |
lestum alâ şey’in |
: siz bir şey üzerinde değilsiniz |
4. |
hattâ tukîmû |
: siz ikâme etmedikçe, gereği gibi uygulamadıkça |
5. |
et tevrâte |
: Tevrat |
6. |
ve el incîle |
: ve İncil |
7. |
ve mâ unzile |
: ve indirilen şey |
8. |
ileykum |
: size |
9. |
min rabbi-kum |
: Rabb’inizden |
10. |
ve le yezîdenne |
: ve mutlaka arttırır |
11. |
kesîren min-hum |
: onlardan bir çoğu |
12. |
mâ unzile ileyke |
: sana indirilen şey |
13. |
min rabbi-ke |
: Rabb’inden |
14. |
tugyanen ve kufran |
: azgınlık ve küfür |
15. |
fe lâ te’se |
: artık üzülme |
16. |
alâ el kavmi |
: kavime |
17. |
el kâfirîne |
: kâfirler |
٦٩
اِنَّ الَّذينَ امَنُوا وَالَّذينَ هَادُوا وَالصَّابِؤُنَوَالنَّصَارى مَنْ امَنَ بِاللّهِوَالْيَوْمِ الْاخِرِ وَعَمِلَ صَالِحًا فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
(69) innellezine amenu vellezine hadu ves sabiune ven nesara men amene billahi vel yevmil ahiri ve amile salihan fe la havfün aleyhim ve la hüm yahzenun
şüphesiz iman edenler, yahudiler, sabiiler ve hristiyanlardan kim, Allah’a iman ederse ve âhiret gününe ve salih amel işlerse artık onlar için korku yok, mahzun (da) olmayacaklardır
(69) Those who believe (in the Quran), those who follow the Jewish (scriptures), and the Sabians and the Christians, any who believe in Allah and the Last Day, and the work righteousness, on them shall be no fear, nor shall they grieve.
1. |
inne |
: muhakkak ki |
2. |
ellezîne âmenû |
: Allâh’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler (yaşarken) |
3. |
ve ellezîne hâdû |
: ve yahudi olanlar, yahudiler |
4. |
ve es sâbiûne |
: ve sâbiîler |
5. |
ve en nasârâ |
: ve nasrâniler, hristiyanlar |
6. |
men âmene |
: kim iman etti, (Allâh’a) teslim olmayı diledi |
7. |
bi allâhi |
: Allâh’a (cc.) |
8. |
ve el yevmi el âhıri |
: ve âhir gün, sonraki gün, hayattayken Allâh’a ulaşma günü |
9. |
ve amile sâlihan |
: ve nefsi tezkiye edici, ıslah edici amel yaptı |
10. |
fe lâ havfun aleyhim |
: artık onlara korku yoktur |
11. |
ve lâ hum yahzenûne |
: ve onlar mahzun olmaz |
٧٠
لَقَدْ اَخَذْنَا ميثَاقَ بَنى اِسْرَاءلَ وَاَرْسَلْنَا اِلَيْهِمْ رُسُلًا كُلَّمَا جَاءَهُمْ رَسُولٌبِمَا لَا تَهْوى اَنْفُسُهُمْ فَريقًا كَذَّبُوا وَفَريقًا يَقْتُلُونَ
(70) le kad ehazna misaka beni israile ve erselna ileyhim rusüla küllema caehüm rasulüm bi ma la tehva enfüsühüm ferikan kezzebu ve ferikan yaktülun
kesinlikle biz sağlam söz aldık israil oğullarından ve onlara resul gönderdik ne zaman bir resul gelse nefislerinin hoşlanmadığı bir hükümle (onların) bir kısmını yalanladılar ve bir kısmını da öldürdüler
(70) We took the Covenant of the Children of Israel and sent them Messengers. Every time there came to them a Messenger with what they themselves desired not – some (of these) they called impostors, and some they (go so far as to) slay.
1. |
lekad ehaznâ |
: andolsun ki biz aldık |
2. |
mîsâka benî isrâîle |
: İsrailoğulları’ndan mîsâk |
3. |
ve erselnâ ileyhim |
: ve onlara gönderdik |
4. |
rusulen |
: resuller, elçiler |
5. |
kullemâ câe-hum |
: onlara her gelişinde |
6. |
resûlun |
: bir resul |
7. |
bimâ |
: şey ile, dolayısıyla, sebebiyle |
8. |
lâ tehvâ enfusu-hum |
: onların nefislerinin hevalarına uymayan |
9. |
ferîkan |
: bir kısmı |
10. |
kezzebû |
: yalanladılar |
11. |
ve ferîkan |
: ve bir kısmını |
12. |
yaktulûne |
: öldürdüler |
Sayfa:119
٧١
وَحَسِبُوا اَلَّا تَكُونَ فِتْنَةٌ فَعَمُوا وَصَمُّواثُمَّ تَابَ اللّهُ عَلَيْهِمْ ثُمَّ عَمُوا وَصَمُّوا كَثيرٌ مِنْهُمْ وَاللّهُ بَصيرٌ بِمَا يَعْمَلُونَ
(71) ve hasibu ella tekune fitnetün feamu ve sammu sümme tabellahü aleyhim sümme amu ve sammu kesirum minhüm vallahü basiyrum bima ya’melun
(başlarına) bir fitne kopmaz zannettiler kör ve sağır kesildiler sonra Allah onların tövbelerini kabul etti sonra (yine) kör ve sağır kesildiler içlerinden bir çoğu ama Allah bütün yaptıklarını görmektedir
(71) They thought there would be no trial (for punishment) so they became blind and deaf yet Allah (in mercy) turned to them yet again many of them became blind and deaf. But Allah sees well all that they do.
1. |
ve hasibû |
: ve hesab ettiler, sandılar |
2. |
ellâ tekûne fitnetun |
: bir fitne olmayacağını |
3. |
fe |
: böylece |
4. |
amû ve sammû |
: kör oldular ve sağır oldular |
5. |
summe tâbe allâhu |
: sonra Allâh (cc.) tövbelerini kabul etti |
6. |
aleyhim |
: onların |
7. |
summe |
: sonra |
8. |
amû ve sammû |
: kör oldular ve sağır oldular |
9. |
kesîrun min-hum |
: onlardan bir çoğu |
10. |
ve allâhu basîrun |
: ve Allâh (cc.) en iyi gören |
11. |
bi-mâ |
: şeyleri |
12. |
ya’melûne |
: onlar yapıyorlar |
٧٢
لَقَدْ كَفَرَ الَّذينَ قَالُوا اِنَّ اللّهَ هُوَ الْمَسيحُ ابْنُ مَرْيَمَ وَقَالَ الْمَسيحُ يَا بَنى اِسْرَاءلَاعْبُدُوا اللّهَ رَبّى وَرَبَّكُمْ اِنَّهُ مَنْ يُشْرِكْ بِاللّهِ فَقَدْ حَرَّمَ اللّهُ عَلَيْهِ الْجَنَّةَ وَمَاْويهُ النَّارُ وَمَا لِلظَّالِمينَ مِنْ اَنْصَارٍ
(72) le kad keferallezine kalu innellahe hüvel mesihubnü meryem ve kalel mesihu ya beni israila’ büdüllahe rabbi ve rabbeküm innehu mey yüşrik billahi fe kad harramellahü aleyhil cennete ve me’vahün nar ve ma liz zalimine min ensar
elbette o kimseler kâfir oldular şüphesiz Allah’dır diyenler meryem oğlu mesih mesih israil oğullarına dedi benim ve sizin Rabbiniz (olan) Allah’a ibadet edin hiç şüphe yok ki Allah’a ortak koşanı Allah kesinlikle haram kılmıştır onlara cenneti onların varacağı yer ateştir zalimlerin yardımcısı yoktur
(72) They do blaspheme who say: “Allah is Christ the son of Mary.” But said Christ: “O Children of Israel! worship Allah, my Lord and your Lord.” Whoever joins other gods with Allah- Allah will forbid him the Garden, and the fire will be his abode. There will for the wrongdoers be no one to help.
1. |
lekad kefere |
: andolsun ki inkâr etti, kâfir oldu |
2. |
ellezîne kâlû |
: … diyenler |
3. |
inne allâhe |
: muhakkak ki Allâh (cc.) |
4. |
huve |
: o |
5. |
el mesîhu |
: Mesih |
6. |
ibnu meryeme |
: Meryem’in oğlu |
7. |
ve kâle el mesîhu |
: ve Mesih dedi |
8. |
yâ benî isrâîle |
: ey İsrâil oğulları! |
9. |
u’budû allâhe |
: Allâh’a (cc.) kul olun! |
10. |
rabbî ve rabbe-kum |
: benim Rabb’im ve sizin Rabb’iniz |
11. |
inne-hu |
: muhakkak ki o |
12. |
men yuşrik |
: kim ortak koşarsa |
13. |
bi allâhi |
: Allâh’a (cc.) |
14. |
fe |
: o taktirde |
15. |
kad harreme |
: haram etmiştir, haram kılmıştır |
16. |
allâhu aleyhi |
: Allâh (cc.) ona |
17. |
el cennete |
: cenneti |
18. |
ve me’vâ-hu |
: ve onun varacağı yer |
19. |
en nâru |
: ateş |
20. |
ve mâ li ez zâlimîne |
: zâlimler için olmaz (yoktur) |
21. |
min ensârin |
: bir yardımcı |
٧٣
لَقَدْ كَفَرَ الَّذينَ قَالُوااِنَّاللّهَ ثَالِثُ ثَلثَةٍ وَمَا مِنْ اِلهٍ اِلَّااِلهٌ وَاحِدٌ وَاِنْ لَمْ يَنْتَهُوا عَمَّا يَقُولُونَ لَيَمَسَّنَّ الَّذينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ عَذَابٌ اَليمٌ
(73) le kad keferallezine kalu innellahe salisü selaseh ve ma min ilahin illa ilahüv vahid ve il lem yentehu amma yekulune le yemessennel lezine keferu minhüm azabün elim
kesinlikle o kimseler kâfir oldular diyenler muhakkak Allah üçün üçüncüsüdür halbuki ilah yoktur bir tek ilahtan başka eğer vazgeçmezlerse bu söylediklerinden muhakkak dokunacaktır o kâfirlere elim bir azap
(73) They do blaspheme who say: Allah is one of three in a trinity: for there is no god except One God. If they desist not from their word (of blasphemy), verily a grievous penalty will befall the blasphemers among them.
1. |
lekad kefere |
: andolsun ki inkâr etti, kâfir oldu |
2. |
ellezîne kâlû |
: … diyenler |
3. |
inne allâhe |
: muhakkak ki Allâh (cc.) |
4. |
sâlisu selâsetin |
: üçün üçüncüsü |
5. |
ve mâ min ilâhin |
: ve bir ilâh yoktur |
6. |
illâ ilâhun vâhidun |
: tek bir ilâhtan başka |
7. |
ve in lem yentehû |
: ve eğer son vermezlerse, vazgeçmezlerse |
8. |
ammâ (an mâ) yekûlûne |
: söylediklerinden, söyledikleri sözlerden |
9. |
le yemessenne |
: mutlaka dokunacak |
10. |
ellezîne keferû |
: kâfir olanlar |
11. |
min-hum |
: onlardan |
12. |
azâbun elîmun |
: elim (acı) azab |
٧٤
اَفَلَا يَتُوبُونَ اِلَى اللّهِوَيَسْتَغْفِرُونَهُ وَاللّهُ غَفُورٌ رَحيمٌ
(74) e fe la yetubune ilellahi ve yestağfiruneh vallahü ğafurur rahiym
daha etmeyecekler mi? Allah’a tövbe edip ve o’na istiğfar Allah bağışlayıcı, merhametlidir
(74) Why turn they not to Allah, and seek his forgiveness? for Allah is Oft-Forgiving, Most Merciful.
1. |
e fe lâ yetûbûne |
: hâlâ tövbe etmiyorlar mı? |
2. |
ilâ allâhi |
: Allâh’a (cc.) |
3. |
ve yestagfirûne-hu |
: ve O’na istiğfar ediyorlar, O’ndan mağfiret diliyorlar |
4. |
ve allâhu |
: ve Allâh (cc.) |
5. |
gafûrun |
: ğâfur, mağfiret eden, günahları sevaba çeviren |
6. |
rahîmun |
: Rahîm olan, rahmet eden, rahmet nurunu gönderen |
٧٥
مَاالْمَسيحُ ابْنُ مَرْيَمَ اِلَّا رَسُولٌ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِ الرُّسُلُ وَاُمُّهُ صِدّيقَةٌ كَانَا يَاْكُلَانِ الطَّعَامَ اُنْظُرْ كَيْفَ نُبَيِّنُ لَهُمُ الْايَاتِ ثُمَّ انْظُرْ اَنّى يُؤْفَكُونَ
(75) mel mesihubnü meryeme illa rasul kad halet min kablihir rusül ve ümmühu siddikah kana ye’külanit taam ünzur keyfe nübeyyinü lehümül ayati sümmenzur enna yü’fekun
meryem oğlu mesih, bir şey değildir bir resulden başka ondan önce bir çok resuller geçti onun annesi çok doğru bir kadındı her ikisi de taam yerlerdi bak nasıl açıkça anlatıyoruz ayetleri onlara sonra, bak (onlar) nasıl dönüyorlar!
(75) Christ, the son of Mary, was no more than a Messenger many were the Messengers that passed away before him. His mother was a woman of truth. They had both to eat their (daily) food. See how Allah doth make his Signs clear to them yet see in what ways they are deluded away from the truth!
1. |
mâ |
: değil, (başka) değil |
2. |
el mesîhu |
: Mesih |
3. |
ibnu meryeme |
: Hz. Meryem’in oğlu |
4. |
illâ resûlun |
: ancak sadece bir Resul |
5. |
kad halet |
: gelip, geçmiştir |
6. |
min kabli-hi |
: ondan önce |
7. |
er rusulu |
: Resul’ler |
8. |
ve ummu-hu |
: ve onun annesi |
9. |
sıddîkatun |
: sıddık’tır, çok doğru, iffetli bir hanımdır |
10. |
kânâ ye’kulâni |
: (ikisi de) yerlerdi |
11. |
et taâme |
: yemek |
12. |
unzur keyfe |
: bak nasıl |
13. |
nubeyyinu lehum(u) |
: onlara açıkça anlatıyoruz, açıklıyoruz |
14. |
el âyâti |
: âyetleri |
15. |
summe |
: sonra |
16. |
unzur |
: bak |
17. |
ennâ yu’fekûne |
: nasıl döndürülüyorlar |
٧٦
قُلْ اَتَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّهِ مَا لَا يَمْلِكُلَكُمْ ضَرًّا وَلَا نَفْعًاوَاللّهُ هُوَ السَّميعُ الْعَليمُ
(76) kul e ta’büdune min dunillahi ma la yemlikü leküm darrav ve la nef’a vallahü hüves semiul alim
de ki Allah’tan başka (şeylere) mi tapıyorsunuz? size malik olmayan bir fayda ve zarar vermeye Allah o ki İşiten, Bilendir
(76) Say: “Will ye worship besides Allah, something which hath no power either to harm or benefit you? But Allah- He it is that heareth and knoweth all things.”
1. |
kul |
: de, söyle |
2. |
e |
: mi? |
3. |
ta’budûne |
: kul oluyorsunuz |
4. |
min dûni allâhi |
: Allâh’tan (cc.) başka |
5. |
mâ lâ yemliku |
: birşeye malik olmayan |
6. |
lekum |
: size |
7. |
darran |
: bir zarar |
8. |
ve lâ nef’an |
: ve bir fayda vermeyen |
9. |
ve allâhu |
: ve Allâh (cc.) |
10. |
huve |
: o |
11. |
es semî’u |
: en iyi işiten |
12. |
el alîmu |
: en iyi bilen |
Sayfa:120
٧٧
قُلْ يَا اَهْلَ الْكِتَابِ لَا تَغْلُوافى دينِكُمْ غَيْرَ الْحَقِّ وَلَا تَتَّبِعُوا اَهْوَاءَ قَوْمٍ قَدْ ضَلُّوا مِنْ قَبْلُ وَاَضَلُّوا كَثيرًا وَضَلُّوا عَنْ سَوَاءِ السَّبيلِ
(77) kul ya ehlel kitabi la tağlu fi diniküm ğayral hakkı ve la tettebiu ehvae kavmin kad dallu min kablü ve edallu kesirav ve dallu an sevais sebil
de ki ey ehli kitap haddi aşmayın dininizde haksız yere tabi olmayın kavmin hevalarına daha önceden sapıtmış olan bir çoklarını saptırmışlardı kendileri de doğru yoldan sapmış olan (kavme uymayın)
(77) Say: “O People of the Book! exceed not in your religion the bounds (of what is proper), trespassing beyond the truth, nor follow the vain desires of people who went wrong in times gone by- who misled many, and strayed (themselves) from the even Way.
1. |
kul |
: de, söyle |
2. |
yâ ehle el kitâbi |
: ey kitab ehli, kitap sahipleri! |
3. |
lâ taglû |
: haddi aşmayın! |
4. |
fî dîni-kum |
: dininizde |
5. |
gayre el hakkı |
: haklı olmaksızın, haksız olarak |
6. |
ve lâ tettebiû |
: ve tâbî olmayın, uymayın! |
7. |
ehvâe |
: hevalar, hevesler, nefsin istekleri |
8. |
kavmin |
: kavim |
9. |
kad dallû |
: dalâlete düşmüşler |
10. |
min kablu |
: önceden |
11. |
ve edallû |
: ve düşürmüşler |
12. |
kesîran |
: çoğu |
13. |
ve dallû |
: ve saptılar |
14. |
an sevâi es sebîli |
: sevvâ edilmiş, Allâh’a ulaştırmak üzere dizayn edilmiş yoldan |
٧٨
لُعِنَ الَّذينَ كَفَرُوا مِنْ بَنى اِسْرَاءلَ عَلى لِسَانِ دَاوُدَوَعيسَى ابْنِ مَرْيَمَذلِكَ بِمَا عَصَوْا وَكَانُوا يَعْتَدُونَ
(78) lüinellezine keferu mim beni israile ala lisani davude ve iysebni meryem zalike bima asav ve kanu ya’tedun
küfredenlere lanet olundu israil oğullarının lisanı ile Davud ve Meryem oğlu İsa’nın. İsyan etmeleri sebebi ile ve haddi aşmış olmaları
(78) Curses were pronounced on those among the Children of Israel who rejected Faith, by the tongue of David and of Jesus the son of Mary: because they disobeyed and persisted in excesses.
1. |
luine |
: lânetlendi |
2. |
ellezîne keferû |
: kâfirler, inkâr edenler |
3. |
min benî isrâîle |
: İsrailoğulları’ndan |
4. |
alâ lisâni dâvûde |
: Hz. Dâvud’un lisanı ile, diliyle |
5. |
ve îsâ ibni meryeme |
: ve Meryem oğlu Hz. Îsâ |
6. |
zâlike |
: bu |
7. |
bi-mâ asav |
: isyan etmeleri sebebiyle |
8. |
ve kânû |
: ve oldular |
9. |
ya’tedûne |
: haddi aşıyorlar |
٧٩
كَانُوا لَا يَتَنَاهَوْنَ عَنْ مُنْكَرٍ فَعَلُوهُ لَبِءْسَمَا كَانُوا يَفْعَلُونَ
(79) kanu la yetenahevne ammünkerin fealuh lebi’se ma kanu yef’alun
birbirini engellemezlerdi onlar işledikleri kötülükten ne kadar kötü idi yaptıkları o şey
(79) Nor did they (usually) forbid one another the iniquities which they committed: evil indeed were the deeds which they did.
1. |
kânû |
: oldular, idiler |
2. |
lâ yetenâhevne |
: nehyetmezler, mani olmazlar, vazgeçirmezler |
3. |
an munkerin |
: kötülüklerden |
4. |
fealû-hu |
: onu yapıyorlar |
5. |
lebi’se mâ |
: ne kötü şey |
6. |
kânû |
: oldular |
7. |
yef’alûne |
: yapıyorlar |
٨٠
تَرى كَثيرًا مِنْهُمْ يَتَوَلَّوْنَ الَّذينَ كَفَرُوالَبِءْسَمَا قَدَّمَتْ لَهُمْ اَنْفُسُهُمْاَنْ سَخِطَ اللّهُ عَلَيْهِمْ وَفِى الْعَذَابِ هُمْ خَالِدُونَ
(80) tera kesiram minhüm yetevellevnellezine keferu le bi’se ma kaddemet lehüm enfüsühüm en sehitallahü aleyhim ve fil azabi hüm halidun
onlardan çoğunu görürsün kafirlerle dostluk ederler takdim ettiği şey ne kötüdür nefisleri kendileri için Allah onlara gazap eder o azabın içinde onlar ebedi kalıcılardır
(80) Thou seest many of them turning in friendship to the Unbelievers. Evil indeed are (the works) which their souls have sent forward before them (with the result), that Allah’s wrath is on them, and in torment will they abide.
1. |
terâ |
: görürsün |
2. |
kesîran min-hum |
: onlardan bir çoğunu |
3. |
yetevellevne |
: dönerler, dostluk ederler |
4. |
ellezîne keferû |
: kâfir olanlar |
5. |
lebi’se mâ |
: ne kötü şey |
6. |
kaddemet lehum |
: onlar için, kendileri için taktim etti |
7. |
enfusu-hum |
: nefislerinin |
8. |
en sehıte allâhu |
: Allâh’ın (cc.) öfkelenmesi, gazab etmesi, kızması |
9. |
aleyhim |
: onlara |
10. |
ve fî el azâbi |
: ve azap içinde |
11. |
hum |
: onlar |
12. |
hâlidûne |
: devamlı kalacak olanlar |
٨١
وَلَوْ كَانُوا يُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالنَّبِىِّ وَمَا اُنْزِلَ اِلَيْهِ مَا اتَّخَذُوهُمْ اَوْلِيَاءَ وَلكِنَّ كَثيرًا مِنْهُمْ فَاسِقُونَ
(81) ve lev kanu yü’minune billahi ven nebiyyi ve ma ünzile ileyhi mettehazuhüm evliyae ve lakinne kesiram minhüm fasikun
eğer onlar iman etmiş olsalardı Allah’a ve nebilere ve ona indirilene kafirleri dostlar edinmezlerdi lâkin çoğu onlar ki, fasık kimselerdir
(81) If only they had believed in Allah, in the Prophet, and in what hath been revealed to him, never would they have taken them for friends and protectors, but most of them are rebellious wrongdoers.
1. |
ve lev kânû |
: ve eğer olsalardı |
2. |
yu’minûne bi allâhi |
: Allâh’a (c.c.) iman ederler |
3. |
ve en nebiyyi |
: ve nebî, peygamber |
4. |
ve mâ unzile ileyhi |
: ve ona indirilene |
5. |
mâ ettehazû-hum |
: onları edinmezler |
6. |
evliyâe |
: veliler, dostlar |
7. |
ve lâkinne |
: ve lâkin, fakat |
8. |
kesîren min-hum |
: onlardan çoğu |
9. |
fâsikûne |
: fâsıklar |
٨٢
لَتَجِدَنَّ اَشَدَّ النَّاسِ عَدَاوَةً لِلَّذينَ امَنُوا الْيَهُودَ وَالَّذينَ اَشْرَكُوا وَلَتَجِدَنَّ اَقْرَبَهُمْمَوَدَّةً لِلَّذينَ امَنُوا الَّذينَ قَالُوا اِنَّا نَصَارى ذلِكَ بِاَنَّ مِنْهُمْقِسّيسينَ وَرُهْبَانًا وَاَنَّهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ
(82) le tecidenne eşedden nasi adavetel lillezine amenül yehude vellezine eşraku ve le tecidenne akrabehüm meveddetel lillezine amenül lezine kalu inna nesara zalike bi enne münhüm kıssisine ve ruhbanev ve ennehüm la yestekbirun
muhakkak bulacaksın insanların (içinde) iman edenlere en şiddetli düşman (olarak) yahudileri ve müşrikleri muhakkak, bulacaksın muhabbetli en yakın (olarak) iman edenlere biz hristiyan’ız diyenleri bunun sebebi onların içinde keşişlerin ve ruhbanların (bulunmasıdır) gerçekten bunlar büyüklenmezler
(82) Strongest among men in enmity to the Believers wilt thou find the Jews and Pagans and nearest among them in love to the Believers wilt thou find those who say, we are Christians: because amongst these are men devoted to learning and men who have renounced the world, and they are not arrogant.
1. |
le tecidenne |
: mutlaka bulursun, bulacaksın |
2. |
eşedde en nâsi |
: insanların en şiddetlisi |
3. |
adâveten |
: düşmanlıkta |
4. |
li ellezîne âmenû |
: âmenû olanlara, yaşarken (Allâh’a (c.c.) |
5. |
el yehûde |
: Yahudiler |
6. |
ve ellezîne eşrakû |
: ve Allâh’a (c.c.) şirk koşanlar, müşrikler |
7. |
ve le tecidenne |
: ve mutlaka bulursun, bulacaksın |
8. |
akrabe-hum |
: onların en yakın |
9. |
meveddeten |
: sevgi, dostluk bakımından |
10. |
li ellezîne âmenû |
: âmenû olanlara, (yaşarken Allâh’a (cc) ulaşmayı, teslim olmayı dileyenlere) |
11. |
ellezîne kâlû |
: onlar dediler, …diyen kimseler |
12. |
innâ nasârâ |
: muhakkak ki biz nasrâniyiz |
13. |
zâlike |
: bu |
14. |
bi enne |
: sebebiyle, bu nedenle, bundan dolayı |
15. |
min-hum kıssîsîne |
: onlardan keşişler |
16. |
ve ruhbânen |
: ve ruhbanlar, rahipler |
17. |
ve enne-hum |
: ve onların olması |
18. |
lâ yestekbirûne |
: kibirlenmezler, büyüklenmezler |