07. Cuz

RevelationCuzPageSurah
112 7121Maide(5)

٨٣

وَاِذَا سَمِعُوا مَا اُنْزِلَ اِلَى الرَّسُولِ تَرى اَعْيُنَهُمْ تَفيضُ مِنَ الدَّمْعِ مِمَّا عَرَفُوا مِنَ الْحَقِّ يَقُولُونَ رَبَّنَا امَنَّا فَاكْتُبْنَا مَعَ الشَّاهِدينَ

(83) ve iza semiu ma ünzile iler rasuli tera a’yünehüm tefidu mined dem’ı mimma arafu minel hakk yekulune rabbena amenna fektübna meaş şahidin

resule indirileni dinledikleri zaman görürsün gözlerinin yaşla dolup döküldüğünü hakkı anladıklarından ey Rabbimiz derler biz iman ettik bizi şahadet getirenlerle yaz

(83) And when they listen to the revelation received by the Messenger, thou wilt see their eyes overflowing with tears, for they recognize the truth: they pray: “Our Lord! we believe write us down among the witnesses.

1. ve izâ semiû : ve işittikleri zaman
2. mâ unzile : indirilen şeyi, indirileni
3. ilâ er resûli : Resûl’e
4. terâ : görürsün
5. a’yune-hum : onların gözleri
6. tefîdu : boşalır, akar
7. min ed dem’ı : göz yaşından
8. mimmâ (min mâ) : şeyden dolayı
9. arefû : ârif oldular (irfan sahibi oldular: kalp kulağı ve kalp gözü açıldı, hikmetin ve mütezekkir ve hayrın sahibi oldular)
10. min el hakkı : haktan, Allâh’tan (c.c.)
11. yekûlûne rabbe-nâ : Rabb’imiz derler
12. âmennâ fe uktub-nâ : biz âmenû olduk artık bizi yaz
13. mea eş şâhidîne : şâhidlerle beraber

٨٤

وَمَا لَنَا لَا نُؤْمِنُ بِاللّهِ وَمَا جَاءَنَا مِنَ الْحَقِّ وَنَطْمَعُ اَنْ يُدْخِلَنَا رَبُّنَا مَعَ الْقَوْمِ الصَّالِحينَ

(84) ve ma lena la nü’minü billahi ve ma caena minel hakkı ve natmeu ey yüdhilena rabbüna meal kavmis salihiyn

bize ne oluyor Allah’a ve bize hak olarak gelene iman etmeyelim ümit ediyoruz Rabbimizin bizi (cennete) koyacağına salih kulların (bulunduğu) bir kavimle

(84) “What cause can we have not to believe in Allah and the truth which has come to us, seeing that we long for our Lord to admit us to the company of the righteous?”

1. ve mâ lenâ : bize ne oluyor, niçin biz…
2. lâ nu’minu bi allâhi : Allah’a amenû olmayalım, yaşarken Allah’a ulaşmayı, teslim olmayı dilemeyelim
3. ve mâ câe-nâ : ve bize gelen şey
4. min el hakkı : Hak’tan
5. ve natmeu : tamah ederiz, arzu ederiz, çok isteriz
6. en yudhıle-nâ : bizi dahil etmesini
7. rabbu-nâ : Rabb’imiz
8. mea : beraber, ile
9. el kavmi es sâlihîne : sâlihler topluluğu (kavmî)

٨٥

فَاَثَابَهُمُ اللّهُ بِمَا قَالُوا جَنَّاتٍ تَجْرى مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِدينَ فيهَا وَذلِكَ جَزَاءُ الْمُحْسِنينَ

(85) fe esabehümüllahü bima kalu cennatin tecri min tahtihel enharu halidine fiha ve zalike cezaül muhsinin

böyle demeleri (üzerine) Allah karşılığını verdi içinde ebedi olarak kalacakları altından nehirler akan cennetlere işte iyilik yapanların ecri

(85) And for this their prayer hath Allah rewarded them with Gardens, with rivers flowing underneath- their eternal home. Such is the recompense of those who do good.

1. fe esâbe-hum(u) : böylece onlara verdi, ihsan etti
2. allâhu : Allâh (c.c.)
3. bi-mâ kâlû : söylediklerinden dolayı
4. cennâtin : cennetler
5. tecrî min tahti-hâ : onun altından akar
6. el enhâru : nehirler
7. hâlidîne fî-hâ : orada devamlı kalacak olanlar
8. ve zâlike : ve bu, işte bu
9. cezâû : karşılık, mükâfat
10. el muhsinîne : muhsinler

٨٦

وَالَّذينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِايَاتِنَا اُولءِكَ اَصْحَابُ الْجَحيمِ

(86) velezine keferu ve kezzebu bi ayatina ülaike ashabül cehiym

küfredip ayetlerimizi yalanlayanlar ise işte onlar cehennem ashabıdır

(86) But those who reject Faith and belie our Signs – they shall be companions of Hell-fire.

1. ve ellezîne keferû : ve inkâr edenler, kâfir olanlar
2. ve kezzebû : ve yalanladılar
3. bi âyâti-nâ : âyetlerimizi
4. ulâike : işte onlar
5. ashâbu el cahîmi : cehennemin halkıdır, cehennem ehlidir

٨٧

يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا لَا تُحَرِّمُوا طَيِّبَاتِ مَا اَحَلَّ اللّهُ لَكُمْ وَلَا تَعْتَدُوا اِنَّ اللّهَ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَدينَ

(87) ya eyyühellezine amenu la tüharrimu tayyibati ma ehallellahü leküm ve la ta’tedu innellahe le yühibbül mu’tedin

ey iman edenler kendinize haram etmeyin Allah’ın size helal kıldığı nimetlerin temizlerini haddi aşmayın Allah haddi aşanları sevmez

(87) O ye who believe! make not unlawful the good things which Allah hath made lawful for you, but commit no excess: for Allah loveth not those given to excess.

1. yâ eyyuhâ : ey!
2. ellezîne âmenû : âmenû olanlar, yaşarken Allâh’a teslim olmayı, ulaşmayı dileyenler
3. lâ tuharrimû : haram etmeyin
4. tayyibâti : temiz, helâl olanları
5. mâ ehalle allâhu : Allâh’ın (c.c.) helâl kıldığı şey
6. lekum : sizin için, size
7. ve lâ ta’tedû : ve haddi aşmayın, aşırı gitmeyin
8. inne allâhe : muhakkak ki Allâh (c.c.)
9. lâ yuhibbu : sevmez
10. el mu’tedîne : haddi aşanları, aşırı gidenler

٨٨

وَكُلُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّهُ حَلَالًا طَيِّبًا وَاتَّقُوا اللّهَ الَّذى اَنْتُمْ بِه مُؤْمِنُونَ

(88) ve külu mimma razekakümüllahü halalen teyyibev vettekullahel lezi entüm bihi mü’minun

Allah’ın size rızık olarak verdiği helal hoş olanından yeyin Allah’tan sakının kendisine iman ettiğiniz

(88) Eat of the things which Allah hath provided for you, lawful and good but fear Allah, in whom ye believe.

1. ve kulû : ve yiyin
2. mimmâ (min mâ) : şeylerden
3. razaka-kum(u) allâhu : Allâh (c.c.) size rızık verdi
4. halâlen tayyiben : temiz, helâl
5. ve itteku allâhe : ve Allâh’a (c.c.) karşı takvâ sahibi olun
6. ellezî : o ki
7. entum : sizler
8. bi-hi mu’minûne : O’na (kendisine) iman edenler

٨٩

لَايُؤَاخِذُكُمُ اللّهُ بِاللَّغْوِ فى اَيْمَانِكُمْ وَلكِنْ يُؤَاخِذُكُمْ بِمَا عَقَّدْتُمُ الْاَيْمَانَ فَكَفَّارَتُهُ اِطْعَامُ عَشَرَةِ مَسَاكينَ مِنْ اَوْسَطِ مَا تُطْعِمُونَ اَهْليكُمْ اَوْ كِسْوَتُهُمْ اَوْ تَحْريرُ رَقَبَةٍ فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ ثَلثَةِ اَيَّامٍ ذلِكَ كَفَّارَةُ اَيْمَانِكُمْ اِذَا حَلَفْتُمْ وَاحْفَظُوا اَيْمَانَكُمْ كَذلِكَ يُبَيِّنُ اللّهُ لَكُمْ ايَاتِه لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ

(89) la yüahizükümüllahü billağvi fi eymaniküm ve lakiy yüahizüküm bima akkadtümül eyman fe keffaratühu it’amü aşerati mesakine min evseti ma tut’imune ehliküm evkisvetühüm ev tahriru rakabeh fe mel lem yecid fe siyamü selaseti eyyam zalike kefferatü eymaniküm iza haleftüm vahfezu eymaneküm kezalike yübeyyinüllahü leküm ayatihi lealleküm teşkürun

Allah bilmeyerek yaptığınız yeminlerinizden dolayı sizi muaheze etmez ve lakin bile bile yaptığınız yeminlerden sizi muaheze eder bunun kefareti on miskini doyurmak sizin kendi ehlinize yedirdiğiniz orta derecesinden veya onları giydirmek veya köle azat etmek bunları bulamayan kimse üç gün oruç tutar işte bu kefaretidir yemin ettiğiniz zaman yeminlerinizin sizler yeminlerinizi koruyun Allah ayetlerini size böyle açıklıyor umulur ki şükredersiniz

(89) Allah will not call you to account for what is futile in your oaths, but he will call you to account for you deliberate oaths: for expiation, feed ten indigent persons, on a scale of the average for the food of your families or clothe them or give a slave his freedom. If that is beyond your means, fast for three days. That is the expiation for the oaths ye have sworn. But keep to your oaths. Thus doth Allah make clear to you his sign, that ye may be grateful.

1. lâ yuâhizu-kum(u) : sizi ahaze etmez, sorumlu tutmaz
2. allâhu : Allâh (c.c.)
3. bi el lagvi : boş sözler ile
4. fî eymâni-kum : yeminlerinizdeki
5. ve lâkin yuâhizu-kum : ve lâkin, fakat sizi sorumlu tutar
6. bi-mâ : sebebi ile, dolayısıyla
7. akkadtum(u) : siz akit yaptınız
8. el eymâne : yeminler
9. fe keffâretu-hu : artık onun kefareti
10. it’âmu : yedirme, doyurma
11. aşereti mesâkîne : on yoksul
12. min evsatı : vasat olarak, ortalama
13. mâ tut’ımûne : yedirdiğiniz şeyler, yedirdikleriniz
14. ehlî-kum : sizin ehliniz, ev halkınız
15. ev kisvetu-hum : veya onları giydirme (onların giysileri)
16. ev tahrîru rakabetin : veya, ya da bir köle azâdı
17. fe men : artık kim
18. lem yecid : bulamadı
19. fe sıyâmu : o halde, o taktirde oruç tutsun
20. selâseti eyyâmin : üç gün
21. zâlike keffâretu : işte bu kefarettir (yemini bozmaya karşılıktır)
22. eymâni-kum : sizin yeminleriniz
23. izâ haleftum : yemin edip hilâfına (aksine) hareket ettiğiniz, yemininizi bozduğunuz zaman
24. ve ıhfezû : ve muhafaza edin, koruyun
25. eymâne-kum : yeminlerinizi
26. kezâlike : işte böyle, böylece, bunun gibi
27. yubeyyinu allâhu : Allâh (c.c.) açıklıyor
28. lekum : size
29. âyâti-hi : âyetlerini
30. lealle-kum : umulur ki, böylece siz
31. teşkurûne : şükredersiniz

Sayfa:122

٩٠

يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا اِنَّمَا الْخَمْرُ وَالْمَيْسِرُ وَالْاَنْصَابُ وَالْاَزْلَامُ رِجْسٌ مِنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِ فَاجْتَنِبُوهُ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ

(90) ya eyyühellezine amenu innemel hamru vel meysiru vel ensabü vel ezlamü ricsüm min ameliş şeytani fectenibuhü lealleküm tüflihun

ey iman edenler ancak şarap ve kumar ve dikili taşlar ve kısmet okları şeytanın mundar işlerindendir ondan sakının olur ki felah bulursunuz

(90) Ye who believe intoxicants and gambling, (dedication of) stones, and (divination by) arrows, are an abomination, of Satan’s handiwork: eschew such (abomination), that ye may prosper.

1. yâ eyyuhâ : ey!
2. ellezîne âmenû : yaşarken Allâh’a (c.c.) ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler
3. innemâ : ancak, sadece, oysa, halbuki
4. el hamru : şarap
5. ve el meysiru : ve kumar
6. ve el ensâbu : ve putlar
7. ve el ezlâmu : fal okları
8. ricsun : pistir, murdardır
9. min ameli eş şeytâni : şeytanın işlerinden
10. fe : artık, o halde
11. ictenibû-hu : ondan kaçının!
12. lealle-kum : umulur ki böylece siz
13. tuflihûne : felâha, kurtuluşa erersiniz

٩١

اِنَّمَا يُريدُ الشَّيْطَانُ اَنْ يُوقِعَ بَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَاءَ فِى الْخَمْرِ وَالْمَيْسِرِ وَيَصُدَّكُمْ عَنْ ذِكْرِ اللّهِ وَعَنِ الصَّلوةِ فَهَلْ اَنْتُمْ مُنْتَهُونَ

(91) innema yüridüş şeytanü ey yukia beynekümül adavete vel bağdae fil hamri vel meysiri ve yesuddeküm an zikrillahi ve anis salah fe hel entüm müntehun

ancak ve ancak şeytan aranıza düşmanlık ve kin düşürmek ister şarap ve kumar ve sizi alıkoymak ister Allah’ı zikir etmekten ve namaz kılmaktan sizler vazgeçtiniz mi

(91) Satan’s plan is (but) to excite enmity and hatred between you, with intoxicants and gambling, and hinder you from the remembrance of Allah, and from prayer: will ye not then abstain?

1. innemâ : ancak, sadece, oysa, halbuki
2. yurîdu eş şeytânu : şeytan ister
3. en yûkia : düşürür, sokar
4. beyne-kum(u) : sizin aranıza
5. el adâvete : düşmanlık
6. ve el bagdâe : ve kin
7. : …de, hakkında, konusunda (ile)
8. el hamri : şarap
9. ve el meysiri : ve kumar
10. ve yasudde-kum : ve sizi alıkoyar
11. an zikri allâhi : Allâh’ın (cc.) zikrinden
12. ve an(i) es salâti : ve namazdan
13. fe : artık, o halde
14. hel : mi?
15. entum : siz
16. muntehûne : son verenler (nihayete erdirenler)

٩٢

وَاَطيعُوا اللّهَ وَاَطيعُوا الرَّسُولَ وَاحْذَرُوا فَاِنْ تَوَلَّيْتُمْ فَاعْلَمُوا اَنَّمَا عَلى رَسُولِنَا الْبَلَاغُ الْمُبينُ

(92) ve etiy’ullahe ve etiy’ur rasule vahzeru fe in tevelleytüm fa’lemu ennema ala rasulinel belağul mübin

Allah’a itaat edin ve resule itaat edin ve sakının eğer siz yüz çevirirseniz bilin ki resulümüze düşen sadece açık bir tebliğdir

(92) Obey Allah, and obey the Messenger, and beware (of evil): if ye do turn back, know ye that it is our Messenger’s duty to proclaim (the Message) in the clearest manner.

1. ve etîû allâhe : ve Allâh’a (cc.) itaat edin
2. ve etîû er resûle : ve Resûl’e itaat edin
3. vahzerû (ve ıhzerû) : ve hazer edin, sakının, çekinin
4. fe : artık, bundan sonra
5. in tevelleytum : eğer yüz çevirirseniz, dönerseniz
6. fa’lemû (fe ı’lemû) : o halde bilin
7. ennemâ : sadece
8. alâ resûli-nâ : Resûl’ümüz üzerine düşen (sorumluluk)
9. el belâgu : tebliğ
10. el mubînu : açıkça, açık

٩٣

لَيْسَ عَلَى الَّذينَ امَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جُنَاحٌ فيمَا طَعِمُوا اِذَا مَا اتَّقَوْا وَامَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ ثُمَّ اتَّقَوْا وَامَنُوا ثُمَّ اتَّقَوْا وَاَحْسَنُوا وَاللّهُ يُحِبُّ الْمُحْسِنينَ

(93) leyse alellezine amenu ve amilus salihati cünahun fima taimu iza mettekav ve amenu ve amilus salihati sümmettekav ve amenu sümmettekav ve ahsenu vallahü yühibbül muhsinin

o kimselere yoktur iman edip salih amel işleyenlere tattıkları şeyden günah (yoktur) sakındıkları zaman iman edip yararlı işler yapmaya sonra takva ile imanlarını (güçlendirdiklerinde) sonra takva ile yararlı işler (yaptıklarında) Allah iyilik yapanları sever

(93) On those who believe and do deeds of righteousness there is no blame for what they ate (in the past), when they guard themselves from evil, and believe, and do deeds of righteousness, (or) again, guard themselves from evil and believe, (or) again, guard themselves from evil and do good. For Allah loveth those who do good.

1. leyse : yoktur, değil
2. alâ ellezîne âmenû : Allâh’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenlerin üzerine
3. ve amilû es sâlihâti : ve sâlih amel (nefsi ıslâh edici amel) yaptılar
4. cunâhun : bir günah
5. fî-mâ : şeyler hakkında
6. taimû : yemeleri
7. izâ mâ ittekav : takvâ (1.takva) sahibi olmadıkları zaman
8. ve âmenû : ve âmenû olun! yaşarken Allâh’a teslim olmayı, ulaşmayı dileyin
9. ve amilû es sâlihâti : ve sâlih ameller (nefsi tezkiye edici ameller) yapın!
10. summe ittekav : sonra takvâ sahibi olun (Vechinizi Allâh’a teslim ederek 2. takvâya ulaşın!)
11. ve âmenû : ve âmenû olun!
12. summe ittekav : sonra takvâ sahibi olun (Nefsinizi Allâh’a teslim ederek 3. takvâya ulaşın!)
13. ve ahsenû : ve ahsen olun!
14. ve allâhu yuhibbu : ve Allâh (c.c.) sever
15. el muhsinîne : muhsinleri (ahsen olmuş olanları, 3. takvâya ulaşanları)

٩٤

يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا لَيَبْلُوَنَّكُمُ اللّهُ بِشَىْءٍ مِنَ الصَّيْدِ تَنَالُهُ اَيْديكُمْ وَرِمَاحُكُمْ لِيَعْلَمَ اللّهُ مَنْ يَخَافُهُ بِالْغَيْبِ فَمَنِ اعْتَدى بَعْدَ ذلِكَ فَلَهُ عَذَابٌ اَليمٌ

(94) ya eyyühellezine amenu le yeblüvenne kümüllahü bi şey’im mines saydi tenalühu eydiküm ve rimahuküm li ya’lemellahü mey yehafühu bil ğayb fe meni’teda ba’de zalike fe lehu azabün elim

ey iman edenler (Allah) mutlaka sizi imtihan edecek elleriniz ve mızraklarınızla yetişebileceğiniz av gibi bir şeyle Allah meydana çıkarmak için gaybta kendisinden korkanları bundan sonra kim haddi aşarsa ona acıklı bir azap (vardır)

(94) Ye who believe Allah doth but make a trial of you in a little matter of game well within reach of your hands and your lances, that he may test who feareth him unseen: any who transgress thereafter, will have a grievous penalty.

1. yâ eyyuhâ : ey!
2. ellezîne âmenû : yaşarken Allâh’a teslim olmayı, ulaşmayı dileyenler
3. le : elbette, mutlaka
4. yebluvenne-kum(u) : sizi sınar, imtihan eder
5. allâhu : Allâh (c.c.)
6. bi şey’in : bir şey ile
7. min es saydı : avdan, av cinsi bir hayvan ile
8. tenâlu-hu : ona erişirsiniz, onu yakalarsınız
9. eydî-kum : elleriniz
10. ve rimâhu-kum : ve mızraklarınız
11. li ya’leme : bilmesi için, bilinip belli olması için
12. allâhu : Allâh (c.c.)
13. men : kim
14. yahâfu-hu : ondan, kendisinden korkar
15. bi el gaybi : gayb ile, gıyabında, gaybda
16. fe men i’tedâ : artık kim haddi aşarsa
17. ba’de zâlike : bundan sonra
18. fe lehu : o taktirde onun için vardır
19. azâbun elîmun : acı azap

٩٥

يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا لَا تَقْتُلُوا الصَّيْدَ وَاَنْتُمْ حُرُمٌ وَمَنْ قَتَلَهُ مِنْكُمْ مُتَعَمِّدًا فَجَزَاءٌ مِثْلُ مَا قَتَلَ مِنَ النَّعَمِ يَحْكُمُ بِه ذَوَا عَدْلٍ مِنْكُمْ هَدْيًا بَالِغَ الْكَعْبَةِ اَوْ كَفَّارَةٌ طَعَامُ مَسَاكينَ اَوْ عَدْلُ ذلِكَ صِيَامًا لِيَذُوقَ وَبَالَ اَمْرِه عَفَا اللّهُ عَمَّا سَلَفَ وَمَنْ عَادَ فَيَنْتَقِمُ اللّهُ مِنْهُ وَاللّهُ عَزيزٌ ذُو انْتِقَامٍ

(95) ya eyyühellezine amenu la tektülüs sayde ve entüm hurum ve men katelehu minküm müteammiden fe ceazüm mislü ma katele minen neami yahkümü bihi zeva adlim minküm hedyem baliğal ka’beti ev keffaratün taamü mesakine ev adlü zalike siyamel li yezuka ve bale emrih afallahü amma selef ve men ade fe yentekimüllahü minh vallahü azizün züntikam

ey iman edenler ihramdayken av hayvanı öldürmeyin sizden kim onu kasten vurursa ceza olarak misli kadar öldürdüğü av hayvanının davardan (kurban kesmesi lazım) buna aranızda adalet sahibi iki kişi hükmedecek kabeye ulaşacak bir kurbanlık yahut verilecek kefaret miskinleri doyurmak yahut her fakire karşı oruç tutmak yaptığının cezasını tatsın Allah geçmişi affetti ama kim tekrar dönerse Allah ondan intikam alır Allah güçlüdür, intikam sahibidir

(95) O ye who believe kill not game while in the sacred precincts or in pilgrim garb. If any of you doth so intentionally, the compensation is an offering, of a domestic animal equivalent to the one who killed, as adjudged by two just men among you brought to the Kaba, or by way of atonement, the feeding of the indigent or its equivalent in fasts: that he may taste of the penalty of his deed. Allah forgives what is past: for repetition Allah will exact from him the penalty. For Allah is exalted, and Lord of retribution.

1. yâ eyyuhâ : ey!
2. ellezîne âmenû : âmenû olanlar, yaşarken Allâh’a teslim olmayı, ona ulaşmayı dileyenler
3. lâ taktulû es sayde : avı öldürmeyin (avlanmayın)
4. ve entum hurumun : ve siz ihramlı iken
5. ve men katele-hu : ve kim onu öldürürse
6. min-kum : sizden
7. muteammiden : taammüden, kasten, bilerek
8. fe : o zaman, o taktirde
9. cezâun : ceza
10. mislu mâ katele : öldürdüğü şeyin dengi, misli
11. min en neami : hayvandan, hayvanın
12. yahkumu bi-hi : ona hüküm verir, karar verir
13. zevâ adlin : adâlet sahibi (iki kişi)
14. min-kum : sizden
15. hedyen bâliga el ka’beti : Kâ’be’ye ulaşan kurban
16. ev keffâratun : veya kefâret olarak
17. taâmu mesâkîne : yoksulları yedirme
18. ev adlu zâlike : veya buna adil olan, denk olan
19. siyâmen : oruç
20. li yezûka : tatması için
21. vebâle emri-hi : işinin vebâli, cezası
22. afâ allâhu : Allâh (c.c.) affetti
23. ammâ (an mâ) selefe : geçmişten olan şeyi, geçmişi
24. ve men âde : ve kim dönerse
25. fe : o zaman, o taktirde
26. yentakimu : intikam alır
27. allâhu : Allâh (c.c.)
28. min-hu : ondan
29. ve allâhu : ve Allâh (cc.)
30. azîzun : aziz, üstün, güçlü
31. zû intikâmin : intikam sahibi

Sayfa:123

٩٦

اُحِلَّ لَكُمْ صَيْدُ الْبَحْرِ وَطَعَامُهُ مَتَاعًا لَكُمْ وَلِلسَّيَّارَةِ وَحُرِّمَ عَلَيْكُمْ صَيْدُ الْبَرِّ مَا دُمْتُمْ حُرُمًا وَاتَّقُوا اللّهَ الَّذى اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ

(96) ühille leküm saydül bahri ve taamühu metaal leküm ve lis seyyarah ve hurrime aleyküm saydül berri ma dümtüm huruma vettekullahellezi ileyhi tuhşerun

size helal kılındı deniz avı, ve onu yemek size ve yolcu olanlarınıza fayda olsun (diye) ihramda olduğunuz müddetçe kara avı size haram kılındı huzuruna varıp toplanacağınız Allah’tan sakının

(96) Lawful to you is the pursuit of water game and its use for food, for the benefit of yourselves and those who travel but forbidden is the pursuit of land game as long as ye are in the sacred precincts or in pilgrim garb. And fear Allah, to whom ye shall be gathered back.

1. uhille lekum : size helâl kılındı
2. saydu el bahri : deniz avı
3. ve taâmu-hu : ve onun yenmesi
4. metâan lekum : sizin için bir meta olarak, fayda sağlamak üzere
5. ve li es seyyârati : ve gezici topluluk için, yolcular için
6. ve hurrime : ve haram kılındı
7. aleykum : sizin üzerinize, size
8. saydu el berri : kara avı
9. mâ dumtum : olduğunuz müddetçe, sürede
10. hurumen : ihramda olarak
11. ve ittekû allâhe : ve Allâh’a karşı takvâ sahibi olun,
12. ellezî : o ki
13. ileyhi tuhşerûne : ona haşr olacaksınız, huzurunda toplanacaksınız

٩٧

جَعَلَ اللّهُ الْكَعْبَةَ الْبَيْتَ الْحَرَامَ قِيَامًا لِلنَّاسِ وَالشَّهْرَ الْحَرَامَ وَالْهَدْىَ وَالْقَلَاءِدَ ذلِكَ لِتَعْلَمُوا اَنَّ اللّهَ يَعْلَمُ مَا فِى السَّموَاتِ وَمَا فِى الْاَرْضِ وَاَنَّ اللّهَ بِكُلِّ شَىْءٍ عَليمٌ

(97) cealellahül ka’betel beytel harame kıyamel lin nasi veş şehral harame vel hedye vel kalaid zalike li ta’lemu ennellahe ya’lemü ma fis semavati ve ma fil erdi ve ennellahe bi külli şey’in alim

Allah kabeyi, beyti haram’ı insanlar için kıyam makamı kıldı ve haram olan ayları hediye kurbanları ve gerdanlıklı develeri böylece bunları sizinde bilmeniz için şüphesiz Allah’ın semalarda ve arzda ne varsa bildiğini (bilmeniz için) muhakkak Allah her şeyi Bilendir

(97) Allah made the Kaba, the sacred house, an asylum of security of men as also the sacred months, the animals for offerings, and the garlands that mark them: that ye may know that Allah hath knowledge of what is in the heavens and on earth and that Allah is well acquainted with all things.

1. ceale allâhu : Allâh (cc.) yaptı, sebep kıldı, var etti
2. el ka’bete : Kâ’be
3. el beyte el harâme : Beytel Haram, Kâ’be
4. kıyâmen li en nâsi : insanları ayakta tutmak için
5. ve eş şehra : ve ay
6. el harâme : hürmetli, haram, yasaklı
7. ve el hedye : ve kurban
8. ve el kalâide : boyunları bağlı, gerdanlıklı kurbanlık develer
9. zâlike : işte bu
10. li ta’lemû : sizin bilmeniz için
11. enne allâhe : Allâh (cc.)’ın … olduğu
12. ya’lemu : bilir
13. mâ fî es semâvâti : göklerdeki şeyler, göklerde olan (gökyüzünde ne varsa)
14. ve mâ fî el ardı : ve yerdeki şeyler, yerlerde olan (yeryüzünde ne varsa)
15. ve enne allâhe : ve Allâh (cc.)’ın … olduğu
16. bi kulli şey’in : herşeyi
17. alîmûn : en iyi bilen

٩٨

اِعْلَمُوا اَنَّ اللّهَ شَديدُ الْعِقَابِ وَاَنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَحيمٌ

(98) i’lemu ennellahe şedidül ikabi ve ennellahe ğafurur rahiym

bilin ki Allah’ın azabı şiddetlidir gerçekten Allah bağışlayan, merhametlidir

(98) Know ye that Allah is strict in punishment and that Allah is Oft-Forgiving, Most Merciful.

1. ı’lemû : biliniz!
2. enne allâhe : Allâh (cc.)’ın … olduğunu
3. şedîdu el ikâbi : cezası şiddetli, çetin
4. ve enne allâhe : ve Allâh (cc.)’ın … olduğunu
5. gafûrun : Gafûr, mağfiret eden (günahların sevaba çeviren)
6. rahîmun : Rahîm, rahmet eden (rahmet nurunu gönderen)

٩٩

مَا عَلَى الرَّسُولِ اِلَّا الْبَلَاغُ وَاللّهُ يَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا تَكْتُمُونَ

(99) ma aler rasuli illel belağ vallahü ya’lemü ma tübdune ve ma tektümun

resulün üzerine düşen sadece tebliğdir Allah bilir açıkladığınız şeyleri, gizlediğiniz şeyleri

(99) The Messenger’s duty is but to proclaim (the Message). But Allah knoweth all that ye reveal and ye conceal.

1. mâ alâ er resûli : Resûlun üzerinde(sorumluluk) yoktur
2. illâ el belâgu : tebliğden başka
3. ve allâhu ya’lemu : ve Allâh (cc.) bilir
4. mâ tubdûne : açıkladığınız şeyi
5. ve mâ tektumûne : ve gizlediğiniz şeyi

١٠٠

قُلْ لَايَسْتَوِى الْخَبيثُ وَالطَّيِّبُ وَلَوْ اَعْجَبَكَ كَثْرَةُ الْخَبيثِ فَاتَّقُوا اللّهَ يَا اُولِى الْاَلْبَابِ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ

(100)kul la yestevil habisü vet tayyibü ve lev a’cebeke kesratül habis fettekullahe ya ülil elbabi lealleküm tüflihun

de ki murdarla temiz bir olmaz ve hoşuna gitmiş olsa murdarın çok olması Allah’tan sakının ey akıl sahipleri umulur ki felaha erersiniz

(100) Say: “Not equal are things that are bad and things that are good, even though the abundance of the bad may dazzle thee so fear Allah, O ye that understand that (so) ye may prosper.”

1. kul : de, söyle
2. lâ yestevî : bir değil, eşit değil
3. el habîsu : habis, pis, haram kılınan, murdar olan
4. ve et tayyibu : ve temiz, helal kılınan
5. ve lev a’cebe-ke : ve senin hoşuna gitse bile
6. kesretu : çokluk
7. el habîsi : habis, pis, haram kılınan, murdar olan
8. fe ittekû allâhe : artık, o halde Allâh’a (cc.) karşı takva sahibi olun
9. yâ ulî el elbâbi : ey sırların sahipleri
10. lealle-kum : umulur ki böylece siz
11. tuflihûne : felâha erersiniz

١٠١

يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا لَا تَسْلُوا عَنْ اَشْيَاءَ اِنْ تُبْدَ لَكُمْ تَسُؤْكُمْ وَاِنْ تَسْلُوا عَنْهَا حينَ يُنَزَّلُ الْقُرْانُ تُبْدَ لَكُمْ عَفَا اللّهُ عَنْهَا وَاللّهُ غَفُورٌ حَليمٌ

(101) ya eyyühellezine amenu la tes’elu an eşyae in tübde leküm tesü’küm ve in tes’elu anha hiyne yünezzelül kur’anü tübde leküm afallahü anha vallahü ğafurun halim

ey iman edenler açıklandığında müteessir olacağınız şeylerden sormayınız halbuki onları kur’an indirilirken sorsanız size açıklanır Allah her şeyden sizi affetti Allah bağışlayan, halimdir

(101) Ye who believe ask not questions about things which, if made plain to you, may cause you trouble. But if ye ask about things when the Quran is being revealed, they will be made plain to you, Allah will forgive those: for Allah is Oft-Forgiving most forbearing.

1. yâ eyyuhâ : ey!
2. ellezîne âmenû : âmenu olanlar, yaşarken Allâh’a (cc.) teslim olmayı, ulaşmayı dileyenler
3. lâ tes’elû : sormayın
4. an eşyâe : şeylerden
5. in tubde lekum : eğer size açıklanırsa
6. tesu’kum : sizi üzecek
7. ve in tes’elû an-hâ : ve eğer ondan sorarsanız
8. hîne yunezzelu : indirilirken
9. el kur’ânu : Kur’ân
10. tubde lekum : size açıklanır
11. afâ allâhu an-hâ : Allâh (cc.) ondan (bu hatadan dolayı) affetti
12. ve allâhu : ve Allâh (cc.)
13. gafûrun : Gafûr, mağfiret eden, günahları sevaba çeviren
14. halîmun : Halîm, yumuşak muamele eden

١٠٢

قَدْ سَاَلَهَا قَوْمٌ مِنْ قَبْلِكُمْ ثُمَّ اَصْبَحُوا بِهَا كَافِرينَ

(102) kad seeleha kavmün min kabliküm sümme asbehu biha kafirin

gerçekten sizden önce bir kavim onları sordu da sonra bu sebeple kafir oldular

(102) Some people before you did ask such questions, and on that account lost their Faith.

1. kad seele-hâ : onu sormuştu
2. kavmun : bir kavim, topluluk
3. min kabli-kum : sizden önce
4. summe asbahû : sonra oldular
5. bi- hâ : onunla
6. kâfirîne : kâfirler

١٠٣

مَا جَعَلَ اللّهُ مِنْ بَحيرَةٍ وَلَا سَاءِبَةٍ وَلَا وَصيلَةٍ وَلَا حَامٍ وَلكِنَّ الَّذينَ كَفَرُوا يَفْتَرُونَ عَلَى اللّهِ الْكَذِبَ وَاَكْثَرُهُمْ لَايَعْقِلُونَ

(103) ma cealellahü mim behiyrativ ve la saibetiv ve la vesiyletiv ve la hamiv ve lakinnellezine keferu yefterune alellahil kezib ve ekseruhüm la ya’kılun

Allah kılmamıştır sağılmayan kulağı yarık deveyi üzerine binilmeyen deveyi ikiz doğan erkek dişi kuzular devenin onuncu batınından doğan erkek deveyi lakin küfredenler Allah’a yalan iftirada bulunuyordu çoklarının akılları ermez

(103) It was not Allah who instituted (superstitions like those of) a slit ear she camel, or a she camel let loose for free pasture, or idol sacrifice for free pasture, or idol sacrifice for twin births in animals, or stallion camels freed from work it is blasphemers who invent a lie against Allah but most of them lack wisdom.

1. mâ ceale : kılmadı, yapmadı
2. allâhu : Allâh (cc.)
3. min : …’den
4. bahîretin : putlar için ayırılan ve kulağı yarılan deve
5. ve lâ : ve değil (olumsuz mâna verir), olmadı
6. sâibetin : putlar için ayrılan ve otlaması için serbest bırakılan hayvan
7. ve lâ : ve değil (olumsuz mâna verir), olmadı
8. vasîletin : erkek ve dişi olarak doğan davarların dişisi
9. ve lâ : ve değil (olumsuz mâna verir), olmadı
10. hâmin : üzerine binilmesi yasak olan ve tüyleri kesilmeyen erkek deve
11. ve lâkinne : ve lâkin, fakat
12. ellezîne keferû : kâfirler, inkar edenler
13. yefterûne : iftira ediyorlar
14. alâ allâhi : Allâh’a (cc.) karşı
15. el kezibe : yalan
16. ve ekseru-hum : ve onların çoğu
17. lâ ya’kılûne : akletmezler, akıllarını kullanmazlar

Sayfa:124

١٠٤

وَاِذَا قيلَ لَهُمْ تَعَالَوْا اِلى مَا اَنْزَلَ اللّهُ وَاِلَى الرَّسُولِ قَالُوا حَسْبُنَا مَ وَجَدْنَا عَلَيْهِ ابَاءَنَا اَوَلَوْ كَانَ ابَاؤُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ شَيْا وَلَا يَهْتَدُونَ

(104) ve iza kıle lehüm tealev ila ma enzelellahü ve iler rasuli kalu hasbüna ma vecedna aleyhi abaena e ve lev kane abaühüm la ya’lemune şey’ev ve la yehtedun

onlara indirildiği zaman “Allah’ın indirdiği hükümlere ve resulüne gelin” dediler ki “bize babalarımızın üzerinde bulduğumuz şey yeter” babaları bir şey bilmiyorlar ve hidayet yoluna gitmiyorlarsa da mı

(104) When it is said to them: “Come to what Allah hath revealed they say: “Enough for us are the ways we found our fathers following.” What! even though their fathers were void of knowledge and guidance?

1. ve izâ kîle lehum : ve onlara denildiği zaman
2. teâlev : gelin
3. ilâ mâ enzele : indirdiği şeye
4. allâhu : Allah (cc.)
5. ve ilâ er resûli : ve Resûl’e
6. kâlû : dediler
7. hasbu-nâ : bize yeter
8. mâ vecednâ : bulduğumuz şey
9. aleyhi : onun üzerine, üzerinde
10. âbâe-nâ : babalarımız, atalarımız
11. e ve lev kâne : ve olsa da mı?
12. âbâu-hum : onların babaları, ataları
13. lâ ya’lemûne : bilmiyorlar
14. şey’en : bir şey
15. ve lâ yehtedûne : ve hidayette değiller, hidayete ermediler

١٠٥

يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا عَلَيْكُمْ اَنْفُسَكُمْ لَا يَضُرُّكُمْ مَنْ ضَلَّ اِذَااهْتَدَيْتُمْ اِلَى اللّهِ مَرْجِعُكُمْ جَميعًا فَيُنَبِّءُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ

(105) ya eyyühellezine amenu aleyküm enfüseküm la yedurruküm men dalle izehtedeytüm ilellahi merciuküm cemian fe yünebbiüküm bi ma küntüm ta’melun

ey iman edenler sizler nefislerinize (bakın) size bir zarar vermezler siz hidayet üzereyken, delalete gidenler hepinizin dönüşü Allah’adır size neler yaptığınızı haber verecektir

(105) O ye who believe guard your own souls: if ye follow (right) guidance, no hurt can come to you from those who stray. The goal of you all is to Allah: it is he that will show you the truth of all that ye do.

1. yâ eyyuhâ : ey!
2. ellezîne âmenû : âmenû olanlar, yaşarken Allâh’a teslim olmayı, ulaşmayı dileyenler
3. aleykum : sizin üzerinize
4. enfuse-kum : nefsleriniz
5. lâ yadurru-kum : sizlere zarar vermez, veremez
6. men dalle : dalâlette olan kimse
7. izâ ihtedeytum : siz hidayette iseniz, hidayete erdiyseniz, hidayette olduğunuz zaman
8. ilâ allâhi : Allâh’a (cc.)
9. merciu-kum : sizin dönüşünüz, dönüş yeriniz
10. cemîân : topluca, hepiniz
11. fe yunebbiu-kum : o zaman sizlere haber verecek
12. bi-mâ kuntum : olduğunuz şeyleri
13. ta’melûne : yapıyorsunuz

١٠٦

يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا شَهَادَةُ بَيْنِكُمْ اِذَا حَضَرَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ حينَ الْوَصِيَّةِ اثْنَانِ ذَوَا عَدْلٍ مِنْكُمْ اَوْ اخَرَانِ مِنْ غَيْرِكُمْ اِنْ اَنْتُمْ ضَرَبْتُمْ فِى الْاَرْضِ فَاَصَابَتْكُمْ مُصيبَةُ الْمَوْتِ تَحْبِسُونَهُمَا مِنْ بَعْدِ الصَّلوةِ فَيُقْسِمَانِ بِاللّهِ اِنِ ارْتَبْتُمْ لَا نَشْتَرى بِه ثَمَنًا وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبى وَلَا نَكْتُمُ شَهَادَةَ اللّهِ اِنَّا اِذًا لَمِنَ الْاثِمينَ

(106) ya eyyühellezine amenu şehadetü beyniküm iza hadara ehadekümül mevtü hiynel vesiyyeti snani zevaadlim minküm ev aharani min ğayriküm in entüm darabtüm fil erdi fe esabetküm müsiybetül mevt tahbisunehüma mim ba’dis salati fe yuksimani billahi inirtebtüm la neşteri bihi semenev ve lev kane za kurba ve la nektümü şehadetellahi inna izel le minel asimin

ey iman edenler aranızda şahit (tutun) sizden birinize ölüm hali geldiği zaman vasiyet zamanında sizden iki adalet sahibini yahut başka bir kavimden iki kişiyi eğer siz yeryüzünde yolculuk yaptığınızda ölüm musibeti başınıza gelirse bunları namazdan sonra alıkoyarsınız Allah’a kasem ederek (yemin ederek) eğer şüphe ederseniz biz yeminimizi az bir değere satmayız velev akrabanızda olsa Allah’ın şahitliğini gizlemeyiz şüphesiz biz o zaman günahkarlardan (oluruz)

(106) O ye who believe when death approaches any of you, (take) witnesses among yourselves when making bequests, two just men of your own (brotherhood) or others from outside if ye are journeying through the earth, and the chance of death befalls you (thus). If ye doubt (their truth), detain them doth after prayer, and let them both swear by Allah: we wish not in this for any worldly gain, even though the (beneficiary) be our near relation: we shall hide not the evidence before Allah: if we do, then behold the sin be upon us

1. yâ eyyuhâ : ey!
2. ellezîne âmenû : âmenû olanlar, yaşarken Allâh’a teslim olmayı, ona ulaşmayı dileyenler
3. şehâdetu : şâhid yapın, şahitlik etsin
4. beyni-kum : sizin aranızda
5. izâ hadara : hazır olduğu zaman, geldiği zaman, gelince
6. ehade-kum(u) : sizden birisi
7. el mevtu : ölüm
8. hîne : o vakit, o esnada, o sırada
9. el vasiyyeti : vasiyet
10. isnâni zevâ adlin : adâlet sahibi iki kişi
11. min-kum : sizden
12. ev âharâni : veya diğer iki
13. min gayri-kum : sizden olmayan, sizin dışınızda
14. in entum : eğer siz … iseniz
15. darabtum : geziyordunuz, yolculuk ediyordunuz
16. fî el ardı : yeryüzünde
17. fe : o zaman
18. esâbet-kum : size isabet etti
19. musîbetu : musîbet, isabet eden bir olay
20. el mevti : ölüm
21. tahbisûne humâ : iki kişiyi alıkoyun
22. min ba’di es salâti : namazdan sonra
23. fe : o zaman
24. yuksimâni : yemin etsinler (iki kişi)
25. bi allâhi : Allâh’a (cc.)
26. in irtebtum : eğer şüpheye düşerseniz
27. lâ neşterî bi-hi : onu satmayacağız, değiştirmeyeceğiz
28. semenen : baha, bedel
29. ve lev kâne : ve şayet olsa bile
30. zâ kurbâ : yakınlık sahibi, akraba
31. ve lâ nektumu : ve gizlemeyeceğiz
32. şehâdete allâhi : Allâh’ın (cc.) şahitliği (Allâh (cc.) için yapılan şahitlik)
33. innâ : biz mutlaka oluruz
34. izen : o zaman, o taktirde, aksi taktirde
35. le min el âsimîne : mutlaka günahkâr kimselerden

١٠٧

فَاِنْ عُثِرَ عَلى اَنَّهُمَا اسْتَحَقَّا اِثْمًا فَاخَرَانِ يَقُومَانِ مَقَامَهُمَا مِنَ الَّذينَ اسْتَحَقَّ عَلَيْهِمُ الْاَوْلَيَانِ فَيُقْسِمَانِ بِاللّهِ لَشَهَادَتُنَا اَحَقُّ مِنْ شَهَادَتِهِمَا وَمَا اعْتَدَيْنَا اِنَّا اِذًا لَمِنَ الظَّالِمينَ

(107) fe in usira ala ennehümestehakka ismen fe aharani yekumani mekamehüma minellezi nestehakka aleyhimül evleyani fe yuksimani billahi le şehadetüna ehakku min şehadetihima ve ma’tedeyna inna izel le minez zalimin

eğer bu iki kişinin vebale müstahak olduğu anlaşılırsa o zaman bu iki kişinin yerine bunlardan ehliyete hak kazanmış diğer iki kişi geçer Allah’a kasem ederek bizim şahitliğimiz onların şahitliğinden daha doğrudur biz (hakka) tecavüz etmedik şüphesiz biz o zaman zalimlerden oluruz

(107) But if it gets known that these two were guilty of the sin (of perjury), let two others stand forth in their places, nearest in kin from among those who claim a lawful right: let them swear by Allah: we affirm that our witness is truer than that of those two, and that we have not trespassed (beyond the truth): if we did, behold the wrong be upon us

1. fe in usire alâ : eğer sonradan farkına varılırsa
2. enne-humâ : iki kişinin … olduğu
3. istehakkâ ismen : bir günaha müstehak oldu
4. fe âharâni : o takdirde diğer iki kişi
5. yekûmâni : ikisi … olur
6. makâme humâ : o ikisinin yerine
7. min ellezîne : o kimselerden, onlardan
8. istehakka aleyhim(u) : onlara daha layık, onların üzerinde hak sahibi
9. el evleyâni : daha yakın iki kişi
10. fe yuksimâni : böylece, sonra iki kişi yemin ederler
11. bi Allâhi : Allâh’a (cc.)
12. le şehâdetu-nâ : bizim şahitliğimiz mutlaka
13. ehakku : daha doğru
14. min şehâdeti himâ : o iki kişinin şahitliğinden
15. ve ma’tedeynâ : ve biz haddi aşmadık
16. innâ : biz mutlaka oluruz
17. izen : o takdirde, aksi taktirde
18. le : mutlaka
19. min ez zâlimîne : zâlimlerden

١٠٨

ذلِكَ اَدْنى اَنْ يَاْتُوا بِالشَّهَادَةِ عَلى وَجْهِهَا اَوْ يَخَافُوا اَنْ تُرَدَّ اَيْمَانٌ بَعْدَ اَيْمَانِهِمْ وَاتَّقُوا اللّهَ وَاسْمَعُوا وَاللّهُ لَا يَهْدِى الْقَوْمَ الْفَاسِقينَ

(108) zalike edna ey ye’tu biş şehadeti ala vechiha ev yehafu en türadde eymanüm ba’de eymanihim vettekullahe vesmeu vallahü la yehdil kavmel fasikın

işte bu en yakın şahitliği olduğu gibi yerine getirmelerinde veya korkuyorlarsa yemin ettikten sonra yeminlerinin reddedilmesinden Allah’tan sakının ve dinleyin Allah fasıklar güruhunu hidayete erdirmez

(108) That is most suitable: that they may give the evidence in its true nature and shape, or else they would fear that other oaths would be taken after their oaths. But fear Allah, and listen (to his counsel): for Allah guideth not a rebellious people.

1. zâlike ednâ : bu en yakın, en iyi, daha iyi
2. en ye’tû : gelmek, gelmesi
3. bi eş şehâdeti : şehâdet ile
4. alâ vechi-hâ : onunla yüzyüze
5. ev yehâfû : veya korkmaları
6. en turadde : reddedilmek
7. eymânun : yeminler
8. ba’de eymâni-him : onların yeminlerinden sonra
9. ve ittekû allâhe : ve Allâh’a (cc.) karşı takvâ sahibi olun
10. ve ismeû : ve dinleyin, işitin!
11. ve allâhu : ve Allâh’a (cc.)
12. lâ yehdî : hidâyete erdirmez
13. el kavme : kavim, topluluk
14. el fâsikîne : fâsıklar

Sayfa:125

١٠٩

يَوْمَ يَجْمَعُ اللّهُ الرُّسُلَ فَيَقُولُ مَاذَا اُجِبْتُمْ قَالُوا لَا عِلْمَ لَنَا اِنَّكَ اَنْتَ عَلَّامُ الْغُيُوبِ

(109) yevme yecmeullahür rusüle fe yekulü ma za ücibtüm kalu la ilme lena inneke ente allamül ğuyub

o gün Allah resulleri toplayarak “size ne cevap verildi” diye (soracak) diyecekler bizim hiçbir ilmimiz yok şüphesiz sen gaybı layığı ile bilensin

(109) One day will Allah gather the Messengers together, and ask: “What was the response ye received (from men to your teaching)?” They will say: “We have no knowledge: it is Thou who knowest in full all that is hidden.”

1. yevme : gün, o gün
2. yecmeu allâhu : Allâh (cc.) toplar, bir araya getirir
3. er rusule : resûller
4. fe yekûlu : o zaman, sonra der
5. mâzâ ucibtum : size ne cevap verildi
6. kâlû : dediler, (derler (Allâh (cc.) zamandan münezzehtir, Allâh (cc.) için zaman söz konusu değildir)
7. lâ ilme lenâ : bizim ilmimiz,bilgimiz yok
8. inne-ke : muhakkak ki sen
9. ente allâmu : en iyi bilen sensin
10. el guyûbi : gaybler, bilinmeyenler

١١٠

اِذْ قَالَ اللّهُ يَا عيسَى ابْنَ مَرْيَمَ اذْكُرْ نِعْمَتى عَلَيْكَ وَعَلى وَالِدَتِكَ اِذْ اَيَّدْتُكَ بِرُوحِ الْقُدُسِ تُكَلِّمُ النَّاسَ فِى الْمَهْدِ وَكَهْلًا وَاِذْ عَلَّمْتُكَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَالتَّوْريةَ وَالْاِنْجيلَ وَاِذْ تَخْلُقُ مِنَ الطّينِ كَهَيَةِ الطَّيْرِ بِاِذْنى فَتَنْفُخُ فيهَا فَتَكُونُ طَيْرًا بِاِذْنىوَتُبْرِءُ الْاَكْمَهَ وَالْاَبْرَصَ بِاِذْنى وَاِذْ تُخْرِجُ الْمَوْتى بِاِذْنى وَاِذْ كَفَفْتُ بَنى اِسْرَاءلَ عَنْكَ اِذْ جِءْتَهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَقَالَ الَّذينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ اِنْ هذَا اِلَّا سِحْرٌ مُبينٌ

(110) iz kalellahü ya iysebne meryem ezkür ni’meti aleyke ve ala validetik iza eyyedtüke bi ruhil kudüsi tükellimün nase fil mehdi ve kehla ve iz allemtükel kitabe vel hikmete vet tevrate vel incil ve iz tahlüku minet tiyni ke hey’etit tayri bi izni fe tenfühu fiha fe tekunü tayram bi izni ve tübriül ekmehe vel ebrasa bi izni ve iz tuhricül mevta bi izni ve iz kefeftü beni israile anke iz ci’tehüm bil beyyinati fe kalellezine keferu minhüm in haza illa sihrum mübin

o zaman Allah buyurarak ya Meryem oğlu İsa nimetimi hatırla senin ve annenin üzerindeki seni Ruhul Kudüs ile desteklemiştim insanlarla konuşuyordun (hem) beşikte (hemde) yetişkinken sana öğretmiştim yazmayı ve hikmeti ve tevratı ve incili o zaman benim iznim ile çamurdan kuş suretine benzeterek yaratıyordun sonra içine üfürüyordun benim iznimle kuş oluyordu ve benim iznimle körleri, abraşı iyi ediyordun ve benim iznimle ölüleri çıkarıyordun ve defetmiştim israil oğullarını senin üzerinden onlara açık mucizeler geldiğinde içlerinden küfredenler demişlerdi bu açık bir sihirden başka (bir şey) değildir

(110) Then will Allah say: “O Jesus the son of Mary! recount my favour to thee and to thy mother. Behold! I strengthened thee with the holy spirit, so that thou didst speak to the people in childhood and in maturity. Behold! I taught thee the Book and Wisdom, the Law and the Gospel. And behold! thou makest out of clay, as it were, the figure of a bird, by My leave, and thou breathest into it, and it becometh a bird by My leave, and thou healest those born blind, and the lepers, by My leave. And behold! thou bringest forth the dead by My leave. And behold! I did restrain the Children of Israel from (violence to) thee when thou didst show them the Clear Signs. And the Unbelievers among them said: This is nothing but evident magic.’

1. iz kâle : demişti
2. allâhu : Allâh (cc.)
3. yâ îsâ ibne meryeme : ey Meryem oğlu İsâ (as.)
4. uzkur ni’metî : nimetimi hatırla
5. aleyke : senin üzerinde
6. ve alâ vâlideti-ke : ve senin annenin üzerinde
7. iz eyyedtu-ke : o zaman seni desteklemiştim
8. bi rûhi el kudusi : Ruh’ûl Kudüs ile
9. tukellimu en nâse : insanlarla konuşuyorsun
10. fî el mehdi : beşikte
11. ve kehlen : ve yetişkin iken
12. ve iz allemtu-ke : ve sana öğretmiştim
13. el kitâbe : Kitap
14. ve el hikmete : ve hikmet
15. ve et tevrâte : ve Tevrat
16. ve el incîle : ve İncil
17. ve iz tahluku : ve yapmıştın, şekil vermiştin
18. min et tîni : nemli topraktan
19. ke : gibi
20. hey’eti : heykel, suret, şekil, biçim
21. et tayri : kuş
22. bi iznî : benim iznim ile
23. fe tenfuhu fî-ha : sonra onun içine üflüyordun
24. fe tekûnu tayran : böylece kuş oluyordu
25. bi iznî : benim iznim ile
26. ve tubriu : ve iyileştiriyorsun
27. el ekmehe : doğuştan kör, âmâ
28. ve el ebrasa : ve alaca tenli
29. bi iznî : benim iznim ile
30. ve iz tuhricu : ve de çıkarıyordun
31. el mevtâ : ölüler
32. bi iznî : benim iznim ile
33. ve iz kefeftu : ve o zaman savmıştım
34. benî isrâîle an-ke : İsrail oğullarını senden
35. iz ci’te-hum bi : onlara getirdiğin zaman
36. el beyyinâti : beyyineler, açık deliller, apaçık belgeler
37. fe kâle : o zaman dedi
38. ellezîne keferû : kâfir olanlar (küfürde olanlar)
39. min-hum : onlardan
40. in hâzâ : bu ancak sadece
41. illâ sihrun mubînun : apaçık bir sihir

١١١

وَاِذْ اَوْحَيْتُ اِلَى الْحَوَارِيّنَ اَنْ امِنُوا بى وَبِرَسُولى قَالُوا امَنَّا وَاشْهَدْ بِاَنَّنَا مُسْلِمُونَ

(111) ve iz evhaytü ilel havariyyine en aminu bi ve bi rasuli kalu amenna veşhed bi ennena müslimun

o zaman havarilere vahiy etmiştim iman edin bana ve resulüme demişlerdi iman ettik şahit ol ki biz gerçek müslümanlarız

(111) “And behold! I inspired the Disciples to have Faith in Me and Mine Messenger they said, We have Faith, and do thou bear witness that we bow to Allah as Muslims’.”

1. ve iz evhaytu : ve vahyettiğim zaman
2. ilâ el havâriyyîne : havârilere
3. en âminû bî : bana iman etmelerini
4. ve bi resûlî : ve Resûl’üme
5. kâlû : dediler
6. âmennâ : biz iman ettik, âmenû olduk, Allâh’a teslim olmayı, ulaşmayı diledik
7. veşhed (ve işhed) : ve şahid ol
8. bi enne-nâ : bizim… olduğumuza
9. muslimûne : müslümanlar, Allâh’a (cc.) teslim olanlar

١١٢

اِذْ قَالَ الْحَوَارِيُّونَ يَا عيسَى ابْنَ مَرْيَمَ هَلْ يَسْتَطيعُ رَبُّكَ اَنْ يُنَزِّلَ عَلَيْنَا مَاءِدَةً مِنَ السَّمَاءِ قَالَ اتَّقُوا اللّهَ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنينَ

(112) iz kalel havariyyune ya iysebne meryeme hel yestetıu rabbüke ey yünezzile aleyna maidetem mines sema’ kalet tekullahe in küntüm mü’minin

o zaman havariler dediler ey Meryem oğlu İsa Rabbin bizim üzerimize semadan bir sofra indirebilir mi? dedi Allah’tan sakının eğer inanmış müminlerseniz

(112) Behold! the disciples said: “O Jesus the son of Mary! can thy Lord send down to us a Table set (with viands) from heaven?” Said (Jesus): “Fear Allah, if ye have Faith.”

1. iz kâle : demişti
2. el havâriyyûne : havâriler
3. yâ îsâ ibne meryeme : ey Meryem oğlu Îsâ (as.)
4. hel yestetîu : yapabilir mi
5. rabbu-ke : senin Rabb’in
6. en yunezzile : indirmesi
7. aleynâ : bize
8. mâideten : bir sofra
9. min es semâi : semâdan, gökten
10. kâle itteku allâhe : Allâh’a (cc.) karşı takvâ sahibi olun dedi
11. in kuntum : eğer siz … iseniz
12. mu’minîne : mü’minler, iman edenler

١١٣

قَالُوا نُريدُ اَنْ نَاْكُلَ مِنْهَا وَتَطْمَءِنَّ قُلُوبُنَا وَنَعْلَمَ اَنْ قَدْ صَدَقْتَنَا وَنَكُونَ عَلَيْهَا مِنَ الشَّاهِدينَ

(113) kalu nüridü en ne’küle minha ve tatmeinne kulubüna ve na’leme en kad sadaktena ve nekune aleyha mineş şahidin

dediler istiyoruz ki ondan yiyelim kalplerimiz itminan olsun ve bize doğru söylediğini bilelim onun üzerine şahitlerden olalım

(113) They said: “We only wish to eat thereof and satisfy our hearts, and to know that thou hast indeed told us the truth and that we ourselves may be witnesses to the miracle.”

1. kâlû nurîdu : istiyoruz, arzu ediyoruz dediler
2. en ne’kule min-hâ : ondan yemek yemek
3. ve tetmainne : ve tatmin olması – sükûnet bulması
4. kulûbu-nâ : kalplerimiz
5. ve na’leme : ve bilmemiz
6. en kad sadakte-nâ : senin bize sadık olduğunu (doğru söylemiş olduğunu)
7. ve nekûne : ve olalım
8. aleyhâ : onun üzerine
9. min eş şâhidîne : şâhidlerden

Sayfa:126

١١٤

قَالَ عيسَىابْنُ مَرْيَمَ اللّهُمَّ رَبَّنَا اَنْزِلْ عَلَيْنَا مَاءِدَةً مِنَ السَّمَاءِ تَكُونُ لَنَا عيدًا لِاَوَّلِنَا وَاخِرِنَا وَايَةً مِنْكَ وَارْزُقْنَا وَاَنْتَ خَيْرُ الرَّازِقينَ

(114) kale iysebnü meryeme llahümme rabbena enzil aleyna maidetem mines semai tekunü lena iydel li evvelina ve ahirina ve ayetem mink verzukna ve ente hayrir razikın

dedi Meryem oğlu İsa ey Allahım ey bizim Rabbimiz bize gökten bir sofra indir ki hem evvelimiz hem de sonumuz için bir bayram ve senin tarafından bir mucize olsun bizi rızıklandır sen rızık verenlerin en hayırlısısın

(114) Said Jesus the son of Mary: “O Allah our Lord! send us from heaven a table set (with viands), that there may be for us – for the first and the last of us- solemn festival and a Sign from Thee and provide for our sustenance, for Thou art the best Sustainer (of our needs).”

1. kâle : dedi
2. Îsâ ibnu meryeme : Meryem oğlu Îsâ (as.)
3. allâhumme : ey Allâh’ım (cc.)
4. rabbe-nâ : Rabb’imiz
5. enzil aleynâ : bize indir
6. mâideten : bir sofra
7. min es semâi : semâdan, gökten
8. tekûnu lenâ îden : bizim için bayram olsun
9. li evveli-nâ : bizim evvelimiz (bizden öncekiler) için
10. ve âhiri-nâ : bizim âhirimiz (bizden sonrakiler)
11. ve âyeten min-ke : ve senden bir ayet, bir delil, bir mucize
12. ve urzuk-nâ : ve bizi rızıklandır
13. ve ente : ve sen
14. hayru er râzikîne : rızık verenlerin en hayırlısı

١١٥

قَالَ اللّهُ اِنّى مُنَزِّلُهَا عَلَيْكُمْ فَمَنْ يَكْفُرْ بَعْدُ مِنْكُمْ فَاِنّى اُعَذِّبُهُ عَذَابًا لَا اُعَذِّبُهُ اَحَدًا مِنَ الْعَالَمينَ

(115) kalellahü inni münezzilüha aleyküm fe mey yekfür ba’dü minküm fe inni üazzibühü azabel la üazzibühü ehadem minel alemin

Allah buyurdu o sofrayı size mutlaka indireceğim (fakat ondan) sonra sizden kim küfrederse azap ile ona azap ederim alemlerde hiç kimseye yapmadığım

(115) Allah said: “I will send it down unto you but if any of you after that resisteth faith, I will punish him with a penalty such as I have not inflicted on any one among all the peoples.”

1. kâle allâhu : Allâh (cc.) buyurdu
2. innî munezzilu-hâ : muhakkak ki ben onu indiririm
3. aleykum : sizin üzerinize
4. fe men : fakat, ama, artık kim
5. yekfur : inkâr ederse
6. ba’du : sonra
7. min-kum : sizden
8. fe innî : o taktirde ben mutlaka
9. uazzibu-hu : ona azap ederim, azaplandırırım
10. azâben : bir azap
11. lâ uazzibu-hu : onu azaplandırmam
12. ehaden : biri, birisi, birini
13. min el âlemîne : âlemlerden

١١٦

وَاِذْ قَالَ اللّهُ يَا عيسَىابْنَ مَرْيَمَ ءَاَنْتَ قُلْتَ لِلنَّاسِ اتَّخِذُونى وَاُمِّىَ اِلهَيْنِ مِنْ دُونِ اللّهِ قَالَ سُبْحَانَكَ مَا يَكُونُ لى اَنْ اَقُولَ مَا لَيْسَ لى بِحَقٍّ اِنْ كُنْتُ قُلْتُهُ فَقَدْ عَلِمْتَهُ تَعْلَمُ مَا فى نَفْسى وَلَا اَعْلَمُ مَا فى نَفْسِكَ اِنَّكَ اَنْتَ عَلَّامُ الْغُيُوبِ

(116) ve iz kalellahü ya iysebne meryeme e ente kulte lin nas ittehizuni ve ümmiye ilaheyni min dunillah kale sübhaneke ma yekunü li en ekule ma leyse li bi hakk in küntü kultühu fe kad alimteh ta’lemü ma fi nefsi ve la a’lemü ma fi nefsik inneke ente allamül ğuyub

o zaman Allah buyurduğunda ey meryem oğlu isa insanlara sen mi söyledin Allah’tan başka beni ve annemi iki ilah edinin (diye) dedi seni tenzih ederim bana yakışmaz hakkım olmayan bir sözü söylemem eğer onu söyledim ise sen onu mutlaka bilirsin sen benim nefsimde olanı da bilirsin fakat ben senin nefsinde olanı bilemem şüphe yok ki sen gaybları layıkıyla bilirsin

(116) And behold! Allah will say: “O Jesus the son of Mary! didst thou say unto men, “Worship me and my mother as gods in derogation of Allah?” He will say: “Glory to Thee! never could I say what I had no right (to say). Had I said such a thing, Thou wouldst indeed have known it. Thou knowest what is in my heart, though I know not what is in Thine. For Thou knowest in full all that is hidden.

1. ve iz kâle allâhu : ve Allâh (cc.) dediği (buyurduğu) zaman
2. yâ îsâ ibne meryeme : ey Meryem oğlu Îsâ
3. e ente kulte : sen mi dedin
4. li en nâsi : insanlara
5. ittehizû-nî : beni edinin
6. ve ummiye : ve annemi
7. ilâheyni : (iki) ilahlar
8. min dûni allâhi : Allâh’dan (cc.) başka
9. kâle subhâne-ke : seni noksan sıfatlardan arındırırım, tenzih ederim dedi
10. mâ yekûnu lî : benim için olmaz, olamaz
11. en ekûle : söylemek (benim söylemem)
12. mâ leyse lî : benim için olmayanı
13. bi hakkın : hakkı, gerçeği
14. in kuntu : eğer ben … olsaydım
15. kultu-hu : onu söyledim
16. fe kad alimte-hu : o zaman, o taktirde sen onu bilirdin
17. ta’lemu : sen bilirsin
18. mâ fî nefsî : nefsimdeki, nefsimde olanı
19. ve lâ a’lemu : ve ben bilmem
20. mâ fî nefsi-ke : senin nefsindeki, zatındaki şeyi
21. inne-ke : muhakkak ki sen
22. ente : sen
23. allâmu : en iyi bilen
24. el guyûbi : gaybler, görünmeyenler, bilinmeyenler

١١٧

مَا قُلْتُ لَهُمْ اِلَّا مَا اَمَرْتَنى بِه اَنِ اعْبُدُوا اللّهَ رَبّى وَرَبَّكُمْ وَكُنْتُ عَلَيْهِمْ شَهيدًا مَا دُمْتُ فيهِمْ فَلَمَّا تَوَفَّيْتَنى كُنْتَ اَنْتَ الرَّقيبَ عَلَيْهِمْ وَاَنْتَ عَلى كُلِّ شَىْءٍ شَهيدٌ

(117) me kultü lehüm illa ma emarteni bihi eni’büdüllahe rabbi ve rabbeküm ve küntü aleyhim şehidem ma dümtü fihim felemma teveffeyteni künte enter rakiybe aleyhim ve ente ala külli şey’in şehid

ben onlara bana neyi emrettinse ancak onu söylerim Allah’a kulluk edin benim ve sizin Rabbiniz(e) ve ben üzerlerinde şahittim aralarında kaldığım müddetçe ne zamanki beni aralarından aldın gözetici yalnız sen kaldın onların üzerinde ve sen her şeye şahitsin

(117) “Never said I to them aught except what Thou didst command me to say, to wit, Worship Allah, my Lord and your Lord’ and I was a witness over them whilst I dwelt amongst them when Thou didst take me up Thou wast the watcher over them, and Thou art a witness to all things.

1. mâ kultu lehum : onlara söylemedim
2. illâ mâ emerte-nî : bana emrettiğinden başka bir şey
3. bi-hi : onu
4. en(i) i’budû : kul olmak, kul olmalarını
5. allâhe : Allâh (cc.)’a
6. rabbî ve rabbe-kum : benim Rabb’im ve sizin Rabb’iniz
7. ve kuntu : ve ben oldum
8. aleyhim şehîden : onların üzerine şâhid
9. mâ dumtu fî-him : onların arasında, bulunduğum sürece
10. fe : artık, fakat
11. lemmâ : olunca, olduğu zaman
12. teveffeyte-nî : sen beni vefat ettirdin, aralarından aldın
13. kunte : sen …oldun
14. ente : sen
15. er rakîbe aleyhim : onları gözeten, gözetleyen, onlara murakip
16. ve ente : ve sen
17. alâ kulli şey’in : her şeye
18. şehîdun : şâhid

١١٨

اِنْ تُعَذِّبْهُمْ فَاِنَّهُمْ عِبَادُكَ وَاِنْ تَغْفِرْ لَهُمْ فَاِنَّكَ اَنْتَ الْعَزيزُ الْحَكيمُ

(118) in tüazzibhüm fe innehüm ibadük ve in tağfir lehüm fe inneke entel azizül hakim

eğer onlara azap edersen şüphesiz onlar senin kulların eğer kendilerini bağışlarsan şüphesiz güçlü, hikmet sahibi ancak sensin

(118) “If Thou dost punish them, they are Thy servants: if Thou dost forgive them, Thou are the Exalted in power, the Wise.”

1. in tuazzib-hum : eğer onlara azap edersen
2. fe inne-hum : artık muhakkak ki onlar
3. ibâdu-ke : senin kulların
4. ve in tagfir lehum : ve eğer onları bağışlarsan (mağfiret edesen)
5. fe inne-ke : o halde, o taktirde, muhakkak ki sen
6. ente : sen
7. el azîzu : aziz, güçlü, üstün
8. el hakîmu : hüküm ve hikmet sahibi

١١٩

قَالَ اللّهُ هذَا يَوْمُ يَنْفَعُ الصَّادِقينَ صِدْقُهُمْ لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْرى مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِدينَ فيهَا اَبَدًا رَضِىَ اللّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ ذلِكَ الْفَوْزُ الْعَظيمُ

(119) kalellahü haza yevmü yenfeus sadikıne sidkuhüm lehüm cennatün tecri min tahtihel enharu halidine fiha ebeda radiyellahü anhüm ve radu anh zalikel fevzül aziym

Allah buyuracak bugün, doğrulara doğruluklarının fayda vereceği gündür onlara altlarından nehirler akan cennetler (vardır) orada ebedi olarak kalacaklardır Allah onlardan razı onlarda (Allah’tan) o’ndan razı olmuştur işte en büyük murat (budur)

(119) Allah will say: “This is a day on which the truthful will profit from their truth: theirs are Gardens, with rivers flowing beneath – their eternal home: Allah well- pleased with them, and they with Allah: that is the great Salvation, (the fulfillment of all desires).

1. kâle allâhu : Allâh (cc.) dedi (buyurdu)
2. hâzâ yevmu : bu gün
3. yenfeu es sâdikîne : sâdıklara fayda verecek
4. sıdku-hum : onların sadâkatları, doğrulukları
5. lehum cennâtun : onlara, onlar için cennetler vardır
6. tecrî min tahti-hâ : onun altından akar
7. el enhâru : nehirler, ırmaklar
8. hâlidîne fî-hâ : onun içinde, orada kalacak olanlar
9. ebeden : ebediyyen, sonsuz
10. radiya allâhu : Allâh (cc.) razı
11. an-hum : onlardan
12. ve radû an-hu : ve onlar ondan razılar
13. zâlike : işte bu
14. el fevzu el azîmu : en büyük fevz

١٢٠

لِلّهِ مُلْكُ السَّموَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا فيهِنَّ وَهُوَ عَلى كُلِّ شَىْءٍ قَديرٌ

(120) lillahi mülküs semavati vel erdi va ma fihinn ve hüve ala külli şey’in kadir

göklerin ve arzın mülkü Allah’ındır O her şeye Kadirdir

(120) To Allah doth belong the dominion of the heavens and the earth, and all that is therein, and it is He who hath power over all things.

1. li allâhi : Allâh’ın (cc.)
2. mulku es semâvâti : semaların, göklerin mülkü
3. ve el ardı : ve arz, yeryüzü, yer
4. ve mâ fî-hinne : ve onların içinde olanlar, onlarda bulunanlar
5. ve huve : ve o
6. alâ kulli şey’in : her şeye
7. kadîrun : kâdir, kudret sahibi, muktedir

6-ENAM

Sayfa:127

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحيمِ

١

اَلْحَمْدُ لِلّهِ الَّذى خَلَقَ السَّموَاتِ وَالْاَرْضَ وَجَعَلَ الظُّلُمَاتِ وَالنُّورَ ثُمَّ الَّذينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ يَعْدِلُونَ

(1) elhamdü lillahillezi halekas semavati vel erda ve cealez zulümati ven nur sümmellezine keferu bi rabbihim ya’dilun

Hamd, gökleri ve yeri yaratan Allah’a mahsustur karanlıkları ve aydınlığı var edendir sonra kafir olanlar Rablerine (bazı şeyleri) denk tutuyorlar

(1) Praise be to Allah, who created the heavens and the earth, and made the darkness and the light. Yet those who reject Faith hold (others) as equal with their guardian Lord.

1. el hamdu : hamd
2. li allâhi : Allah için, Allah’a mahsus
3. ellezî : ki o
4. halaka : yarattı
5. es semâvâti : semâlar, gökler
6. ve el arda : ve arz, yeryüzü
7. ve ceale : ve kıldı, yaptı, var etti
8. ez zulumâti : zulmetler, karanlıklar
9. ve en nûra : ve nur
10. summe : sonra
11. ellezîne keferû : inkâr eden kimseler, kâfirler
12. bi rabbi-him : Rab’lerine
13. ya’dilûne : adil, eş, denk tutuyorlar

٢

هُوَ الَّذى خَلَقَكُمْ مِنْ طينٍ ثُمَّ قَضى اَجَلًا وَاَجَلٌ مُسَمًّى عِنْدَهُ ثُمَّ اَنْتُمْ تَمْتَرُونَ

(2) hüvellezi halekaküm min tiynin sümme kada ecela ve ecelüm müsemmen indehu sümme entüm temterun

o ki sizi çamurdan yarattı sonra size ecel tayin etti ve onun katında ismi konmuş, ecel (var) sonra siz (bundan) şüphe içindesiniz

(2) He it who created you from clay, and then decreed a stated term (for you). And there is in his presence another determined term yet ye doubt within yourselves

1. huve ellezî : O’dur, O ki
2. halaka-kum : sizi yarattı
3. min tînin : (özel bir) topraktan
4. summe : sonra
5. kadâ : takdir etti
6. ecelen : bir ecel, zaman dilimi, vade
7. ve ecelun : ve ecel
8. musemmen : isimlendirilmiş, belirlenmiş
9. ınde-hu : O’nun katında, yanında
10. summe : sonra
11. entum : siz
12. temterûne : şüphe ediyorsunuz

٣

وَهُوَ اللّهُ فِى السَّموَاتِ وَفِى الْاَرْضِ يَعْلَمُ سِرَّكُمْ وَجَهْرَكُمْ وَيَعْلَمُ مَا تَكْسِبُونَ

(3) ve hüvellahü fis semavati ve fil ard ya’lemü sirraküm ve cehraküm ve ya’lemü ma teksibun

ve o Allah’tır semalarda ve arzda var olanı bilir sizin gizli ve açık (yaptığınız şeyleri) ve ne kazandığınızı da bilir

(3) And he is Allah in the heavens and one earth. He knoweth what ye hide, and what ye reveal, and he knoweth the (recompense) which ye earn (by your deeds).

1. ve huve allâhu : ve O Allah, O Allah
2. fî es semâvâti : göklerde
3. ve fî el ardı : ve arzda, yeryüzünde
4. ya’lemu : bilir
5. sirra-kum : sizin sırrınızı, gizlinizi, gizlediğinizi
6. ve cehre-kum : ve açıkladığınızı
7. ve ya’lemu : ve bilir
8. mâ teksibûne : kazanacağınız şeyi

٤

وَمَا تَاْتيهِمْ مِنْ ايَةٍ مِنْ ايَاتِ رَبِّهِمْ اِلَّا كَانُوا عَنْهَا مُعْرِضينَ

(4) ve ma te’tihim min ayetim min ayati rabbihim illa kanu anha mu’ridiyn

onlara hiçbir ayet gelmiyor ki Rablerinin ayetlerinden ondan yüz çevirmiş olmasınlar

(4) But never did a single one of the Signs of their Lord reach them, but they turned away therefrom.

1. ve mâ te’tî-him : ve onlara gelmez (gelmemiştir)
2. min âyetin : bir âyet, mucize
3. min âyâti : âyetlerden
4. rabbi-him : onların Rabbi, Rab’leri
5. illâ kânû : …’den başka olmadılar (…olmasınlar)
6. an-hâ : ondan
7. mu’rıdîne : yüz çeviren kimseler

٥

فَقَدْ كَذَّبُوا بِالْحَقِّ لَمَّا جَاءَهُمْ فَسَوْفَ يَاْتيهِمْ اَنْبؤُا مَا كَانُوا بِه يَسْتَهْزِؤُنَ

(5) fe kad kezzebu bil hakkı lemma caehüm fe sevfe ye’tihim enbau ma kanu bihi yestehziun

işte hak kendilerine geldiği zamanda yalanladılar yakında onlara gelecektir alay ettikleri o şeyin haberleri

(5) And now they reject the truth when it reaches them: but soon shall they learn the reality of what they used to mock at.

1. fe kad kezzebû : böylece yalanlamışlardı
2. bi el hakkı : hakkı, gerçeği
3. lemmâ câe-hum : onlara geldiği zaman
4. fe sevfe : artık, fakat pek yakında
5. ye’tî-him : onlara gelecek
6. enbâû : haberler
7. : şey(ler)
8. kânû : oldular
9. bi-hî : onunla
10. yestehziûne : alay ediyorlar

٦

اَلَمْ يَرَوْا كَمْ اَهْلَكْنَا مِنْ قَبْلِهِمْ مِنْ قَرْنٍ مَكَّنَّاهُمْ فِى الْاَرْضِ مَا لَمْ نُمَكِّنْ لَكُمْ وَاَرْسَلْنَا السَّمَاءَ عَلَيْهِمْ مِدْرَارًا وَجَعَلْنَا الْاَنْهَارَ تَجْرى مِنْ تَحْتِهِمْ فَاَهْلَكْنَاهُمْ بِذُنُوبِهِمْ وَاَنْشَاْنَا مِنْ بَعْدِهِمْ قَرْنًا اخَرينَ

(6) e lem yerev kem ehlekna min kablihim min karnim mekkennahüm fil erdi ma lem nümekkil leküm ve erselnes semae aleyhim midrara ve cealnel enhara tecri min tahtihim fe ehleknahüm bi zünubihim ve enşe’na mim ba’dihim karnen aharin

görmediler mi ki onlardan önce biz nice karyeleri helak ettik bu yerde onları nimetlendirdik size vermediğimiz nimetlerle ve onların üzerine bol ve ölçülü yağmur gönderdik nehirleri akar bir hale getirdik ayaklarının altından öyleyken onları helak ettik günahları sebebiyle onlardan sonra başka nesiller yarattık

(6) See they not who many of those before them we did destroy? generations we had established on the earth, in strength such as we have not given to you for whom we poured out rain from the skies in abundance, and gave (fertile) streams flowing beneath their (feet): yet for their sins we destroyed them, and raised in their wake fresh generations (to succeed them).

1. e lem yerev : görmüyorlar mı
2. kem ehleknâ : nice, kaç tane helâk ettik
3. min kabli-him : onlardan önce, kendilerinden önce
4. min karnin : nesillerden
5. mekkennâ-hum : onları yerleştirdik
6. fî el ardı : arzda, yeryüzünde
7. mâ lem numekkin : yerleştirmediğimiz bir şekilde
8. lekum : sizi
9. ve erselnâ : ve gönderdik
10. es semâe : semâ, gökyüzü
11. aleyhim : onlara
12. midrâren : bol yağmurlu olarak
13. ve cealnâ : ve kıldık, yaptık, var ettik
14. el enhâre : nehirler
15. tecrî : akar
16. min tahti-him : onların altından
17. fe ehleknâ-hum : fakat onları helâk ettik
18. bi zunûbi-him : günahları sebebiyle
19. ve enşe’nâ : ve inşa ettik, yarattık
20. min ba’di-him : onlardan sonra
21. karnen âharîne : başka, diğer nesiller

٧

وَلَوْ نَزَّلْنَا عَلَيْكَ كِتَابًا فى قِرْطَاسٍ فَلَمَسُوهُ بِاَيْديهِمْ لَقَالَ الَّذينَ كَفَرُوا اِنْ هذَا اِلَّا سِحْرٌ مُبينٌ

(7) ve lev nezzelna aleyke kitaben fi kirtasin fe lemessuhü bi eydihim le kalellezine keferu in haza illa sihrum mübin

sana kağıt üzerine (ayetler yazılı) bir kitap indirseydik ona elleri ile dokunsalardı küfredenler yine “bu açık bir sihirden başka bir şey değildir” derlerdi

(7) If we had sent unto thee written (message) on parchment, so that they could touch it with their hands, the Unbelievers would have been sure to say: this is nothing but obvious magic

1. ve lev nezzelnâ : ve eğer indirseydik
2. aleyke kitâben : sana yazılı olarak, kitap olarak
3. fî kırtâsin : kâğıtta
4. fe le mesûhu : böylece ona gerçekten deyseler (dokunsalar)
5. bi eydî-him : elleri ile
6. le kâle : mutlaka dedi (derdi)
7. ellezîne keferû : inkâr edenler, kâfir olan kimseler
8. in hâzâ illâ : bu ancak
9. sihrun mubînun : apaçık bir sihir

٨

وَقَالُوا لَوْلَا اُنْزِلَ عَلَيْهِ مَلَكٌ وَلَوْ اَنْزَلْنَا مَلَكًا لَقُضِىَ الْاَمْرُ ثُمَّ لَايُنْظَرُونَ

(8) ve kalu lev la ünzile aleyhi melek ve lev enzelna melekel lekudiyel emru sümme la yünzarun

ve dediler ona bir melek indirilseydi ya velev bir melek indirseydik iş bitmiş olurdu sonra kendileri bekletilmezdi

(8) They say: why is it not an angel sent down to him? if we did send down an angel, the matter would be settled at once, and no respite would be granted them.

1. ve kâlû : ve dediler
2. lev lâ : olmaz mı
3. unzile : indirildi
4. aleyhi : ona
5. melekun : bir melek
6. ve lev enzelnâ : ve şâyet biz indirseydik
7. meleken : bir melek
8. le kudıye : mutlaka yerine getirilirdi, bitirilirdi
9. el emru : emir, iş
10. summe : sonra
11. lâ yunzarûne : inzar edilmez, bekletilmez, mühlet verilmez

Sayfa:128

٩

وَلَوْ جَعَلْنَاهُ مَلَكًا لَجَعَلْنَاهُ رَجُلًا وَلَلَبَسْنَا عَلَيْهِمْ مَا يَلْبِسُونَ

(9) ve lev cealnahü melekel le cealnahü racülev ve lelebesna aleyhim ma yelbisun

velev melekten peygamber yapsaydık onu adam suretinde yapardık onları (yine) düşmekte oldukları şüpheye düşürürdük

(9) If we had mad it an angel, we should have sent him as man, and we should certainly have caused them confusion in a matter which they have already covered with confusion.

1. ve lev cealnâ-hu : ve onu var etseydik, yapsaydık
2. meleken : bir melek olarak, bir melek
3. le cealnâ-hu : mutlaka onu yapardık
4. raculen : bir erkek şeklinde, suretinde
5. ve le lebesnâ : ve mutlaka şüphe ettirirdik
6. aleyhim : onlara
7. mâ yelbisûne : şüphe ettikleri şey

١٠

وَلَقَدِ اسْتُهْزِءَ بِرُسُلٍ مِنْ قَبْلِكَ فَحَاقَ بِالَّذينَ سَخِرُوا مِنْهُمْ مَا كَانُوا بِه يَسْتَهْزِؤُنَ

(10) ve le kadistühzie bi rusülim min kablike fe haka billezine sehiru minhüm ma kanu bihi yestehziun

gerçekten senden önceki resullerle de eğlenildi onlardan maskaralık yapanları (hak ettikleri şey) kuşatıverdi eğlendikleri o hak tarafından

(10) Mocked were (many) Messengers before thee but their scoffers were hemmed in by the thing that they mocked.

1. ve lekad : ve andolsun
2. istuhzie : alay edildi
3. bi rusulin : resûller ile
4. min kabli-ke : senden önce
5. fe hâka : böylece kuşattı
6. bi ellezîne : o kimseleri, onları
7. sehırû : alay ettiler
8. min-hum : onlardan, onları
9. mâ kânû : oldukları şey
10. bi-hi : onunla
11. yestehziûne : alay ediyorlar

١١

قُلْ سيرُوا فِى الْاَرْضِ ثُمَّ انْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّبينَ

(11) kul siru fil erdi sümmenzuru keyfe kane akibetül mükezzibin

de ki arzı gezin sonra bir bakın o yalanlayanların akıbeti nasıl olmuş

(11) Say: travel through the earth and see what was the end of those who rejected truth

1. kul : de, söyle
2. sîrû : gezin, dolaşın
3. fî el ardı : arzda, yeryüzünde
4. summe unzurû : sonra bakın (görün)
5. keyfe kâne : nasıl oldu
6. âkıbetu : sonu
7. el mukezzibîne : tekzip eden, yalanlayan kimseler

١٢

قُلْ لِمَنْ مَا فِى السَّموَاتِ وَالْاَرْضِ قُلْ لِلّهِكَتَبَ عَلى نَفْسِهِ الرَّحْمَةَ لَيَجْمَعَنَّكُمْ اِلى يَوْمِ الْقِيمَةِ لَا رَيْبَ فيهِ اَلَّذينَ خَسِرُوا اَنْفُسَهُمْ فَهُمْ لَايُؤْمِنُونَ

(12) kul li mem ma fis semavati vel ard kul lillah ketebe ala nefsihir rahmeh le yecmeanneküm ila yevmil kıyameti la raybe fih ellezine hasiru enfüsehüm fe hüm la yü’minun

de ki “göklerde ve yerdekiler kiminmiş” de ki Allah’ındır o kendi zatına rahmeti yazdı sizi mutlaka toplayacaktır kendisinde şüphe olmayan kıyamet gününde o kendi nefislerine yazık edenler onlar iman etmezler

(12) Say: to whom belongeth all that is in the heavens and on earth? say: to Allah. He hath inscribed from Himself (the rule of) mercy. That he will gather you together for the day of judgment, there is no doubt whatever, it is they who have lost their own souls, that will not believe.

1. kul : de, söyle
2. li men : kimin
3. mâ fî es semâvâti : semâlarda, göklerde, olan şey(ler)
4. ve el ardı : ve arz, yeryüzü
5. kul li allâhi : Allah için, Allah’ın
6. ketebe : yazdı
7. alâ nefsi-hi : kendi nefsi üzerine, kendi üzerine
8. er rahmete : rahmet
9. le yecmea- enne-kum : sizi mutlaka toplayacak
10. ilâ yevmi : güne
11. el kıyâmeti : kıyâmet
12. lâ reybe fî- hi : onda şüphe yok
13. ellezîne : o kimseler, onlar
14. hasirû : hüsrana düşürdüler
15. enfuse-hum : nefslerini, kendilerini
16. fe hum : işte onlar
17. lâ yu’minûne : mü’min değildirler

١٣

وَلَهُ مَا سَكَنَ فِى الَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَهُوَ السَّميعُ الْعَليمُ

(13) ve lehu ma sekene fil leyli ven nehar ve hüves semiul alim

ne varsa O’nundur gece ve gündüz sükun eden O İşiten Bilendir

(13) To Him belongeth all that dwelleth (or lurketh) in the night and the day. For he is the one who heareth and knoweth all things.

1. ve lehu : ve onun
2. mâ sekene : bulunan şey(ler)
3. fî el leyli : gecede
4. ve en nehâri : ve gündüz
5. ve huve : ve O
6. es semîu : en iyi işiten
7. el alîmu : en iyi bilen

١٤

قُلْ اَغَيْرَ اللّهِ اَتَّخِذُ وَلِيًّا فَاطِرِ السَّموَاتِ وَالْاَرْضِ وَهُوَ يُطْعِمُ وَلَا يُطْعَمُ قُلْ اِنّى اُمِرْتُ اَنْ اَكُونَ اَوَّلَ مَنْ اَسْلَمَ وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِكينَ

(14) kul e ğayrallahi ettehizü veliyyen fatiris semavati vel erdi ve hüve yut’imü ve la yüt’am kul inni ümirtü en ekune evvele men esleme ve la tekunenne minel müşrikin

de ki ben yerleri ve gökleri yaratan Allah’tan başka mı veli edineceğim o doyurur ama kendi taam yemez de ki bana müslümanların ilki olmam emredildi ve sakın müşriklerden olma

(14) Say: shall I take for my protector any other than Allah, the maker of the heavens and the earth? and He it is that feedeth but is not fed. Say: nay but I am commanded to be the first of those who bow to Allah (in Islam), and be not thou of the company of those who join gods with Allah.

1. kul : de, söyle
2. e gayra : …başka mı?
3. allâhi : Allah
4. ettehızu : edinirim
5. veliyyen : velî, dost
6. fâtırı : yaratan
7. es semâvâti : semâlar, gök katları
8. ve el ardı : ve arz yeryüzü
9. ve huve : ve O
10. yut’ımu : yedirir, doyurur
11. ve lâ yut’amu : ve yedirilmez, doyurulmaz
12. kul innî : de ki muhakkak ki ben
13. umirtu : emir olundum
14. en ekûne : olmak
15. evvele : ilk
16. men esleme : teslim olan kimse
17. ve lâ tekûne enne : ve olmamak
18. min : …’den
19. el muşrikîne : müşrikler

١٥

قُلْ اِنّى اَخَافُ اِنْ عَصَيْتُ رَبّى عَذَابَ يَوْمٍ عَظيمٍ

(15) kul inni ehafü in asaytü rabbi azabe yevmin aziym

de ki ben korkarım eğer Rabbime isyan edersem büyük günün azabından

(15) Say: I would, if I disobeyed my Lord, indeed have fear of the penalty of a might day.

1. kul : de, söyle
2. innî : muhakkak ki ben
3. ehâfu : korkarım
4. in asaytu : eğer, şâyet asi olursam, isyan edersem
5. rabbî : Rabbim
6. azâbe : azap
7. yevmin : gün
8. azîmin : büyük

١٦

مَنْ يُصْرَفْ عَنْهُ يَوْمَءِذٍ فَقَدْ رَحِمَهُ وَذلِكَ الْفَوْزُ الْمُبينُ

(16) mey yusraf anhü yevmeizin fe kad rahimeh ve zalikel fevzül mübin

o gün kimden (azap) giderilirse muhakkak ona rahmet edilmiştir işte apaçık kurtuluş

(16) On that day, if the penalty is averted from any, it is due to Allah’s of mercy the obvious fulfillment of all desire.

1. men : kim
2. yusraf anhu : ondan uzaklaştırılır, çevrilir
3. yevme izin : o gün, izin günü
4. fe kad : o taktirde (o zaman) olmuştur
5. rahıme-hu : ona rahmet etti
6. ve zâlike : ve işte bu
7. el fevzu : fevz, kurtuluş
8. el mubînu : apaçık, açıkça

١٧

وَاِنْ يَمْسَسْكَ اللّهُ بِضُرٍّ فَلَا كَاشِفَ لَهُ اِلَّا هُوَ وَاِنْ يَمْسَسْكَ بِخَيْرٍ فَهُوَ عَلى كُلِّ شَىْءٍ قَديرٌ

(17) ve iy yemseskellahü bi durrin fe la kaşife lehu illa hu ve iy yemseske bi hayrin fe hüve ala külli şey’in kadir

eğer Allah’tan sana bir zarar dokundurulursa onu o’ndan başka kaldıracak yoktur eğer sana bir hayır dokundurulursa da o her şeye kadirdir

(17) If Allah touch thee with affection, none can remove it but he if he touch thee with happiness, he hath power over all things.

1. ve in : ve eğer, …ise, …olsa
2. yemses-ke : sana dokundurur
3. allâhu : Allah
4. bi durrin : bir darlığı, zararı
5. fe lâ kâşife lehu : o taktirde onu açacak, giderecek yoktur
6. illâ huve : ondan başka
7. ve in : ve eğer
8. yemses-ke : sana dokundurur
9. bi hayrın : bir hayır
10. fe huve : işte o
11. alâ kulli şey’in : herşeye
12. kadîrun : kaadirdir

١٨

وَهُوَ الْقَاهِرُ فَوْقَ عِبَادِه وَهُوَ الْحَكيمُ الْخَبيرُ

(18) ve hüvel kahiru fevka ibadih ve hüvel hakimül habir

onun kahrı kullarının üstündedir o hikmet sahibi haberdardır

(18) He is the irresistible, (watching) from above over his worshippers and he is the wise, acquainted with all things.

1. ve huve : ve O
2. el kâhiru : kahhar, kahredici, yegâne gâlip
3. fevka : üstünde
4. ıbâdi-hî : onun kulları
5. ve huve : ve o
6. el hakîmu : hakimdir, hükmün ve hikmet sahibidir
7. el habîru : haberdar olan

Sayfa:129

١٩

قُلْ اَىُّ شَىْءٍ اَكْبَرُ شَهَادَةً قُلِ اللّهُ شَهيدٌ بَيْنى وَبَيْنَكُمْ وَاُوحِىَ اِلَىَّهذَا الْقُرْانُ لِاُنْذِرَكُمْ بِه وَمَنْ بَلَغَ اَءِنَّكُمْ لَتَشْهَدُونَ اَنَّ مَعَ اللّهِ الِهَةً اُخْرى قُلْ لَا اَشْهَدُ قُلْ اِنَّمَا هُوَ اِلهٌ وَاحِدٌ وَاِنَّنى بَرىءٌ مِمَّا تُشْرِكُونَ

(19) kul eyyü şey’in ekberu şehadeh kulillahü şehidüm beyni ve beyneküm ve uhiye ileyye hazel kur’anü li ünziraküm bihi ve mem belağ e inneküm le teşhedune enne meallahi aliheten uhra kul la eşhed kul innema hüve ilahüv vahidüv ve inneni beriüm mimma tüşrikun

de ki hangi şey daha büyüktür şahitlik (yönünden) de ki Allah benimle sizin aranızda şahittir bana bu kuran vahiy olundu onunla (hem) siz (hem de) kendisine ulaşanı uyarayım siz gerçekten şahadet eder misiniz Allah’la beraber başka bir ilah (olduğuna) de, şahitlik etmem de ki o, ancak ve ancak tek ilahtır şüphesiz ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden beriyim

(19) Say: what things is most weighty in evidence? say: Allah is witness between me and you this Quran hath been revealed to me by inspiration, that I may warn you and all who it reaches. Can you possibly bear witness that besides Allah there is another Allah? say: nay I cannot bear witness say: but in truth he is the one Allah, and I truly am innocent of (your blasphemy of) joining others with him.

1. kul : de, söyle
2. eyyu şey’in : hangi şey
3. ekberu : en büyük, daha büyük
4. şehâdeten : şahit olarak
5. kul : de, söyle
6. allâhu şehîdun : Allah şahittir
7. beynî : benim aram
8. ve beyne-kum : ve sizin aranız
9. ve ûhiye : ve vahyolundu
10. ileyye : bana
11. hâzâ el kur’ânu : bu Kur’ân
12. li unzire-kum : sizi uyarmam için
13. bi-hî : onunla
14. ve men belaga : ve kim erişti, ulaştı
15. e inne-kum : siz muhakkak …..mısınız?
16. le teşhedûne : gerçekten şahitlik ediyorsunuz
17. enne mea : beraber olduğuna
18. allâhi : Allah
19. âliheten uhrâ : başka ilâhlar
20. kul lâ eşhedu : de, söyle ben şahitlik yapmam
21. kul innemâ : de, söyle sadece
22. huve ilâhun : o ilâhtır
23. vâhidun : tek
24. ve inne-nî : ve muhakkak ki ben
25. berîun : berî, uzak
26. mimmâ (min mâ) : şeylerden
27. tuşrikûne : siz şirk (ortak) koşuyorsunuz

٢٠

اَلَّذينَ اتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْرِفُونَهُ كَمَا يَعْرِفُونَ اَبْنَاءَهُمْ اَلَّذينَ خَسِرُوا اَنْفُسَهُمْ فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ

(20) ellezine ateynahümül kitabe ya’rifunehu kema ya’rifune ebnaehüm ellezine hasiru enfüsehüm fe hüm la yü’minun

kendilerine kitap verdiğimiz kimseler peygamberi kendi oğullarını bilir gibi tanırlar o nefislerine yazık edenler işte onlar iman etmezler

(20) Those to whom we have given the book know this as they know their own sons. Those who have lost their own souls refuse therefore to believe.

1. ellezîne : o kimseler, onlar
2. âteynâ-hum : onlara verdik
3. el kitâbe : kitap
4. ya’rifûne-hu : ona ariftirler, onu tanırlar
5. kemâ ya’rifûne : …gibi tanırlar
6. ebnâe-hum : kendi oğulları
7. ellezîne : o kimseler, onlar
8. hasirû : hüsrana düştüler (düşürdüler)
9. enfuse-hum : kendi nefsleri, kendileri
10. ve fe hum : ve artık onlar
11. lâ yu’minûne : iman etmezler

٢١

وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرى عَلَى اللّهِ كَذِبًا اَوْ كَذَّبَ بِايَاتِه اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ

(21) ve men azlemü mimmeni ftera alellahi keziben ev kezzebe bi ayatih innehu la yüflihuz zalimun

daha zalim kim olabilir o kimse ki Allah’a karşı yalan söyleyen iftira atandır yahut o’nun ayetlerini yalanlayanlardır şüphesiz o zalimleri felaha erdirmez

(21) Who doth more wrong than he who inventeth a lie against Allah or rejecteth his Signs? but verily the wrongdoers never shall prosper.

1. ve men : ve kim (ler)
2. azlemu : daha zalim
3. mimmen (min men) : kimse(ler)den
4. ifterâ : iftira etti
5. alâ allâhi : Allah’a karşı
6. keziben : yalan olarak, yalanla
7. ev kezzebe : veya yalanladı
8. bi âyâti-hî : O’nun âyetlerini
9. inne-hu : muhakkak ki o
10. lâ yuflihu : felâha ulaştırmaz (kurtuluşa eremezler)
11. ez zâlimûne : zâlimler

٢٢

وَيَوْمَ نَحْشُرُهُمْ جَميعًا ثُمَّ نَقُولُ لِلَّذينَ اَشْرَكُوااَيْنَ شُرَكَاؤُكُمُ الَّذينَ كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ

(22) ve yevme nahşüruhüm cemian sümme nekulü lillezine eşraku eyne şürakaükümül llezine küntüm tez’umun

ve o gün hepsini toplayacağız sonra şirk koşanlara diyeceğiz hani nerede ortaklarınız (o) zannettiğiniz kişiler

(22) One day shall we gather them all together: we shall say to those who ascribed partners (to us): where are the partners whom ye (invented and) talked about?

1. ve yevme : ve o gün
2. nahşuru-hum : onları haşredeceğiz
3. cemîan : hepsini
4. summe : sonra
5. nekûlu : diyeceğiz
6. li ellezîne : o kimselere, onlara
7. eşrakû : şirk koştular, ortak koştular
8. eyne şurekâu-kum : sizin ortaklarınız nerede
9. ellezîne : o kimseler
10. kuntum : oldunuz, idiniz
11. tez’umûne : zanda bulunuyorsunuz

٢٣

ثُمَّ لَمْ تَكُنْ فِتْنَتُهُمْ اِلَّا اَنْ قَالُوا وَاللّهِ رَبِّنَا مَا كُنَّا مُشْرِكينَ

(23) sümme lem tekün fitnetühüm illa en kalu vallahi rabbina ma künna müşrikin

sonra o putları fitne yapmadık maksadımız Rabbimiz Allah demekti biz müşriklerden değildik

(23) There will then be (left) no subterfuge for them but to say: by Allah our Lord, we were not those who joined gods with Allah.

1. summe : sonra
2. lem tekun : olmadı, olmayacak
3. fitnetu-hum : onların fitnesi
4. illâ en kâlû : demekten başka
5. vallâhi (ve allâhi) : vallahi, Allah’a yemin olsun
6. rabbi-nâ : Rabbimiz
7. mâ kunnâ : biz olmadık
8. muşrikîne : müşrikler, şirk koşanlar

٢٤

اُنْظُرْ كَيْفَ كَذَبُوا عَلى اَنْفُسِهِمْ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ

(24) ünzur keyfe kezebu ala enfüsihim ve dalle anhüm ma kanu yefterun

bak nasılda yalan söylediler kendi nefislerine karşı onlardan kayboldu uydurdukları şeyler

(24) Behold how they lie against their own souls will leave them in the lurch. but the (lie) which they invented

1. unzur : bak
2. keyfe : nasıl
3. kezebû : yalan söylediler
4. alâ enfusi-him : nefslerine, kendilerine karşı
5. ve dalle : ve saptı, uzaklaştı, gitti
6. an-hum : onlardan
7. mâ kânû : oldukları şey(ler)
8. yefterûne : iftira ediyorlar

٢٥

وَمِنْهُمْ مَنْ يَسْتَمِعُ اِلَيْكَ وَجَعَلْنَا عَلى قُلُوبِهِمْ اَكِنَّةً اَنْ يَفْقَهُوهُ وَفى اذَانِهِمْ وَقْرًا وَاِنْ يَرَوْا كُلَّ ايَةٍ لَا يُؤْمِنُوا بِهَاحَتّى اِذَا جَاؤُكَ يُجَادِلُونَكَ يَقُولُ الَّذينَ كَفَرُوا اِنْ هذَا اِلَّا اَسَاطيرُ الْاَوَّلينَ

(25) ve minhüm mey yestemiu ileyk ve cealna ala kulubihim ekinnet en yefkahuhü ve fi azanihim vakra ve iy yerav külle ayetil la yü’minu biha hatta iza cauke yücadiluneke yekulüllezine keferu in haza illa esatiyrul evvelin

onlardan bazıları seni dinlerler ama biz onların kalplerine perdeler koyduk kulaklarına da onu iyi anlamalarına engel ağırlık (koyduk) her mucizeyi görseler yine o’na iman etmezler hatta sana geldiklerinde seninle mücadele ederler küfredenler derler bu kuran ancak evvelkilerin anlata geldiği şeylerdir

(25) Of them there are some who (pretend to) listen to thee but we have thrown veils on their hearts, so they understand it not, and deafness in their ears if they saw every one of the Signs, not they will believe in them in so much that when they come to thee, they (but) dispute with thee the Unbelievers say: these are nothing but tales of the ancients.

1. ve min-hum : ve onlardan
2. men : kim(ler)
3. yestemiu : dînler, işitir
4. ileyke : seni
5. ve cealnâ : ve yaptık, koyduk
6. alâ kulûbi-him : onların kalplerinin üzerine
7. ekinneten : ekinnet, fıkıh etmeyi engelleyen bir sistem
8. en yefkahû-hu : onu fıkıh etmeleri, anlamalarına (karşı)
9. ve fî âzâni-him : ve onların kulaklarında vardır
10. vakran : vakra, işitmeyi engelleyen bir sistem, ağırlık
11. ve in yerev : ve eğer görseler
12. kulle âyetin : bütün âyetleri
13. lâ yu’minû : îmân etmezler
14. bi-hâ : ona
15. hattâ izâ câu-ke : hatta sana geldikleri zaman
16. yucâdilûne-ke : seninle mücâdele ederler, tartışırlar
17. yekûlu : derler
18. ellezîne keferû : kâfir olan kimseler
19. in hâzâ illâ : bu ancak, …’den başka değil
20. esâtîru : satırlar, eskilerin yazdığı şeyler, masallar
21. el evvelîne : evvelkiler, öncekiler

٢٦

وَهُمْ يَنْهَوْنَ عَنْهُ وَيَنْوْنَ عَنْهُ وَاِنْ يُهْلِكُونَ اِلَّا اَنْفُسَهُمْ وَمَا يَشْعُرُونَ

(26) ve hüm yenhevne anhü ve yen’evne anh ve iy yühlikune illa enfüsehüm ve ma yeş’urun

onlar hem ondan vazgeçirmeye çalışırlar ve ondan uzaklaşırlar ancak onlar kendi nefislerini helak ederler ve bunun şuuruna varamazlar

(26) Others they keep away from it, and themselves they keep away but they only destroy their own souls, and they perceive it not.

1. ve hum : ve onlar
2. yenhevne : nehyederler, yasaklar, men ederler
3. an-hu : ondan
4. ve yen’evne : ve uzak dururlar (yüz çevirirler)
5. an-hu : ondan
6. ve in yuhlikûne : ve eğer helâk ederlerse
7. illâ : ancak, sadece
8. enfuse-hum : kendi nefsleri, kendileri
9. ve mâ yeş’urûne : ve farkında olmazlar (şuurunda değiller)

٢٧

وَلَوْ تَرى اِذْ وُقِفُوا عَلَى النَّارِ فَقَالُوا يَا لَيْتَنَانُرَدُّ وَلَا نُكَذِّبَ بِايَاتِ رَبِّنَا وَنَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِنينَ

(27) ve lev tera iz vükifu alen nari fe kalu ya leytena nüraddü ve la nükezzibe bi ayati rabbina ve nekune minel mü’minin

velev (onları) ateşin kapısında durdukları zaman bir görsen diyecekler ki keşke biz geri çevrilsekte Rabbimiz ayetlerini inkar etmesek müminlerden olsak

(27) If thou couldst but see when they are confronted with the fire they will say: would that we were but sent back then would we not reject the Signs of our Lord, but would be amongst those who believe!

1. ve lev terâ : ve görsen (görseydin)
2. iz vukıfû : durduruldukları zaman
3. alâ en nâri : ateşin üzerinde
4. fe kâlû : o zaman dediler
5. yâ leyte-nâ : keşke biz olsaydık
6. nureddu : geri çevriliriz, döndürülürüz
7. ve lâ nukezzibe : ve yalanlamayız
8. bi âyâti : âyetleri
9. rabbi-nâ : Rabbimiz
10. ve nekûne : ve biz oluruz
11. min : …’den
12. el mu’minîne : mü’minler

Sayfa:130

٢٨

بَلْ بَدَا لَهُمْ مَا كَانُوا يُخْفُونَ مِنْ قَبْلُ وَلَوْ رُدُّوالَعَادُوا لِمَا نُهُوا عَنْهُ وَاِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ

(28) bel bedalehüm ma kanu yuhfune min kabl ve lev ruddu le adu lima nühu anhü ve innehüm le kazibun

hayır daha önce gizledikleri şeyler açığa çıktı velev geri çevrilselerdi men ettikleri kötülüğe tekrar dönerlerdi şüphesiz onlar yalancıdır

(28) Yea, in their own (eyes) will become manifest what before they concealed. But if they were returned, they would certainly relapse to the things they were forbidden, for they are indeed liars.

1. bel : hayır
2. bedâ lehum : onlara açıklandı
3. mâ kânû : oldukları şey
4. yuhfûne : gizliyorlar
5. min kablu : daha önceden
6. ve lev ruddû : ve şâyet reddedilseler, geri döndürülseler
7. le âdû : mutlaka geri dönerler
8. li mâ : şeye
9. nuhû : nehyedildiler, yasaklandılar
10. an-hu : ondan
11. ve inne-hum : ve muhakkak onlar
12. le kâzibûne : elbette, gerçekten yalancılar

٢٩

وَقَالُوا اِنْ هِىَ اِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا وَمَا نَحْنُ بِمَبْعُوثينَ

(29) ve kalu in hiye illa hayatüned dünya ve ma nahnü bi meb’usin

dediler dünya hayatından başka hayat yok biz tekrar dirilecek değiliz

(29) And they (sometimes) say: there is nothing except our life on this earth, and never shall we be raised up again.

1. ve kâlû : ve dediler
2. in hiye : o ancak
3. illâ : …’den başka değil
4. hayatu-nâ : bizim hayatımız
5. ed dunyâ : dünya
6. ve mâ nahnu : ve biz değiliz
7. bi meb’ûsîne : beas edilecek (diriltilecek) olanlar

٣٠

وَلَوْ تَرى اِذْ وُقِفُوا عَلى رَبِّهِمْ قَالَ اَلَيْسَهذَا بِالْحَقِّ قَالُوا بَلى وَرَبِّنَا قَالَ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ

(30) ve lev tera iz vükifu ala rabbihim kale e leyse haza bil hakk kalu bela ve rabbina kale fe zukul azabe bima küntüm tekfürun

velev bir görsen Rablerinin huzurunda durdukları zaman bu hak değil miymiş, diye buyurur diyecekler “Rabbimize yemin ederiz, evet haktır” buyuracak “küfretmeniz sebebi ile azabı tadın”

(30) If thou couldst but see when they are confronted with their Lord he will say: is not this the truth? they will say: yea, by our Lord he will say: taste ye then the penalty, because ye rejected Faith.

1. ve lev terâ : ve görsen (görseydin)
2. iz vukıfû : durduruldukları zaman
3. alâ rabbi-him : Rab’lerinin huzurunda
4. kâle : dedi, buyurdu
5. e leyse hâzâ : bu değil mi
6. bi el hakkı : gerçek, hak
7. kâlû belâ : dediler, evet, doğrudur
8. ve rabbi-nâ : Rabbimize andolsun
9. kâle : dedi
10. fe zûkû : o halde tadın
11. el azâbe : azap
12. bimâ kuntum : olduğunuzdan dolayı
13. tekfurûne : inkâr ediyorsunuz

٣١

قَدْ خَسِرَ الَّذينَ كَذَّبُوا بِلِقَاءِ اللّهِ حَتّى اِذَا جَاءَتْهُمُ السَّاعَةُ بَغْتَةً قَالُوا يَا حَسْرَتَنَا عَلى مَا فَرَّطْنَا فيهَا وَهُمْ يَحْمِلُونَ اَوْزَارَهُمْ عَلى ظُهُورِهِمْ اَلَا سَاءَ مَا يَزِرُونَ

(31) kad hasirallezine kezzebu bi likaillah hatta iza caethümüs saatü bağteten kalu ya hasratena ala ma ferratna fiha ve hüm yahmilune evzarahüm ala zuhurihim e la sae ma yezirun
gerçekten Allah’ın huzuruna çıkacaklarını yalanlayanlar ziyana uğramıştır hatta onlara kıyamet ansızın geldiği zaman derler yazıklar olsun bize dünyada yaptığımız hatalardan (dolayı) ve onlar günah yüklerini sırtlarında taşırlar yüklendikleri yük ne kötüdür

(31) Lost indeed are they who treat it as a falsehood that they must meet Allah, until on a sudden the hour is on them, and they say: ah woe unto us that we took no thought of it for they bear their burdens on their backs, and evil indeed are the burdens that they bear?

1. kad hasire : hüsrana düştüler
2. ellezîne : o kimseler
3. kezzebû : yalanladılar
4. bi likâi allâhi : Allah’a mülâki olmayı (ölmeden evvel, dünya hayatını yaşarken ruhunu Allah’a ulaştırmayı)
5. hattâ, : hatta, öyle ki
6. izâ câet-hum : onlara geldiği zaman
7. es sâatu : o saat, o vakit
8. bagteten : aniden, ansızın
9. kâlû : dediler
10. yâ hasrete-nâ : bize yazıklar olsun
11. alâ mâ : şey üzerine
12. farratnâ : günah işledik, aşırı gittik
13. fî hâ : orada
14. ve hum : ve onlar
15. yahmilûne : taşırlar
16. evzâre-hum : (onların) yükleri, (kendi ağırlıkları, günahları)
17. alâ zuhûri-him : sırtlarında
18. e lâ sâe : ne kötü değil mi
19. mâ yezirûne : yüklendikleri şey

٣٢

وَمَا الْحَيوةُ الدُّنْيَا اِلَّا لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَلَلدَّارُ الْاخِرَةُ خَيْرٌ لِلَّذينَ يَتَّقُونَ اَفَلَا تَعْقِلُونَ

(32) ve mel hayatüd dünya illa leibüv ve lehv ve leddarul ahiratü hayrul lillezine yettekun e fe la ta’kilun

dünya hayatı hiçbir şey değildir ancak bir oyun ve eğlenceden (ibarettir) elbette ahiret yurdu daha hayırlıdır takva sahipleri için hala akıl erdiremeyecek misiniz?

(32) What is the life of this world but play and amusement? but best is the home in the Hereafter, for those who are righteous. Will ye not then understand?

1. ve mâ : ve değil
2. el hayâtu ed dunyâ : dünya hayatı
3. illâ : ancak, …’den başka
4. leibun : bir oyun
5. ve lehvun : ve bir oyalanma, bir eğlenme
6. ve le : ve elbette
7. ed dâru el âhiretu : ahiret diyarı, ahiret yurdu
8. hayrun : daha hayırlı
9. li ellezîne : o kimseler için
10. yettekûne : takva sahibi olurlar
11. e fe lâ ta’kılûne : hâlâ akıl etmez misiniz

٣٣

قَدْ نَعْلَمُ اِنَّهُ لَيَحْزُنُكَ الَّذى يَقُولُونَ فَاِنَّهُمْ لَايُكَذِّبُونَكَ وَلكِنَّ الظَّالِمينَ بِايَاتِ اللّهِ يَجْحَدُونَ

(33) kad na’lemü innehu le yahzünükellezi yekulune fe innehüm la yükezzibuneke ve lakinnez zalimine bi ayatillahi yechadun

muhakkak biliyoruz onların sözleri seni mahzun ediyor fakat gerçekten onlar seni yalanlamıyordu lakin o zalimler Allah’ın ayetleri ile mücadele ediyorlardı

(33) We know indeed the grief which their words do cause thee: it is not thee they reject: it is the Signs of Allah, which the wicked contemn.

1. kad na’lemu : biliyorduk
2. inne-hu : mutlaka o
3. le yahzunu-ke : elbette seni üzüyor, mahzun ediyor
4. ellezî yekûlûne : onların söyledikleri
5. fe inne- hum : fakat, muhakkak ki onlar
6. lâ yukezzibûne-ke : seni yalanlamıyorlar
7. ve lâkinne : ve lâkin, fakat
8. ez zâlimîne : zâlimler
9. bi âyâti allâhi : Allah’ın âyetleri ile
10. yechadûne : cihad ediyorlar

٣٤

وَلَقَدْ كُذِّبَتْ رُسُلٌ مِنْ قَبْلِكَ فَصَبَرُوا عَلى مَا كُذِّبُوا وَاُوذُوا حَتّى اَتيهُمْ نَصْرُنَا وَلَا مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِ اللّهِ وَلَقَدْ جَاءَكَ مِنْ نَبَاءِ الْمُرْسَلينَ

(34) ve le kad küzzibet rusülüm min kablike fe saberu ala ma küzzibu ve uzu hatta etahüm nasruna ve la mübeddile li kelimatillah ve le kad caeke min nebeil mürselin

gerçekten senden önceki resüller yalanlandı ama eziyet edilip yalanlamalarına sabrettiler nihayet kendilerine zaferimiz geldi Allah’ın kelimelerini kimse değiştiremez gerçekten resüllerin haberleri sana geldi

(34) Rejected were the Messengers before thee: with patience and constancy they bore their rejection and their wrongs, until Our aid did reach them: there is none that can alter the Words (and decrees) of Allah. Already hast thou received some account of those Messengers.

1. ve lekad : ve andolsun
2. kuzzibet : yalanlandı
3. rusulun : resûller
4. min kabli-ke : senden önce
5. fe saberû : fakat, o zaman, sabrettiler
6. alâ mâ kuzzibû : yalanlandıkları şey(ler)e
7. ve ûzû : ve eziyet edildiler, eziyete uğradılar
8. hattâ : oluncaya kadar
9. etâ-hum : onlara geldi
10. nasru-nâ : yardımımız
11. ve lâ mubeddile : ve değiştirecek kimse yoktur
12. li kelimâti : kelimeleri
13. allâhi : Allah
14. ve lekad : ve andolsun
15. câe-ke : sana geldi
16. min nebei : haberinden (haberlerinden)
17. el murselîne : murseller, elçiler, gönderilmiş resûller

٣٥

وَاِنْ كَانَ كَبُرَ عَلَيْكَ اِعْرَاضُهُمْ فَاِنِ اسْتَطَعْتَ اَنْ تَبْتَغِىَ نَفَقًا فِى الْاَرْضِ اَوْ سُلَّمًا فِى السَّمَاءِ فَتَاْتِيَهُمْ بِايَةٍ وَلَوْ شَاءَ اللّهُ لَجَمَعَهُمْ عَلَى الْهُدى فَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْجَاهِلينَ

(35) ve in kane kebüra aleyke i’raduhüm fe inisteta’te en tebteğiye nefekan fil erdi ev süllemen fis semai fe te’tiyehüm bi ayeh ve lev şaellahü le cemeahüm alel hüda fe la tekunenne minel cahilin

eğer onların yüz çevirmesi sana ağır geliyorsa eğer senin gücünde yetiyorsa yerin derinliğine ulaşacak bir tünel veya semaya çıkacak bir merdiven onlara bir mucize gelmesin Allah dileseydi onları hidayet üzerede toplardı o halde sakın cahillerden olma

(35) If their spurning is hard on thy mind, yet if thou wert able to seek a tunnel in the ground or a ladder to the skies and bring them a sign, (what good?). If it were Allah’s will, he could gather them together unto true guidance: so be not thou amongst those who are swayed by ignorance (and impatience)!

1. ve in kâne : ve eğer oldu ise
2. kebure : zor, ağır geldi
3. aleyke : sana
4. i’râdu-hum : onların yüz çevirmeleri
5. fe inisteta’te : o taktirde gücün yeterse
6. en tebtegıye : istemeye, aramaya
7. nefekan : bir tünel
8. fî el ardı : yerin içine
9. ev sullemen : veya bir merdiven
10. fî es semâi : semâya, gökyüzüne
11. fe te’tiye-hum bi : böylece, o zaman onlara getir
12. âyetin : bir âyet, mucize
13. ve lev şâe : ve şâyet dilerse, dileseydi
14. allâhu : Allah
15. le cemea-hum : elbette onları toplar
16. alâ el hudâ : hidayet üzere
17. fe lâ tekûnenne : artık sakın olma
18. min el câhilîne : cahillerden

Sayfa:131

٣٦

اِنَّمَا يَسْتَجيبُ الَّذينَ يَسْمَعُونَ وَالْمَوْتى يَبْعَثُهُمُ اللّهُ ثُمَّ اِلَيْهِ يُرْجَعُونَ

(36) innema yestecibüllezine yesmeun vel mevta yeb’asühümüllahü sümme ileyhi yürceun

ancak dinleyen kimseler icabet eder ölmüş olanları Allah tekrar diriltir sonra o’na döndürülür

(36) Those who listen (in truth), be sure, will accept: as to the dead, Allah will raise them up then will they be turned unto him.

1. innemâ : ancak, sadece
2. yestecîbu : icabet eder
3. ellezîne : o kimseler ki, onlar, …olanlar
4. yesmeûne : işitirler
5. ve el mevtâ : ve ölüler
6. yeb’asu-hum : onları diriltir
7. allâhu : Allah
8. summe : sonra
9. ileyhi : O’na
10. yurceûne : döndürülecekler, döndürülürler

٣٧

وَقَالُوا لَوْلَا نُزِّلَ عَلَيْهِ ايَةٌ مِنْ رَبِّه قُلْ اِنَّ اللّهَ قَادِرٌ عَلى اَنْ يُنَزِّلَ ايَةً وَلكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ

(37) ve kalu lev la nüzzile aleyhi ayetüm mir rabbih kul innellahe kadirun ala ey yünezzile ayetev ve lakinne ekserahüm la ya’lemun

dediler “ona Rabbinden bir mucize indirilseydi” de ki şüphesiz Allah mucize indirmeye kadirdir lakin onların çoğu bilmezler

(37) They say: why is not a sign sent down to him from his Lord? Say: Allah hath certainly power to send down a sign: but most of them understand not.

1. ve kâlû : ve dediler
2. lev lâ : olsaydı, olmaz mı
3. nuzzile : indirildi
4. aleyhi : ona
5. âyetun : bir âyet, mucize
6. min rabbi-hî : onun Rabbinden
7. kul : de, söyle
8. inne allâhe : muhakkak ki Allah
9. kâdirun : kaadir olan, kudret sahibi
10. alâ en yunezzile : indirmeye
11. âyeten : bir âyet, bir mucize
12. ve lâkinne : ve lâkin, fakat
13. eksere-hum : onların çoğu
14. lâ ya’lemûne : bilmiyorlar, bilmezler

٣٨

وَمَا مِنْ دَابَّةٍ فِى الْاَرْضِ وَلَا طَاءِرٍ يَطيرُ بِجَنَاحَيْهِ اِلَّا اُمَمٌ اَمْثَالُكُمْ مَا فَرَّطْنَا فِى الْكِتَابِ مِنْ شَىْءٍ ثُمَّ اِلى رَبِّهِمْ يُحْشَرُونَ

(38) ve ma min dabbetin fil erdi ve la tairiy yetiyru bi cenahayhi illa ümemün emsalüküm ma ferratna fil kitabi min şey’in sümme ila rabbihim yuhşerun

yeryüzünde yaşayan hiçbir hayvan yok ki iki kanadı ile uçan bir kuş yok ki sizin gibi ümmetler olmasın kitapta hiçbir şeyi noksan bırakmadık sonra, Rablerinin huzurunda toplanacaklar

(38) There is not an animal (that lives) on the earth, nor a being that flies on its wings, but (forms part of) communities like you. Nothing have we omitted from the book, and they (all) shall be gathered to their Lord in the end.

1. ve mâ : ve değil
2. min dâbbetin : yürüyen hayvandan
3. fî el ardı : arzda, yeryüzünde
4. ve lâ tâirin : ve kuş yoktur
5. yatîru : uçar
6. bi cenâhayhi : iki kanadı ile
7. illâ umemun : ümmet olmasın
8. emsâlu-kum : sizin gibi
9. mâ farratnâ : eksik bırakmadık
10. fî el kitâbi : Kitap’ta
11. min şey’in : bir şeyi (bir şeyden)
12. summe : sonra
13. ilâ rabbi-him : Rab’lerine
14. yuhşerûne : haşrolunacaklar, huzurunda toplanacaklar

٣٩

وَالَّذينَ كَذَّبُوا بِايَاتِنَا صُمٌّ وَبُكْمٌ فِى الظُّلُمَاتِ مَنْ يَشَاِ اللّهُ يُضْلِلْهُ وَمَنْ يَشَاْ يَجْعَلْهُ عَلى صِرَاطٍ مُسْتَقيمٍ

(39) vellezine kezzebu bi ayatina summüv ve bükmün fiz zulümat mey yeşaillahü yudlilh ve mey yeşe’ yec’alhü ala sıratim müstekım

ayetlerimizi yalanlayan kimseler karanlık içinde kalmış sağır, dilsizlerdir Allah dilediği kimseyi de onunla saptırır ve dilediği kimseyi de sıratı müstakim üzerinde bulundurur

(39) Those who reject our Signs are deaf and dumb, in the midst of darkness profound: whom Allah willeth, he leaveth to wander: whom he willeth, he placeth on the way that is straight.

1. ve ellezîne : ve o kimseler, onlar, …olanlar
2. kezzebû : yalanladılar
3. bi âyâti-nâ : âyetlerimizi
4. summun : sağırdır
5. ve bukmun : ve dilsizdir
6. fî ez zulumâti : karanlıklar içinde
7. men yeşâi : kim(i) dilerse
8. allâhu : Allah
9. yudlil-hu : onu dalâlette bırakır
10. ve men : ve kim(i)
11. yeşe’ : dilerse
12. yec’al-hu : onu kılar, yapar
13. alâ : üzerinde
14. sırâtın mustakîmin : Sıratı Mustakîm (Allah’a ulaştıran yol)

٤٠

قُلْ اَرَاَيْتَكُمْ اِنْ اَتيكُمْ عَذَابُ اللّهِ اَوْ اَتَتْكُمُ السَّاعَةُ اَغَيْرَ اللّهِ تَدْعُونَ اِنْ كُنْتُمْ صَادِقينَ

(40) kul eraeyteküm in etaküm azabüllahi ev etetkümüs saatü e ğayrallahi ted’un in küntüm sadikın

de ki söyleyin bana eğer Allah’ın azabı size gelirse yahut kıyamet saati size gelirse Allah’tan başkasına mı yalvarırsınız eğer siz doğru kimselerseniz

(40) Say: think ye to yourselves, if there come upon you the wrath of Allah, or the hour (that ye dread), would ye then call upon other than Allah? (reply) if ye are truthful

1. kul : de, söyle
2. e raeyte-kum : siz (herbiriniz) kendinizi gördünüz mü? Sen sizi, (halinizi) gördün mü? (aczinizi anladın mı)
3. in etâ-kum : eğer size gelse
4. azâbu allâhi : Allah’ın azabı
5. ev etet-kum : veya size gelse
6. es sâatu : o saat
7. e gayre allâhi : Allah’tan başkasına mı
8. ted’ûne : dua edersiniz, yalvarırsınız
9. in kuntum : eğer siz … iseniz
10. sâdıkîne : sadıklar, doğru söyleyenler

٤١

بَلْ اِيَّاهُ تَدْعُونَ فَيَكْشِفُ مَا تَدْعُونَ اِلَيْهِ اِنْ شَاءَ وَتَنْسَوْنَ مَا تُشْرِكُونَ

(41) bel iyyahü ted’une fe yekşifü ma ted’une ileyhi in şae ve tensevne ma tüşrikun

bilakis yalnız ona dua edersiniz yalvardığınız belayı kaldırır o da dilerse ortak koştuklarınızı unutursunuz

(41) Nay, on him would ye call, and if it be his will, he would remove (the distress) which occasioned your call upon him, and ye would forget (the false gods) which ye join with him

1. bel : hayır (bilâkis)
2. iyyâ-hu : sadece, yalnızca O’na
3. ted’ûne : dua edersiniz, yalvarırsınız
4. fe yekşifu : artık, o giderir (açar)
5. mâ ted’ûne : dua ettiğiniz şey
6. ileyhi : ona
7. in şâe : eğer dilerse
8. ve tensevne : ve unutursunuz
9. mâ tuşrikûne : şirk (ortak) koştuğunuz şeyler

٤٢

وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا اِلى اُمَمٍ مِنْ قَبْلِكَ فَاَخَذْنَاهُمْ بِالْبَاْسَاءِ وَالضَّرَّاءِ لَعَلَّهُمْ يَتَضَرَّعُونَ

(42) ve le kad erselna ila ümemim min kablike fe ehaznahüm bil be’sai ved darrai leallehüm yetedarraun

gerçekten biz senden önceki ümmetlere gönderdik onları çeşitli darlıklarla ve zararlarla yakaladık olur ki yakarırlar

(42) Before thee we sent (Messengers) to many nations, and we afflicted the nations with suffering and adversity, that they might learn humility.

1. ve lekad : ve andolsun
2. erselnâ : Biz gönderdik
3. ilâ umemin : ümmetlere
4. min kabli-ke : senden önce
5. fe ehaznâ-hum : o zaman Biz onları yakaladık, uğrattık
6. bi el be’sâi : azap, fakirliğe, sıkıntıya
7. ve ed darrâi : ve zarar, darlık
8. lealle-hum : umulur ki böylece onlar
9. yetedarraûne : yalvarırlar, talepte bulunurlar

٤٣

فَلَوْلَا اِذْ جَاءَهُمْ بَاْسُنَا تَضَرَّعُوا وَلكِنْ قَسَتْ قُلُوبُهُمْ وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

(43) fe lev la iz caehüm be’süna tedarrau ve lakin kaset kulubühüm ve zeyyene lehümüş şeytanü ma kanu ya’melun

velev onlara o darlık geldiği zaman yakarıp niyaz etselerdi lakin onların kalpleri katılaşmış onlara süslü göstermişti şeytanda amellerini

(43) When the suffering reached them from us, why then did they not learn humility? on the contrary their hearts become hardened, and Satan made their (sinful) acts seem alluring to them.

1. fe lev lâ : böylece olmaz mıydı
2. iz câe-hum : onlara geldiği zaman
3. be’su-nâ : azâbımız, darlığımız, sıkıntımız
4. tedarraû : yalvarıp yakarırsınız
5. ve lâkin : ve lâkin, fakat
6. kaset : katılaştı, kasiyet bağladı
7. kulûbu-hum : onların kalpleri
8. ve zeyyene : ve süsledi, güzel gösterdi
9. lehum : onlara
10. eş şeytânu : şeytan
11. mâ kânû : oldukları şey
12. ya’melûne : yapıyorlar

٤٤

فَلَمَّا نَسُوا مَا ذُكِّرُوا بِه فَتَحْنَا عَلَيْهِمْ اَبْوَابَ كُلِّ شَىْءٍ حَتّى اِذَا فَرِحُوا بِمَا اُوتُوا اَخَذْنَاهُمْ بَغْتَةً فَاِذَا هُمْ مُبْلِسُونَ

(44) felemma nesu ma zükkiru bihi fetahna aleyhim ebvabe külli şey’in hatta iza ferihu bima utu ehaznahüm bağteten fe iza hüm müblisun

vaktaki yapılan hatırlatmaları unuttular kendilerine açıverdik her şeyin kapılarını kendilerine açıverdik hatta verilen şeylerle ferahlandıkları bir zamanda onları ansızın yakalayıverdik o zaman bütün ümitlerinden mahrum kaldılar

(44) But when they forgot the warning they had received, we opened to them the gates of all (good) things, until, in the midst of their enjoyment of our gifts, on a sudden, we called them to account, when lo they were plunged in despair!

1. fe lemmâ : fakat ….. olduğu zaman
2. nesû : unuttular
3. mâ zukkirû bi-hî : onunla hatırlatıldıkları (uyarıldıkları) şeyi
4. fetahnâ : biz açtık
5. aleyhim : onlara
6. ebvâbe : kapılar
7. kulli şey’in : herşey
8. hattâ : oluncaya kadar
9. izâ ferihû : ferahladıkları zaman, ferahlayınca, sevinince
10. bimâ ûtû : verildikleri şey(ler) ile
11. ehaznâ-hum : onları yakaladık (aldık)
12. bagteten : ansızın, aniden
13. fe izâ-hum : artık, o zaman onlar
14. mublisûne : ümitlerini kesen kimseler oldular, ümitlerini kestiler

Sayfa:132

٤٥

فَقُطِعَ دَابِرُ الْقَوْمِ الَّذينَ ظَلَمُوا وَالْحَمْدُ لِلّهِ رَبِّ الْعَالَمينَ

(45) fe kutia dabirul kavmillezine zalemu vel hamdü lillahi rabbil alemin

böylece o zulüm eden kavmin kökü kesildi hamd, Allah’a mahsustur alemlerin Rabbi (olan)

(45) Of the wrongdoers the last remnant was cut off. Praise be to Allah, the Cherisher of the worlds.

1. fe kutia : böylece kesildi, kurutuldu
2. dâbiru : ardı, gerisi
3. el kavmi : kavim, topluluk
4. ellezîne : onlar ki
5. zalemû : zulmettiler
6. ve el hamdu : ve hamd
7. li allâhi : Allah’adır
8. rabbi : Rab
9. el âlemîne : âlemler

٤٦

قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ اَخَذَ اللّهُ سَمْعَكُمْ وَاَبْصَارَكُمْ وَخَتَمَ عَلى قُلُوبِكُمْ مَنْ اِلهٌ غَيْرُ اللّهِ يَاْتيكُمْ بِهِ اُنْظُرْ كَيْفَ نُصَرِّفُ الْايَاتِ ثُمَّ هُمْ يَصْدِفُونَ

(46) kul eraeytüm in ehazellahü sem’aküm ve ebsaraküm ve hateme ala kulubiküm men ilahün ğayrullahi ye’tiküm bih ünzur keyfe nüsarrifül ayati sümme hüm yasdifun

de ki söyleyin bana eğer Allah sizin işitmenizi ve görmenizi alır da kalplerinize mühür vurursa Allah’tan başka ilah kimdir onları size getirecek bak ayetleri nasıl tasrif edip açıklıyoruz sonra ondan yüz çevirirler

(46) Say: think ye, if Allah took away your hearing and your sight, and sealed up your hearts, whoa Allah other than Allah could restore them to you? see how we explain the Signs by various (symbols) yet they turn aside.

1. kul : de, söyle
2. e raeytum : gördünüz mü, (aczinizi) anladınız mı?
3. in ehaze : eğer alsa
4. allâhu : Allah
5. sem’a-kum : sizin işitme hassanızı
6. ve ebsâra-kum : ve sizin görme hassanızı
7. ve hateme : ve mühürledi
8. alâ kulûbi-kum : sizin kalplerinizin üzerini
9. men : kim, hangi
10. ilâhun : ilâh
11. gayru allâhi : Allah’tan başka
12. ye’tî-kum bi-hî : onu size getirir
13. unzur : bak
14. keyfe : nasıl
15. nusarrifu : açıklıyoruz
16. el âyâti : âyetler
17. summe hum : sonra onlar
18. yasdifûne : yüz çeviriyorlar

٤٧

قُلْ اَرَاَيْتَكُمْ اِنْ اَتيكُمْ عَذَابُ اللّهِ بَغْتَةً اَوْ جَهْرَةً هَلْ يُهْلَكُ اِلَّا الْقَوْمُ الظَّالِمُونَ

(47) kul eraeyteküm in etaküm azabüllahi bağteten ev cehraten hel yühlekü illel kavmüz zalimun

de ki siz gördünüz mü? eğer size geliverse Allah’ın azabı ansızın yahut açıktan gelirse helak olacak kimdir ancak zalim kavimden (başkası değildir)

(47) Say: think ye, if the punishment of Allah comes to you, whether suddenly or openly, will any be destroyed except those who do wrong?

1. kul : de, söyle
2. e raeyte-kum : siz (herbiriniz) kendinizi gördünüz mü, sen sizi (halinizi) gördün mü? (aczinizi anladın mı?)
3. in etâ-kum : eğer size gelse
4. azâbu allâhi : Allah’ın azabı
5. bagteten : ansızın, aniden
6. ev cehreten : veya açıkça
7. hel : …mı?
8. yuhleku : helâk edilir
9. illâ el kavmu : kavimden başkası
10. ez zâlimûne : zâlimler

٤٨

وَمَا نُرْسِلُ الْمُرْسَلينَ اِلَّا مُبَشِّرينَ وَمُنْذِرينَ فَمَنْ امَنَ وَاَصْلَحَ فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ

(48) ve ma nürsilül mürseline illa mübeşşirine ve münzirin fe men amene ve asleha fe la havfün aleyhim ve la hüm yahzenun

resulleri ancak müjdeciler ve uyarıcılar olarak gönderdik kim iman eder halini ıslah ederse onlara korku yoktur onlar mahzunda olmayacaklardır

(48) We send the Messengers only to give good news and to warn: so those who believe and mend (their lives)- upon them shall be no fear, nor shall they grieve.

1. ve mâ nursilu : ve göndermeyiz
2. el murselîne : elçiler, resûller, gönderilen kişiler
3. illâ mubeşşirîne : müjdeleyiciler olmaktan başka
4. ve munzirîne : ve uyaran kişiler, uyarıcılar
5. fe men âmene : artık kim îmân etti, âmenû oldu (mürşidin Allah’a davetine uydu)
6. ve asleha : ve ıslâh oldu (nefs tezkiyesi yaptı)
7. fe lâ havfun : artık korku yoktur
8. aleyhim : onlara
9. ve lâ hum : ve onlar olmazlar
10. yahzenûne : mahzun olurlar

٤٩

وَالَّذينَ كَذَّبُوا بِايَاتِنَا يَمَسُّهُمُ الْعَذَابُ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ

(49) vellezine kezzebu bi ayatina yemessühümül azabü bi ma kanu yefsükün

o kimseler ki ayetlerimizi yalanladılar onlara azap dokunur fasık olduklarından dolayı

(49) But those who reject our Signs, them shall punishment touch, for that they ceased not from transgressing.

1. ve ellezîne : ve o kimseler, …olanlar
2. kezzebû : yalanladılar
3. bi âyâti-nâ : âyetlerimizi
4. yemessu-hum : onlara dokunacak
5. el azâbu : azap
6. bi mâ kânû : olmaları sebebiyle, dolayısıyla
7. yefsukûne : fâsıklar, fıskta olanlar

٥٠

قُلْ لَا اَقُولُ لَكُمْ عِنْدى خَزَاءِنُ اللّهِ وَلَا اَعْلَمُ الْغَيْبَ وَلَا اَقُولُ لَكُمْ اِنّى مَلَكٌ اِنْ اَتَّبِعُ اِلَّا مَا يُوحى اِلَىَّ قُلْ هَلْ يَسْتَوِى الْاَعْمى وَالْبَصيرُ اَفَلَا تَتَفَكَّرُونَ

(50) kul la ekulü leküm indi hazainüllahi ve la a’lemül ğaybe ve la ekulü leküm inni melek in ettebiu illa ma yuha ileyy kul hel yestevil a’ma vel besiyr e fe la tetefekkerun

de ki demiyorum ki Allah’ın hazineleri yanımdadır gaybı da bilemem size “ben meleğim de” demiyorum ancak bana vahiy olana tabi olurum de ki hiç kör ile gören bir olur mu hiç düşünmüyor musunuz

(50) Say: I tell you not that with me are the treasures of Allah, nor do I know what is hidden, nor do I tell you I am an angel. I but follow what is revealed to me. Say: can the blind be help equal to the seeing? will ye then consider not?

1. kul : de, söyle
2. lâ ekûlu lekum : size demiyorum, söylemiyorum
3. indî : benim yanımda
4. hazâinu allâhi : Allah’ın hazineleri
5. ve lâ a’lemu : ve ben bilmiyorum
6. el gaybe : gayb, bilinmeyen
7. ve lâ ekûlu : ve demiyorum, söylemiyorum
8. lekum : size
9. innî melekun : gerçekte, mutlaka ben bir meleğim
10. in ettebiu : ben ancak tâbî olurum (eğer tâbî olursam)
11. illâ mâ yuhâ : sadece vahyedilen şeye
12. ileyye : bana
13. kul : de, söyle
14. hel yestevî : eşit, bir olur mu?
15. el a’mâ : görmeyen, kör, âmâ
16. ve el basîru : ve basiretle gören
17. e fe : hâlâ, …mı?
18. lâ tetefekkerûne : tefekkür etmiyorsunuz

٥١

وَاَنْذِرْ بِهِ الَّذينَ يَخَافُونَ اَنْ يُحْشَرُوا اِلى رَبِّهِمْ لَيْسَ لَهُمْ مِنْ دُونِه وَلِىٌّ وَلَا شَفيعٌ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ

(51) ve enzir bihillezine yehafune ey yuhşeru ila rabbihim leyse lehüm min dunihi veliyyüv ve la şefiul leallehüm yettekun

korkanları bununla uyar Rablerinin huzurunda haşır olacaklarından ondan başka onlara yoktu ne bir dost ne bir şefaatçi olur ki sakınırlar

(51) Give this warning to those in whose (hearts) is the fear that they will be brought (to judgment) before their Lord: except for him they will have no protector nor intercessor: that they may guard (against evil).

1. ve enzir : ve uyar, ikaz et
2. bi-hi : onunla
3. ellezîne yehâfûne : korkan kimseler
4. en yuhşerû : haşrolmak
5. ilâ rabbi-him : Rab’lerine
6. leyse lehum : onların yoktur
7. min dûni-hî : O’ndan başka
8. veliyyun : bir dost
9. ve lâ şefîun : ve şefaat eden yoktur
10. lealle-hum : umulur ki böylece onlar
11. yettekûne : takva sahibi olurlar

٥٢

وَلَاتَطْرُدِ الَّذينَ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ بِالْغَدوةِ وَالْعَشِىِّ يُريدُونَ وَجْهَهُ مَا عَلَيْكَ مِنْ حِسَابِهِمْ مِنْ شَىْءٍ وَمَا مِنْ حِسَابِكَ عَلَيْهِمْ مِنْ شَىْءٍ فَتَطْرُدَهُمْ فَتَكُونَ مِنَ الظَّالِمينَ

(52) ve la tatrudillezine yed’une rabbehüm bil ğadati vel aşiyyi yüridune vecheh ma aleyke min hisabihim min şey’iv ve ma min hisabike aleyhim min şey’in fe tatrudehüm fe tekune minez zalimin

Rablerine dua eden o kimseleri kovma o’nun zatını isteyerek sabah ve akşam (dua edenlerle) onların hesabından senin üzerine bir vebal yoktur senin hesabında da onların üzerine bir vebal yoktur onları kovarsan o zaman zalimlerden olursun

(52) Send not away those who call on their Lord morning and evening, seeking his face. In naught art thou accountable for them, and in naught are they accountable for thee, that thou shouldst turn them away, and thus be (one) of the unjust.

1. ve : ve
2. lâ tatrudi : kovma
3. ellezîne : o kimseler, onlar
4. yed’ûne : dua ederler
5. rabbe-hum : Rab’lerine
6. bi el gadâti : sabah ile, sabah vakti
7. ve el aşiyyi : ve akşam
8. yurîdûne : dilerler
9. veche-hu : O’nun vechini, Zat’ını
10. mâ aleyke : senin üstüne değil, yoktur
11. min hısâbi-him : onların hesaplarından
12. min şey’in : bir şey
13. ve mâ : ve yoktur
14. min hısâbi-ke : senin hesabından
15. aleyhim : onların üzerine
16. min şey’in : bir şey
17. fe tatrude-hum : artık onları kovarsan
18. fe tekûne : o zaman sen olursun
19. min ez zâlimîne : zâlimlerden

Sayfa:133

٥٣

وَكَذلِكَ فَتَنَّا بَعْضَهُمْ بِبَعْضٍ لِيَقُولُوا اَهؤُلَاءِ مَنَّ اللّهُ عَلَيْهِمْ مِنْ بَيْنِنَا اَلَيْسَ اللّهُ بِاَعْلَمَ بِالشَّاكِرينَ

(53) ve kezalike fetenna ba’dahüm bi ba’dil li yekulu e haülai mennellahü aleyhim mim beynina e leysellahü bi a’leme biş şakirin

ve böylece imtihan ettik ki bazısını bazısı ile desinler işte, Allah’ın aramızda lutfüna layık gördüğü kimseler bunlar mı Allah şükredenleri daha iyi bilen değil midir

(53) Thus did we try some of them by comparison with others, that they should say: is it these then that Allah hath favored from amongst us? doth not Allah know best those who are grateful?

1. ve : ve
2. kezâlike : işte böyle, böylece
3. fetennâ : biz imtihan ettik
4. ba’da-hum : onların bazısını
5. bi ba’din
ba’da-hum bi ba’din
: bazıları ile
: onları birbirleri ile
6. li yekûlû : derler diye
7. e hâulâi : bunlar mı
8. menne allâhu : Allah ni’metlendirdi, ni’met verdi
9. aleyhim : onlara
10. min beyni-nâ : aramızdan
11. e leyse : değil mi, öyle değil mi
12. allâhu : Allah
13. bi a’leme : en iyi bilir
14. bi eş şâkirîne : şükredenleri

٥٤

وَاِذَا جَاءَكَ الَّذينَ يُؤْمِنُونَ بِايَاتِنَا فَقُلْ سَلَامٌ عَلَيْكُمْ كَتَبَ رَبُّكُمْ عَلى نَفْسِهِ الرَّحْمَةَ اَنَّهُ مَنْ عَمِلَ مِنْكُمْ سُوءًا بِجَهَالَةٍ ثُمَّ تَابَ مِنْ بَعْدِه وَاَصْلَحَ فَاَنَّهُ غَفُورٌ رَحيمٌ

(54) ve iza caekellezine yü’minune bi ayatina fe kul selamün aleyküm ketebe rabbüküm ala nefsihir rahmete ennehu men amile minküm suem bi cehaletin sümme tabe mim ba’dihi ve esleha fe ennehu ğafurur rahiym

ayetlerimize iman edenler sana geldikleri zaman de ki selam sizin üzerinize olsun Rabbimiz zatına rahmeti yazdı ki sizden kim bilerek bir kötülük işlerse sonra tövbe ederek halini düzeltirse muhakkak (Allah) o bağışlayıcı merhametlidir

(54) When those come to thee who believe in our Signs, say: peace be on you: your Lord hath inscribed for Himself (the rule of) mercy: verily, if any of you did evil in ignorance, and thereafter repented, and amended (his conduct), lo he is Oft-Forgiving, Most Merciful.

1. ve izâ : ve olduğu zaman
2. câe-ke : sana geldi
3. ellezîne yu’minûne : îmân eden kimseler
4. bi âyâti-nâ : âyetlerimize
5. fe kul : o zaman söyle
6. selâmun aleykum : selâm üzerinize olsun
7. ketebe : yazdı
8. rabbu-kum : sizin Rabbiniz
9. alâ nefsi-hi : kendi üzerine
10. er rahmete : rahmet
11. enne-hu : muhakkak ki O, öyle ki
12. men amile : kim yapar
13. min-kum : sizden
14. sûen : bir kötülük
15. bi cehâletin : cahillikle
16. summe : sonra
17. tâbe : tövbe etti (mürşidin önünde)
18. min ba’di-hî : ondan sonra
19. ve asleha : ve ıslâh oldu
20. fe enne-hu : o taktirde, muhakkak ki o
21. gafûrun : gafur, mağfiret edendir
22. rahîmun : rahîm, rahmet nurunu gönderen

٥٥

وَكَذلِكَ نُفَصِّلُ الْايَاتِ وَلِتَسْتَبينَ سَبيلُ الْمُجْرِمينَ

(55) ve kezalike nüfessilül ayati ve li testebine sebilül mücrimin

biz ayetleri böyle açıklarız ve mücrimlerin yolu belli olsun

(55) Thus do we explain the Signs in detail: that the way of the sinners may be shown up.

1. ve kezâlike : ve işte böylece
2. nufassılu : ayrı ayrı açıklıyoruz
3. el âyâti : âyetler
4. ve li : ve, için, …diye
5. testebîne : tespit olsun, belli olsun, açığa çıksın
6. sebîlu : sebî, yol
7. el mucrimîne : mücrimler, suçlular

٥٦

قُلْ اِنّى نُهيتُ اَنْ اَعْبُدَ الَّذينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّهِ قُلْ لَا اَتَّبِعُ اَهْوَاءَكُمْ قَدْ ضَلَلْتُ اِذًا وَمَا اَنَا مِنَ الْمُهْتَدينَ

(56) kul inni nühitü en a’büdellezine ted’une min dunillah kul la ettebiu ehvaeküm kad daleltü izev ve ma ena minel mühtedin

de ki ben men edildim Allah’tan başka taptıklarınıza kulluk etmekten de ki ben sizin hevalarınıza uymam ben o zaman gerçekten sapıtmış olurum ve hidayete gidenlerden olmam

(56) Say: I am forbidden to worship those others than Allah whom ye call upon. Say: I will not follow your vain desires: if I did, I would stray from the path, and be not of the company of those who receive guidance.

1. kul : de, söyle
2. innî : muhakkak ki ben
3. nuhîtu : nehyolundum, men edildim
4. en a’bude : kul olmak, benim kulluk etmem
5. ellezîne : onlar, onlara
6. ted’ûne : siz dua ediyorsunuz
7. min : …’dan
8. dûni : başka
9. allâhi : Allah
10. kul : de, söyle
11. lâ ettebiu : ben tâbî olmam
12. ehvâe-kum : sizin hevesleriniz
13. kad dalaltu : dalâlette olmuş olurum
14. izen : öyle olursa, o taktirde, o zaman
15. ve mâ ene : ve ben olmam
16. min el muhtedîne : hidayete erenlerden

٥٧

قُلْ اِنّى عَلى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّى وَكَذَّبْتُمْ بِه مَا عِنْدى مَا تَسْتَعْجِلُونَ بِه اِنِ الْحُكْمُ اِلَّا لِلّهِ يَقُصُّ الْحَقَّ وَهُوَ خَيْرُ الْفَاصِلينَ

(57) kul inni ala beyyinetim mir rabbi ve kezzebtüm bih ma indi ma testa’cilune bih inil hukmü illa lillah yekussul hakka ve hüve hayrul fasilin

de ki ben Rabbimden (gelen) açık bir hüccet üzerindeyim siz onu yalanladınız benim yanımda değil o çok istediğiniz azap hüküm ancak Allah’a mahsustur o hakkı anlatır o kesin hüküm verenlerin en hayırlısıdır

(57) Say: for me, I (work) on a clear sign from my Lord, but ye reject him. What ye would see hastened, is not in my power. The command rests with none but Allah: he declares the truth, and he is the best of judges.

1. kul : de, söyle
2. innî : muhakkak ki ben
3. alâ beyyinetin : bir delil üzerinde
4. min rabbî : Rabbimden
5. ve kezzebtum : ve siz yalanladınız
6. bi-hî : onu
7. mâ indî : benim indimde (yanımda) değil
8. mâ testa’cilûne : sizin acele ettiğiniz şey
9. bi-hî : onu
10. in el hukmu : ancak hüküm
11. illâ li allâhi : sadece Allah’ındır
12. yakussu : o kıssa eder, anlatır,
13. el hakka : hakkı, doğruyu, gerçeği
14. ve huve : ve O
15. hayru : en hayırlı
16. el fâsılîne : (hakkı bâtıldan) fasıl fasıl ayıranlar

٥٨

قُلْ لَوْ اَنَّ عِنْدى مَا تَسْتَعْجِلُونَ بِه لَقُضِىَ الْاَمْرُ بَيْنى وَبَيْنَكُمْ وَاللّهُ اَعْلَمُ بِالظَّالِمينَ

(58) kul lev enne indi ma testa’cilune bihi le kudiyel emru beyni ve beyneküm vallahü a’lemü biz zalimin

de ki benim yanımda olsaydı o çok acele istediğiniz şey çoktan olup bitmişti sizle benim aramda ki iş Allah zalimleri bilir

(58) Say: if what ye would see hastened were in my power, the matter would be settled at once between you and me. But Allah knoweth best those who do wrong.

1. kul : de, söyle
2. lev : eğer, şâyet, ise, olsa
3. enne : gerçekten, mutlaka
4. indî : benim yanımda
5. : şey
6. testa’cilûne : siz acele ediyorsunuz
7. bi-hî : onu
8. le kudıye : elbette yerine getirilmiş olurdu
9. el emru : emir, iş
10. beynî : benim aram
11. ve beyne-kum : ve sizin aranız
12. ve allâhu : ve Allah
13. a’lemu : en iyi bilir
14. bi ez zâlimîn : zâlimleri

٥٩

وَعِنْدَهُ مَفَاتِحُ الْغَيْبِ لَا يَعْلَمُهَا اِلَّا هُوَ وَيَعْلَمُ مَا فِى الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَمَا تَسْقُطُ مِنْ وَرَقَةٍ اِلَّا يَعْلَمُهَا وَلَا حَبَّةٍ فى ظُلُمَاتِ الْاَرْضِ وَلَا رَطْبٍ وَلَا يَابِسٍ اِلَّا فى كِتَابٍ مُبينٍ

(59) ve indehu mefatihul ğaybi la ya’lemüha illa hu ve ya’lemü ma fil berri vel bahr ve ma teskutu miv verakatin illa ya’lemüha ve la habbetin fi zulümatil erdi ve la ratbiv ve la yabisin illa fi kitabim mübin

gaybın anahtarı (Allah’ın) O’nun yanındadır onları ancak O bilir karada ve denizde ne varsa bilir bir yaprak dalından düşmesin ki o bilmesin bir tane tohum yerin karanlığına girmez ki kuru ve yaş her ne (varsa) ancak açık bir kitapta bulunmuş (olmasın)

(59) With him are the keys of the unseen, the treasures that none knoweth but he. He knoweth whatever there is on the earth and in the sea. Not a leaf doth fall but with his knowledge: there is not a grain in the darkness (or depths) of the earth, nor anything fresh or dry (green or withered), but is (inscribed) in a record clear (to those who can read).

1. ve inde-hu : ve onun yanında
2. mefâtihu : anahtarlar
3. el gaybi : gayb, bilinmeyen
4. lâ ya’lemu-hâ : onu bilmez
5. illâ huve : ondan başka
6. ve ya’lemu : ve o bilir
7. mâ fî : var olan şey
8. el berri ve el bahri : kara ve deniz
9. ve mâ teskutu : ve düşmez
10. min varakatin : bir yaprak(tan)
11. illâ : hariç, dışında, ancak, olmaksızın
12. ya’lemu-hâ : onu bilir
13. ve lâ habbetin : ve bir tane, bir habbe yoktur, olmaz
14. fî zulumâti : karanlıklar içinde
15. el ardı : arz, yeryüzü
16. ve lâ ratbin : ve yaş, nemli, rutubetli (bir şey) yoktur
17. ve lâ yâbisin : ve kuru (bir şey) yoktur
18. illâ fî : içinde olmasın, bulunmasın
19. kitâbin mubînin : Kitab-ı Mübîn, açıklanmış kitap, herşeyin yazılı olduğu kitap

Sayfa:134

٦٠

وَهُوَ الَّذى يَتَوَفّيكُمْ بِالَّيْلِ وَيَعْلَمُ مَا جَرَحْتُمْ بِالنَّهَارِ ثُمَّ يَبْعَثُكُمْ فيهِ لِيُقْضى اَجَلٌ مُسَمًّى ثُمَّ اِلَيْهِ مَرْجِعُكُمْ ثُمَّ يُنَبِّءُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ

(60) ve hüvellezi yeteveffaküm bil leyli ve ya’lemü ma cerahtüm bin nehari sümme yeb’asüküm fihi li yukda ecelüm müsemma sümme ileyhi merciuküm sümme yünebbiüküm bi ma küntüm ta’melun

sizin gece ruhunuzu alan o’dur gündüz uyandığınızda neler kazandığınızı da bilir sonra sizi diriltir ta ki takdir edilen ömür tamamlansın sonra dönüşünüz O’nadır sonra size haber verecektir yapmış olduğunuz işleri

(60) It is He Who doth take your souls by night, and hath knowledge of all that ye have done by day: by day doth he raise you up again that a term appointed be fulfilled in the end unto him will be your return then will he show you the truth of all that ye did.

1. ve huve : ve O
2. ellezî : o ki
3. yeteveffâ-kum : sizi vefat ettirir
4. bi el leyli : geceleyin
5. ve ya’lemu : ve bilir
6. mâ cerahtum : kazandığınız şeyler
7. bi en nehâri : gündüzleyin
8. summe : sonra
9. yeb’asu-kum : sizi beas eder, diriltir, gönderir
10. fî hi : onun içinde
11. li yukdâ : olması için, takdir edilenin tamamlanması için
12. ecelun : bir zaman, ömür
13. musemmâ : isimlendirilmiş, belirlenmiş
14. summe : sonra
15. ileyhi : ona
16. merciu’-kum : sizin merciiniz, dönüş yeriniz, dönüşünüz
17. summe : sonra
18. yunebbiu-kum : size haber verecek
19. bi-mâ : o şeyi
20. kuntum : siz …oldunuz
21. ta’melûne : yapıyorsunuz

٦١

وَهُوَ الْقَاهِرُ فَوْقَ عِبَادِه وَيُرْسِلُ عَلَيْكُمْ حَفَظَةً حَتّى اِذَا جَاءَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ تَوَفَّتْهُ رُسُلُنَا وَهُمْ لَا يُفَرِّطُونَ

(61) ve hüvel kahiru fevka ibadihi ve yürsilü aleyküm hafezah hatta iza cae ehadekümül mevtü teveffethü rusülüna ve hüm la yüferritun

kullarının üzerinde kahir olan o’dur sizin üzerinize hafız olan (meleklerini) gönderir nihayet sizden birine ölüm geldiği zaman elçilerimiz onun ruhunu alırlar ve onlar vazifelerinde kusur yapmazlar

(61) He is the irresistible, (watching) from above over his worshippers, and he sets guardians over you. At length, when death approaches one of you, our angels take his soul, and they never fail in their duty.

1. ve huve : ve O
2. el kâhiru : kahhar, yakalayan, kuvvet ve güç sahibi
3. fevka : üzerinde
4. ibâdi-hî : (O’nun) kulları
5. ve yursilu : ve gönderir
6. aleykum : sizin üzerinize
7. hafazaten : muhafaza edici (koruyucu olarak)
8. hattâ : …oluncaya kadar
9. izâ câe : geldiği zaman
10. ehade-kum : sizden birisi
11. el mevtu : ölüm
12. teveffet-hu : onu vefat ettirir
13. rusulu-nâ : bizim elçilerimiz
14. ve hum : ve onlar
15. lâ yuferritûne : kusur etmezler

٦٢

ثُمَّ رُدُّوا اِلَى اللّهِ مَوْليهُمُ الْحَقِّ اَلَا لَهُ الْحُكْمُ وَهُوَ اَسْرَعُ الْحَاسِبينَ

(62) sümme ruddu ilellahi mevlahümül hakk e la lehül hukmü ve hüve esraul hasibin

sonra o ruhlar Allah’a iade edilir hak olan mevlalarına dikkat edin! hüküm o’nundur o hesap görenlerin en süratlisidir

(62) Then are men returned unto Allah, their protector, the (only) reality: is not his the command? and he is the swiftest in taking account.

1. summe : sonra
2. ruddû : reddedilirler, iade edilirler, döndürülürler
3. ilâ allâhi : Allah’a
4. mevlâ-hum : onların mevlâsı, velîsi, dostu
5. el hakkı : Hakk
6. e lâ : (öyle) değil mi
7. lehu : onun
8. el hukmu : hüküm
9. ve huve : ve o
10. esrau : en seri, en hızlı
11. el hâsibîne : hesap görenler

٦٣

قُلْ مَنْ يُنَجّيكُمْ مِنْ ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِ تَدْعُونَهُ تَضَرُّعًا وَخُفْيَةً لَءِنْ اَنْجينَا مِنْ هذِه لَنَكُونَنَّ مِنَ الشَّاكِرينَ

(63) kul mey yünecciküm min zulümatil berri vel bahri ted’unehu tedarruav ve hufyeh le in encana min hazihi le nekunenne mineş şakirin

de ki kim kurtarır sizi karanın ve denizin karanlığından o’na yalvarırsınız tazarru ile ve gizliden yemin olsun ki, bundan bizi kurtarırsa muhakkak biz şükür edenlerden oluruz

(63) Say: who is it that delivereth you from the dark recesses of land sea, when ye call upon him in humility and silent terror: if he only delivers us from these (dangers), (we vow) we shall truly show our gratitude.

1. kul : de, söyle
2. men : kim
3. yuneccî-kum : sizi kurtarır
4. min zulumâti : karanlıklardan
5. el berri ve el bahri : kara ve deniz
6. ted’ûne-hu : ona dua edersiniz
7. tedarruan : yalvararak
8. ve hufyeten : ve gizli olarak, gizlice
9. le in : elbette, mutlaka
10. in : şâyet olursa
11. encâ-nâ : bizi kurtar
12. min hâzihî : bundan
13. le nekûne enne : biz mutlaka oluruz
14. min : …’den
15. eş şâkirîne : şükredenler

٦٤

قُلِ اللّهُ يُنَجّيكُمْ مِنْهَا وَمِنْ كُلِّ كَرْبٍ ثُمَّ اَنْتُمْ تُشْرِكُونَ

(64) kul illahü yünecciküm minha ve min külli kerbin sümme entüm tüşrikun

de ki Allah sizi o tehlikeden ve bütün sıkıntılardan kurtarır sonra siz (o’na) şirk koşarsınız

(64) Say: it is Allah that delivereth you from these and all (other) distresses and yet ye worship false gods

1. kul : de, söyle
2. allâhu : Allah
3. yuneccî-kum : sizi kurtarır
4. min-hâ : ondan
5. ve min : ve, …den
6. kulli : hepsi, tüm, bütün
7. kerbin : sıkıntı, keder
8. summe : sonra
9. entum : siz
10. tuşrikûne : siz şirk (ortak) koşuyorsunuz

٦٥

قُلْ هُوَ الْقَادِرُ عَلى اَنْ يَبْعَثَ عَلَيْكُمْ عَذَابًا مِنْ فَوْقِكُمْ اَوْ مِنْ تَحْتِ اَرْجُلِكُمْ اَوْ يَلْبِسَكُمْ شِيَعًا وَيُذيقَ بَعْضَكُمْ بَاْسَ بَعْضٍ اُنْظُرْ كَيْفَ نُصَرِّفُ الْايَاتِ لَعَلَّهُمْ يَفْقَهُونَ

(65) kul hüvel kadiru ala ey yeb’ase aleyküm azabem min fevkiküm ev min tahti ercüliküm ev yelbiseküm şiyeav ve yüzika ba’daküm be’se ba’d ünzur keyfe nüsarrifül ayati leallehüm yefkahun

de ki o sizin üzerinize azap göndermeye kadirdir sizin üstünüzden yahut ayaklarınız altından yahut toplulukları birbirine katarak bazınızın hıncını bazınıza tattırır bak ayetleri nasılda açıklıyoruz onlar iyice anlasınlar diye

(65) Say: he hath power to send calamities on you, from above and below, or to cover you with confusion in party strife, giving you a taste of mutual vengeance each from the other. see how we explain the Signs by various (symbols) that they may understand.

1. kul : de, söyle
2. huve : o
3. el kâdiru : kaadir, muktedir, gücü yeter
4. alâ : üzerine, …e
5. en yeb’ase : göndermeye
6. aleykum : sizin üzerinize
7. azâben : bir azap
8. min fevkı-kum : sizin üstünüzden
9. ev min tahti : veya altından
10. erculi-kum : sizin ayaklarınız
11. ev yelbise-kum : veya sizi (birbirinize) katar
12. şiyean : kısım kısım, bölük bölük
13. ve yuzîka : ve tattırır
14. ba’da-kum : sizin bir kısmınız
15. be’se : şiddet, hınç
16. ba’dın : bazı, bir kısmı
17. unzur : bak
18. keyfe : nasıl
19. nusarrıfu : açıklıyoruz
20. âyâti : âyetler
21. lealle-hum : umulur ki böylece onlar
22. yefkahûne : fıkıh ederler, idrak ederler

٦٦

وَكَذَّبَ بِه قَوْمُكَ وَهُوَ الْحَقُّ قُلْ لَسْتُ عَلَيْكُمْ بِوَكيلٍ

(66) ve kezzebe bihi kavmüke ve hüvel hakk kul lestü aleyküm bi vekil

senin kavmin onu yalanladı o hak olduğu halde de ki ben sizin üzerinize vekil değilim

(66) But thy people reject this, though it is the truth. Say: not mine is the responsibility for arranging your affairs

1. ve kezzebe : ve yalanladı
2. bi-hî : onu
3. kavmu-ke : senin kavmin
4. ve huve : ve O
5. el hakku : hak, gerçek
6. kul : de, söyle
7. lestu : ben değilim
8. aleykum : sizin üzerinize
9. bi vekîlin : bir vekil

٦٧

لِكُلِّ نَبَاٍ مُسْتَقَرٌّ وَسَوْفَ تَعْلَمُونَ

(67) li külli nebeim müstekarruv ve sevfe ta’lemun

her haberin kararlaştırılmış bir zamanı vardır ve ilerde öğrenirsiniz

(67) For every message is a limit of time, and soon shall ye know it.

1. li kulli : hepsi için, herbiri için vardır
2. nebein : haber
3. mustekarrun : kararlaştırılmış (zaman)
4. ve sevfe : ve yakında
5. ta’lemûne : bileceksiniz

٦٨

وَاِذَا رَاَيْتَ الَّذينَ يَخُوضُونَ فى ايَاتِنَا فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ حَتّى يَخُوضُوا فى حَديثٍ غَيْرِه وَاِمَّا يُنْسِيَنَّكَ الشَّيْطَانُ فَلَا تَقْعُدْ بَعْدَ الذِّكْرى مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِمينَ

(68) ve iza raeytel lezine yehudune fi ayatina fe a’rid anhüm hatta yehudu fi hadisin ğayrih ve imma yünsiyennekeş şeytanü fe la tak’ud ba’dez zikra meal kavmiz zalimin

gördüğün zaman ayetlerimiz hakkında gerçek dışı konulara daldıklarını hemen onlardan yüz çevir hatta başka bir konuya dalsınlar ama şeytan sana unutturursa hatırladıktan sonra oturma zalimler kavmi ile beraber

(68) When thou seest men engaged in vain discourse about our Signs, turn away from them unless they turn to a different theme. If Satan ever makes thee forget, then after recollection, sit not thou in the company of those who do wrong.

1. ve izâ : ve olduğu zaman
2. raeyte : sen gördün
3. ellezîne : o kimseler, onlar
4. yahûdûne : (konuşmaya) dalarlar
5. fî âyâti-nâ : âyetlerimiz hakkında
6. fe a’rıd : artık yüz çevir
7. an-hum : onlardan
8. hattâ : oluncaya kadar
9. yahûdû fî hadîsin : söze dalarlar (söze geçerler)
10. gayri-hî : ondan başka
11. ve imma : ve amma
12. yunsiyenne-ke : sana unutturur
13. eş şeytânu : şeytan
14. fe lâ tak’ud : artık oturma
15. ba’de : sonra
16. ez zikrâ : zikir, hatırlama
17. mea el kavmi : kavim ile, topluluk ile beraber
18. ez zâlimîne : zalimler

Sayfa:135

٦٩

وَمَا عَلَى الَّذينَ يَتَّقُونَ مِنْ حِسَابِهِمْ مِنْ شَىْءٍ وَلكِنْ ذِكْرى لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ

(69) ve ma alellezine yettekune min hisabihim min şey’iv ve lakin zikra leallehüm yettekun

onlara, sakınanlara, hesabından bir şey yoktur lakin bir hatırlatmadır belki onlar sakınırlar

(69) On their account no responsibility falls on the righteous, but (their duty) is to remind them, that they may (learn to) fear Allah.

1. ve mâ : ve olmaz, yoktur
2. alâ : üzerine
3. ellezîne : o kimseler
4. yettekûne : takva sahibi olurlar
5. min hisâbi-him : onların hesabından
6. min şey’in : bir şey
7. ve lâkin : ve lâkin, fakat
8. zikrâ : zikir, hatırlatma
9. lealle-hum : umulur ki böylece onlar
10. yettekûne : takva sahibi olurlar

٧٠

وَذَرِ الَّذينَ اتَّخَذُوا دينَهُمْ لَعِبًا وَلَهْوًا وَغَرَّتْهُمُ الْحَيوةُ الدُّنْيَا وَذَكِّرْ بِه اَنْ تُبْسَلَ نَفْسٌ بِمَا كَسَبَتْ لَيْسَ لَهَا مِنْ دُونِ اللّهِ وَلِىٌّ وَلَا شَفيعٌ وَاِنْ تَعْدِلْ كُلَّ عَدْلٍ لَا يُؤْخَذْ مِنْهَا اُولءِكَ الَّذينَ اُبْسِلُوا بِمَا كَسَبُوا لَهُمْ شَرَابٌ مِنْ حَميمٍ وَعَذَابٌ اَليمٌ بِمَا كَانُوا يَكْفُرُونَ

(70) ve zeri llezinettehazu dinehüm leibev ve lehvev ve ğarrathümül hayatüd dünya ve zekkir bihi en tübsele nefsüm bima kesebet leyse leha min dunillahi veliyyüv ve la şefiy’ ve in ta’dil külle adlil la yü’haz minha ülaikellezine übsilu bima kesebu lehüm şerabüm min hamimiv ve azabün elimüm bima kanu yekfürun

bırak dinlerini oyun ve eğlence eden kimseleri dünya hayatında kendilerini aldatanları şunu ihtar etti kazandıklarından dolayı nefislerini helaka düşürmesin ona Allah’tan başka ne bir veli ne de bir şefaatçi yoktur her türlü fitneyi denkleştirseler dahi ondan kabul edilip alınmaz işte bunlar helaka düşmüşlerdir kazandıklarından dolayı onlar için kaynamış (sudan) içecek ve elim bir azap (vardır) küfrettiklerinden dolayı

(70) Leave alone those who take their religion to be mere play and amusement, and are deceived by the life of this world. But proclaim (to them) this (truth): that every soul delivers itself to ruin by its own acts: it will find for itself no protector or intercessor except Allah: if it offered every ransom, (or reparation), none will be accepted: such is (the end of) those who deliver themselves to ruin by their own acts: they will have for drink (only) boiling water, and for punishment, one most grievous or they persisted in rejecting Allah.

1. ve zere : ve bırak, terket
2. ellezîne : o kimseler
3. ittehazû : edindiler
4. dîne-hum : onların dini, kendilerinin dînini, kendi dînleri
5. leiben : oyun
6. ve lehven : ve eğlence
7. garret-hum : onları aldattı
8. el hayâtu : hayat
9. ed dunyâ : dunya
10. ve zekkir : ve hatırlat
11. bi-hî : onunla
12. en tubsele : helâk olmak (olması)
13. nefsun : nefs
14. bi mâ : sebebiyle, dolayısıyla, sebebiyle
15. kesebet : kazandı
16. leyse lehâ : onun yoktur
17. min dûni allâhi : Allah’tan başka
18. veliyyun : bir veli, bir dost
19. ve lâ şefîun : ve bir şefaatçi yoktur
20. ve in : ve eğer, ise
21. ta’dil : adaletle öder, verir
22. kulle adlin : bütün fidyeler (fidyelerin hepsi)
23. lâ yu’haz : alınmaz
24. min-hâ : ondan
25. ulâike : işte onlar
26. ellezîne : o kimseler, onlar
27. ubsilû : helâk oldular
28. bi mâ : dolayı
29. kesebû : kazandılar
30. lehum : onlar için vardır
31. şarâbun : içecek (içilen şey)
32. min hamîmin : kaynar sudan
33. ve azâbun elîmun : ve (elîm) acı azap
34. bi mâ : …’den dolayı
35. kânû : oldular
36. yekfurûne : inkâr ediyorlar

٧١

قُلْ اَنَدْعُوا مِنْ دُونِ اللّهِ مَا لَا يَنْفَعُنَا وَلَا يَضُرُّنَا وَنُرَدُّ عَلى اَعْقَابِنَا بَعْدَ اِذْ هَدينَا اللّهُ كَالَّذِى اسْتَهْوَتْهُ الشَّيَاطينُ فِى الْاَرْضِ حَيْرَانَ لَهُ اَصْحَابٌ يَدْعُونَهُ اِلَى الْهُدَى اءْتِنَا قُلْ اِنَّ هُدَى اللّهِ هُوَ الْهُدى وَاُمِرْنَا لِنُسْلِمَ لِرَبِّ الْعَالَمينَ

(71) kul e ned’u min dunillahi ma la yenfeuna ve la yedurruna ve nüraddü ala a’kabina ba’de iz hedanellahü kellezistehvethüş şeyatiynü fil erdi hayrane lehu ashabüy yed’unehu ilel hüde’tina kul inne hüdellahi hüvel hüda ve ümirna li nüslime li rabbil alemin

de ki Allah’tan başka bize faydası ve zararı olmayan şeylere mi yalvaracağız arkamıza mı döneceğiz Allah bize hidayet vermişken şeytanların onu hevasına uydurup yoldan çıkardığı ve yer yüzünde şaşkın şaşkın dolaştırdığı o kimseler gibi mi? bize gel, (diye) onu hidayet yoluna çağıran arkadaşları olmasına rağmen de ki şüphesiz hidayet Allah’ın hidayetidir ve tam teslim olalım diye emrolunduk alemlerin Rabbine

(71) Say: shall we indeed call on others besides Allah, things that can do us neither good nor harm, and turn on our heels after receiving guidance from Allah? like one whom the evil ones have made into a fool, wandering bewildered through the earth, his friends calling come to us, (vainly) guiding him to the path. Say: Allah’s guidance is the (only) guidance, and we have been directed to submit ourselves to the Lord of the worlds

1. kul : de, söyle
2. e ned’û : dua mı edelim
3. min dûni allâhi : Allah’tan başka
4. : şey (şeyler)
5. lâ yenfeu-nâ : bize fayda vermez
6. ve lâ yadurru-nâ : ve bize zarar vermez
7. ve nureddu : ve döndürülürüz
8. alâ a’kâbi-nâ : topuklarımızın üzerinde
9. ba’de : sonra
10. iz hedâ-nâ allâh : Allah bizi hidayete erdirmişti
11. ke ellezî istehvet-hu : kandırdığı kimse gibi
12. eş şeyâtînu : şeytanlar
13. fî el ardı : yeryüzünde
14. hayrâne : şaşkın
15. lehû : onun
16. ashâbun : arkadaşlar
17. yed’ûne-hû : onu çağırırlar
18. ilâ el hudâ : hidayete
19. i’ti-nâ : bize gel
20. kul inne : de ki, muhakkak ki
21. hudâ allâhi : Allah’ın hidayet (Allah’a ulaşmak)
22. huve el hudâ : o hidayettir
23. ve umir-nâ : ve biz emrolunduk
24. li nuslime : teslim olmamızla (teslim olmakla)
25. rabbi el âlemîne : âlemlerin Rabbine

٧٢

وَاَنْ اَقيمُوا الصَّلوةَ وَاتَّقُوهُ وَهُوَ الَّذى اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ

(72) ve en ekiymüs salate vettekuh ve hüvellezi ileyhi tuhşerun

ve namazı kılın ve ondan sakının huzuruna varıp toplanacağımız o’dur

(72) To establish regular Prayers and to fear Allah: for it is to him that we shall be gathered together.

1. ve en ekîmû : ve ikame etmek
2. es salâte : namaz
3. ve ittekû-hu : ona karşı takva sahibi olun
4. ve huve ellezî : ve … olan o’dur
5. ileyhi : ona
6. tuhşerûne : haşrolunacaksınız

٧٣

وَهُوَ الَّذى خَلَقَ السَّموَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّ وَيَوْمَ يَقُولُ كُنْ فَيَكُونُ قَوْلُهُ الْحَقُّ وَلَهُ الْمُلْكُ يَوْمَ يُنْفَخُ فِى الصُّورِ عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ وَهُوَ الْحَكيمُ الْخَبيرُ

(73) ve hüvellezi halekas semavati vel erda bil hakk ve yevme yekulü kün fe yekun kavlühül hakk ve lehül mülkü yevme yünfehu fis sur alimül ğaybi veş şehadeh ve hüvel hakimül habir

gökleri ve yeri hak olarak yaratan o’dur o gün “ol” der oda oluverir o’nun sözü haktır mülk o’nundur sur’a üfürüleceği günde görüleni de görülmeyeni de bilendir o hikmet sahibi, haberi olandır

(73) It is He Who created the heavens and the earth in true (proportions): the day he saith, be, behold it is. His word is the truth. His will be the dominion the day the trumpet will be blown. He knoweth the unseen as well as that which is open. For he is the wise, well acquainted (with all things).

1. ve huve : ve o
2. ellezî halaka : ki o yaratandır
3. es semâvâti : semâlar, gökler
4. ve el arda : ve arz, yeryüzü
5. bi el hakkı : ve hak ile
6. ve yevme : ve gün
7. yekûlu : der
8. kun : ol
9. fe yekûn : hemen, derhal olur
10. kavlu-hu el hakku : onun sözü haktır
11. ve lehu el mulku : ve mülk (hükümranlık) onundur
12. yevme : gün
13. yunfehu : üfürülür
14. fî es sûri : sur’a
15. âlimu el gaybi : gaybı bilen
16. ve eş şehâdeti : ve müşahede edilen, görünen
17. ve huve : ve o
18. el hakîmu : hâkim, hüküm, hikmet sahibi olan
19. el habîru : haberdar olan

Sayfa:136

٧٤

وَاِذْ قَالَ اِبْرهيمُ لِاَبيهِ ازَرَ اَتَتَّخِذُ اَصْنَامًا الِهَةً اِنّى اَريكَ وَقَوْمَكَ فى ضَلَالٍ مُبينٍ

(74) ve iz kale ibrahimü li ebihi azera etettehizü asnamen aliheh inni erake ve kavmeke fi dalalim mübin

o zaman ibrahim, babası azer’e dedi sen putları, ilah mı ediniyorsun şüphesiz ben seni ve kavmini açık bir sapıklık içinde görüyorum

(74) Lo Abraham said to his father Azar: takest thou idols for gods? for see thee and thy people in manifest error.

1. ve iz kâle : demişti
2. ibrâhîmu : İbrâhîm (A.S)
3. li ebî-hi : babasına
4. âzere : Azer
5. e tettehizu : ediniyor musun?
6. esnâmen : putlar
7. âliheten : ilâhlar
8. in-nî : muhakkak ki ben
9. erâ-ke : seni görüyorum
10. ve kavme-ke : ve senin kavmini
11. fî dalâlin : dalâlette
12. mubînin : apaçık, açıkça

٧٥

وَكَذلِكَ نُرى اِبْرهيمَ مَلَكُوتَ السَّموَاتِ وَالْاَرْضِ وَلِيَكُونَ مِنَ الْمُوقِنينَ

(75) ve kezalike nüri ibrahime melekutes semavati vel ardı ve li yekune minel mukinin

ibrahim’e semaların ve arzın mülkünün ihtişamını böylece gösteriyorduk yakin sahiplerinden olsun

(75) So also did we show Abraham the power and the laws of the heavens and the earth, that he might (with understanding) have certitude.

1. ve kezâlike : ve böylece
2. nurî : biz gösteriyoruz
3. ibrâhîme : İbrâhîm (A.S)
4. melekûte : melekût
5. es semâvâti : semâlar, gökler
6. ve el ardı : veyer, yeryüzü
7. ve li yekûne : ve olması için
8. min el mûkınîne : yakîn hasıl edenlerden

٧٦

فَلَمَّا جَنَّ عَلَيْهِ الَّيْلُ رَا كَوْكَبًا قَالَ هذَا رَبّى فَلَمَّا اَفَلَ قَالَ لَا اُحِبُّ الْافِلينَ

(76) felemma cenne aleyhil leylü raa kevkeba kale haza rabbi felemma efele kale la ühibbül afilin

vaktaki gece karanlığa büründü bir yıldız gördü dedi bu benim Rabbimdir vaktaki batıp kayboldu, “ben batanları sevmem” dedi

(76) When the night covered him over, he saw a star: he said: this is my Lord. But when it set, he said: I love not those that set.

1. fe lemmâ : olduğu zaman
2. cenne : örttü, bürüdü
3. aleyhi el leylu : gece onun üzerini
4. raâ : gördü
5. kevkeben : bir yıldız
6. kâle : dedi
7. hâzâ : bu
8. rabbî : benim Rabbim
9. fe lemmâ : fakat olduğu zaman
10. efele : kaybolup gitti, battı
11. kâle : dedi
12. lâ uhibbu : ben sevmem
13. el âfilîne : kaybolup giden

٧٧

فَلَمَّا رَاَالْقَمَرَ بَازِغًا قَالَ هذَا رَبّى فَلَمَّا اَفَلَ قَالَ لَءِنْ لَمْ يَهْدِنى رَبّى لَاَكُونَنَّ مِنَ الْقَوْمِ الضَّالّينَ

(77) felemma rael kamera baziğan kale haza rabbi felemma efele kale leil lem yehdini rabbi le ekunenne minel kavmid dallin

bundan sonra ay’ın ortaya çıkışını gördü bu benim Rabbim dedi o da batınca dedi ki hiç şüphe yok ki Rabbim bana hidayet vermezse muhakkak ben dalalete giden güruhundan olacaktım

(77) When he saw the moon rising in splendour, he said: this is my Lord. But when the moon set, he said: unless my Lord guide me, I shall surely be among those who go astray.

1. fe lemmâ : olduğu zaman, olunca
2. rae el kamere : ay’ı gördü
3. bâzigan : doğarken
4. kâle : dedi
5. hâzâ : bu
6. rabbî : benim Rabbim
7. fe lemmâ : fakat olduğu zaman, olunca
8. efele : kaybolup battı
9. kâle : dedi
10. le in : gerçekten eğer (ise)
11. lem yehdi-nî : beni hidayete erdirmez
12. rabbî : Rabbim
13. le ekûne enne : ben mutlaka olurum
14. min el kavmi ed dâllîne : dalâlette olan kavimden

٧٨

فَلَمَّا رَاَالشَّمْسَ بَازِغَةً قَالَ هذَا رَبّى هذَا اَكْبَرُ فَلَمَّا اَفَلَتْ قَالَ يَا قَوْمِ اِنّى بَرىءٌ مِمَّا تُشْرِكُونَ

(78) felemma raeş şemse baziğaten kale haza rabbi haza ekber felemma efelet kale ya kavmi inni beriüm mimma tüşrikun

bundan sonra güneş’i görünce doğar vaziyette dedi ki bu benim Rabbim bu en büyükleri vaktaki o da batınca dedi ey kavmim ben, ortak koştuğunuz şeylerden beriyim

(78) When he saw the sun rising in splendour, he said: this is my Lord this is the greatest (of all). But when the sun set, he said: O my people I am indeed free from your (guilt) of giving partners to Allah.

1. fe lemmâ : sonra olduğu zaman, olunca
2. rae eş şemse : güneşi gördü
3. bâzigaten : doğarken
4. kâle hâzâ : dedi, bu
5. rabbî : benim Rabbim
6. hâzâ : bu
7. ekberu : daha büyük, en büyük
8. fe lemmâ : fakat olduğu zaman, olunca
9. efelet : kaybolup gitti, battı
10. kâle : dedi
11. yâ kavmî : ey kavmim
12. innî : muhakkak ki ben
13. berîun : uzak
14. min mâ tuşrikûne : sizin şirk (ortak) koştuğunuz şeylerden

٧٩

اِنّى وَجَّهْتُ وَجْهِىَ لِلَّذىفَطَرَ السَّموَاتِ وَالْاَرْضَ حَنيفًاوَمَا اَنَا مِنَ الْمُشْرِكينَ

(79) inni veccehtü vechiye lillezi fetaras semavati vel erda hanifev ve ma ene minel müşrikin

şüphesiz ben yüzümü o’na döndürdüm o ki semaları ve arzı yaratandır ihlasla yöneldim ben müşriklerden değilim

(79) For me, I have set my face, firmly and truly, towards Him Who created the heavens and the earth, and never shall I give partners to Allah.

1. innî : muhakkak ki ben
2. veccehtu : döndüm
3. vechiye : yüzümü
4. li ellezî : ki ona
5. fatare es semâvâti : semâları (gökleri) yarattı
6. ve el arda : ve arz, yeryüzü
7. hanîfen : hanif olarak (tek Allah’a inanan olarak)
8. ve mâ ene : ve ben değilim
9. min el muşrikîne : müşriklerden

٨٠

وَحَاجَّهُ قَوْمُهُ قَالَ اَتُحَاجُّونّى فِى اللّهِ وَقَدْ هَدينِ وَلَا اَخَافُ مَا تُشْرِكُونَ بِه اِلَّا اَنْ يَشَاءَ رَبّى شَيْا وَسِعَ رَبّى كُلَّ شَىْءٍ عِلْمًا اَفَلَا تَتَذَكَّرُونَ

(80) ve haccehu kavmüh kale e tühaccunni fillahi ve kad hedan ve la ehafü ma tüşrikune bihi illa ey yeşae rabbi şey’a vesia rabbi külle şey’in ilma e fe la tetezekkerun

kavmi ona karşı mücadele etti dedi benimle (neden) mücadele ediyorsunuz? Allah beni gerçek hidayet yoluna iletmiştir ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden korkmam Rabbim dilemedikçe bir şey (yapamazsınız) Rabbimin ilmi her şeyden geniştir artık düşünmeyecek misiniz?

(80) His people disputed with him. He said: (come) ye to dispute with me, about Allah, when he (Himself) hath guided me? I fear not (the beings) ye associate with Allah: unless my Lord willeth, (nothing can happen). My Lord comprehendeth in his knowledge all things. Will ye not (yourselves) be admonished?

1. ve hâcce-hu : ve onunla tartıştı
2. kavmu-hu : onun kavmi
3. kâle : dedi
4. e tuhâccûn-nî : benimle tartışıyor musunuz
5. fî allâhi : Allah hakkında
6. ve kad hedâ-ni : ve beni hidayete erdirmişti
7. ve lâ ehâfu : ve ben korkmuyorum, korkmam
8. mâ tuşrikûne : şirk koştuklarınız (şirk koştuğunuz şeyler)
9. bi-hî : O’na
10. illâ : başka, hariç, ancak
11. en yeşâe : onun dilemesi
12. rabbî : benim Rabbim
13. şey’en : bir şey
14. vesia : kuşattı, kuşatmıştır
15. rabbî : Rabbim
16. kulle şey’in : herşeyi
17. ilmen : ilim olarak, ilim ile
18. e fe lâ tetezekkerûne : hâlâ tezekkür etmez misiniz

٨١

وَكَيْفَ اَخَافُ مَا اَشْرَكْتُمْ وَلَا تَخَافُونَ اَنَّكُمْ اَشْرَكْتُمْ بِاللّهِ مَالَمْ يُنَزِّلْ بِه عَلَيْكُمْ سُلْطَانًا فَاَىُّالْفَريقَيْنِ اَحَقُّ بِالْاَمْنِ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ

(81) ve keyfe ehafü ma eşraktüm ve la tehafune enneküm eşraktüm billahi ma lem yünezzil bihi aleyküm sültana fe eyyül ferikani ehakku bil emn in küntüm ta’lemun

nasıl olur da korkarım sizin ortak koştuğunuz şeylerden sizler korkmuyorsunuz Allah’a ortak koşmaktan haklarında hiçbir şekilde delil indirmediği şeylere (tapmaktan) (korkudan) emin olmaya iki taraftan hangisi daha emindir eğer (gerçeği) biliyorsanız

(81) How should I fear (the beings) ye associate with Allah, when ye fear not to give partners to Allah without any warrant having been given to you? which of (us) two parties hath more right to security? (tell me) if ye know.

1. ve keyfe : ve nasıl
2. ehâfu : korkarım
3. mâ eşrektum : sizin şirk koştuğunuz şeyler
4. ve lâ tehâfûne : ve siz korkmuyorsunuz
5. enne-kum eşrektum : siz şirk koştunuz
6. bi allâhi : Allah’a
7. mâ lem yunezzil : bir şey indirmedi
8. bi-hî : onun hakkında
9. aleykum : size
10. sultânen : bir delil, sultan
11. fe eyyu el ferîkayni : artık, iki fırkadan, taraftan hangisi
12. ehakku : daha çok haklı (hakediyor)
13. bi el emni : emin olma, güvenilir olma
14. in kuntum : eğer siz, …iseniz
15. ta’lemûne : biliyorsunuz

Sayfa:137

٨٢

اَلَّذينَ امَنُوا وَلَمْ يَلْبِسُوا ايمَانَهُمْ بِظُلْمٍ اُولءِكَ لَهُمُ الْاَمْنُ وَهُمْ مُهْتَدُونَ

(82) ellezine amenu ve lem yelbisu imanehüm bi zulmin ülaike lehümül emnü ve hüm mühtedun

iman eden kimseler var ya imanlarına zulüm karıştırmayan işte onlar emin olunmuşlardır ve hidayete erenler onlardır

(82) It is those who believe and confuse not their beliefs with wrong that are (truly) in security, for they are on (right) guidance.

1. ellezîne âmenû : âmenû olan kimseler
2. ve lem yelbisû : ve karıştırmazlar
3. îmane-hum : îmânlarını
4. bi zulmin : zulümle
5. ulâike : işte onlar
6. lehum el emnu : onlar emindirler
7. ve hum : ve onlar
8. muhtedûne : hidayete eren (kimse)lerdir

٨٣

وَتِلْكَ حُجَّتُنَا اتَيْنَاهَا اِبْرهيمَ عَلى قَوْمِه نَرْفَعُ دَرَجَاتٍ مَنْ نَشَاءُ اِنَّ رَبَّكَ حَكيمٌ عَليمٌ

(83) ve tilke huccetüna ateynaha ibrahime ala kavmih nerfeu deracatim men neşa’ inne rabbeke hakimün alim

bizim hüccetimiz budur ki kavmine karşı onu ibrahim’e verdik biz dilediğimiz kimsenin derecesini yükseltiriz şüphesiz senin Rabbin hikmet sahibi, bilendir

(83) That was the reasoning about us, which we gave to Abraham (to use) against his people: we raise whom we will, degree after degree: for thy Lord is full of wisdom and knowledge.

1. ve tilke : ve işte bu, bunlar
2. huccetu-nâ : bizim kuvvetli delilimiz, delillerimiz
3. âteynâ-hâ : ona verdik
4. ibrâhîme : İbrâhîm
5. alâ kavmi-hî : onun kavmine karşı
6. nerfeu : yükseltiriz
7. derecâtin : dereceler
8. men neşâu : dilediğimiz kimse(ler)
9. inne : muhakkak ki
10. rabbe-ke : senin Rabbin
11. hakîmun : hakim, hüküm ve hikmet sahibi
12. alîmun : en iyi bilendir

٨٤

وَوَهَبْنَا لَهُ اِسْحقَ وَيَعْقُوبَ كُلًّا هَدَيْنَا وَنُوحًا هَدَيْنَا مِنْ قَبْلُ وَمِنْ ذُرِّيَّتِه دَاوُدَ وَسُلَيْمنَ وَاَيُّوبَ وَيُوسُفَ وَمُوسى وَهرُونَ وَكَذلِكَ نَجْزِى الْمُحْسِنينَ

(84) ve vehebna lehu ishaka ve ya’kub küllen hedeyna ve nuhan hedeyna min kablü ve min zürriyyetihi davude ve süleymane ve eyyube ve yusüfe ve musa ve harun ve kezalike neczil muhsinin

ona ishak’ı ve yakup’u ihsan ettik hepsini hidayete erdirdik ve nuh’u da daha önce gelen zürriyetini de hidayete erdirdik davud’u ve süleyman’ı ve eyyub’u ve yusuf’u ve musa’yı ve harun’u (da) işte biz iyilik yapanları böyle mükafatlandırırız

(84) We gave him Isaac and Jacob: all (three) we guided: and before him, we guided Noah, and among his progeny, David, Solomon, Job, Joseph, Moses, and Aaron: thus do we reward those who do good:

1. ve vehebnâ : ve biz hibe ettik (ihsanda bulunduk) bağışladık
2. lehu : ona
3. ishâka : İshak (A.S)
4. ve ya’kûbe : ve Yâkub (A.S)
5. kullen : hepsi
6. hedeynâ : hidayete erdirdik
7. ve nûhan : ve Nuh (A.S)
8. hedeynâ : biz hidayete erdirdik
9. min kablu : önceden
10. ve min zurriyyeti-hî : ve onun soyundan, zürriyetinden
11. dâvude : Davud (A.S)
12. ve suleymâne : ve Süleyman (A.S)
13. ve eyyûbe : ve Eyyub (A.S)
14. ve yûsufe : ve Yusuf (A.S)
15. ve mûsâ : ve Mûsâ (A.S)
16. ve hârûn : ve Hârun (A.S)
17. ve kezâlike : ve işte böylece
18. neczî el muhsinîne : muhsinleri mükâfatlandırırız

٨٥

وَزَكَرِيَّا وَيَحْيى وَعيسى وَاِلْيَاسَ كُلٌّ مِنَ الصَّالِحينَ

(85) ve zekeriyya ve yahya ve iysa ve ilyas küllüm mines salihiyn

ve Zekeriyya ve Yahya ve İsa ve İlyas hepsi salihlerdendir

(85) And Zakariya and john, and Jesus and Elias: all in the ranks of the righteous:

1. ve zekeriyyâ : ve Zekeriya (A.S)
2. ve yahyâ : ve Yahya (A.S)
3. ve îsâ : ve İsâ (A.S)
4. ve ilyâs : ve İlyas (A.S)
5. kullun : hepsi
6. min es sâlihîne : salihlerden

٨٦

وَاِسْمعيلَ وَالْيَسَعَ وَيُونُسَ وَلُوطًا وَكُلًّا فَضَّلْنَا عَلَى الْعَالَمينَ

(86) ve ismaiyle vel yesea ve yunüse ve luta ve küllen faddalna alel alemin

ve İsmail ve Elyasa ve Yunus ve Lut hepsini alemlere üstün faziletli kıldık

(86) And Isma`il and Elisha. And Jonas, and lot: and to all we gave favour above the nations:

1. ve ismâîle : ve İsmâîl (A.S)
2. ve ilyesea : ve İlyasea (A.S)
3. ve yûnuse : ve Yunus (A.S)
4. ve lûtan : ve Lut (A.S)
5. ve kullen : ve hepsini
6. faddalnâ : üstün kıldık
7. alâ el âlemîne : âlemlere

٨٧

وَمِنْ ابَاءِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْ وَاِخْوَانِهِمْ وَاجْتَبَيْنَاهُمْ وَهَدَيْنَاهُمْ اِلى صِرَاطٍ مُسْتَقيمٍ

(87) ve min abaihim ve zürriyyatihim ve ihvanihim vectebeyna hüm ve hedeynahüm ila sıratim müstekım

onların babalarını zürriyetlerini ve kardeşlerini de ve onları seçtik ve kendilerini sıratı müstakım üzerinde hidayete erdirdik

(87) (to them) and to their fathers, and progeny and brethren: we chose them, and we guided them to a straight way.

1. ve min âbâi-him : ve onların babalarından, atalarından
2. ve zurriyyâti-him : ve onların zürriyetlerinden, nesillerinden
3. ve ihvâni-him : ve onların kardeşlerinden
4. ve ictebeynâ-hum : ve onları seçtik
5. ve hedeynâ-hum : ve onları hidayet ettik, ulaştırdık
6. ilâ sırâtın mustekîmin : Sıratı Mustakîm’e

٨٨

ذلِكَ هُدَى اللّهِ يَهْدى بِه مَنْ يَشَاءُ مِنْ عِبَادِه وَلَوْ اَشْرَكُوا لَحَبِطَ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

(88) zalike hüdellahi yehdi bihi mey yeşaü min ibadih ve lev eşraku le habita anhüm ma kanu ya’melun

işte bu yol Allah’ın hidayet yoludur o bununla kullarından dilediğini hidayete eriştirir eğer şirk koşsalardı onlarında yaptıkları bütün ameller boşa giderdi

(88) This is the guidance of Allah: he giveth that guidance to whom he pleaseth, of his worshippers. If they were to join other gods with him, all that they did would be vain for them.

1. zâlike : işte bu
2. hudâ allâhi : Allah’ın hidayeti
3. yehdî : hidayete erdirir
4. bi-hî : onunla
5. men yeşâu : kimi dilerse, dilediğini
6. min ibâdi-hî : kullarından
7. ve lev : ve eğer, …olsa
8. eşrekû : şirk koştular
9. le habita : elbette boşa gitti, heba oldu
10. an-hum : onlardan
11. mâ kânû : oldukları şey(ler)
12. ya’melûne : yapıyorlar

٨٩

اُولءِكَ الَّذينَ اتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ وَالْحُكْمَ وَالنُّبُوَّةَ فَاِنْ يَكْفُرْ بِهَا هؤُلَاءِ فَقَدْ وَكَّلْنَا بِهَا قَوْمًا لَيْسُوا بِهَا بِكَافِرينَ

(89) ülaikellezine ateynahümül kitabe vel hukme ven nübüvveh fe iy yekfür biha haülai fe kad vekkelna biha kavmel leysu biha bi kafirin

işte bunlar kendilerine kitap, hikmet ve peygamberlik verdiğimiz kimselerdir şimdi bunlar buna nankörlük ediyorlarsa biz onun yerine bunları inkar etmeyen bir kavmi vekil etmişizdir

(89) These were the men to whom we gave the book, and authority, and Prophethood: if these (their descendants) reject them, behold we shall entrust their charge to a new people who reject them not.

1. ulâike ellezîne : işte onlar
2. âteynâ-hum el kitâbe : onlara, kendilerine kitap verdik
3. ve el hukme : ve hikmet
4. ve en nubuvvete : ve nebîlik, peygamberlik
5. fe in : bundan sonra, eğer, ise
6. yekfur : inkâr ederler
7. bi-hâ : onu
8. hâulâi : bunlar
9. fe kad : o taktirde olmuştur
10. vekkelnâ : vekil kıldık
11. bi-hâ : ona
12. kavmen : bir kavim
13. leysû bi-hâ bi kâfirîne : onu inkâr etmeyecek

٩٠

اُولءِكَ الَّذينَ هَدَى اللّهُ فَبِهُديهُمُ اقْتَدِهْ قُلْ لَا اَسْلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْرًا اِنْ هُوَ اِلَّا ذِكْرى لِلْعَالَمينَ

(90) ülaikellezine hedellahü fe bi hüdahümuktedih kul la es’elüküm aleyhi ecra in hüve illa zikra lil alemin

işte bunlar Allah’ın hidayete eriştirdiği kimselerdir hidayet yolunda, (gidenlerin) yanında yer al de ki buna karşılık sizden bir ücret istemem bu (kur’an) ancak alemler için bir öğüttür

(90) Those were the (prophets) who received Allah’s guidance: copy the guidance they received Say: no reward for this do I ask of you: this is no less than a message for the nations.

1. ulâike ellezîne : işte onlar
2. hedâ allâhu : Allah hidayete erdirdi
3. fe bi hudâyu-hum ıktedih : öyleyse onların hidayetine tâbî ol
4. kul : de
5. lâ es’elu-kum : sizden istemiyorum
6. aleyhi : ona (karşılık)
7. ecren : bir ücret
8. in huve : o ise
9. illâ : ancak
10. zikrâ : bir zikirdir, hatırlatmadır, bir öğüttür
11. li el âlemîne : âlemlere, âlemler için

Sayfa:138

٩١

وَمَا قَدَرُوا اللّهَ حَقَّ قَدْرِه اِذْ قَالُوا مَا اَنْزَلَ اللّهُ عَلى بَشَرٍ مِنْ شَىْءٍ قُلْ مَنْ اَنْزَلَ الْكِتَابَ الَّذى جَاءَ بِه مُوسى نُورًا وَهُدًى لِلنَّاسِ تَجْعَلُونَهُ قَرَاطيسَ تُبْدُونَهَا وَتُخْفُونَ كَثيرًا وَعُلِّمْتُمْ مَالَمْ تَعْلَمُوا اَنْتُمْ وَلَا ابَاؤُكُمْ قُلِ اللّهُ ثُمَّ ذَرْهُمْ فى خَوْضِهِمْ يَلْعَبُونَ

(91) ve ma kaderullahe hakka kadrihi iz kalu ma enzelellahü ala beşerim min şey’ kul men enzelel kitabel lezi cae bihi musa nurav ve hüdel lin nasi tec’alunehu karatiyse tübduneha ve tuhfune kesira ve ullimtüm ma lem ta’lemu entüm ve la abaüküm kulillahü sümme zerhüm fi havdihim yel’abun

Allah’ın kadrini hakkı ile bilemediler o zaman dediler Allah hiçbir beşere bir şey indirmedi de ki o kitabı kim indirdi Musa’nın insanlara bir nur ve hidayet olmak üzere getirdiği siz onu sayfalar (halinde) koyuyorsunuz onu açıklıyorsunuz çoğunu da gizliyorsunuz size öğretilmişti sizin ve babalarınızın bilmediklerini “Allah” de sonra onları bırak daldıkları batılda oynayadursunlar

(91) Do just estimate of Allah do they make when they say: nothing doth Allah send down to man (by way of revelation): Say: who then sent down the book which Moses brought? a light and guidance to man: but ye make it into (separate) sheets for show, while ye conceal much (of its contents): therein were ye taught that which ye knew not neither ye nor your fathers. Say: Allah (sent it down): then leave them to plunge in vain discourse and trifling.

1. ve mâ kaderû allâhe : ve onlar Allah’ı takdir edemediler
2. hakka : hakkıyla
3. kadri-hî : onun kadrini
4. iz kâlû : dedikleri zaman
5. mâ enzele allâhu : Allah indirmedi
6. alâ : üzerine, …e
7. beşerin : beşer, insan
8. min şey’in : bir şey
9. kul : de
10. men : kim
11. enzele : indirdi
12. el kitâbe : kitabı
13. ellezî : ki o
14. câe- bi : ile geldi, getirdi
15. : onu
16. mûsâ : Musa (A.S)
17. nûren : bir nur
18. ve huden : ve bir hidayet
19. li en nâsi : insanlara, insanlar için
20. tec’alûne-hu : onu yapıyorsunuz
21. karâtîse : sayfalar, kâğıtlar (kırtasiye)
22. tubdûne-hâ : onu açıklıyorsunuz
23. ve tuhfûne : ve gizliyorsunuz
24. kesîran : çoğunu
25. ve ullimtum : ve size öğretildi
26. : şeyler
27. lem ta’lemû : siz bilmiyorsunuz
28. entum : siz
29. ve lâ : ve değil
30. âbâu-kum : atalarınız, babalarınız
31. kul allâhu : “Allah” de
32. summe : sonra
33. zer-hum : onları bırak
34. : içinde
35. havdı-him : onların dalması
36. yel’abûne : oynuyorlar, oyalanıyorlar

٩٢

وَهذَا كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ مُبَارَكٌ مُصَدِّقُ الَّذى بَيْنَ يَدَيْهِ وَلِتُنْذِرَ اُمَّ الْقُرى وَمَنْ حَوْلَهَا وَالَّذينَ يُؤْمِنُونَ بِالْاخِرَةِ يُؤْمِنُونَ بِه وَهُمْ عَلى صَلَاتِهِمْ يُحَافِظُونَ

(92) ve haza kitabün enzelnahü mübaraküm müsaddikullezi beyne yedeyhi ve li tünzira ümmel kura ve men havleha vellezine yü’minune bil ahirati yü’minune bihi ve hüm ala salatihim yühafizun

işte bu bizim indirdiğimiz bir kitap mübarek, feyizli kendisinden önceki (kitapları) tasdik edicidir ümmül kura (mekke halkını) ve çevresinde olanları uyarasın diye ahirete inanan kimseler buna da inanırlar ve onlar namazlarını muhafaza ederler

(92) And this is a book which we have sent down, bringing blessings, and confirming (the revelations) which came before it: that thou mayest warn the mother of cities and all around her. Those who believe in the Hereafter believe in this (book), and they are constant in guarding their Prayers.

1. ve hâzâ : ve bu
2. kitâbun : bir kitap
3. enzelnâ-hu : onu indirdik
4. mubârekun : kutsal, mübarek
5. musaddıku ellezî : onları doğrulayan, tasdik eden, ki o
6. beyne : arasında
7. yedey-hi
(beyne yedey-hi)
: onun iki eli
: (elleri arasında (önlerinde))
8. ve li tunzire : ve uyarman için
9. umme el kurâ : şehirlerin anası
10. ve men havle-hâ : ve onun etrafındakiler
11. ve ellezîne : ve onlar
12. yu’minûne : iman ederler
13. bi el âhıreti : ahirete
14. yu’minûne : îmân ederler
15. bi-hî : ona
16. ve hum : ve onlar
17. alâ salâti-him : namazlarını
18. yuhâfizûne : muhafaza ederler

٩٣

وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرى عَلَى اللّهِ كَذِبًا اَوْ قَالَ اُوحِىَ اِلَىَّ وَلَمْ يُوحَ اِلَيْهِ شَىْءٌ وَمَنْ قَالَ سَاُنْزِلُ مِثْلَ مَا اَنْزَلَ اللّهُ وَلَوْ تَرى اِذِ الظَّالِمُونَ فى غَمَرَاتِ الْمَوْتِ وَالْمَلءِكَةُ بَاسِطُوا اَيْديهِمْ اَخْرِجُوا اَنْفُسَكُمْ اَلْيَوْمَ تُجْزَوْنَ عَذَابَ الْهُونِ بِمَا كُنْتُمْ تَقُولُونَ عَلَى اللّهِ غَيْرَ الْحَقِّ وَكُنْتُمْ عَنْ ايَاتِه تَسْتَكْبِرُونَ

(93) ve men azlemü mimmenif tera alellahi keziben ev kale uhiye ileyye ve lem yuha ileyhi şey’üv ve men kale seunzilü misle ma enzelellah ve lev tera iziz zalimune fi ğameratil mevti vel melaiketü basitu eydihim ahricu enfüseküm elyevme tüczevne azabel huni bi ma küntüm tekulune alellahi ğayral hakkı ve küntüm an ayatihi testekbirun

o kimseden zalim kim olabilir Allah’ın üzerine yalan yere iftira eden yahut “bana vahiy olundu” diyen kendisine hiçbir şey vahiy olunmadığı (halde) Allah’ın indirdiği ayetlerin mislini bende indireceğim diyen kimse bir görsen zalimleri ölüm (halinde) can çekişirken melekler ellerini uzattıklarında çıkarın canlarınızı bugün alçaklık azabı (ile) cezalandırılacaksınız Allah’a karşı hak olmayanı söylemenizden ve onun ayetlerine karşı büyüklük taslamanızdan (ötürü)

(93) Who can be more wicked than one who inventeth a lie against Allah, or saith, I have received inspiration, when he hath received none, or (again) who saith, I can reveal the like of what Allah hath revealed? if thou couldst but see how the wicked (do fare) in the flood of confusion at death the angels stretch forth their hands, (saying), yield up your souls: this day shall ye receive your reward, a penalty of shame, for that ye used to tell lies against Allah, and scornfully to reject of his Signs

1. ve men : ve kim
2. azlemu : daha zalim
3. mim men ifterâ : iftira eden kimseden
4. alâ âllâhi : Allah’a karşı
5. keziben : yalanla, yalan olarak
6. ev : veya
7. kâle : dedi
8. ûhıye : vahyolundu
9. ileyye : bana
10. ve lem yûha : ve vahyolunmadı
11. ileyhi : ona, kendisine
12. şey’un : bir şey
13. ve men : ve kim
14. kâle : dedi
15. se-unzilu : yakında indireceğim
16. misle : benzeri, gibi
17. mâ enzele allâhu : Allah’ın indirdiği şey
18. ve lev : ve eğer, olsa
19. terâ : görürsün
20. iz ez zâlimûne : o zaman zalimleri
21. fî gamerâti el mevti : ölümün şiddetinde
22. ve el melâiketu : ve melekler
23. bâsitû : uzatarak
24. eydî-him, : onların elleri, elleri
25. ahricû : çıkarın
26. enfuse-kum : canlarınızı, nefslerinizi
27. el yevme : bugün
28. tuczevne : karşılık (ceza) göreceksiniz
29. azâb el hûni : alçaltıcı bir azap
30. bi-mâ : dolayısıyla, sebebiyle
31. kuntum : siz oldunuz
32. tekûlûne : söylüyorsunuz
33. alâ allâhi : Allah’a karşı
34. gayre el hakkı : haksız olan, hak olmayan şeyler
35. ve kuntum : ve siz ….. oldunuz
36. an âyâti-hi : O’nun âyetlerinden, âyetlerine
37. testekbirûne : kibirleniyorsunuz

٩٤

وَلَقَدْ جِءْتُمُونَا فُرَادى كَمَا خَلَقْنَاكُمْ اَوَّلَ مَرَّةٍ وَتَرَكْتُمْ مَا خَوَّلْنَاكُمْ وَرَاءَ ظُهُورِكُمْ وَمَا نَرى مَعَكُمْ شُفَعَاءَكُمُ الَّذينَ زَعَمْتُمْ اَنَّهُمْ فيكُمْ شُرَكؤُا لَقَدْ تَقَطَّعَ بَيْنَكُمْ وَضَلَّ عَنْكُمْ مَا كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ

(94) velekad ci’tümü nafürada kema halekna küm evvelimerretiv ve teraktüm ma havvelnaküm verae zuhuriküm ve ma nera meaküm şüfeaekümül lezine zeamtüm ennehüm fiküm şüraka’ le kad tekattaa beyneküm ve dalle anküm ma küntüm tez’umun

gerçekten siz, bize ilk defa yaratıldığınız gibi teker teker geldiniz. Size verdiğimiz malı mülkü arkanızda bıraktınız, şefaatçilerinizi yanınızda görmüyoruz. O kimseler ki içinizde onları şerikler zannetmiştiniz, aranızdaki (Rabıta) paramparça oldu umduklarınız sizden hepsi kaybolup gitti

(94) And behold ye come to us bare and alone as we created you for the first time: ye have left behind you all (the favours) which we bestowed on you: we see not with you your intercessors whom ye thought to be partners in your affairs: so now all relations between you have been cut off, and your (pet) fancies have left you in the lurch!

1. ve lekad : ve andolsun
2. ci’timû-nâ : bize geldiniz
3. furâdâ : fertler olarak, tek tek
4. kemâ : gibi
5. halaknâ-kum : sizi yarattık
6. evvele : evvel, ilk
7. merretin : defa
8. ve terektum : terkettiniz, bıraktınız
9. : şeyleri
10. havvelnâ-kum : size verdik, lütfettik
11. verâe zuhûri-kum : (sizin) arkanızda
12. ve mâ nerâ : ve görmüyoruz
13. mea-kum : sizinle beraber
14. şufeâe-kum : sizin şefaatçileriniz
15. ellezîne : ki onlar
16. zeamtum : siz zannettiniz
17. enne-hum : onların olduğunu
18. fî-kum : sizinle
19. şurekâû : ortaklar
20. lekad : andolsun
21. tekattaa : bağlar parçalanıp, koparılmış
22. beyne-kum : sizinle aranızdaki
23. ve dalle : ve saptı, uzaklaştı, kayboldu
24. an-kum : sizlerden
25. mâ kuntum : sizin ….. olduğunuz şeyler
26. tez’umûne : zannediyorsunuz

Sayfa:139

٩٥

اِنَّ اللّهَ فَالِقُ الْحَبِّ وَالنَّوى يُخْرِجُ الْحَىَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَمُخْرِجُ الْمَيِّتِ مِنَ الْحَىِّ ذلِكُمُ اللّهُ فَاَنّى تُؤْفَكُونَ

(95) innellahe falikul habbi ven neva yuhricül hayye minel meyyiti ve muhricül meyyiti minel hayy zalikümüllahü fe enna tü’fekun

şüphesiz Allah taneleri ve çekirdekleri yaratandır ölüden diriyi çıkaran diriden ölüyü çıkarandır işte Allah (böyle yapar) nasıl da dönüp gidiyorsunuz

(95) It is Allah who causeth the seed grain and the date stone to split and sprout. He causeth the living to issue from the dead, and he is the one to cause the dead to issue from the living. That is Allah: them how are ye deluded away from the truth?

1. inne allâhe : muhakkak ki Allah
2. fâliku el habbi : taneyi yarıp çıkaran
3. ve en nevâ : ve çekirdek
4. yuhricu : çıkarır
5. el hayye : diri, canlı
6. min el meyyiti : ölüden
7. ve muhricu el meyyiti : ve ölüyü çıkarandır
8. min el hayyi : diriden, canlıdan
9. zâlikum allâhu : işte bu Allah’tır
10. fe ennâ : öyleyse nasıl
11. tu’fekune : çevriliyorsunuz, döndürülüyorsunuz

٩٦

فَالِقُ الْاِصْبَاحِ وَجَعَلَ الَّيْلَ سَكَنًاوَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ حُسْبَانًا ذلِكَ تَقْديرُ الْعَزيزِ الْعَليمِ

(96) falikul isbah ve cealel leyle sekenev veş şemse vel kamera husbana zalike takdirul azizil alim

sabahı karanlıktan yararak geceyi sükunet kılandır güneş’i ve ay’ı hesaplı bir şekilde (yapandır) işte bunlar güçlü, bilici olan (Allah’ın) takdiridir

(96) He it is that cleaveth the day break (from the dark): he makes the night for rest and tranquility, and the sun and moon for the reckoning (of time): such is the judgment and ordering of (him), the exalted in power, the omniscient.

1. fâliku el ısbâhı : sabahı yarıp çıkaran
2. ve ceale el leyle : ve geceyi kıldı (yaptı)
3. sekenen : bir sukûn (dinlenme) vakti
4. ve eş şemse : ve güneş
5. ve el kamere : ve ay
6. husbânen : bir ölçü olarak, hesaplama ünitesi, hesap vasıtası
7. zâlike : işte bu
8. takdîru : takdiridir
9. el azîzi : azîz, üstün ve güçlü olan
10. el alîmi : âlim, en iyi bilen

٩٧

وَهُوَ الَّذى جَعَلَ لَكُمُ النُّجُومَ لِتَهْتَدُوا بِهَا فى ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِ قَدْ فَصَّلْنَا الْايَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ

(97) ve hüvellezi ceale lekümün nücume li tehtedu biha fi zulümatil berri vel bahr kad fassalnel ayati li kavmiy ya’lemun

yolunuzu bulasınız (diye) yıldızları sizin için yaratandır karanın ve denizin karanlıklarında gerçekten biz bilen bir kavme bu ayetleri açıkladık

(97) it is who maketh the stars (as beacons) for you, that ye may guide yourselves, with their help, through the dark spaces of land and sea: we detail our Signs for people who know.

1. ve huve ellezî : ve o ki
2. ceale : kıldı, yaptı, var etti
3. lekum en nucûme : sizin için yıldızlar
4. li tehdedû : hidayete ermeniz için, yol bulmanız için
5. bi-hâ : onunla
6. fî zulumâti el berri : karanın karanlıklarında
7. ve el bahr : ve deniz
8. kad : oldu
9. fassalna el âyâti : âyetleri birer birer, detayları ile açıkladık
10. li kavmin : bir kavim için, bir topluluk için
11. ya’lemûne : biliyorlar

٩٨

وَهُوَ الَّذى اَنْشَاَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ فَمُسْتَقَرٌّ وَمُسْتَوْدَعٌ قَدْ فَصَّلْنَا الْايَاتِ لِقَوْمٍ يَفْقَهُونَ

(98) ve hüvellezi enşeeküm min nefsiv vahidetin fe müstekarruv ve müstevdaun kad fassalnel ayati li kavmiy yefkahun

o kimse ki bir tek nefisten yaratıldı yerleştirdiği bir yer ve bekletildiği (bir yer vardır) gerçekten biz anlayan bir kavme bu ayetleri açıklarız

(98) it is who hath produced you from a single person: here is a place of sojourn and a place of departure: we detail our Signs for people who understand.

1. ve huve ellezî : ve o ki
2. enşee-kum : sizi yarattı
3. min nefsin : bir nefsten
4. vâhıdetin : bir tek
5. fe mustekarrun : böylece bir kararlı kalma yeri vardır
6. ve mustevdaun : ve bir emanet yeri
7. kad : oldu
8. fassalna el âyâti : âyetleri ayrı ayrı detayları ile açıkladık
9. li kavmin : bir kavim için, bir topluluk için
10. yefkahûne : fıkıh ediyorlar, idrak ediyorlar

٩٩

وَهُوَ الَّذى اَنْزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَاَخْرَجْنَا بِه نَبَاتَ كُلِّ شَىْءٍ فَاَخْرَجْنَا مِنْهُ خَضِرًا نُخْرِجُ مِنْهُ حَبًّا مُتَرَاكِبًا وَمِنَ النَّخْلِ مِنْ طَلْعِهَا قِنْوَانٌ دَانِيَةٌ وَجَنَّاتٍ مِنْ اَعْنَابٍ وَالزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ مُشْتَبِهًا وَغَيْرَ مُتَشَابِهٍ اُنْظُرُوا اِلى ثَمَرِه اِذَا اَثْمَرَ وَيَنْعِه اِنَّ فى ذلِكُمْ لَايَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ

(99) ve hüve llezi enzele mines semai maa fe ahracna bihi nebate külli şey’in fe ahracna minhü hadiran nuhricü minhü habbem müterakiba veminen nahli min tal’iha kinvanün daniyetüv ve cennatim min a’nabiv vez zeytune ver rummane müştebihev ve ğayra müteşabih ünzuru ila semerihi iza esmera ve yen’ih inne fi zaliküm le ayatil li kavmiy yü’minun

o’dur gökten su indiren her türlü şeyin nebatını çıkardık ondan yeşil bitki (ve) meyveler çıkardık ondan birbirinin üstüne binmiş taneler çıkarıyoruz birbirine yakın, üzerinde tomurcukları olmuş hurma salkımları üzüm bağları zeytin ve nar birbirine benzeyen ve benzemeyen (meyveler) bakın o meyvenin ilk haline ve son haline şüphesiz var oluşta iman edenler için ayetler (vardır)

(99) it is He Who sendeth down rain from the skies: with it We produce vegetation of all kinds: from some We produce green (crops), out of which We produce grain, heaped up (at harvest) out of the date palm and its sheaths (or spathes) (come) clusters of dates hanging low and near: and (then there are) gardens of grapes, and olives, and pomegranates, each similar (in kind) yet different (in variety): when they begin to bear fruit, feast your eyes with the fruit and the ripeness thereof. Behold in these things there are Signs for people who believe.

1. ve huve ellezî : ve o ki
2. enzele : indirdi
3. min es semâi mâen : semâdan su
4. fe ahrecnâ : böylece çıkardık
5. bi-hî : onunla
6. nebate : bitki, nebat
7. kulli şey’in : herşey
8. fe ahrecnâ : böylece çıkardık
9. min-hu : ondan
10. hadıran : bir yeşillik
11. nuhricu : çıkarıyoruz, çıkarırız
12. min-hu : ondan
13. habben : tane(ler)
14. muterâkiben : üst üste olan
15. ve min en nahli : hurma ağacından
16. min tal’ı-hâ : onun tomurcuğundan
17. kınvânun : hurma salkımları
18. dâniyetun : sarkıtılmış
19. ve cennâtin : bahçeler, bostanlar
20. min a’nâbin : üzümlerden
21. ve ez zeytûne : ve zeytinler
22. ve er rummâne : ve nar(lar)
23. muştebihen : benzeyen
24. ve gayre muteşâbihin : ve benzemeyen
25. unzurû : bakın
26. ilâ semeri-hî : onun meyvesine
27. izâ esmere : meyve (ürün, semere) verdiği zaman
28. ve yen’ı-hî : ve onun olgun hali
29. inne : muhakkak ki
30. fî zâlikum : bunlarda vardır
31. le âyâtin : elbette âyetler
32. li kavmin : bir kavim için, topluluk için
33. yu’minûne : îmân edenler

١٠٠

وَجَعَلُوا لِلّهِ شُرَكَاءَ الْجِنَّ وَخَلَقَهُمْ وَخَرَقُوا لَهُ بَنينَ وَبَنَاتٍ بِغَيْرِ عِلْمٍ سُبْحَانَهُ وَتَعَالى عَمَّا يَصِفُونَ

(100) ve cealu lillahi şüraka el cinne ve halekahüm ve haraku lehu benine ve benatim bi ğayri ilm sübhanehu ve teala amma yesifun

Allah’a ortak koştular cinleri onları da (Allah) yaratmıştır (Allah’a) oğullar ve kızlar uydurdular ilimleri olmadığı halde vasıflandırdıkları şeylerden münezzeh ve yücedir O

(100) Yet they make the Jinns equals with Allah, though Allah did create the Jinns attribute to him sons and daughters. having no knowledge, Praise and glory be to him (for he is) above what they attribute to Him!

1. ve cealû : kıldılar
2. li allâhi : Allah için, Allah’a
3. şurekâe el cinne : cinleri ortak kıldılar, ortak koştular
4. ve halaka-hum : ve onları yarattı
5. ve harakû : ve yalan uydurdular
6. lehu : onun
7. benîne : oğullar
8. benâtin : ve kızlar
9. bi gayri : olmaksızın
10. ilmin : bir bilgi, bir ilim
11. subhâne-hu : o tenzih edilendir, o sübhandır, o herşeyden münezzehtir
12. ve teâlâ : ve yücedir
13. ammâ (an mâ) : şeylerden
14. yasifûne : vasıflandırılıyorlar

١٠١

بَديعُ السَّموَاتِ وَالْاَرْضِ اَنّى يَكُونُ لَهُ وَلَدٌ وَلَمْ تَكُنْ لَهُ صَاحِبَةٌ وَخَلَقَ كُلَّ شَىْءٍ وَهُوَ بِكُلِّ شَىْءٍ عَليمٌ

(101) bedius semavati vel ard enna yekunü lehu veledüv ve lem tekül lehu sahibeh ve haleka külle şey’ ve hüve bi külli şey’in alim

gökleri ve yeri yaratandır o’nun nasıl çocuğu olabilir o’nun eşi de yoktur her şeyi yaratmıştır o her şeyi (hakkı) ile bilendir

(101) To him is due the primal origin of the heavens and the earth: how can he have a son when he hath no consort? he created all things, and he hath full knowledge of all things.

1. bedîu : örneği olmaksızın yoktan yaratan
2. es semâvâti : semâlar, gökler
3. ve el ard : ve arz, yeryüzü
4. ennâ : nasıl
5. yekûnu : olur
6. lehu : onun
7. veledun : çocuk
8. ve lem tekun : ve olmamıştır
9. lehu : onun
10. sâhıbetun : zevce, hanım, eş
11. ve halaka : ve yarattı
12. kulle şey’in : herşeyi
13. ve huve bikulli şey’in : ve O herşeyi
14. alîmun : en iyi bilendir

Sayfa:140

١٠٢

ذلِكُمُ اللّهُ رَبُّكُمْ لَا اِلهَ اِلَّا هُوَ خَالِقُ كُلِّ شَىْءٍ فَاعْبُدُوهُ وَهُوَ عَلى كُلِّ شَىْءٍ وَكيلٌ

(102) zalikümüllahü rabbüküm la ilahe illa hu haliku külli şey’in fa’büduh ve hüve ala külli şey’iv vekil

işte Rabbiniz Allah (budur) o’ndan başka ilah yoktur her şeyi yaratandır o halde kulluk edin o her şeyin üzerine vekildir

(102) That is Allah, your Lord! There is no god but He, the Creator of all things: then worship ye Him: and He hath power to dispose of all affaires.

1. zâlikum allâhu : işte bu Allah
2. rabbu-kum : sizin Rabbiniz
3. lâ ilâhe : ilâh yoktur
4. illâ huve : ondan başka
5. hâliku : yaratan
6. kulli şey’in : herşeyi
7. fe ubudû-hu : artık ona kul olun
8. ve huve : ve o
9. alâ kulli şey’in : herşeye
10. vekîlun : vekildir

١٠٣

لَاتُدْرِكُهُ الْاَبْصَارُ وَهُوَ يُدْرِكُ الْاَبْصَارَ وَهُوَ اللَّطيفُ الْخَبيرُ

(103) la tüdrikühül ebsaru ve hüve yüdrikül ebsar ve hüvel latiyfül habir

gözler O’nu idrak edemez ama o gözleri idrak eder O Latiftir (her şey den) haberi vardır

(103) No vision can grasp him, but his grasp is over all vision: he is above all comprehension, yet is acquainted with all things.

1. lâ tudriku-hu : onu idrak edemez
2. el ebsâru : görme hassaları (gözler)
3. ve huve : ve O
4. yudriku : idrak eder
5. el ebsâra : görme hassaları (gözler)
6. ve huve : ve O
7. el lâtîfu : lâtif, güzel, hoş, lütfeden
8. el habîru : haberdar olandır

١٠٤

قَدْ جَاءَكُمْ بَصَاءِرُ مِنْ رَبِّكُمْ فَمَنْ اَبْصَرَ فَلِنَفْسِه وَمَنْ عَمِىَ فَعَلَيْهَا وَمَا اَنَا عَلَيْكُمْ بِحَفيظٍ

(104) kad caeküm besairu mir rabbiküm fe men ebsara fe li nefsih ve men amiye fe aleyha ve ma ene aleyküm bi hafiyz

gerçekten size Rabbinizden basiret geldi artık kim (hakkı) görürse onu kendisi için (görür) kim de körlük ederse,kendi aleyhinedir ben sizin üzerinize hafız değilim

(104) Now have come to you, from your Lord, proofs (to open your eyes): if any will see, it will be for (the good of) his own soul it will be to his own (harm): I am not (here) to watch over your doings.

1. kad : oldu, olmuştu
2. câe-kum : size geldi
3. basâiru : basiretler, basarlar (görme yeteneği)
4. min rabbi-kum : Rabbinizden
5. fe men : artık kim
6. ebsara : (kalp gözü ile) gördü
7. fe li nefsi-hi : artık, onun lehinedir, kendi nefsi içindir
8. ve men : ve kim
9. amiye : kör olursa, kör kalırsa
10. fe aleyhâ : o zaman onun aleyhinedir (sorumluluğu onun üzerinedir)
11. ve mâ ene aleykum : ve ben sizin üzerinize … değilim
12. bi hafîzin : gözeten, muhafız

١٠٥

وَكَذلِكَ نُصَرِّفُ الْايَاتِ وَلِيَقُولُوا دَرَسْتَ وَلِنُبَيِّنَهُ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ

(105) ve kezalike nüsarrifül ayati ve li yekulu deraste ve li nübeyyinehu li kavmiy ya’lemun

işte biz ayetleri böyle tasrif ediyoruz “sen ders almışsın” desinler bilen kavme açıklayalım

(105) Thus do we explain the Signs by various (symbols): that they may say, thou hast taught (us) diligently, and that we may make the matter clear to those who know.

1. ve kezâlike : ve işte böylece
2. nusarrifu el âyâti : âyetleri ayrı ayrı açıklıyoruz
3. ve li yekûlû : ve derler diye
4. dereste : sen ders aldın
5. ve li nubeyyine-hu : ve onu beyan etmemiz için
6. li kavmin : bir kavme, bir topluluğa
7. ya’lemûne : biliyorlar

١٠٦

اِتَّبِعْ مَا اُوحِىَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ لَا اِلهَ اِلَّا هُوَ وَاَعْرِضْ عَنِ الْمُشْرِكينَ

(106) ittebi’ ma uhiye ileyke mir rabbik la ilahe illa hu ve a’rid anil müşrikin

Rabbinden sana vahiy olunana tabi ol ondan başka ilah yoktur müşriklerden yüz çevir

(106) Follow what thou art taught by inspiration from thy Lord: there is no god but He: and turn aside from those who join gods with Allah.

1. ittebi’ : tâbî ol
2. mâ uhıye : vahyolunan şey
3. ileyke : sana
4. min rabbi-ke : senin Rabbinden
5. lâ ilâhe : ilah yoktur
6. illâ : …’den başka
7. huve : O
8. ve a’rıd : ve yüz çevir
9. an el muşrikîne : müşriklerden

١٠٧

وَلَوْ شَاءَ اللّهُ مَا اَشْرَكُوا وَمَا جَعَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَفيظًا وَمَا اَنْتَ عَلَيْهِمْ بِوَكيلٍ

(107) ve lev şaellahü ma eşraku ve ma cealnake aleyhim hafiyza ve ma ente aleyhim bi vekil

Allah dilemiş olsaydı müşrik olmazlardı seni onların üzerine muhafız yapmadık sen onların üzerinde vekil değilsin

(107) If it had been Allah’s plan, they would not have taken false gods: but we made thee not one to watch over their doings, nor art thou set over them to dispose of their affairs.

1. ve lev : ve eğer, şâyet
2. şâe allâhu : Allah diledi
3. mâ eşrekû : şirk koşmazlardı, koşamazlardı
4. ve mâ cealnâ-ke : ve biz seni kılmadık, yapmadık
5. aleyhim : onların üzerinde
6. hafîzan : gözetleyici, muhafız
7. ve mâ ente : ve sen değilsin
8. aleyhim : onların üzerinde, onlara
9. bi vekîlin : bir vekil

١٠٨

وَلَاتَسُبُّوا الَّذينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّهِ فَيَسُبُّوااللّهَ عَدْوًا بِغَيْرِ عِلْمٍ كَذلِكَ زَيَّنَّا لِكُلِّ اُمَّةٍ عَمَلَهُمْ ثُمَّ اِلى رَبِّهِمْ مَرْجِعُهُمْ فَيُنَبِّءُهُمْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

(108) ve la tesübbüllezine yed’une min dunillahi fe yesübbullahe advem bi ğayri ilm kezalike zeyyenna likülli ümmetin amelehüm sümme ila rabbihim merciuhüm fe yünebbiühüm bi ma kanu ya’melun

Allah’tan başka taptıkları şeylere sövmeyin ki bilgileri olmadığı halde haddi aşarak Allah’a sövmesinler böylece her ümmetin amellerini süslemişizdir sonra onların dönüşleri Rabbinedir neler yapmışlarsa kendilerine haber verecektir

(108) Revile not ye those whom they call upon besides Allah, lest they out of spite revile Allah in their ignorance. Thus have we made alluring to each people its own doings. In the end will they return to their Lord, and we shall then tell them the truth of all that they did.

1. ve lâ tesubbû : ve sövmeyin
2. ellezîne : onlara
3. yed’ûne : tapıyorlar, dua ediyorlar
4. min dûni allâhi : Allah’tan başka
5. fe yesubbû allâhe : o taktirde, aksi halde onlar Allah’a söverler
6. adven : düşmanlıkla haddi aşıp
7. bi gayri ilm : bir ilmi olmadan
8. kezâlike : işte böyle
9. zeyyennâ : süsledik
10. li kulli ummetin : her ümmete
11. amele-hum : onların amellerini
12. summe : sonra
13. ilâ rabbi-him : Rab’lerine
14. merciu-hum : onların dönüşleri
15. fe yunebbiu-hum : o zaman onlara haber verecek
16. bi-mâ : o şey(ler)i
17. kânû : oldular
18. ya’melûne : yapıyorlar

١٠٩

وَاَقْسَمُوا بِاللّهِ جَهْدَ اَيْمَانِهِمْ لَءِنْ جَاءَتْهُمْ ايَةٌ لَيُؤْمِنُنَّ بِهَا قُلْ اِنَّمَا الْايَاتُ عِنْدَ اللّهِ وَمَا يُشْعِرُكُمْ اَنَّهَا اِذَا جَاءَتْ لَايُؤْمِنُونَ

(109) ve aksemu billahi cehde eymanihim le in caethüm ayetül le yü’minünne biha kul innemel ayatü indellahi ve ma yüş’iruküm enneha iza caet la yü’minun

kuvvetleri ile Allah’a kasem ederek yemin ettiler eğer kendilerine bir ayet gelirse mutlaka ona inanacaklarına de ki mucizeler ancak Allah’ın katındadır siz şuur edemezsiniz o mucize geldiği zaman inanmayacaklardır

(109) They swear their strongest oaths by Allah, that if a (special) sign came to them, by it they would believe. Say: certainly (all) Signs are in the power of go: but what will make you (Muslims) realize that (even) if (special) Signs came, they will not believe.

1. ve aksemû : ve yemin ettiler
2. bi allâhi : Allah’a
3. cehde : en kuvvetli
4. eymâni-him : (onların) yeminleri
5. le in : mutlaka, eğer olursa
6. câet-hum : onlara geldi
7. âyetun : âyet, mucize
8. le yu’minunne : mutlaka îmân edeceklerine
9. bi-hâ : ona
10. kul : de
11. innemâ el ayâtu : âyetler ancak
12. inde allâhi : Allah katında
13. ve mâ yuş’iru-kum : ve size bildirmez, sizi farkına vardırmaz (siz farkında değilsiniz)
14. enne-hâ : onun ….. olduğunu
15. izâ câet : geldiği zaman
16. lâ yu’minûne : îmân etmezler

١١٠

وَنُقَلِّبُ اَفِدَتَهُمْ وَاَبْصَارَهُمْ كَمَا لَمْ يُؤْمِنُوا بِه اَوَّلَ مَرَّةٍ وَنَذَرُهُمْ فى طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ

(110) ve nükallibü ef’idetehüm ve ebsarahüm kema lem yü’minu bihi evvele merrativ ve nezeruhüm fi tuğyanihim ya’mehun

onların kalplerini ve gözlerini ters çeviririz ilk defa buna iman etmedikleri gibi onları bırakacağız kendi tuğyanları içinde bocalar halde

(110) We (too) shall turn to (confusion) their hearts and their eyes, even as they refused to believe in this in the first instance: we shall leave them in their trespasses, to wander in distraction.

1. ve nukallibu : ve çeviririz, döndürürüz
2. ef’idete-hum : onların fuad hassaları (nefslerinin kalbinin idrak hassaları)
3. ve ebsâre-hum : ve onların basiretleri, kalp gözünün görme hassaları
4. kemâ : gibi
5. lem yu’minû : îmân etmediler (mü’min olmadılar)
6. bi-hî : ona
7. evvele : evvel, ilk
8. merretin : defa
9. ve nezeru-hum : ve onları terkederiz
10. : içinde
11. tugyâni-him : tuğyanları, taşkınlıkları
12. ya’mehûne : bocalıyorlar, şaşırıyorlar