04. Cuz

RevelationCuzPageSurah
89461Al-i İmran(3)

٩٢

لَنْ تَنَالُوا الْبِرَّ حَتّىتُنْفِقُوا مِمَّا تُحِبُّونَوَمَا تُنْفِقُوا مِنْ شَىْءٍ فَاِنَّ اللّهَ بِه عَليمٌ

(92) len tenalül birra hatta tünfiku mimma tühibbun ve ma tünfiku min şey’in fe innellahe bihi alim

iyiliğe nail olamazsınız infak etmedikçe sizler sevdiğiniz şeylerden sadaka (olarak) ne verirseniz şüphesiz Allah onu bilir

(92) By no means shall ye attain righteousness unless ye give (freely) of that which ye love and whatever ye give, of a truth Allah knoweth it well.

1. len tenâlû : nail olamazsınız, erişemezsiniz
2. el birre : birr (üst seviyede zekat)
3. hattâ tunfikû : infak edinceye kadar, infak etmedikçe
4. mim-mâ tuhibbûne : sevdiğiniz şeylerden
5. ve mâ tunfikû : ve infak ettiğiniz şey
6. min şey’in : bir şeyden
7. fe inne allâhe : o zaman, muhakkak ki Allah
8. bi-hî alîmun : onu en iyi bilen

٩٣

كُلُّ الطَّعَامِ كَانَ حِلًّا لِبَنى اِسْرَاءلَ اِلَّا مَا حَرَّمَ اِسْرَاءلُعَلى نَفْسِه مِنْ قَبْلِ اَنْ تُنَزَّلَ التَّوْريةُ قُلْ فَاْتُوا بِالتَّوْريةِ فَاتْلُوهَا اِنْ كُنْتُمْ صَادِقينَ

(93) küllüt taami kane hillel li beni israile illa ma harrame israilü ala nefsihi min kabli en tünezzelet tevrah kul fe’tu bit tevrati fatluha in küntüm sadikiyn

bütün taamlar helaldi israil oğullarına haram kıldığından başka yakup’un kendine tevrat indirilmezden önce de ki haydi tevrat’ı getirin doğru söylüyorsanız, onu okuyuverin

(93) All food was lawful to the Children of Israel, except what Israel made unlawful for itself, before the law (of Moses) was revealed. Say: bring ye the law and study it, if ye men of truth.

1. kullu et taâmi : bütün yiyecekler
2. kâne hillen : helâl idi
3. li benî isrâîle : israiloğulları için
4. illâ : …’den başka
5. mâ harrame : haram kıldığı şey(ler)
6. isrâîlu : israil
7. alâ nefsi-hî : kendisine
8. min kabli : önceden, daha önce
9. en tunezzele : indirilmesi
10. et tevrâtu : tevrat
11. kul : de, söyle
12. fe’tû : o halde, öyleyse getirin
13. bi et tevrâti : tevrat’ı
14. fe utlû-hâ : öyleyse, haydi, (…yapın) da okuyun
15. in kuntum : eğer siz …. iseniz
16. sâdıkîne : sadık(lar), yeminlerine, sözlerine sadık olanlar, doğru söyleyenler

٩٤

فَمَنِ افْتَرى عَلَى اللّهِ الْكَذِبَ مِنْ بَعْدِ ذلِكَ فَاُولءِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ

(94) fe meniftera alellahil kezibe mim ba’di zalike fe ülaike hümüz zalimun

kim Allah’a iftira atarsa bundan sonra yalan yere işte onlar zalimlerdir

(94) If any, after this, invent a lie and attribute it to Allah, they are indeed unjust wrongdoers.

1. fe men : artık, o taktirde kim
2. ifterâ : iftira etti
3. alâ allâhi : Allah’a
4. el kezibe : yalan
5. min ba’di zâlike : bundan sonra
6. fe ulâike : artık, o taktirde işte onlar
7. hum ez zâlimûne : onlar zalimlerdi

٩٥

قُلْ صَدَقَ اللّهُ فَاتَّبِعُوامِلَّةَ اِبْرهيمَحَنيفًا وَمَاكَانَ مِنَ الْمُشْرِكينَ

(95) kul sadekallahü fettebiu millete ibrahime hanifa ve ma kane minel müşrikin

de ki Allah doğru buyurmuştur o halde sizde tabi olun muvahhide olan ibrahim’in dinine (o) müşriklerden olmadı

(95) Say: Allah speaketh the truth: follow the religion of Abraham, the sane in Faith he was not of the pagans.

1. kul : de, söyle
2. sadaka allâhu : Allah doğruyu söyledi
3. fe ittebiû : öyle ise tâbî olun
4. millete ibrâhîme : ibrâhîm’in dînine
5. hanîfen : hanif olarak (tek Allah’a inanarak teslim olmak)
6. ve mâ kâne : ve o olmadı
7. min el muşrikîne : müşriklerden

٩٦

اِنَّ اَوَّلَ بَيْتٍ وُضِعَ لِلنَّاسِ لَلَّذى بِبَكَّةَ مُبَارَكًا وَهُدًى لِلْعَالَمينَ

(96) inne evvele beytiv vüdia linnasi lellezi bi bekkete mübarakev ve hüdel lil alemin

insanlar için kurulan ilk beyit elbette mekke’de ki o çok mübarek ve bütün alemlere hidayet olan beyittir

(96) The first house (of worship) appointed for men was that at Bakka: full of blessing and of guidance for all kinds of beings:

1. inne : muhakkak ki
2. evvele beytin : ilk ev
3. vudia li en nâsi : insanlar için vaz’edildi, yapıldı
4. le ellezî : elbette ki o
5. bi bekkete : bekke’de, mekke’de
6. mubâreken : mübarek
7. ve huden : ve hidayet vesilesi olan
8. li el âlemîne : âlemler için

٩٧

فيهِ ايَاتٌ بَيِّنَاتٌ مَقَامُ اِبْرهيمَ وَمَنْ دَخَلَهُ كَانَ امِنًاوَلِلّهِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ الْبَيْتِ مَنِ اسْتَطَاعَ اِلَيْهِ سَبيلًا وَمَنْ كَفَرَ فَاِنَّ اللّهَ غَنِىٌّ عَنِ الْعَالَمينَ

(97) fihi ayatüm beyyinatüm mekamü ibrahim ve men dehalehu kane amina ve lillahi alen nasi hiccül beyti menistetaa ileyhi sebila ve men kefera fe innellahe ğaniyyün anil alemin

orada açık alametler (vardır) makamı ibrahim kim oraya girerse eman bulur insanlar üzerinde Allah’ın bir hakkıdır beyti haccetmesi yoluna gücü yeten kimsenin her kim (bunu) inkar ederse şüphesiz Allah bütün alemlerden müstağnidir

(97) In it are Signs manifest the station of Abraham whoever enters it attains security pilgrimage thereto is a duty men owe to Allah, those who can afford the journey but if any deny Faith, Allah stands not in need of any of his creatures.

1. fîhi : orada
2. âyâtun : âyetler, deliller, kanıtlar
3. beyyinâtun : açık beyyineler
4. makâmu ibrâhîme : hz. ibrâhîm’in makamı
5. ve men : ve kim (…olursa)
6. dahale-hu : oraya girdi
7. kâne : oldu (olur)
8. âminen : emniyette, emin
9. ve li allâhi : ve Allah için
10. alâ en nâsi : insanların üzeri (üzerinde sorumluluk)
11. hiccu el beyti : beyt’ in hac edilmesi
12. men istetâa : gücü yeten kimse
13. ileyhi : ona
14. sebîlen : yol, yol bulma
15. ve men : ve kim
16. kefere : inkâr etti
17. fe inne allâhe : o zaman, artık muhakkak ki Allah
18. ganiyyun : ganidir, hiçbir şeye muhtaç değil
19. an el âlemîne : âlemlerden

٩٨

قُلْ يَا اَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَكْفُرُونَبِايَاتِ اللّهِ وَاللّهُ شَهيدٌ عَلى مَا تَعْمَلُونَ

(98) kul ya ehlel kitabi lime tekfürune bi ayatillahi vallahü şehidün ala ma ta’melun

De ki ey ehli Kitap niçin inkar ediyorsunuz Allah’ın ayetlerini halbuki Allah şahittir sizin yaptıklarınıza

(98) Say: O People of the Book why reject ye the Signs of Allah, when Allah is himself witness to all ye do?

1. kul : de, söyle
2. yâ ehle el kitâbi : ey kitap ehli, kitap sahipleri
3. lime : niçin
4. tekfurûne : inkâr ediyorsunuz
5. bi âyâti allâhi : Allah’ın âyetlerini
6. ve allâhu şehîdun : ve Allah şahittir
7. alâ mâ ta’melûne : yapmakta olduğunuz şeylere

٩٩

قُلْ يَا اَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَصُدُّونَعَنْ سَبيلِ اللّهِ مَنْ امَنَ تَبْغُونَهَا عِوَجًا وَاَنْتُمْ شُهَدَاءُ وَمَا اللّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ

(99) kul ya ehlel kitabi lime tesuddune an sebilillahi men amene tebğuneha ıvecev ve entüm şüheda’ vemallahü bi ğafilin amma ta’melun

de ki ey ehli kitap niçin Allah’ın yolundan çeviriyorsunuz iman eden kimseleri (neden) onun eşitliğini istiyorsunuz sizler (buna) şahit olduğunuz halde ama Allah gafil değildir yaptıklarınızdan

(99) Say: O ye People of the Book why obstruct ye those who believe, from the path of Allah, seeking to make it crooked, while ye were yourselves witnesses (to Allah’s Covenant)? but Allah is not unmindful of all that ye do.

1. kul : de , söyle
2. yâ ehle el kitâbi : ey kitap ehli, kitap sahipleri
3. lime : niçin
4. tesuddûne : men ediyorsunuz
5. an sebîli allâhi : Allah’ın yolundan
6. men : kim
7. âmene : îmân etti
8. tebgûne-hâ : onun istiyorsunuz
9. ivecen : eğrilik
10. ve entum : ve siz
11. şuhedâu : şahitler
12. ve mâ allâhu : ve Allah değildir
13. bi gâfilin : gâfil, habersiz
14. ammâ (an mâ) ta’melûne : yaptığınız şeylerden, yaptıklarınızdan

١٠٠

يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا اِنْ تُطيعُوا فَريقًا مِنَ الَّذينَاُوتُوا الْكِتَابَ يَرُدُّوكُمْ بَعْدَ ايمَانِكُمْ كَافِرينَ

(100) ya eyyühellezine amenu in tütiy’u ferikam minellezine utül kitabe yerudduküm ba’de imaniküm kafirin

ey iman edenler siz bir fırkaya uyarsanız kitap verilenlerden sizi imanınızdan sonra çevirirler kafir olarak

(100) O ye who believe if ye listen to a faction among the People of the Book, they would (indeed) render you apostates after ye have believed!

1. yâ eyyuhâ : ey
2. ellezîne âmenû : îmân edenler, âmenû olanlar
3. in tutîû : eğer itaat ederseniz
4. ferîkan : fırka, grup, topluluk
5. min ellezîne : onlardan
6. ûtû el kitâbe : kitap verildiler
7. yeruddû-kum : sizi reddeder, döndürür
8. ba’de îmâni-kum : îmânınızdan sonra
9. kâfirîne : kâfirlik, kâfir olma

Sayfa:62

١٠١

وَكَيْفَ تَكْفُرُونَ وَاَنْتُمْ تُتْلى عَلَيْكُمْ ايَاتُاللّهِ وَفيكُمْ رَسُولُهُ وَمَنْ يَعْتَصِمْ بِاللّهِ فَقَدْ هُدِىَ اِلى صِرَاطٍ مُسْتَقيمٍ

(101) ve keyfe tekfürune ve entüm tütla aleyküm ayatüllahi ve fiküm rasulüh ve mey ya’tesim billahi fe kad hüdiye ila siratim müstekiym

nasıl küfredersiniz ki karşınızda size okunuyor Allah’ın ayetleri (içinizde de) o’nun resulü bulunuyor kim Allah’a sımsıkı sarılırsa mutlaka hidayete ulaştırılır doğru yol üzerinde

(101) And how would ye deny Faith while unto you are rehearsed the Signs of Allah, and among you lives the Messenger? Whoever holds firmly to Allah will be shown a Way that is straight.

1. ve keyfe : ve nasıl
2. tekfurûne : inkâr ediyorsunuz
3. ve entum : ve siz
4. tutlâ aleykum : size okunuyor
5. âyâtu allâhi : Allah’ın âyetleri
6. ve fî-kum : ve sizin içinizde, aranızda
7. resûlu-hu : ‘nun resûlü
8. ve men : ve kim
9. ya’tesim : sımsıkı sarılır, tutunur
10. bi allâhi : Allah’a
11. fe kad hudiye : artık o hidayet olunmuştur
12. ilâ sırâtın mustakîmin : Allah’a ulaştıran yola

١٠٢

يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا اتَّقُوااللّهَ حَقَّ تُقَاتِه وَلَا تَمُوتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَ

(102) ya eyyühellezine amenüt tekullahe hakka tükatihi ve la temutünne illa ve entüm müslimun

ey iman edenler Allah’tan sakının nasıl hakkı ile sakınacaksanız (öyle) ve sizler ancak müslümanlar olarak ölün

(102) O ye who believe fear Allah as He should be feared, and die not except in a state of Islam.

1. yâ eyyuhâ : ey
2. ellezîne âmenû : îmân edenler
3. ittekû allâhe : Allah’a karşı takva sahibi olun
4. hakka tukâti-hî : o’nun hak takvası ile, bi hakkın takva, en üst derece takva
5. ve lâ temûtunne (temûtu enne) : ve sakın siz ölmeyin
6. illâ : …’den başka, …olmadan
7. ve entum : ve siz
8. muslimûne : teslim olanlar

١٠٣

وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّهِ جَميعًا وَلَا تَفَرَّقُوا وَاذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّهِ عَلَيْكُمْ اِذْكُنْتُمْ اَعْدَاءً فَاَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَاَصْبَحْتُمْ بِنِعْمَتِه اِخْوَانًا وَكُنْتُمْ عَلى شَفَا حُفْرَةٍ مِنَ النَّارِ فَاَنْقَذَكُمْ مِنْهَا كَذلِكَ يُبَيِّنُ اللّهُ لَكُمْ ايَاتِه لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ

(103) va ı’tesımu bi hablillahi cemiav ve la teferraku vezküru ni’metellahi aleyküm iz küntüm a’daen fe ellefe beyne kulubiküm fe esbahtüm bi ni’metihi ihvana ve küntüm ala şefa hufratim minen nari fe enkazeküm minha kezalike yübeyyinüllahü le küm ayatihi lealleküm tehtedun

sımsıkı sarılın hepiniz Allah’ın ipine parçalanıp ayrılmayın düşünün Allah’ın üzerinizdeki nimetini bir zaman siz birbirinize düşman idiniz (o) ülfet verdi sizin kalplerinizin arasına o’nun nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz sonra sizler tam kenarında iken ateşten bir çukurda (o) sizi kurtarmıştı işte Allah böyle açıklıyor ayetlerini size umulur ki hidayete erersiniz

(103) And hold fast, all together, by the rope which Allah (stretches out for you), and be not divided among yourselves and remember with gratitude Allah’s favour on you for ye were enemies and he joined your hearts in love, so that by his Grace, ye became brethren and ye were on the brink of the pit of fire, and he saved you from it. Thus doth Allah make his Signs clear to you: that ye may be guided.

1. ve ı’tasımû : ve sarılın
2. bi habli allâhi : Allah’ın ipine
3. cemîân : topluca, hepiniz
4. ve lâ teferrekû : ve ayrılmayın, fırkalara ayrılmayın
5. ve uzkurû : anın, hatırlayın
6. ni’met allâhi : Allah’ın ni’meti
7. aleykum : sizin üzerinizde
8. iz kuntum : siz oldunuz
9. a’dâen : düşman
10. fe ellefe : sonra birleştirdi
11. beyne : arasını
12. kulûbi-kum : sizin kalpleriniz
13. fe asbahtum : böylece oldunuz
14. bi ni’meti-hî : onun ni’meti ile
15. ihvânen : kardeşler
16. ve kuntum : ve siz oldunuz
17. alâ şefâ : kenarında
18. hufretin : bir çukur
19. min en nâri : ateşten
20. fe enkaze-kum : …halde iken sizi kurtardı
21. min-hâ : ondan
22. kezâlike : işte böyle
23. yubeyyinu : açıklıyor
24. allâhu lekum : Allah, size
25. âyâti-hî : âyetlerini
26. lealle-kum : umulur ki böylece siz
27. tehtedûne : hidayete erersiniz

١٠٤

وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ اُمَّةٌ يَدْعُونَ اِلَى الْخَيْرِ وَيَاْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِوَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَاُولءِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

(104) velteküm minküm ümmetüy yed’une ilel hayri ve ye’mürune bil ma’rufi ve yenhevne anil münker ve ülaike hümül müflihun

sizden bir ümmet bulunsun hayra davet eden size iyiliği emreden kötülükten nehy eden işte onlar felaha erenlerdir

(104) Let there arise out of you a band of people inviting to all that is good, Enjoining what is right, and forbidding what is wrong: they are the ones to attain felicity.

1. ve li tekun : ve olsun
2. min-kum : sizden
3. ummetun : bir topluluk, bir ümmet, bir cemaat
4. yed’ûne : çağırır, davet eder
5. ilâ el hayri : hayra
6. ve ye’murûne : ve emreder
7. bi el ma’rûfi : mâruf ile, irfan ile, iyilikle
8. ve yenhevne : ve nehy eder, men eder
9. an el munkeri : münkerden, kötülükten
10. ve ulâike : ve işte onlar
11. hum el muflihûne : onlar, kurtuluşa, felâha erenler

١٠٥

وَلَا تَكُونُوا كَالَّذينَ تَفَرَّقُوا وَاخْتَلَفُوا مِنْ بَعْدِمَا جَاءَهُمُ الْبَيِّنَاتُ وَاُولءِكَ لَهُمْ عَذَابٌ عَظيمٌ

(105) ve la tekunu kellezine teferraku vahtelefu mim ba’di ma caehümül beyyinat ve ülaike lehüm azabün aziym

parçalanıp ihtilafa düşen kimseler gibi olmayın kendilerine açık ayetler geldikten sonra işte onlar için çok büyük azap (vardır)

(105) Be not like those who are divided amongst themselves and fall into disputation after receiving Clear Signs: for them is a dreadful penalty,

1. ve lâ tekûnû : ve olmayın
2. ke ellezîne : onlar gibi
3. teferrakû : ayrıldılar
4. ve ihtelefû : ve ihtilâfa, ayrılığa, anlaşmazlığa düştüler
5. min ba’di : sonradan, sonra
6. mâ câe-hum : onlara gelen şey
7. beyyinâtu : beyyineler, açık deliller
8. ve ulâike : ve işte onlar
9. lehum : onlar için vardır
10. azâbun azîmun : azîm azap, büyük azap

١٠٦

يَوْمَ تَبْيَضُّ وُجُوهٌ وَتَسْوَدُّ وُجُوهٌ فَاَمَّا الَّذينَ اسْوَدَّتْ وُجُوهُهُمْ اَكَفَرْتُمْبَعْدَ ايمَانِكُمْ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ

(106) yevme tebyaddu vücuhüv ve tesveddü vücuh fe emmellezinesveddet vücuhühüm e kefartüm ba’de imaniküm fe zukul azabe bima küntüm tekfürun

(kıyamet) günü bir takım yüzler ağaracak bir takım yüzler kararacaktır yüzleri kararanlara gelince küfür mü ettiniz siz imandan sonra öyle ise tadın azabı küfrünüz sebebi ile

(106) On the day when some faces will be (lit up with) white, and some faces will be (in the gloom of) black: to those whose faces will be black, (will be said): did you reject Faith after accepting it? taste then the penalty for rejecting Faith,

1. yevme : o gün
2. tebyaddu : beyazlaşacak, ağaracak
3. vucûhun : yüzler
4. ve tesveddu : ve siyahlaşacak, kararacak
5. vucûhun : yüzler
6. fe emmâ : o zaman
7. ellezîne : onlar, olanlar
8. esveddet : karardı
9. vucûhu-hum : onların yüzleri
10. e kefertum : inkâr mı ettiniz
11. ba’de : sonra
12. îmâni-kum : sizin îmânınız, îmânınız
13. fe zûkû : o zaman, öyleyse tadın
14. el azâbe : azab
15. bimâ : şey ile, sebebiyle, dolayısıyla
16. kuntum : siz oldunuz
17. tekfurûne : inkâr ediyorsunuz

١٠٧

وَاَمَّا الَّذينَ ابْيَضَّتْ وُجُوهُهُمْ فَفى رَحْمَةِ اللّهِ هُمْ فيهَا خَالِدُونَ

(107) ve emmellezinebyaddat vücuhühüm fe fi rahmetillah hüm fiha halidun

yüzleri ağaranlara gelince Allah’ın rahmetinde olacaklar onlar orada ebedi kalacaklar

(107) But those whose faces will be (lit with) white, they will be in (the light of) Allah’s mercy: therein to dwell (forever).

1. ve emmâ : ve amma, amma …ise
2. ellezîne : onlar, olanlar
3. ebyaddat : beyazladı, ağardı
4. vucûhu-hum : onların yüzleri
5. fe : o zaman, öyle ise, artık
6. : içinde
7. rahmeti allâhi : Allah’ın rahmeti
8. hum fî-hâ : onlar, onun içinde
9. hâlidûne : ebedî kalacak olanlar

١٠٨

تِلْكَ ايَاتُ اللّهِ نَتْلُوهَا عَلَيْكَ بِالْحَقِّ وَمَا اللّهُ يُريدُ ظُلْمًا لِلْعَالَمينَ

(108) tilke ayatüllahi netluha aleyke bil hakk vemallahü yüridü zulmel lil alemin

işte bunlar Allah’ın ayetleridir onları sana hak olarak okuyoruz Allah isteyici değildir alemlere zulüm etmek

(108) These are the Signs of Allah: we rehearse them to thee in truth: and Allah means no injustice to any of his creatures.

1. tilke : bu, bunlar
2. âyâtu allâhi : Allah’ın âyetleri
3. netlû-hâ : onu okuyoruz, açıklıyoruz
4. aleyke : sana
5. bi el hakkı : hak olarak, gerçeği
6. ve mâ allâhu : ve Allah değildir
7. yurîdu : diler, ister
8. zulmen : zulüm, zulüm olması, haksızlık
9. li el âlemîne : âlemler için, âlemlere

Sayfa:63

١٠٩

وَلِلّهِ مَافِى السَّموَاتِوَمَافِى الْاَرْضِ وَاِلَى اللّهِ تُرْجَعُ الْاُمُورُ

(109) ve lillahi ma fis semavati ve ma fil ard ve ilellahi türceul ümur

ne varsa Allah’ındır semalarda ve arzda bütün işler Allah’a döndürülür

(109) To Allah belongs all that is in the heavens and no earth: to him do all questions go back (for decision).

1. ve li allâhi : ve Allah için, Allah’ın
2. mâ fî es semâvâti : göklerdeki şeyler, ne varsa
3. ve mâ fî el ardı : ve yeryüzündeki, yerlerde olan ne varsa
4. ve ilâ allâhi : ve Allah’a
5. turceu : döndürülür
6. el umûru : emirler, işler

١١٠

كُنْتُمْ خَيْرَ اُمَّةٍ اُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَاْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَلَوْ امَنَ اَهْلُ الْكِتَابِ لَكَانَ خَيْرًا لَهُمْ مِنْهُمُ الْمُؤْمِنُونَ وَاَكْثَرُهُمُ الْفَاسِقُونَ

(110) küntüm hayra ümmetin uhricet lin nasi te’mürune bil ma’rufi ve tenhevne anil münkeri ve tü’minune billah ve lev amene ehlül kitabi le kane hayral lehüm minhümül mü’minune ve ekseruhümül fasikun

siz en hayırlı bir ümmetsiniz insanlar içinden çıkarılmış iyiliği emredersiniz kötülükten men edersiniz ve Allah’a iman edersiniz eğer ehli kitapta iman etmiş olsaydı kendileri için daha hayırlı olurdu onlardan iman edenler varsa da onların çoğu fasıktırlar

(110) Ye are the best of peoples, evolved for mankind. Enjoining what is right, forbidding what is wrong, and believing in Allah. If only the People of the Book had Faith: it were best for them: among them are some who have Faith, but most of them are perverted transgressors.

1. kuntum : siz oldunuz
2. hayra ummetin : hayırlı ümmet, topluluk
3. uhricet : çıkarıldınız
4. li en nâsi : insanlar için
5. te’murûne : emredersiniz
6. bi el ma’rûfi : irfan ile
7. ve tenhevne : ve nehyedersiniz, men edersiniz
8. an-il munkeri : münkerden, kötülükten
9. ve tu’minûne bi allâhi : ve Allah’a îmân edersiniz
10. ve lev âmene : ve eğer îmân etselerdi
11. ehlu el kitâbi : kitap ehli, kitap sahipleri
12. le kâne : elbette olurdu
13. hayran : hayırlı
14. lehum : onlar için
15. min-hum : onlardan
16. el mu’minûne : îmân edenler, mü’minler
17. ve ekseru-hum : ve onların çoğu
18. el fâsikûne : fâsıklar, fıska düşenler

١١١

لَنْ يَضُرُّوكُمْ اِلَّا اَذًىوَاِنْ يُقَاتِلُوكُمْ يُوَلُّوكُمُ الْاَدْبَارَ ثُمَّ لَايُنْصَرُونَ

(111) ley yedurru küm illa eza ve iy yükatiluküm yüvellukümül edbara sümme la yünsarun

zarar veremezler size ezadan başka eğer sizinle savaşırlarsa arkalarını dönüp kaçarlar sonra kendilerine yardımda edilmez

(111) They will do you know harm, barring a trifling annoyance if they come out to fight you, they will show you their backs, and no help shall they get.

1. len yedurrû-kum : size asla zarar veremezler
2. illâ ezen : ezadan başka
3. ve in yukâtilû-kum : ve eğer sizinle savaşırlarsa
4. yuvellû-kum : size (arkalarını) dönerler
5. el edbâre : arkaları
6. summe : sonra
7. lâ yunsarûne : yardım olunmazlar

١١٢

ضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ اَيْنَ مَا ثُقِفُوا اِلَّا بِحَبْلٍ مِنَ اللّهِ وَحَبْلٍ مِنَ النَّاسِوَبَاؤُ بِغَضَبٍ مِنَ اللّهِ وَضُرِبَتْ عَلَيْهِمُالْمَسْكَنَةُ ذلِكَ بِاَنَّهُمْ كَانُوا يَكْفُرُونَ بِايَاتِ اللّهِ وَيَقْتُلُونَ الْاَنْبِيَاءَ بِغَيْرِ حَقٍّ ذلِكَ بِمَا عَصَوْا وَكَانُوا يَعْتَدُونَ

(112) duribet aleyhimüz zilletü eyne ma sükıfu illa bi hablim minellahi ve hablim minen nasi ve bau bi ğadabim minellahi ve duribet aleyhimül meskeneh zalike bi ennehüm kanu yekfürune bi ayatillahi ve yaktülunel enbiyae bi ğayri hakk zalike bi ma asav ve kanu ya’tedun

üzerlerine zillet vurulmuştur nerede bulunsalar, ancak Allah’ın ipine sarılanlar (hariç), insanların ipine sarılanlar Allah’ın gazabına uğramışlardır onların üzerine miskinlik vurulmuştur bunun sebebi çünkü onlar inkar ediyorlardı Allah’ın ayetlerini, öldürüyorlardı haksız yere peygamberleri bunun sebebi isyan edip haddi aşmış olmaları idi

(112) Shame is pitched over them (like a tent) wherever they are found, except when under a convenient (of protection) from Allah and from men they draw on themselves wrath from Allah, and pitched over them is (the tent of) destitution. This because they rejected the Signs of Allah, and slew the prophets in defiance of right This because they rebelled and transgressed beyond bounds.

1. duribet : vuruldu
2. aleyhim : onların üzerine
3. ez zilletu : zillet
4. eyne mâ : nerede olursa
5. sukıfû : bulunurlar
6. illâ : …’den başka, hariç
7. bi hablin min allâhi : Allah’tan bir ip
8. ve hablin : ve bir ip
9. min en nâsi : insanlardan
10. ve bâû : ve uğradılar
11. bi gadabin : gazaba
12. min allâhi : Allah’tan
13. ve duribet : ve vuruldu
14. aleyhim : onların üzerine
15. el meskenetu : miskinlik
16. zâlike : bu
17. bi enne-hum : onların … olmaları
18. kânû : oldular
19. yekfurûne : inkâr ediyorlar
20. bi âyâti allâhi : Allah’ın âyetlerini
21. ve yaktulûne : ve öldürüyorlar
22. el enbiyâe : peygamberler
23. bi gayri hakkın : haksız yere
24. zâlike bimâ : işte bu … sebebiyle
25. asav : isyan ettiler
26. ve kânû : ve oldular
27. ya’tedûne : aşırı gidiyorlar, haddi aşıyorlar

١١٣

لَيْسُوا سَوَاءً مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ اُمَّةٌ قَاءِمَةٌ يَتْلُونَ ايَاتِ اللّهِ انَاءَ الَّيْلِ وَهُمْ يَسْجُدُونَ

(113) leysu sevaa min ehlil kitabi ümmetün kaimetüy yetlune ayatillahi anael leyli ve hüm yescüdun

(hepsi) müsavi değildir ehli kitaptan ayakta duran bir ümmet (vardır ki) Allah’ın ayetlerini okuyup onlar gecenin (belli) zamanlarında secdeye kapanırlar

(113) Not all of them are alike: of the People of the Book are a portion that stand (for the right) they rehearse the Signs of Allah all night long, and they prostrate themselves in adoration

1. leysû : değil
2. sevâen : eşit, müsavi, aynı, bir
3. min ehli el kitâbi : kitap ehlinden (hristiyan ve yahudilerden)
4. ummetun : bir ümmet, bir topluluk
5. kâimetun : ayakta durarak
6. yetlûne : okuyan
7. âyâti allâhi : Allah’ın âyetlerini
8. ânâ el leyli : gece saatleri, gece vakti
9. ve hum : ve onlar
10. yescudûne : secde ederler

١١٤

يُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الْاخِرِ وَيَاْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِوَيُسَارِعُونَ فِى الْخَيْرَاتِ وَاُولءِكَ مِنَ الصَّالِحينَ

(114) yü’minune billahi vel yevmil ahiri ve ye’mürune bil ma’rufi ve yenhevne anil münkeri ve yüsariune fil hayrat ve ülaike mines salihiyn

Allah’a iman ederler ahiret gününe (de) iyiliği emrederler ve kötülüğü yasak ederler hayır işlerine koşuşurlar işte bunlar salihlerdendir

(114) They believe in Allah and the Last Day they enjoin what is right, and forbid what is wrong and they hasten (in emulation) in (all) good works: they are in the ranks of the righteous

1. yu’minûne bi allâhi : Allah’a îmân ederler
2. ve el yevmi el âhiri : ve âhir güne, son güne, sonraki güne
3. ve ye’murûne : ve emrederler
4. bi el ma’rûfi : irfan ile, iyilik ile
5. ve yenhevne : ve nehy ederler, men ederler
6. an el munkeri : münkerden, kötülükten
7. ve yusâriûne : ve koşarlar
8. fî el hayrâti : hayırlarda, hayırlara
9. ve ulâike : ve işte onlar
10. min es sâlihîne : sâlihlerden

١١٥

وَمَا يَفْعَلُوا مِنْخَيْرٍ فَلَنْ يُكْفَرُوهُ وَاللّهُ عَليمٌ بِالْمُتَّقينَ

(115) ve ma yef’alu min hayrin fe ley yükferuh vallahü alimüm bil müttekiyn

hayır namına ne yaparsanız o yapılan küfranla karşılanmayacaktır Allah bilendir takva sahiplerini

(115) Of the Allah that they do, nothing will be rejected of them for Allah knoweth well those that do right.

1. ve mâ yef’alû : ve yaptıkları şey
2. min hayrin : hayırdan, hayır olarak
3. fe len yukferû-hu : o taktirde o asla örtülmez
4. ve allâhu : ve Allah
5. alîmun : en iyi bilen
6. bi el muttekîne : takva sahiplerini

Sayfa:64

١١٦

اِنَّ الَّذينَ كَفَرُوا لَنْ تُغْنِىَ عَنْهُمْ اَمْوَالُهُمْ وَلَا اَوْلَادُهُمْ مِنَاللّهِ شَيًْاوَاُولءِكَ اَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فيهَا خَالِدُونَ

(116) innellezine keferu len tuğniye anhüm emvalühüm ve la evladühüm minellahi şey’a ve ülaike ashabün nar hüm fiha halidun

şüphesiz o küfredenlere fayda sağlamaz malları ve evlatları Allah’a karşı hiçbir şekilde ve işte onlar cehennem ehlidirler onlar orada ebedi kalacaklardır

(116) Those who reject Faith, neither their possessions nor their (numerous) progeny will avail them aught against Allah: they will be companions of the fire, dwelling therein (forever).

1. inne ellezîne : muhakkak ki onlar
2. keferû : inkâr ettiler
3. len tugniye an : asla fayda vermez
4. hum : onlar, onlara
5. emvâlu-hum : onların malları
6. ve lâ evlâdu-hum : ve evlâtları … olmaz
7. min allâhi : Allah’tan
8. şey’en : bir şey
9. ve ulâike : ve işte onlar
10. ashâbu en nâri : ateş ehlidir, ateş halkıdır
11. hum fî-hâ : onlar orada
12. hâlidûne : devamlı kalacak olanlar

١١٧

مَثَلُ مَا يُنْفِقُونَ فى هذِهِ الْحَيوةِ الدُّنْيَا كَمَثَلِ ريحٍ فيهَا صِرٌّ اَصَابَتْ حَرْثَ قَوْمٍ ظَلَمُوا اَنْفُسَهُمْ فَاَهْلَكَتْهُ وَمَاظَلَمَهُمُ اللّهُ وَلكِنْ اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ

(117) meselü ma yünfikune fi hazihil hayatid dünya ke meseli rihin fiha sirrun esabet harse kavmin zalemu enfüsehüm fe ehlekethu ve ma zalemehümüllahü ve lakin enfüsehüm yazlimun

yaptıkları infakın misali bu dünya hayatında rüzgarın haline benzer içinde kavurucu soğuk olan bir kavmin ekinine isabet ederek kendilerine zulüm etmiş onu helak etmiştir zulüm etmiş değildir onlara Allah ve lakin kendilerine zulüm ediyorlardı

(117) What they spend in the life of this (material) world may be likened to a wind which brings a nipping frost: it strikes and destroys the harvest of men who have wronged their own souls: it is not Allah that hath wronged them, but they wronged themselves.

1. meselu : misal, durum
2. mâ yunfikûne : infak edilen şeyler
3. : içinde, …de
4. hâzihi el hayâti ed dunyâ : bu dünya hayatı
5. ke meseli : gibi, misal, durum
6. rîhin : kavurucu, dondurucu bir rüzgâr
7. fîhâ : onun içinde, ona
8. sırrun : dondurucu soğuk
9. esâbet : isabet etti
10. harse : ekinler
11. kavmin : kavim, toplum
12. zalemû : zulmettiler
13. enfuse-hum : kendi kendilerine
14. fe ehleket-hu : böylece onu helâk etti, yok etti
15. ve mâ zaleme-hum : ve onlara zulmetmedi
16. allâhu : Allah
17. ve lâkin : ve lâkin, fakat
18. enfuse-hum : kendi kendilerine, kendilerine
19. yazlımûne : zulmediyorlar

١١٨

يَااَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا لَاتَتَّخِذُوا بِطَانَةً مِنْ دُونِكُمْ لَايَاْلُونَكُمْ خَبَالًا وَدُّوا مَا عَنِتُّمْ قَدْ بَدَتِ الْبَغْضَاءُ مِنْ اَفْوَاهِهِمْ وَمَا تُخْفى صُدُورُهُمْ اَكْبَرُ قَدْ بَيَّنَّا لَكُمُ الْايَاتِ اِنْ كُنْتُمْ تَعْقِلُونَ

(118) ya eyyühellezine amenu la tettehizu bitanetem min duniküm la ye’luneküm habala veddu ma anittüm kad bedetil bağdaü min efvahihim ve ma tuhfi suduruhüm ekber kad beyyenna lekümül ayati in küntüm ta’kilun

ey iman edenler sırdaş ve dostlar edinmeyin sizden olmayan(ları) kusur etmezler size zarar ve ziyan vermekte sıkıntıya düşmenizi isterler kesinlikle taşmaktadır onların gazabı ağızlarından onların göğüslerinde gizledikleri daha büyüktür size ayetlerimizi açıkladık eğer akıl ederseniz

(118) Ye who believe take not into your intimacy those outside your ranks: they will not fail to corrupt you. They only desire your ruin: rank hatred has already appeared from your mouths: what their hearts conceal is far worse. We have made plain to you the Signs, if ye have wisdom.

1. yâ eyyuhâ : ey
2. ellezîne âmenû : âmenû olanlar, îmân edenler
3. lâ tettehızû : edinmeyin
4. bitâneten : sırdaş
5. min dûni-kum : sizlerden başka, kendinizden
6. lâ ye’lûne-kum : size … yapmaktan geri kalmazlar
7. habâlen : fesada düşürmek
8. veddû : istediler, temenni ettiler
9. mâ anittum : size sıkıntı verecek şeyler
10. kad bedet : belli olmuştur
11. el bagdâu : kin ve öfke
12. min efvâhi-him : onların ağızlarından (sözlerinden)
13. ve mâ tuhfî : ve gizledikleri şey
14. sudûru-hum : onların göğüsleri, sineleri
15. ekberu : daha büyük
16. kad beyyennâ : açıklamıştık
17. lekum : sizin için, size
18. el âyâti : âyetleri
19. in kuntum : eğer siz … olmuş olsaydınız
20. ta’kılûne : akıl ediyorsunuz

١١٩

هَا اَنْتُمْ اُولَاءِ تُحِبُّونَهُمْوَلَايُحِبُّونَكُمْ وَتُؤْمِنُونَ بِالْكِتَابِ كُلِّه وَاِذَا لَقُوكُمْ قَالُوا امَنَّا وَاِذَا خَلَوْا عَضُّوا عَلَيْكُمُ الْاَنَامِلَ مِنَ الْغَيْظِ قُلْ مُوتُوا بِغَيْظِكُمْ اِنَّ اللّهَ عَليمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ

(119) ha entüm ülai tühibbunehüm ve la yühibbuneküm ve tü’minune bil kitabi küllih ve iza lekuküm kalu amenna ve iza halev addu aleykümül enamile minel ğayz kul mutu bi ğayziküm innellahe alimüm bizatis sudur

Ha! Sizler öyle kimselersiniz ki onları seversiniz ama sizi sevmezler siz bütün kitaplara iman edersiniz sizinle karşılaştıkları zaman iman ettik derler yalnız kaldıkları zaman size kinlerinden parmaklarını ısırırlar de ki: kininizden ölün şüphesiz Allah bilir gizlediklerini bütün göğüslerin

(119) Ah you are those who love them, but they love you not, though ye believe in the whole of the book, when they meet you, they say, we believe: but when they are alone, they bite off the very tips of their fingers at you in their rage: Allah knoweth well all the secret of the heart.

1. hâ entum ulâi : işte siz busunuz, böylesiniz
2. tuhıbbûne-hum : onları seversiniz
3. ve lâ yuhıbbûne-kum : ve onlar sizi sevmezler
4. ve tû’minûne : ve siz îmân edersiniz
5. bi el kitâbi : kitaba
6. kulli-hi : onun tamamına
7. ve izâ : ve …olduğu zaman
8. lekû-kum : sizinle karşılaştılar
9. kâlû : dediler
10. âmennâ : biz îmân ettik
11. ve izâ halev : ve yalnız kaldıkları zaman
12. addû : ısırdılar
13. aleykum : size (karşı olan)
14. el enâmile : parmak uçları
15. min el gayzi : öfkelerinden, kinlerinden
16. kul : de, söyle
17. mûtû : ölün
18. bi gayzi-kum : öfkeniz ile (öfkenizden)
19. inne allâhe : muhakkak ki Allah
20. alîmun : en iyi bilen
21. bi zâti es sudûri : sinelerin sahip olduğu, sinelerde olan

١٢٠

اِنْ تَمْسَسْكُمْ حَسَنَةٌ تَسُؤْهُمْ وَاِنْ تُصِبْكُمْسَيِّءَةٌ يَفْرَحُوا بِهَاوَاِنْ تَصْبِرُوا وَتَتَّقُوا لَا يَضُرُّكُمْ كَيْدُهُمْ شَيًْا اِنَّ اللّهَ بِمَا يَعْمَلُونَ مُحيطٌ

(120) in temsesküm hasenetün tesü’hüm ve in tüsibküm seyyietüy yefrahu biha ve in tasbiru ve tetteku la yedurruküm keydühüm şey’a innellahe bi ma ya’melune mühiyt

eğer size bir iyilik dokunsa onlar üzülürler eğer size bir kötülük isabet ederse ona sevinirler eğer sabreder ve sakınırsanız size zarar veremez onların hiçbir hileleri şüphesiz Allah onların amellerini kuşatmıştır

(120) If ought that is good befalls you, it grieves them but if some misfortune overtakes you, they rejoice at it. But if ye are constant and do right, not the least harm will their cunning do to you for Allah compasseth round about all that they do.

1. in temses-kum : eğer size değerse, dokunursa
2. hasenetun : hasene, iyilik, güzellik
3. tesû’-hum : onları hüzünlendirir
4. ve in tusib-kum : ve eğer size isabet ederse
5. seyyietun : seyyiat, bir kötülük
6. yefrahû bi-hâ : onunla ferahlanırlar, ona sevinirler
7. ve in tasbirû : ve eğer sabrederseniz
8. ve tettekû : ve takva sahibi olursanız
9. lâ yadurru-kum : size zarar veremez
10. keydu-hum : onların hileleri
11. şey’en : bir şey
12. inne allâhe : muhakkak ki Allah
13. bi- mâ : şeyi
14. ya’melûne : yapıyorlar
15. muhîtun : kuşatan

١٢١

وَاِذْ غَدَوْتَ مِنْ اَهْلِكَ تُبَوِّءُ الْمُؤْمِنينَ مَقَاعِدَ لِلْقِتَالِ وَاللّهُ سَميعٌ عَليمٌ

(121) ve iz ğadevte min ehlike tübevviül mü’minine mekaide lil kıtal vallahü semiun alim

o zaman ki ehlinden ayrılmış müminleri yerleştiriyordun savaş için elverişli yerlere Allah işiten bilendir

(121) Remember that morning thou didst leave thy household (early) to post the faithful at their stations for battle: and Allah heareth and knoweth all things:

1. ve iz : ve o zaman …olmuştu
2. gadavte : sabah erken
3. min ehli-ke : ailenden
4. tubevviu : yerleştiriyorsun
5. el mu’minîne : mü’minleri
6. makâide : durulacak yerler, mevziler (uygun yerler)
7. li el kıtâli : savaş için
8. ve allâhu : ve Allah
9. semîun : en iyi işiten
10. alîmun : en iyi bilen

Sayfa:65

١٢٢

اِذْ هَمَّتْ طَاءِفَتَانِ مِنْكُمْ اَنْ تَفْشَلَا وَاللّهُوَلِيُّهُمَا وَعَلَى اللّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ

(122) iz hemmet taifetani minküm en tefşela vallahü veliyyühüma ve alellahi fel yetevekkelil mü’minun

o zaman meyil etmişti sizdekine taife gevşeklik göstererek onların dostları Allah’tı müminler Allah’a güvensinler

(122) Remember two of your parties meditated cowardice but Allah was their protector, and in Allah should the faithful (ever) put their trust.

1. iz hemmet : hamletti, meyletti
2. tâifetâni : iki taife, iki grup
3. min-kum : sizden
4. en tefşelâ : korkmak, korkaklık göstermek
5. ve allâhu : ve Allah
6. veliyyu-humâ : o ikisinin (onların) dostu
7. ve alâ allâhi : ve Allah’a
8. fe li yetevekkeli : artık tevekkül etsinler
9. el mu’minûne : mü’minler

١٢٣

وَلَقَدْ نَصَرَكُمُ اللّهُ بِبَدْرٍ وَاَنْتُمْ اَذِلَّةٌ فَاتَّقُوا اللّهَ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ

(123) ve le kad nesarekümüllahü bi bedriv ve entüm ezilleh fettekullahe lealleküm teşkürun

yemin olsun Allah size bedirde zafer verdi ve sizler zillet durumundaydınız o halde Allah’tan sakının olur ki şükredersiniz

(123) Allah had helped you at Badr, when you were a contemptible little force then fear Allah thus may ye show your gratitude.

1. ve lekad : ve andolsun
2. nasara-kumu allâhu : Allah size yardım etti
3. bi bedrin : bedir’de
4. ve entum : ve siz
5. ezilletun : daha aşağı, daha zayıf
6. fe ittekû allâhe : artık Allah’a karşı takva sahibi olun
7. lealle-kum : umulur ki böylece siz
8. teşkurûne : şükredersiniz

١٢٤

اِذْ تَقُولُ لِلْمُؤْمِنينَ اَلَنْيَكْفِيَكُمْ اَنْ يُمِدَّكُمْ رَبُّكُمْ بِثَلثَةِ الَافٍ مِنَ الْمَلءِكَةِ مُنْزَلينَ

(124) iz tekulü lil mü’minine eley yekfiyeküm ey yümiddeküm rabbüküm bi selaseti alafim minel melaiketi münzelin

o zaman müminlere diyordun size yetmez mi Rabbinizin size destek olması indirilen üç bin melekle

(124) Remember thou saidst to the faithful: is it not enough for you that Allah should help you with three thousand angels (specially) sent down?

1. iz tekûlu : diyordun
2. li el mu’minîne : mü’minlere
3. e len yekfiye-kum : size kâfi gelmiyor mu?
4. en yumidde-kum : size imdad etmesi, yardım etmesi
5. Rabbu-kum : Rabbiniz
6. bi selâseti âlâfin : üç bini ile
7. min el melâiketi : meleklerden
8. munzelîne : indirilen

١٢٥

بَلى اِنْ تَصْبِرُوا وَتَتَّقُوا وَيَاْتُوكُمْ مِنْ فَوْرِهِمْ هذَا يُمْدِدْكُمْرَبُّكُمْ بِخَمْسَةِ الَافٍ مِنَ الْمَلءِكَةِ مُسَوِّمينَ

(125) bela in tesbiru ve tetteku ve ye’tuküm min fevrihim haza yümdidküm rabbüküm bi hamseti alafim minel melaiketi müsevvimin

hayır sabreder ve sakınırsanız sizin (üzerinize) aniden gelen size Rabbiniz destek verecek nişanlı beş bin melekle

(125) Yea, if ye remain firm, and act aright, even if the enemy should rush here on you in hot haste, your Lord would help you with five thousand angels making a terrific onslaught.

1. belâ : (olumsuz soruya, olumlu cevap verirken kullanılır) evet, hayır, bilakis
2. in tasbirû : eğer siz sabrederseniz
3. ve tettekû : ve takva sahibi olursanız
4. ve ye’tû-kum : ve size gelirler
5. min fevri-him : onların ani hareketlerinden, aniden
6. hâzâ yumdid-kum : bu size yardım
7. Rabbu-kum : Rabbiniz
8. bi hamseti âlâfin : beş bini ile
9. min el melâiketi : melekerden
10. musevvimîne : işaretlenmiş, nişanlı

١٢٦

وَمَا جَعَلَهُ اللّهُ اِلَّا بُشْرى لَكُمْ وَلِتَطْمَءِنَّ قُلُوبُكُمْ بِه وَمَا النَّصْرُ اِلَّا مِنْ عِنْدِ اللّهِ الْعَزيزِ الْحَكيمِ

(126) ve ma cealehüllahü illa büşra leküm ve li tatmeinne kulubüküm bih ve men nasru illa min indillahil azizil hakim

Allah bunu sırf bir müjde için yaptı ve kalpleriniz mutmain olup yatışması için (yaptı) zafer ancak güçlü ve hikmet sahibi Allah’ın katındadır

(126) Allah made it but a message of hope for you, and an assurance to your hearts: (in any case) there is no help except from Allah, the exalted, the wise:

1. ve mâ ceale-hu allâhu : ve Allah onu yapmadı
2. illâ buşrâ : müjde olmasından başka
3. lekum : sizin için, size
4. ve li tatmeinne : ve tatmin olması, sukûnet bulması için
5. kulûbu-kum bi-hî : kalplerinizin onunla
6. ve men nasru (mâ en nasru) : ve yardım (başka bir şekilde) olmaz
7. illâ min indi allâhi : ancak Allah’ın katından (olur)
8. el azîzi : azîz, üstün, izzetli
9. el hakîmi : hüküm ve hikmet sahibi

١٢٧

لِيَقْطَعَ طَرَفًا مِنَ الَّذينَ كَفَرُوا اَوْ يَكْبِتَهُمْ فَيَنْقَلِبُوا خَاءِبينَ

(127) li yaktaa tarafem minellezine keferu ev yekbitehüm fe yenkalibu haibin

küfredenlerin bir kısmını yahut onları perişan etsin bozularak dönüp gitsinler

(127) That he might cut off a fringe of the Unbelievers or expose them to infamy, and they should then be turned back, frustrated of their purpose.

1. li yaktaa : kesmek için, helak etmek için
2. tarafen : bir tarafı, bir kısmı
3. min : …’den
4. ellezîne keferû : inkâr edenler, kâfirler
5. ev yekbite-hum : veya onları perişan etmek
6. fe yenkalibû : böylece dönerler
7. hâibîne : bozguna uğrayanlar

١٢٨

لَيْسَ لَكَ مِنَ الْاَمْرِ شَىْءٌ اَوْ يَتُوبَ عَلَيْهِمْ اَوْ يُعَذِّبَهُمْ فَاِنَّهُمْ ظَالِمُونَ

(128) leyse leke minel emri şey’ün ev yetube aleyhim ev yüazzibehüm fe innehüm zalimun

senin elinde bu işten bir şey yok ve onların tövbesini kabul edecek yahut onlara azap edecek çünkü onlar zalimlerdir

(128) Not for thee, (but for Allah), is the decision: whether he turn is mercy to them, or punish them for they are indeed wrongdoers.

1. leyse leke : senin için yoktur, değildir, olmadı
2. min el emri : emirden, işten
3. şey’un : bir şey
4. ev yetûbe aleyhim : veya, onlara (onlar için) tövbeyi kabul eder
5. ev yuazzibe-hum : veya onları azap eder
6. fe inne-hum : oysa onlar, muhakkak
7. zâlimûne : zalimler, haksızlık edenler

١٢٩

وَلِلّهِ مَا فِى السَّموَاتِ وَمَا فِى الْاَرْضِ يَغْفِرُ لِمَنْ يَشَاءُ وَيُعَذِّبُ مَنْ يَشَاءُ وَاللّهُ غَفُورٌ رَحيمٌ

(129) ve lillahi ma fis semavati ve ma fil ard yağfiru li mey yeşaü ve yüazzibü mey yeşa’ vallahü ğafurur rahiym

Allah’ındır semalarda ve arzda ne varsa dilediğini bağışlar dilediğine azap eder Allah bağışlayan, merhametlidir

(129) To Allah belongeth all that is in the heavens and on earth. He forgiveth whom he pleaseth and punisheth whom he pleaseth but Allah is Oft-Forgiving, Most Merciful.

1. ve li allâhi : ve Allah’ın, Allah için
2. mâ fî es semâvâti : göklerde ne varsa
3. ve mâ fî el ardı : ve yeryüzünde, yerde ne varsa
4. yagfiru : mağfiret eder
5. li men yeşâu : dilediği kimseyi
6. ve yuazzibu : ve azab eder, azaplandırır
7. men yeşâu : dilediği kimse
8. ve allâhu gafûrun : ve Allah gafûrdur, bağışlayandır
9. rahîmun : rahîmdir, rahmet nuru gönderen

١٣٠

يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا لَا تَاْكُلُوا الرِّبوا اَضْعَافًامُضَاعَفَةً وَاتَّقُوا اللّهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ

(130) ya eyyühellezine amenu la te’külür riba ad’afem müdaafetev vettekullahe lealleküm tüflihun

ey iman edenler faiz vermeyin kat kat ederek Allah’tan sakının olur ki felaha erersiniz

(130) O ye who believe devour not usury, doubled and multiplied but fear Allah that ye may (really) prosper.

1. yâ eyyuhâ : ey
2. ellezîne âmenû : îmân edenler, âmenû olanlar
3. lâ te’kulu : yemeyin
4. er ribâ : ribâ, faiz
5. ad’âfen : kat, kat
6. mudâafeten : katlanmış, katlanarak artırılmış
7. ve ittekû allâhe : ve Allah’a karşı takva sahibi olun
8. lealle-kum : umulur ki böylece siz
9. tuflihûne : felâha erersiniz

١٣١

وَاتَّقُوا النَّارَ الَّتى اُعِدَّتْ لِلْكَافِرينَ

(131) vettekun naralleti üiddet lil kafirin

o ateşten sakının o ki kafirler için hazırlanmıştır

(131) Fear the fire, which is prepared for those who reject Faith:

1. ve ittekû : takva sahibi olun
2. nâre elletî : o ateş ki
3. uiddet : hazırlandı
4. li el kâfirîne : kâfirler için, kâfirlere

١٣٢

وَاَطيعُوا اللّهَ وَالرَّسُولَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ

(132) ve etiy’ullahe ver rasule lealleküm türhamun

itaat edin, Allah’a ve resulüne umulur ki merhamet olunursunuz

(132) And obey Allah and the Messenger that ye may obtain mercy.

1. ve etîû allâhe : ve Allah’a itaat edin
2. ve er resûle : ve resûle, elçiye
3. lealle-kum : umulur ki böylece siz
4. turhamûne : rahmet olunursunuz

Sayfa:66

١٣٣

وَسَارِعُوا اِلى مَغْفِرَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ وَجَنَّةٍ عَرْضُهَا السَّموَاتُ وَالْاَرْضُ اُعِدَّتْ لِلْمُتَّقينَ

(133) ve sariu ila mağfiratim mir rabbiküm ve cennetin arduhes semavatü vel erdu üiddet lil müttekiyn

Rabbinizin mağfiret ve cenneti (için) yarışın genişliği semalar ve arz (kadar olan) muttakiler için hazırlanmıştır

(133) Be quick in the race for forgiveness from your Lord, and for a Garden whose width is that (of the whole) of the heavens and of earth, prepared for the righteous-

1. ve sâriû : ve koşun
2. ilâ magfiretin : mağfirete
3. min Rabbi-kum : Rabbinizden
4. ve cennetin : ve cennet
5. ardu-hâ : onun genişliği
6. es semâvâtu : semâlar, gökler
7. ve el ardu : ve yeryüzü (yedi kat yerler)
8. uiddet : hazırlandı
9. li el muttekîne : muttekîler, takva sahipleri için

١٣٤

اَلَّذينَ يُنْفِقُونَ فِى السَّرَّاءِ وَالضَّرَّاءِ وَالْكَاظِمينَ الْغَيْظَ وَالْعَافينَ عَنِ النَّاسِ وَاللّهُ يُحِبُّ الْمُحْسِنينَ

(134) ellezine yünfikune fis serrai ved darrai vel kaziminel ğayza vel afine anin nas vallahü yühibbül muhsinin

o kimseler ki bollukta ve darlıkta infak ederler öfkelerini yenerler ve insanları affederler Allah iyilik yapanları sever

(134) Those who spend (freely), whether in prosperity, or in adversity and pardon (all) men for Allah loves those who do good

1. ellezîne : onlar
2. yunfikûne : Allah için infak ederler, verirler
3. fî es serrâi : bolluk içinde, bollukta
4. ve ed darrâi : ve darlık
5. ve el kâzımîne : ve yutanlar
6. el gayza : öfke
7. ve el âfîne an : ve affedenler
8. en nâsi : insanlar
9. ve allâhu : ve Allah
10. yuhibbu : sever
11. el muhsinîne : muhsinler

١٣٥

وَالَّذينَ اِذَا فَعَلُوا فَاحِشَةً اَوْ ظَلَمُوا اَنْفُسَهُمْ ذَكَرُوااللّهَ فَاسْتَغْفَرُوا لِذُنُوبِهِمْوَمَنْ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ اِلَّا اللّهُ وَلَمْ يُصِرُّوا عَلى مَا فَعَلُوا وَهُمْ يَعْلَمُونَ

(135) vellezine iza fealu fahişeten ev zalemu enfüsehüm zekerullahe festağferu li zünubihim ve mey yağfiruz zünube illellah ve lem yüsirru ala ma fealu ve hüm ya’lemun

ve o kimseler ki bir fuhuş veya nefislerine zulüm ettikleri zaman Allah’ı anarak hemen günahlarının bağışlanmasını isterler kim bağışlayabilir Allah’tan başka günahları onlar yaptıkları fiillerde bilerek ısrar etmezler

(135) And those who, having done something to be ashamed of, or wronged their own souls, and ask for forgiveness for their sins, and who can forgive sins except Allah? and are never obstinate in persisting knowingly in (the wrong) they have done

1. vellezîne : ve onlar
2. izâ fealû : yaptıkları zaman
3. fâhişeten : kötülük
4. ev zalemû : veya zulmettiler
5. enfuse-hum : nefslerine, kendilerine
6. zekerû allâhe : Allah’ı zikrettiler
7. fe estagferû : o zaman, hemen istiğfar ettiler, mağfiret dilediler
8. li zunûbi-him : kendi günahları için
9. ve men : ve kim
10. yagfiru ez zunûbe : mağfiret eder, bağışlar (günahları sevaba çevirir)
11. illâ allâhu : Allah’tan başka
12. ve lem yusırrû : ve ısrar etmezler
13. alâ mâ fealû : yaptıkları şeyler üzerinde
14. ve hum : ve onlar
15. ya’lemûne : biliyorlar, bilirler

١٣٦

اُولءِكَ جَزَاؤُهُمْ مَغْفِرَةٌ مِنْ رَبِّهِمْ وَجَنَّاتٌ تَجْرى مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِدينَ فيهَا وَنِعْمَ اَجْرُ الْعَامِلينَ

(136) ülaike cezaühüm mağfiratüm mir rabbihim ve cennatün tecri min tahtihel enharu halidine fiha ve ni’me ecrul amilin

işte bunların ecirleri Rablerinden bir mağfiret ve altlarından nehirler akan cennetlerdir orada ebedi olarak kalacaklardır ecri ne güzeldir böyle yapanların

(136) For such the reward is forgiveness from their Lord, and Gardens with rivers flowing underneath- an eternal dwelling: how excellent a recompense for those who work (and strive)!

1. ulâike : işte onlar
2. cezâu-hum : onların cezası, karşılığ?, mükâfatı
3. magfiretun : bağışlanma, mağfiret (günahların sevaba çevrilmesi)
4. min Rabbi-him : onların Rabbinden
5. ve cennâtun : ve cennetler
6. tecrî : akar
7. min tahti-hâ : onun altından
8. el enhâru : nehirler
9. hâlidîne fî-hâ : orada, içinde kalacak olanlar
10. ve ni’me : ve ne güzel
11. ecru : ecir, bedel, karşılık
12. el âmilîne : amel edenler

١٣٧

قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِكُمْ سُنَنٌ فَسيرُوا فِىالْاَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّبينَ

(137) kad halet mim kabliküm sünenün fe siru fil erdi fenzuru keyfe kane akibetül mükezzibin

sizden önce şeriatler gelip geçti yeryüzünü bir gezin bir de bakın nasıl olmuş yalanlayanların akıbeti

(137) Many were the ways of life that have passed away before you: travel though the earth, and see what was the end of those who rejected Truth.

1. kad halet : gelip geçmiş
2. min kabli-kum : sizden önce
3. sunenun : Allah’ın sünnetleri, ilâhi kanuniar?
4. fe sîrû : artık gezin, görün
5. fî el ardı : yeryüzünde
6. fe unzurû : böylece bakın
7. keyfe : nasıl
8. kâne : oldu
9. âkıbetu : âkibet, son, sonuç
10. el mukezzibîne : yalancılar

١٣٨

هذَا بَيَانٌ لِلنَّاسِ وَهُدًى وَمَوْعِظَةٌ لِلْمُتَّقينَ

(138) haza beyanül linnasi ve hüdev ve mev’izatül lil müttekiyn

işte bu insanlar için bir açıklama hidayet ve vaazdır muttali olanlara

(138) Here is plain statement to men, a guidance and instruction to those who fear Allah!

1. hâzâ : bu
2. beyânun : bir beyan, açıklama
3. li en nâsi : insanlar için, insanlara
4. ve huden : ve hidayet
5. ve mev’ızatun : ve vaaz, öğüt
6. li el muttekîne : takva sahipleri için, takva sahiplerine

١٣٩

وَلَاتَهِنُوا وَلَاتَحْزَنُوا وَاَنْتُمُ الْاَعْلَوْنَ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنينَ

(139) ve la tehinu ve la tahzenu ve entümül el a’levne in küntüm mü’minin

gevşemeyin ve mahzunda olmayın ve üstün olan sizseniz siz mümin kişilerdensiniz

(139) So lose not heart, nor fall into despair: for ye must gain mastery if ye are true in Faith.

1. ve lâ tehinû : ve gevşemeyin, korkmayın
2. ve lâ tahzenû : ve mahzun olmayın, üzülmeyin
3. ve entum : ve siz
4. el a’levne : üstün olanlar
5. in kuntum : eğer siz … iseniz
6. mu’minîne : mü’minler

١٤٠

اِنْ يَمْسَسْكُمْ قَرْحٌ فَقَدْ مَسَّ الْقَوْمَ قَرْحٌ مِثْلُهُ وَتِلْكَ الْاَيَّامُ نُدَاوِلُهَا بَيْنَ النَّاسِوَلِيَعْلَمَ اللّهُ الَّذينَ امَنُوا وَيَتَّخِذَ مِنْكُمْ شُهَدَاءَ وَاللّهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِمينَ

(140) iy yemsesküm karhun fe kad messel kavme karhum mislüh ve tilkel eyyamü nüdavilüha beynen nas ve li ya’lemellahüllezine amenu ve yettehize minküm şüheda’ vallahü la yühibbüz zalimin

eğer size bir yara isabet ederse (karşı) kavme de aynı şekilde bir yara isabet etmiştir işte o günleri biz insanlar arasında döndürüp dururuz Allah iman edenleri belli etmesi için sizden şahitler edinir Allah zalimleri sevmez

(140) If a wound hath touched you, be sure a similar wound hath touched the others. Such days (of varying fortunes) we give to men and men by turns: that Allah may know those that believe, and that he may take to himself from your ranks martyr witnesses (to truth). And Allah loveth not those that do wrong.

1. in yemses-kum : eğer size dokunursa
2. karhun : kerih bir şey, sıkıntı, bozgun, yara
3. fe kad messe : o taktirde dokunmuştu
4. el kavme : kavim, topluluk
5. karhun : kerih bir şey, sıkıntı, bozgun, yara
6. mislu-hu : onun aynısı
7. ve tilke : ve o, bu
8. el eyyâmu : günler
9. nudâvilu-hâ : biz onu döndürür dolaştırırız
10. beyne en nâsi : insanların arasında
11. ve li ya’leme allâhu : ve Allah bilmesi, belli etmesi için
12. ellezîne : onlar
13. âmenû : âmenu, îmân edenler
14. ve yettehize : ve edinir
15. min-kum : sizden
16. şuhedâe : şahitler
17. ve allâhu lâ yuhibbu : ve Allah sevmez
18. ez zâlimîne : zâlimler

Sayfa:67

١٤١

وَلِيُمَحِّصَ اللّهُ الَّذينَ امَنُوا وَيَمْحَقَ الْكَافِرينَ

(141) ve li yümehhisallahüllezine amenu ve yemhakal kafirin

Allah iman edenleri günahlarından temizlemesi kafirleri de bereketsiz kılıp mahvetmesi (için)

(141) Allah’s object also is to purge those that are true in Faith and to deprive of blessing those that resist Faith.

1. ve li yumahhisa : kusursuz kılması, temize çıkarması
2. allâhu : Allah
3. ellezîne : onlar
4. âmenû : âmenû olanlar, îmân edenler
5. ve yemhaka : ve yavaş yavaş helâk etmesi
6. el kâfirîne : kâfirler

١٤٢

اَمْ حَسِبْتُمْ اَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَعْلَمِ اللّهُ الَّذينَ جَاهَدُوا مِنْكُمْ وَيَعْلَمَ الصَّابِرينَ

(142) em hasibtüm en tedhulül cennete ve lemma ya’lemillahüllezine cahedu minküm ve ya’lemes sabirin

yoksa siz cennete gireceğinizi mi sandınız Allah içinizden cihat edenleri bilip belli etmeden sabır edenleri de bilir

(142) Did ye think that ye would enter heaven without Allah testing those of you who fought hard (in his cause) and remained steadfast?

1. em hasibtum : yoksa siz zannediyor musunuz
2. en tedhulû : girmenizi
3. el cennete : cennete
4. ve lemmâ : ve ancak, dışında, …olmadıkça
5. ya’lemi allâhu : Allah’ın bilmesi, belli etmesi
6. ellezîne : onlar
7. câhedû : cihad ettiler
8. min-kum : ve sizden, içinizden
9. ve ya’leme : ve bilir, belli eder
10. es sâbirîne : sabredenler

١٤٣

وَلَقَدْ كُنْتُمْتَمَنَّوْنَ الْمَوْتَ مِنْقَبْلِ اَنْ تَلْقَوْهُ فَقَدْ رَاَيْتُمُوهُ وَاَنْتُمْ تَنْظُرُونَ

(143) ve le kad küntüm temennevnel mevte min kabli en telkavhü fe kad raeytümuhü ve entüm tenzurun

şüphe yok ki ölümü temenni ediyordunuz ölümle karşılaşmadan önce fakat şimdi bakıp duruyorsunuz ve sizler bakıp duruyorsunuz

(143) Ye did indeed wish for death before ye met him: now ye have seen him with your own eyes, (and ye flinch)

1. ve lekad : ve andolsun
2. kuntum : siz … oldunuz, .. idiniz
3. temennevne : siz temenni ediyorsunuz
4. el mevte : ölüm
5. min kabli : önceden, …’dan önce
6. en telkav-hu : onunla karşılaşmak
7. fe kad : i?te ?imdi … olmuş
8. raeytumû-hu : onu gördünüz
9. ve entum tenzurûne : ve siz inzar ediyorsunuz, bekliyorsunuz

١٤٤

وَمَا مُحَمَّدٌ اِلَّا رَسُولٌ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِ الرُّسُلُاَفَاءِنْ مَاتَ اَوْ قُتِلَانْقَلَبْتُمْ عَلى اَعْقَابِكُمْ وَمَنْ يَنْقَلِبْ عَلى عَقِبَيْهِ فَلَنْ يَضُرَّ اللّهَ شَيًْا وَسَيَجْزِى اللّهُ الشَّاكِرينَ

(144) ve ma muhammedün illa rasul kad halet min kablihir rusül e fa im mate ev kutilen kalebtüm ala a’kabiküm ve mey yenkalib ala akibeyhi fe ley yedurrallahe şey’a ve seyeczillahüş şakirin

ve muhammed ancak bir resuldür ondan öncede resuller gelip geçmiştir eğer o ölürse veya öldürülürse siz ardınıza dönüverecek misiniz her kim ardına döner giderse Allah’a asla bir zarar verecek değildir Allah şükredenleri ilerde mükafatlandıracaktır

(144) Muhammad is no more than a Messenger: many were the Messengers that passed away before him. If he died or were slain, will ye then turn back on your heels? If any did turn back on his heels, not the least harm will he do to Allah but Allah (on the other hand) will swiftly reward those who (serve him) with gratitude.

1. ve mâ muhammedun : ve muhammed … olmadı, değildir
2. illâ resûlun : resûl’den başka, sadece resûl
3. kad halet : gelip geçmiştir
4. min kabli-hi : ondan önce
5. rusûlu : resûller, elçiler
6. e fe in mâte : şimdi eğer öldü ise … mı
7. ev kutile : veya öldürüldü
8. inkalebtum : geriye döndünüz
9. alâ a’kâbi-kum : topuklarınızın üzerinde
10. ve men : ve kim … ise
11. yenkalib : dönüyor
12. alâ akıbeyhi : topukları üzerinde
13. fe len yadurre allâhe : bundan sonra Allah’a asla zarar veremez
14. şey’en : bir şey
15. ve se yeczî allâhu : ve Allah yakında karşılığını verecek, mükâfatlandıracak
16. eş şâkirîne : şükredenler

١٤٥

وَمَا كَانَ لِنَفْسٍ اَنْ تَمُوتَ اِلَّا بِاِذْنِ اللّهِ كِتَابًا مُؤَجَّلًاوَمَنْ يُرِدْ ثَوَابَ الدُّنْيَا نُؤْتِه مِنْهَا وَمَنْ يُرِدْ ثَوَابَ الْاخِرَةِ نُؤْتِه مِنْهَا وَسَنَجْزِى الشَّاكِرينَ

(145) ve ma kane li nefsin en temute illa bi iznillahi kitabem müeccela ve mey yürid sevabed dünya nü’tihi minha ve mey yürid sevabel ahirati nü’tihi minha ve senecziş şakirin

hem hiçbir nefis ölmez Allah’ın izni olmadıkça o vadesi yazılmış bir yazıdır kim dünya sevabı isterse kendisine ondan veririz kim de ahiret sevabı isterse kendisine ondan veririz şükredenlere mükafatını vereceğiz

(145) Nor can a soul die except by Allah’s leave, the term being fixed as by writing. If any do desire a reward in this life, we shall give it to him we shall give it to him. And swiftly shall we reward those that (serve us with) gratitude.

1. ve mâ kâne : ve olmadı
2. li nefsin : bir nefs, bir kimse için
3. en temûte : ölmek, ölmesi
4. illâ bi izni allâhi : Allah’ın izni olmadan
5. kitâben : yazılı olan, yazı
6. mueccelen : tayin edilmiş, takdir edilmiş zaman
7. ve men : ve kim
8. yurid : ister, diler, murad eder
9. sevâbe ed dunyâ : dünya sevabını
10. nu’ti-hî : ona, kendisine veririz
11. min-hâ : ondan
12. ve men : ve kim
13. yurid : ister, diler
14. sevâbe el âhirati : ahiret sevabı
15. nu’ti-hî : ona, kendisine veririz
16. min-hâ : ondan
17. ve se neczî : ve yakında karşılığını vereceğiz, mükâfatlandıracağız
18. eş şâkirîne : şükredenler

١٤٦

وَكَاَيِّنْ مِنْ نَبِىٍّ قَاتَلَ مَعَهُ رِبِّيُّونَ كَثيرٌ فَمَا وَهَنُوا لِمَا اَصَابَهُمْ فىسَبيلِ اللّهِ وَمَا ضَعُفُوا وَمَا اسْتَكَانُوا وَاللّهُ يُحِبُّ الصَّابِرينَ

(146) ve keeyyim min nebiyyin katele meahu ribbiyyune kesir fe ma vehenu li ma esabehüm fi sebilillahi ve ma daufu ve mestekanu vallahü yühibbüs sabirin

nice nebiler savaştı birçok erenlerle beraber başlarına gelenlerden gevşemediler Allah yolunda zaafa düşüp miskinlik etmediler Allah sabredenleri sever

(146) How many of the prophets fought (in Allah’s way), and with them (fought) large bands of goodly men? but they never lost heart if they met with disaster in Allah’s way, nor did they weaken (in will) nor give in. And Allah loves those who are firm and steadfast.

1. ve keeyyin : ve niceleri
2. min nebiyyin : peygamberlerden
3. kâtele : savaştı
4. mea-hu : onunla beRaber
5. rıbbiyyûne : Rabbiyyun, kendini Allah’a adayanlar
6. kesîrun : çok, bir çok
7. fe mâ vehenû : fakat gevşeklik göstermediler
8. li mâ : şeyler için, şeyler sebebiyle
9. asâbe-hum : onlara isabet etti
10. fî sebîli allâhi : Allah’ın yolunda
11. ve mâ daufû : ve zayıflık göstermediler
12. ve mestekânû : ve boyun eğmediler
13. ve allâhu : ve Allah
14. yuhibbu es sâbirîne : sabredenleri sever

١٤٧

وَمَا كَانَ قَوْلَهُمْ اِلَّا اَنْ قَالُوا رَبَّنَااغْفِرْلَنَا ذُنُوبَنَا وَاِسْرَافَنَا فى اَمْرِنَا وَثَبِّتْ اَقْدَامَنَا وَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرينَ

(147) ve ma kane kavlehüm illa en kalu rabbenağ firlena zünubena ve israfena fi emrina ve sebbit akdamena vensurna alel kavmil kafirin

onların sözü ancak şöyle demeleri oldu ey Rabbimiz bizim günahlarımızı bağışla işimizdeki taşkınlıklarımızı bağışla ayaklarımıza sebat ver kafir kavme karşı bize yardım et

(147) All that they said was: our Lord forgive us our sins and anything we may have done that transgressed our duty: establish our feet firmly, and help us against those that resist Faith.

1. ve mâ kâne : ve olmadı
2. kavle-hum : onların sözleri
3. illâ en kâlû : demekten başka birşey olmadı
4. Rabbe-nâ : Rabbimiz
5. ıgfir lenâ : bizi bağışla
6. zunûbe-nâ : günahlarımız
7. ve isrâfe-nâ : ve israfımız, aşırılığımız, taşkınlığımız
8. fî emri-nâ : işimizde
9. ve sebbit : ve sabit kıl
10. akdâme-nâ : ayaklarımızı
11. ve unsur-nâ : ve bize yardım et
12. alâ el kavmi : kavme karşı
13. el kâfirîne : kâfirler

١٤٨

فَاتيهُمُ اللّهُ ثَوَابَ الدُّنْيَا وَحُسْنَ ثَوَابِ الْاخِرَةِ وَاللّهُ يُحِبُّ الْمُحْسِنينَ

(148) fe atahümüllahü sevabed dünya ve husne sevabil ahirah vallahü yühibbül muhsinin

Allah onlara dünya sevabı, ahiretin güzel sevabını verdi Allah güzel iş yapanları sever

(148) And Allah gave them a reward in this world, and the excellent reward of the Hereafter. For Allah loveth those who do good.

1. fe âtâ-humu allâhu : böylece Allah onlara verdi
2. sevâbe ed dunyâ : dünya sevabı
3. ve husne : ve güzel, en güzel
4. sevâbi el âhireti : ahiret sevabı
5. ve allâhu yuhibbu : ve Allah sever
6. el muhsinîne : muhsinler

Sayfa:68

١٤٩

يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا اِنْ تُطيعُوا الَّذينَكَفَرُوا يَرُدُّوكُمْ عَلى اَعْقَابِكُمْفَتَنْقَلِبُوا خَاسِرينَ

(149) ya eyyühellezine amenu in tütiy’ullezine keferu yerudduküm ala a’kabiküm fe tenkalibu hasirin

ey iman edenler eğer kafirlere itaat ederseniz sizi topuklarınızın üzerinden geriye çevirirler ziyana düşenlerin haline dönersiniz

(149) O ye who believe if ye obey the Unbelievers, they will drive you back on your heels, and ye will turn back (from Faith) to your own loss.

1. yâ eyyuhâ : ey
2. ellezîne âmenû : âmenû olanlar, îmân edenler
3. in tutîû : eğer itaat ederseniz
4. ellezîne keferû : inkâr edenler, kâfirler
5. yeruddû-kum : sizi çevirirler
6. alâ a’kâbi-kum : topuklarınız üzerine
7. fe tenkalibû : o zaman dönersiniz
8. hâsirîne : hüsrana uğramış olanlar

١٥٠

بَلِ اللّهُ مَوْليكُمْ وَهُوَ خَيْرُ النَّاصِرينَ

(150) belillahü mevlaküm ve hüve hayrun nasirin

hayır Allah sizin mevlanızdır O yardım edenlerin en hayırlısıdır

(150) Nay, Allah is your protector, and he is the best of helpers.

1. beli allâhu : hayır, öyle değil, bilâkis Allah
2. mevlâ-kum : sizin mevlânız, dostunuz
3. ve huve : ve o
4. hayru : en hayırlı
5. en nâsırîne : yardımcılar

١٥١

سَنُلْقى فى قُلُوبِ الَّذينَ كَفَرُوا الرُّعْبَ بِمَا اَشْرَكُوابِاللّهِ مَالَمْ يُنَزِّلْ بِه سُلْطَانًا وَمَاْويهُمُ النَّارُ وَبِءْسَ مَثْوَى الظَّالِمينَ

(151) senülkiy fi kulubillezine keferur ru’be bi ma eşraku billahi ma lem yünezzil bihi sültana ve me’vahümün nar ve bi’se mesvez zalimin

biz, küfredenlerin kalplerine korku düşüreceğiz şu sebeple ki onlar ortak koşuyorlar Allah’ın burhan indirdiği şeylere ve onların varacakları yer cehennemdir zalimlerin varacağı yer ne kadar kötüdür

(151) Soon shall we cast terror into the hearts of the Unbelievers, for that they joined companions with Allah, for which he had sent no authority: their abode will be the fire: end evil is the home of the wrongdoers

1. se nulkî : biz salacağız (vereceğiz)
2. fî kulûbi : kalplerine
3. ellezîne keferû : inkâr edenler, kâfirler
4. er ru’be : korku
5. bi-mâ eşrakû : ortak koşmaları sebebiyle
6. bi allâhi : Allah’a
7. mâ lem yunezzil bi-hî : indirmediği bir şey
8. sultânen : sultân, delil
9. ve me’vâ-humu : ve onların sığınağı, barınağı
10. en nâru : ateş
11. ve bi’se : ve ne kötü
12. mesve : kalınan yer
13. ez zâlimîne : zalimler

١٥٢

وَلَقَدْ صَدَقَكُمُ اللّهُ وَعْدَهُ اِذْ تَحُسُّونَهُمْ بِاِذْنِه حَتّى اِذَا فَشِلْتُمْوَتَنَازَعْتُمْ فِىالْاَمْرِ وَعَصَيْتُمْ مِنْ بَعْدِ مَا اَريكُمْ مَا تُحِبُّونَ مِنْكُمْ مَنْ يُريدُ الدُّنْيَاوَمِنْكُمْ مَنْ يُريدُ الْاخِرَةَ ثُمَّ صَرَفَكُمْ عَنْهُمْ لِيَبْتَلِيَكُمْ وَلَقَدْ عَفَا عَنْكُمْ وَاللّهُ ذُوفَضْلٍ عَلَى الْمُؤْمِنينَ

(152) ve le kad sadekakümüllahü va’dehu iz tehussunehüm bi iznih hatta iza feşiltüm ve tenaza’tüm fil emri ve asaytüm mim ba’di ma eraküm ma tühibbun minküm mey yüridüd dünya ve minküm mey yüridül ahirah sümme sarafeküm anhüm li yebteliyeküm ve le kad afa anküm vallahü zu fadlin alel mü’minin

kesin şu ki, Allah’ın size vaadi doğru çıktı onun izni ile onların köklerini kazıyorsunuz hatta çekişip yılgınlık edinceye kadar münakaşa ettiniz verilen emirlere ve isyan ettiniz o sevdiğiniz size gösterildikten sonra sizin kiminiz dünyayı istiyor kiminizde ahireti temenni ediyordunuz sonra yardımı üzerinizden aldı sizi imtihan edip sizi gerçekten affetti Allah müminlere fazlı ihsan sahibidir

(152) Allah did indeed fulfil his promise to you when ye with his permission were about to annihilate your enemy, until ye flinched and fell to disputing about the order, and disobeyed it after he brought you in sight (of the booty) which ye covet. Among you are some that hanker after this world and some that desire the Hereafter, then did he divert you from your foes in order to test you. But he forgave you: for Allah is full of Grace to those who believe.

1. ve lekad : ve andolsun
2. sadaka-kumu allâhu : Allah size sadık kaldı
3. va’de-hû : onun vaadi
4. iz tehussûne-hum : onları perişan edip öldürüyordunuz
5. bi izni-hî : onun izni ile
6. hattâ : hatta, öyle ki, fakat
7. izâ feşiltum : gevşeklik göstermiştiniz
8. ve tenâza’tum : ve nizâya (anlaşmazlığa) düştünüz
9. fî el emri : emir hakkında
10. ve asaytum : ve isyan ettiniz
11. min ba’di : sonradan, …den sonra
12. mâ erâ-kum : size gösterdiği şey
13. mâ tuhıbbûne : sevdiğiniz şey
14. min-kum : sizden
15. men : kim, kimi
16. yurîdu : diliyor, istiyor
17. ed dunyâ : dünya
18. ve min-kum : ve sizden
19. men : kim, kimi
20. yurîdu : diliyor, istiyor
21. el âhirete : ahireti
22. summe : sonra
23. sarafe-kum : sizi geri çevirdi
24. anhum : onlardan
25. li yebteliye-kum : sizi imtihan etmek için
26. ve lekad : ve andolsun
27. afâ ankum : sizi affetti
28. ve allâhu : ve Allah
29. zû fadlin : fazlın sahibi
30. alâ el mu’minîne : mü’minlere karşı

١٥٣

اِذْ تُصْعِدُونَ وَلَا تَلْوُنَ عَلى اَحَدٍ وَالرَّسُولُ يَدْعُوكُمْ فى اُخْريكُمْ فَاَثَابَكُمْ غَمًّا بِغَمٍّ لِكَيْلَا تَحْزَنُوا عَلى مَا فَاتَكُمْ وَلَا مَا اَصَابَكُمْ وَاللّهُ خَبيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ

(153) iz tus’idune ve la telvune ala ehadiv ver rasulü yed’uküm fi uhraküm fe esabeküm ğammem bi ğammil li keyla tahzenu ala ma fateküm ve la ma esabeküm vallahü habirum bima ta’melun

hani o zaman geri çekiliyor hiçbir kimseye bakmıyordunuz resulde sizi arkanızdan çağırıyordu sizi cezalandırıyordu kedere kederle zafere üzülmüş olmamanız için nede başınıza gelen musibete Allah sizin yaptıklarınızın tamamından haberdardır

(153) Behold! ye were climbing up the high ground, without even casting a side glance at anyone, and the Messenger in your rear was calling you back. There did Allah give you one distress after another by way of requital, to teach you not to grieve for (the booty) that had escaped you and for (the ill) that had befallen you. For Allah is well aware of all that ye do.

1. iz tus’idûne : uzaklaşıyordunuz
2. ve lâ telvûne : ve dönüp bakmıyordunuz
3. alâ ehadin : hiç kimseye
4. ve er resûlu : ve resûl
5. yed’û-kum : sizi çağırıyor
6. fî uhrâ-kum : sizin arkanızdan
7. fe esâbe-kum : bundan sonra size, isabet etti
8. gammen : gam, keder
9. bi gammin : gam ile, keder ile
10. li keylâ : … olmaması için
11. tahzenû : mahzun oluyorsunuz, üzülüyorsunuz
12. alâ mâ fâte-kum : sizin elinizden çıkan şeylere
13. ve lâ mâ : ve şeylere değil
14. asâbe-kum : size isabet etti
15. ve allâhu : ve Allah
16. habîrun : haberdar
17. bi-mâ ta’melûne : sizin yaptıklarınız şeylere yaptıklarınıza

Sayfa:69

١٥٤

ثُمَّ اَنْزَلَ عَلَيْكُمْ مِنْ بَعْدِ الْغَمِّ اَمَنَةً نُعَاسًا يَغْشى طَاءِفَةً مِنْكُمْ وَطَاءِفَةٌ قَدْ اَهَمَّتْهُمْ اَنْفُسُهُمْ يَظُنُّونَ بِاللّهِ غَيْرَ الْحَقِّ ظَنَّ الْجَاهِلِيَّةِ يَقُولُونَ هَلْ لَنَا مِنْ الْاَمْرِ مِنْ شَىْءٍ قُلْاِنَّ الْاَمْرَ كُلَّهُ لِلّهِ يُخْفُونَ فى اَنْفُسِهِمْ مَا لَايُبْدُونَ لَكَ يَقُولُونَ لَوْ كَانَ لَنَا مِنَ الْاَمْرِ شَىْءٌ مَا قُتِلْنَا ههُنَا قُلْ لَوْ كُنْتُمْ فى بُيُوتِكُمْ لَبَرَزَ الَّذينَ كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقَتْلُ اِلىمَضَاجِعِهِمْوَلِيَبْتَلِىَ اللّهُ مَا فى صُدُورِكُمْوَلِيُمَحِّصَ مَافى قُلُوبِكُمْ وَاللّهُ عَليمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ

(154) sümme enzele aleyküm mim ba’dil ğammi emeneten nüasey yağşa taifetem minküm ve taifetün kad ehemmethüm enfüsühüm yezunnune billahi ğayral hakkı zannel cahiliyyeh yekulune hel lena minel emri min şey’ kul innel emra küllehu lillah yuhfune fi enfüsihim ma la yübdune lek yekulune lev kane lena minel emri şey’üm ma kutilna hahüna kul lev küntüm fi büyutiküm le berazellezine kütibe aleyhimül katlü ila medaciıhim ve li yebteliyellahü ma fi suduriküm ve li yümehhisa ma fi kulubiküm vallahü alimüm bi zatis sudur

sonra üzerinize bir emniyet indirdi o kederin arkasından uyku sarıyordu sizden bir taifeyi bir taifeyi de nefisleri can kaygısına düşmüş Allah’a karşı cahiliyet zannı gibi hakları olmayan bir zan besliyorlardı bu işten bize ne diyorlar? de ki bütün işler Allah’ındır sana açıklamadıkları şeyi de nefislerinde gizliyorlardı eğer bu iş için (elimizde) bir şey olsaydı burada öldürülmezdik diyorlar deki siz evinizde de olsanız oradan çıkar üzerlerine öldürülmeleri yazılmış olanlar can verecekleri yere (gider) Allah sizi iptila etti sadırlarınızda olan şeylerden kalplerinizde ki niyetlerinizi temizlemek için yaptı Allah bilendir sadırlarda olanları

(154) After (the excitement) of the distress, he sent down calm on a band of you overcome with slumber, while another band was stirred to anxiety by their own feelings, moved by wrong suspicions of Allah suspicions due to ignorance. They said: what affair is this of ours? say thou: indeed, this affair is wholly Allah’s they hide in their minds what they dare not reveal to thee. They say (to themselves): if we had anything to do with this affair, we should not have been in the slaughter here. Say: even if you had remained in your homes, those for whom death was decreed would certainly have gone forth to the place of their death but (all this was) that Allah might test what is in your breasts and purge what is in your hearts. For Allah knoweth well the secrets of your hearts.

1. summe : sonra
2. enzele : indirdi
3. aleykum : sizin üzerinize
4. min ba’di : sonradan, …den sonra, arkasından
5. el gammi : gam, keder
6. emeneten : emniyet, güvenmek
7. nuâsen : sukunet veren uyku
8. yagşâ : sarıp kaplıyor
9. tâifeten : bir grup, topluluk, cemaat
10. min-kum : sizden
11. ve tâifetun : ve bir grup, topluluk, cemaat
12. kad ehemmet-hum : onlar kendilerine ehemmiyet vermişlerdi, önemsemişti
13. enfusu-hum : kendilerini, canlarını
14. yezunnûne : zanda bulunuyorlar
15. bi allâhi : Allah’a karşı
16. gayre el hakkı : haksız
17. zanne el câhiliyyeti : cahiliye zannı ile
18. yekûlûne : diyorlar
19. hel lenâ : bizim için var mı
20. minel emri : işten, emirden
21. min şey’in : şeyden, bir şey
22. kul : de, söyle
23. inne el emre : muhakkak ki emir, iş
24. kulle-hu : onun hepsi
25. li allâhi : Allah için, Allah’ın
26. yuhfûne : gizliyorlar, saklıyorlar
27. fî enfusi-him : nefslerinde, içlerinde
28. mâ lâ yubdûne leke : sana açıklamadıkları bir şey
29. yekûlûne : diyorlar
30. lev kâne lenâ : bizim için olsaydı
31. minel emri : emirden, işten
32. şey’un : bir şey
33. mâ kutilnâ : biz öldürülmezdik
34. hâ-hunâ : burada
35. kul : de, söyle
36. lev kuntum : siz … bile olsaydınız
37. fî buyûti-kum : evlerinizin içinde, evlerinizde
38. le bereze : elbette, mutlaka çıkardı
39. ellezîne : onlar
40. kutibe : yazıldı, takdir edildi
41. aleyhim : onların üzerine
42. el katlu : katl, ölüm
43. ilâ medâcii-him : yatacakları, düşecekleri
44. ve li yebteliye allâhu : ve Allah’ın sınaması için
45. mâ fî sudûri-kum : sinelerinizde olanı
46. ve li yumahhısa : ve temize çıkarmak (fitneden kurtarmak)
47. mâ fî kulûbi-kum : kalplerinizde olandan
48. ve allâhu : ve Allah
49. alîmun : en iyi bilen
50. bi zâti es sudûri : göğüslerde olanı, sinelerde olanı

١٥٥

اِنَّ الَّذينَ تَوَلَّوْا مِنْكُمْ يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعَانِ اِنَّمَا اسْتَزَلَّهُمُ الشَّيْطَانُ بِبَعْضِمَا كَسَبُوا وَلَقَدْ عَفَا اللّهُ عَنْهُمْ اِنَّ اللّهَ غَفُورٌ حَليمٌ

(155) innellezine tevellev minküm yevmel tekal cem’ani innemestezellehümüş şeytanü bi ba’di ma kesebu ve le kad afallahü anhüm innellahe ğafurun halim

şüphesiz içinizden yüz çevirenler o iki ordunun karşılaştığı gün ancak şeytan onları kaydırmak istemişti yapmış oldukları bazı amellerinden dolayı Allah onları gerçekten affetti şüphesiz Allah bağışlayan, halimdir

(155) Those of you who turned back on the day the two hosts met, it was Satan who caused them to fail, because of some (evil) they had done. But Allah has blotted out (their fault): for Allah is Oft-Forgiving, most forbearing.

1. inne ellezîne : muhakkak ki onlar
2. tevellev : yüz çevirdiler
3. min-kum : sizden, içinizden
4. yevme ilteka : karşılaştığı gün
5. el cem’âni : iki cemaat, iki topluluk
6. innemâ : fakat, ancak, oysa
7. istezelle-hum : onları zillete düşürmek istedi
8. eş şeytânu : şeytan
9. bi ba’di mâ : bazı şeylerden dolayı
10. kesebû : kazandılar
11. ve lekad : ve andolsun ki
12. afâ allâhu : Allah affetti
13. an-hum : onları
14. inne allâhe : muhakkak ki Allah
15. gafûrun : gafûr olan, bağışlayan
16. halîmun : halîm, yumuşak davranan, acele etmeyen

١٥٦

يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا لَاتَكُونُوا كَالَّذينَ كَفَرُوا وَقَالُوا لِاِخْوَانِهِمْ اِذَا ضَرَبُوا فِى الْاَرْضِ اَوْ كَانُوا غُزًّى لَوْ كَانُوا عِنْدَنَا مَامَاتُوا وَمَا قُتِلُوا لِيَجْعَلَاللّهُ ذلِكَ حَسْرَةً فى قُلُوبِهِمْ وَاللّهُ يُحْى وَيُميتُ وَاللّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصيرٌ

(156) ya eyyühellezine amenu la tekunu kellezine keferu ve kalu li ihvanihim iza darabu fil erdi ev kanu ğuzzel lev kanu indena ma matu ve ma kutilu li yec’alellahü zalike hasraten fi kulubihim vallahü yuhyi ve yümit vallahü bi ma ta’melune basiyr

ey iman edenler o küfredenler gibi olmayın kardeşleri yeryüzünde dolaştıkları yahut gazada oldukları zaman dediler bizim yanımızda olsalardı ölmezler ve öldürülmezlerdi Allah bunu kalplerinde bir hasret (olsun) diye yaptı Allah yaşatan ve öldürendir Allah bütün yaptıklarınızı görür

(156) O ye who believe be not lick the Unbelievers, who say of their brethren, when they are travelling through the earth or engaged in fighting: if they had stayed with us, they would not have died, or been slain. This that Allah may make it a cause of sighs and regrets in their hearts. It is Allah that gives life and death, and Allah sees well all that ye do.

1. yâ eyyuhâ : ey
2. ellezîne âmenû : âmenû olanlar, îmân edenler
3. lâ tekûnû : siz … olmayın
4. ke : gibi
5. ellezîne keferû : inkâr edenler, kâfirler
6. ve kâlû : ve dediler
7. li ıhvâni-him : kendi kardeşleri için
8. izâ darabû : sefere çıktıkları zaman
9. fî el ardı : yeryüzünde
10. ev kânû : veya … oldular
11. guzzen : gâzi olanlar (savaşa katılanlar)
12. lev kânû : eğer olsaydı
13. inde-nâ : bizim yanımızda
14. mâ mâtû : ölmezler
15. ve mâ kutilû : ve öldürülmezlerdi
16. li yec’ale allâhu : Allah, … kılmak için
17. zâlike : bunu
18. hasreten : hasret, pişmanlık
19. fî kulûbi-him : kalpleri içinde, kalplerinde
20. ve allâhu : ve Allah
21. yuhyî : diriltir, yaşatır, hayat verir
22. ve yumîtu : ve öldürür
23. ve allâhu : ve Allah
24. bi mâ ta’melûne : yaptığınız şeyleri
25. basîrun : en iyi gören

١٥٧

وَلَءِنْ قُتِلْتُمْ فى سَبيلِ اللّهِ اَوْ مُتُّمْ لَمَغْفِرَةٌمِنَ اللّهِ وَرَحْمَةٌ خَيْرٌ مِمَّا يَجْمَعُونَ

(157) ve lein kutiltüm fi sebilillahi ev muttum le mağfiratüm minellahi ve rahmetün hayrum mimma yecmeun

eğer Allah yolunda öldürülür ve ölürseniz sizin için Allah’tan bağışlanma ve bir rahmet (vardır) sizin topladığınız dünyalık şeylerden daha hayırlıdır

(157) And if ye are slain, or die in the way of Allah, forgiveness and mercy from Allah are far better than all they could amass.

1. ve le in : ve eğer … olursa
2. kutiltum : siz öldürüldünüz
3. fî sebîli allâhi : Allah’ın yolunda
4. ev muttum : veya öldünüz
5. le magfiretun : mutlaka mağfiret vardır (günahlar sevaba çevrilir)
6. min allâhi : Allah’tan
7. ve rahmetun : ve rahmet
8. hayrun : daha hayırlı
9. mimmâ (min mâ) : şeylerden
10. yecmeûne : onlar toplayacaklar, toplarlar

Sayfa:70

١٥٨

وَلَءِنْ مُتُّمْ اَوْ قُتِلْتُمْ لَاِلَى اللّهِ تُحْشَرُونَ

(158) ve leim muttum ev kutiltüm le ilellahi tuhşerun

yemin olsun ki siz ölseniz de öldürseniz de mutlaka Allah’ın (huzurunda) toplanacaksınız

(158) And if ye die, or are slain, lo it is unto Allah that ye are brought together.

1. ve le : ve elbette, mutlaka
2. in muttum : eğer ölseniz
3. ev kutiltum : veya öldürülseniz
4. le ilâ allâhi : mutlaka Allah’a
5. tuhşerûne : haşrolunacaksınız, toplanacaksınız

١٥٩

فَبِمَا رَحْمَةٍ مِنَ اللّهِ لِنْتَ لَهُمْ وَلَوْ كُنْتَ فَظًّا غَليظَ الْقَلْبِ لَانْفَضُّوا مِنْ حَوْلِكَ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِى الْاَمْرِ فَاِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّهِ اِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلينَ

(159) fe bi ma rahmetim minellahi linte lehüm ve lev künte fezzan ğalizal kalbi lenfeddu min havlike fa’fü anhüm vestağfir lehüm ve şavirhüm fil emr fe iza azemte fe tevekkel alellah innellahe yühibbül mütevekkilin

Allah’tan (gelen) bir rahmetten dolayı sen onlara yumuşak davrandın velev sen onlara kaba ve katı kalpli olsaydın elbette etrafından dağılıp giderlerdi artık onları affet onlar için mağfiret dile iş (hususunda) onlarla müşavere et bir defa da azmettin mi artık Allah’a dayan Allah tevekkül edenleri sever

(159) It is part of the mercy of Allah that dost deal gently with them. Wert thou severe or harsh hearted, they would have broken away from about thee: so pass over (their faults), and ask for (Allah’s) forgiveness them in affairs (of moment). Then when thou hast taken a decision, put thy trust in Allah. For Allah loves those who put their trust (in him).

1. fe bi-mâ : o zaman sebebiyle
2. rahmetin : rahmet
3. min allâhi : Allah’tan
4. linte : yumuşak davrandın
5. lehum : onlar için, onlara
6. ve lev kunte : ve eğer, sen … olsaydın
7. fazzan : kaba
8. galîza el kalbi : katı kalpli
9. le infaddû : mutlaka dağılırlardı
10. min havli-ke : senin etrafından
11. fe a’fu : artık affet
12. an-hum : onları
13. ve istagfir : ve mağfiret dile
14. lehum : onlar için
15. ve şâvir-hum : ve onlarla muşavere et, onlara danış
16. fî el emri : işler konusunda
17. fe izâ azamte : artık azmettiğin, karar verdiğin zaman
18. fe tevekkel : artık tevekkül et
19. alâ allâhi : Allah’a
20. inne allâhe : muhakkak ki Allah
21. yuhibbu : sever
22. el mutevekkilîne : tevekkül edenler, Allah’a güvenenler

١٦٠

اِنْ يَنْصُرْكُمُ اللّهُ فَلَا غَالِبَ لَكُمْ وَاِنْ يَخْذُلْكُمْ فَمَنْ ذَا الَّذى يَنْصُرُكُمْ مِنْ بَعْدِه وَعَلَى اللّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ

(160) iy yensurkümüllahü fe la ğalibe leküm ve iy yahzülküm fe min zellezi yensuruküm mim ba’dih ve alellahi felyetevekkelil mü’minun

eğer Allah size yardım ederse size galip gelecek yoktur eğer sizi yalnız bırakırsa ondan sonra kim size yardım edebilir mü’minler yalnız Allah’a tevekkül etsinler

(160) If Allah help you, non can overcome you: if he forsakes you, who is there, after that, that can help you? in Allah, then, let Believers put their trust.

1. in yansur-kumu allâhu : eğer Allah size yardım ederse
2. fe lâ gâlibe : o taktirde galip gelecek, yenecek yoktur
3. lekum : size, sizin için
4. ve in yahzul-kum : ve eğer size yardımı keserse
5. fe men zâ : o zaman kim sahip
6. ellezî : ki o
7. yansuru-kum : size yardım eder
8. min ba’di-hi : ondan sonra
9. ve alâ allâhi : ve Allah’a
10. fe li yetevekkeli : o zaman tevekkül etsinler, güvensinler
11. el mu’minûne : mü’minler

١٦١

وَمَاكَانَ لِنَبِىٍّ اَنْ يَغُلَّ وَمَنْ يَغْلُلْيَاْتِ بِمَا غَلَّ يَوْمَ الْقِيمَةِ ثُمَّ تُوَفّى كُلُّ نَفْسٍ مَا كَسَبَتْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ

(161) ve ma kane li nebiyyin ey yeğull ve mey yağlül ye’ti bi ma ğalle yevmel kıyameh sümme tüveffa küllü nefsim ma kesebet ve hüm la yuzlemun

bir nebi için ganimette (haksızlık yapılması) olmaz kim ganimete hıyanet ederse o hıyanet ettiği ganimetle gelecektir kıyamet günü sonra ödenecektir bütün nefisler ne kazanmışsa onlar zulme uğramayacaktır

(161) Do prophet could (ever) be false, he shall, on the day of judgment, restore what he misappropriated then shall every soul receive its due, whatever it earned, and none shall be dealt with unjustly.

1. ve mâ kâne : ve olmadı, olamaz
2. li nebiyyin : bir peygamber için
3. en yagulle : ganimete hıyanet etmek, gizlice almak
4. ve men : ve kim
5. yaglul : ganimete hıyanet eder
6. ye’ti : gelir
7. bi-mâ galle : çaldığı şeyle
8. yevme el kıyâmeti : kıyâmet günü
9. summe : sonra
10. tuveffâ : vefa edilir, ödenir
11. kullu nefsin : her nefse, herkese
12. mâ kesebet : kazandığı şey
13. ve hum : ve onlar
14. lâ yuzlemûne : zulmedilmezler, haksızlık yapılmaz

١٦٢

اَفَمَنِ اتَّبَعَ رِضْوَانَ اللّهِ كَمَنْ بَاءَ بِسَخَطٍ مِنَ اللّهِ وَمَاْويهُ جَهَنَّمُ وَبِءْسَ الْمَصيرُ

(162) e fe menittebea ridvanellahi ke mem bae bi sehatim minellahi ve me’vahü cehennem ve bi’sel mesiyr

Allah rızasına uyan kimse Allah’ın hışmına uğrayan kimse gibi mi (olur)? onun yeri cehennemdir ne kötü dönüş yeridir

(162) Is the man who follows the good pleasure of Allah like the man who draws on himself the wrath of Allah, and whose abode is in Hell? a woeful refuge

1. e fe men : artık o kimse … midir
2. ittebea : tâbî oldu, uydu
3. rıdvâne allâhi : Allah’ın rızası
4. ke men : kimse gibi
5. bâe : uğradı
6. bi sehatin : gazaba
7. min allâhi : Allah’tan
8. ve me’vâ-hu : ve onun barınağı, sığınağı
9. cehennemu : cehennem
10. ve bi’se el masîru : ve kötü varış yeri, dönüş yeri

١٦٣

هُمْ دَرَجَاتٌ عِنْدَ اللّهِوَاللّهُ بَصيرٌ بِمَا يَعْمَلُونَ

(163) hüm deracatün indellah vallahü besiyrum bi ma ya’melun

onların dereceleri Allah katındadır Allah görendir onların yaptıklarını

(163) They are in varying grades in the sight of Allah, and Allah sees well all that they do.

1. hum : onlar
2. derecâtun : dereceler
3. inde allâhi : Allah katında
4. ve allâhu : ve Allah
5. basîrun : en iyi gören
6. bi mâ ya’melûne : yaptıkları şeyleri, yaptıklarını

١٦٤

لَقَدْ مَنَّ اللّهُ عَلَى الْمُؤْمِنينَ اِذْ بَعَثَ فيهِمْ رَسُولًا مِنْ اَنْفُسِهِمْ يَتْلُوا عَلَيْهِمْ ايَاتِه وَيُزَكّيهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَوَالْحِكْمَةَ وَاِنْ كَانُوا مِنْ قَبْلُ لَفى ضَلَالٍ مُبينٍ

(164) le kad mennellahü alel mü’minine iz bease fihim rasulem min enfüsihim yetlu aleyhim ayatihi ve yüzekkihim ve yüallimühümül kitabe vel hikmeh ve in kanu min kablü le fi dalalim mübin

yemin olsun Allah müminlere bol ihsanda bulundu içlerinden bir resül gönderdi kendi nefislerinden onlara o’nun ayetlerini okuyor onları temizliyor onlara öğretiyor kitabı ve hikmeti daha önce açık bir dalalet için de olsalar dahi

(164) Allah did confer a great favour on the Believers when he sent among them a Messenger from among themselves, rehearsing unto them the Signs of Allah, sanctifying them, and instructing them in Scripture and Wisdom, while, before that, they had been in manifest error.

1. lekad : andolsun ki
2. menne allâhu : Allah ni’metlendirdi
3. alâ el mu’minîne : mü’minlerin üzerine
4. iz bease : beas etmişti (beas ederek)
5. fî-him : onların içinde, onların aralarında
6. resûlen : resûl, elçi, mürşid
7. min enfusi-him : onların kendilerinden
8. yetlû : tilâvet eder, okur
9. aleyhim : onlara
10. âyâti-hî : O’nun âyetleri
11. ve yuzekkî-him : ve onları tezkiye eder, arındırır
12. ve yuallimu-hum : ve onlara öğretir
13. el kitâbe : kitap
14. ve el hikmete : ve hikmet
15. ve in kânû : ve “… ise, … idi” ler
16. min kablu : önceden, önce, evvel
17. le fî dalâlin : elbette dalâlet içinde
18. mubînin : apaçık

١٦٥

اَوَ لَمَّا اَصَابَتْكُمْ مُصيبَةٌ قَدْ اَصَبْتُمْ مِثْلَيْهَاقُلْتُمْ اَنّى هذَا قُلْ هُوَ مِنْ عِنْدِ اَنْفُسِكُمْ اِنَّ اللّهَ عَلى كُلِّ شَىْءٍ قَديرٌ

(165) e ve lemma esabetküm müsiybetün kad esabtüm misleyha kultüm enna haza kul hüve min indi enfüsiküm innellahe ala külli şey’in kadir

böyle iken isabet ederse size bir musibet size isabet edenlerin mislide onlara (oldu) bu nereden dediniz de ki: o nefislerinizin hatasındandır şüphesiz Allah her şeye kadirdir

(165) What when a single disaster smites you, although ye smote (your enemies) with one twice as great, do ye say? whence is this? say (to them): it is from yourselves: for Allah hath power over all things.

1. e ve lemmâ : ve … olduğu zaman
2. asâbet-kum : size isabet etti
3. musîbetun : bir musibet, bela
4. kad asabtum : isabet etmişti
5. misley-hâ : onun iki misli, iki katı
6. kultum : dediniz
7. ennâ hâzâ : bu nasıl
8. kul : de, söyle
9. huve : o
10. min indi enfusi-kum : sizin kendi nefsinizden
11. inne allâhe : muhakkak ki Allah
12. alâ kulli şey’in : her şeye
13. kadîrun : kaadirdir, kudret sahibi

Sayfa:71

١٦٦

وَمَا اَصَابَكُمْ يَوْمَ الْتَقَىالْجَمْعَانِ فَبِاِذْنِ اللّهِ وَلِيَعْلَمَ الْمُؤْمِنينَ

(166) ve ma esabeküm yevmeltekal cem’ani fe bi iznillahi ve li ya’lemel mü’minin

(başınıza) gelen musibet iki ordunun karşılaştığı gün Allah’ın izniyle müminlerin bilinmesi içindi

(166) What ye suffered on the day the tow armies met, was with the leave of Allah, in order that he might test the Believers,

1. ve mâ asâbe-kum : ve size isabet eden şey
2. yevme ilteka : karşılaştıkları gün
3. el cem’âni : iki grup, iki topluluk
4. fe bi izni allâhi : o zaman, ancak Allah’ın izni ile
5. ve li ya’leme : ve bilmesi için
6. el mu’minîne : mü’minler

١٦٧

وَلِيَعْلَمَ الَّذينَ نَافَقُوا وَقيلَ لَهُمْ تَعَالَوْا قَاتِلُوا فى سَبيلِ اللّهِ اَوِ ادْفَعُوا قَالُوا لَوْ نَعْلَمُ قِتَالًا لَاتَّبَعْنَاكُمْهُمْ لِلْكُفْرِ يَوْمَءِذٍ اَقْرَبُ مِنْهُمْ لِلْايمَانِ يَقُولُونَ بِاَفْوَاهِهِمْ مَا لَيْسَ فى قُلُوبِهِمْ وَاللّهُ اَعْلَمُ بِمَا يَكْتُمُونَ

(167) ve li ya’lemellezine nefeku ve kıle lehüm tealev katilu fi sebilillahi evidfeu kalu lev na’lemü kıtalel letteba’naküm hüm lil küfri yevmeizin akrabü minhüm lil iman yekulune bi efvahihim ma leyse fi kulubihim vallahü a’lemü bima yektümun

münafıklık yapanları bilmek için onlara denilmişti veyahut müdafaada bulunun gelin Allah yolunda savaşalım biz bilseydik harp etmeyi dediler elbette arkanızdan gelirdik onlar o gün imandan çok küfre daha yakındılar ağızları ile söylüyorlardı kalplerinde olmayanı Allah onların gizlediklerini en iyi bilendir

(167) And the Hypocrites also. These were told: come, fight in the way of Allah, or (at least) drive (the foe from your city). They said: had we known how to fight, we should certainly have followed you. They were that day nearer to unbelief than to Faith, saying with their lips what was not in their hearts. But Allah hath full knowledge of all they conceal.

1. ve li ya’leme : ve bilmesi, belirlenmesi için
2. ellezîne nâfekû : nifak çıkaranlar, münafıklar
3. ve kîle : ve denildi
4. lehum : onlara
5. teâlev : geliniz
6. kâtilû : savaşın
7. fî sebîli allâhi : Allah’ın yolunda
8. ev idfeû : veya def’edin, savunun, müdafaa edin
9. kâlû : dediler
10. lev na’lemu : şayet biz bilseydik
11. kıtâlen : savaş
12. le itteba’nâ-kum : elbette size tâbî olurduk
13. hum li el kufri : onlar, küfre, küfür için
14. yevme izin : izin günü
15. akrabu : daha yakın
16. min-hum : onlardan
17. li el îmâni : îmâna
18. yekûlûne : diyorlar
19. bi efvâhi-him : kendi ağızları ile
20. mâ leyse : olmayan şey
21. fî kulûbi-him : onların kalplerinde
22. ve allâhu : ve Allah
23. a’lemu : daha iyi, en iyi bilir
24. bi mâ yektumûne : gizledikleri şeyi

١٦٨

اَلَّذينَ قَالُوا لِاِخْوَانِهِمْ وَقَعَدُوا لَوْ اَطَاعُونَا مَاقُتِلُوا قُلْ فَادْرَؤُا عَنْ اَنْفُسِكُمُ الْمَوْتَ اِنْ كُنْتُمْ صَادِقينَ

(168) ellezine kalu li ihvanihim ve kaadu lev etauna ma kutilu kul fedrau an enfüsikümül mevte in küntüm sadikiyn

onlar oturdular ve kardeşleri için dediler eğer bize itaat etselerdi ölmezlerdi de ki: ölümü nefisinizden defediverin eğer siz doğru söylüyorsanız

(168) (they are) the ones that say, (of their brethren slain), while they themselves sit (at ease): if only they had listened to us, they would not have been slain. Say: avert death from your own selves, if ye speak the truth.

1. ellezîne : onlar
2. kâlû : dediler
3. li ihvâni-him : kardeşleri için
4. ve kaadû : ve oturdular
5. lev atâû-nâ : eğer bize itaat etselerdi
6. mâ kutilû : öldürülmezlerdi
7. kul : de, söyle
8. fe idreû : o zaman, haydi savın
9. an enfusi-kum : kendinizden
10. el mevte : ölüm
11. in kuntum : eğer siz …. iseniz
12. sâdıkîne : sâdık kimseler

١٦٩

وَلَاتَحْسَبَنَّ الَّذينَ قُتِلُوا فىسَبيلِ اللّهِ اَمْوَاتًا بَلْ اَحْيَاءٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَ

(169) ve la tahsebennellezine kutilu fi sebilillahi emvata bel ahyaün inde rabbihim yürzekun

sakın Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanma hayır onlar diridirler Rableri katında rızıklandırılırlar

(169) Think not of those who are slain in Allah’s way as dead. Nay, they live, finding their sustenance in the presence of their Lord

1. ve lâ tahsebenne : ve sakın zannetmeyin
2. ellezîne kutilû : öldürülenler
3. fî sebîli allâhi : Allah’ın yolunda
4. emvâten : ölüler
5. bel ahyâun : hayır, bilâkis diridirler
6. inde rabbi-him : Rab’leri katında
7. yurzekûne : rızıklandırılırlar

١٧٠

فَرِحينَ بِمَا اتيهُمُ اللّهُ مِنْ فَضْلِه وَيَسْتَبْشِرُونَ بِالَّذينَ لَمْ يَلْحَقُوا بِهِمْ مِنْ خَلْفِهِمْ اَلَّا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَاهُمْ يَحْزَنُونَ

(170) ferihiyne bi ma atahümüllahü min fadlihi ve yestebşirune billezine lem yelhaku bihim min halfihim ella havfün aleyhim ve la hüm yahzenun

Allah’ın kendilerine verdiği fazlı ihsandan sevinçli (olarak) kendilerine yetişemeyenleri müjdelerler arkalarından halef olarak gelecekleri de onlara bir korku yoktur onlar mahzun (da) olmayacaklar

(170) They rejoice in the Bounty provided by Allah: and with regard to those left behind, who have not yet joined them (in their bliss), the (martyrs) glory in the fact than on them is no fear, nor have they (cause to) grieve.

1. ferihîne : ferahlanırlar, sevinç duyarlar
2. bi mâ : şey ile
3. âtâ hum(u) allâhu : Allah’ın onlara verdiği
4. min fadlı-hî : kendi fazlından
5. ve yestebşirûne : ve müjdelemek isterler
6. bi ellezîne : onlara
7. lem yelhakû : henüz katılmayanlar
8. bi-him : onlara
9. min halfi-him : onların arkalarından
10. ellâ havfun : korku yoktur, olmaz
11. aleyhim : onlara
12. ve lâ hum : ve onlar değildir, olmazlar
13. yahzenûne : mahzun olurlar

١٧١

يَسْتَبْشِرُونَ بِنِعْمَةٍمِنَ اللّهِ وَفَضْلٍ وَاَنَّ اللّهَ لَا يُضيعُ اَجْرَ الْمُؤْمِنينَ

(171) yestebşirune bi ni’metim minellahi ve fadliv ve ennellahe la yüdiy’u ecral mü’minin

Allah’tan bir nimet ve fazl ile müjdelerler şüphesiz Allah müminlerin ecrini zayi etmez

(171) They glory in the Grace and the Bounty from Allah, and in the fact that Allah suffereth not the reward of the faithful to be lost (in the least).

1. yestebşirûne : müjdelemek isterler
2. bi ni’metin : ni’met ile
3. min allâhi : Allah’tan
4. ve fadlin : ve fazl
5. ve enne allâhe : ve Allah’ın … olduğu
6. lâ yudîu : zayi etmez
7. ecre : ecir, mükâfat
8. el mu’minîne : mü’minler

١٧٢

اَلَّذينَ اسْتَجَابُوا لِلّهِ وَالرَّسُولِ مِنْ بَعْدِ مَااَصَابَهُمُ الْقَرْحُ لِلَّذينَ اَحْسَنُوامِنْهُمْ وَاتَّقَوْا اَجْرٌ عَظيمٌ

(172) ellezinestecabu lillahi ver rasuli mim ba’di ma esabehümül karhu lillezine ahsenu minhüm vettekav ecrun aziym

Allah ve resulün davetine icabet edenler kendilerine yara isabet ettikten sonra iyilikte bulunup onlardan sakınanlara büyük ecir (vardır)

(172) Of those who answered the call of Allah and the Messenger, even after being wounded, those who do right and refrain from wrong have a great reward –

1. ellezine : onlar
2. estecâbû : davete icâbet ettiler, uydular
3. li allâhi : Allah’a, Allah için
4. ve er resûli : ve resûle, elçi
5. min ba’di : sonradan, sonra
6. mâ asâbe-hum : onlara isabet eden şey
7. el karhu : yara
8. li ellezîne : onlar için
9. ahsenû : ahsen, en güzel
10. min-hum : onlardan
11. ve ettekav : ve takva sahibi olanlar
12. ecrun : ecir, mükâfat, karşılık
13. azîmun : büyük, en büyük

١٧٣

اَلَّذينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ اِنَّ النَّاسَقَدْ جَمَعُوا لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ فَزَادَهُمْ ايمَاناً وَقَالُوا حَسْبُنَا اللّهُ وَنِعْمَ الْوَكيلُ

(173) ellezine kale lehümün nasü innen nase kad cemeu leküm fahşevhüm fe zadehüm imana ve kalu hasbünellahü ve ni’mel vekil

o kimseler ki, insanlar kendilerine dedi(ler); insanlar size karşı ordu topladı onlardan korkun bu onların imanını arttırdı ve dediler Allah bize yeter ve ne güzel vekildir

(173) Men said to them: a great army is gathering against you: and frightened them: but it (only) increased their Faith: they said: for us Allah sufficeth, and he is the best Disposer of affairs.

1. ellezîne : onlar, o kimseler ki
2. kâle : dedi
3. lehum : onlara, onlar için
4. en nâsu : insanlar
5. inne en nâse : muhakkak ki insanlar
6. kad cemeû : toplanmışlardı
7. lekum : sizin için
8. fe ahşev-hum : artık onlardan korkun
9. fe zâde-hum : o zaman onların arttı
10. îmânen : îmân
11. ve kâlû : ve dediler
12. hasbunâ allâhu : Allah kâfidir
13. ve ni’me el vekîlu : ve ne güzel vekil

Sayfa:72

١٧٤

فَانْقَلَبُوا بِنِعْمَةٍ مِنَ اللّهِ وَفَضْلٍ لَمْ يَمْسَسْهُمْ سُوءٌ وَاتَّبَعُوا رِضْوَانَ اللّهِوَاللّهُ ذُو فَضْلٍ عَظيمٍ

(174) fenkalebu bi ni’metim minellahi ve fadlil lem yemseshüm suüv vettebeu ridvanellah vallahü zu fadlin aziym

sonra kendilerine Allah’tan gelen bir lutuf ve nimet ile döndüler onlara hiçbir kötülük dokunmadan Allah rızasına tâbi oldular Allah azimdir ihsan sahibidir

(174) And they returned with Grace and Bounty from Allah: no harm ever touched them: for they followed the good pleasure of Allah: and Allah is the Lord of bounties unbounded.

1. fe inkalebû : böylece döndüler
2. bi ni’metin : bir ni’met ile
3. min allâhi : Allah’tan
4. ve fadlin : ve bir fazl
5. lem yemses-hum : onlara dokunmadı
6. sûun : bir kötülük
7. ve ettebeû : ve tâbî oldular
8. rıdvâne allâhi : Allah’ın rızası
9. ve allâhu : ve Allah
10. zû fadlin : fazlın sahibi
11. azîmin : azîm, büyük

١٧٥

اِنَّمَا ذلِكُمُ الشَّيْطَانُ يُخَوِّفُ اَوْلِيَاءَهُ فَلَا تَخَافُوهُمْ وَخَافُونِ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنينَ

(175) innema zalikümüş şeytanü yühavvifü evliyaehu fe la tehafuhüm ve hafuni in küntüm mü’minin

işte o şeytan ancak kendi dostlarını korkutur onlardan korkmayın benden korkun eğer müminlerseniz

(175) It is only the evil one that suggests to you the fear of his votaries: be ye not afraid of them, but fear me, if ye have Faith.

1. innemâ : ancak, sadece, fakat
2. zâlikum : böylece
3. eş şeytânu : şeytan
4. yuhavvifu : korkutur
5. evliyâe–hu : kendi dostları (onu dost edinenler)
6. fe lâ tehâfû-hum : artık onlardan korkmayın
7. ve hâfû-ni : ve Ben’den korkun
8. in kuntum : eğer sizler … iseniz, .. olduysanız
9. mu’minîne : mü’minler

١٧٦

وَلَايَحْزُنْكَ الَّذينَ يُسَارِعُونَ فِى الْكُفْرِ اِنَّهُمْلَنْيَضُرُّوا اللّهَ شَيًْا يُريدُ اللّهُ اَلَّا يَجْعَلَ لَهُمْ حَظًّا فِى الْاخِرَةِ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظيمٌ

(176) ve la yahzünkellezine yüsariune fil küfr innehüm ley yedurrullahe şey’a yüridüllahü ella yec’ale lehüm hazzan fil ahirah ve le hüm azabün aziym

seni mahzun etmesin o küfürde yarışanlar çünkü onlar Allah’a hiçbir şeyi zarar olarak vermezler Allah ahirette onlara bir nasip vermemek istiyor onlar için azap büyüktür

(176) Let not those grieve thee who rush headlong into unbelief: not the least harm will they do to Allah: Allah’s plan is that he will give them no portion in the Hereafter, but a severe punishment.

1. ve lâ yahzun-ke : ve seni mahzun etmesin
2. ellezîne : onlar
3. yusâriûne : koşuyorlar
4. fî el kufri : küfür konusunda
5. inne-hum : muhakkak ki onlar
6. len yadurrû allâhe : Allah’a asla zarar veremezler
7. şey’an : bir şey
8. yurîdu allâhu : Allah diliyor, istiyor
9. ellâ yec’ale : kılmamak, yapmamak (vermemek)
10. lehum : onlar için, onlara
11. hazzan : bir haz, bir nasip
12. fî el âhireti : ahirette
13. ve lehum : ve onlar için vardır
14. azâbun azîmun : büyük azap

١٧٧

اِنَّ الَّذينَ اشْتَرَوُا الْكُفْرَ بِالْايمَانِ لَنْيَضُرُّوا اللّهَ شَيًْا وَلَهُمْ عَذَابٌ اَليمٌ

(177) innellezineş teravül küfra bil imani ley yedurrullahe şey’a ve lehüm azabün elim

şüphesiz onlar imana bedel küfrü satın aldılar Allah’a hiçbir şeyi zarar olarak vermezler onlar için azap büyüktür

(177) Those who purchase unbelief at the price of Faith, not the least harm will they do to Allah, but they will have a grievous punishment.

1. inne ellezîne : muhakkak ki onlar
2. eşteravu : satın aldılar
3. el kufra : küfür
4. bi el îmâni : îmân ile
5. len yadurrû allâhe : Allah’a asla zarar veremezler
6. şey’en : bir şey
7. ve lehum : ve onlar için vardır
8. azâbun elîmun : elîm azap, acı azap

١٧٨

وَلَا يَحْسَبَنَّ الَّذينَ كَفَرُوا اَنَّمَا نُمْلى لَهُمْ خَيْرٌ لِاَنْفُسِهِمْ اِنَّمَا نُمْلى لَهُمْ لِيَزْدَادُوا اِثْمًا وَلَهُمْ عَذَابٌ مُهينٌ

(178) ve la yahsebennellezine keferu ennema nümli lehüm hayrul li enfüsihim innema nümli lehüm li yezdadu isma ve lehüm azabüm mühin

o küfredenler kendilerine mühlet verişimizi onlar nefisleri için hayır sanmasınlar biz onlara ancak günahları ziyadeleşsin diye mühlet veriyoruz onlar için aşağılayıcı azaptır

(178) Let not the Unbelievers think that our respite to them is good for themselves: we grant them respite that they may grow in their iniquity: but they will have a shameful punishment.

1. ve lâ yahsebe-enne : ve sakın zannetmesinler
2. ellezîne keferû : kâfirler
3. ennemâ : … olduğu, … olması
4. numlî : mühlet veririz, mühlet veriyoruz
5. lehum : onlar için, onlara
6. hayrun : hayırdır
7. li enfusi-him : kendileri için
8. innemâ : ancak, sadece
9. numlî : mühlet veririz, mühlet veriyoruz
10. lehum : onlar için, onlara
11. li yezdâdû : artırmaları için
12. ismen : günah
13. ve lehum : ve onlar için, onlara vardır
14. azâbun : azap
15. muhînun : alçaltıcı

١٧٩

مَاكَانَ اللّهُ لِيَذَرَ الْمُؤْمِنينَ عَلى مَااَنْتُمْ عَلَيْهِ حَتّى يَميزَ الْخَبيثَ مِنَ الطَّيِّبِ وَمَا كَانَ اللّهُ لِيُطْلِعَكُمْ عَلَى الْغَيْبِ وَلكِنَّ اللّهَ يَجْتَبى مِنْ رُسُلِه مَنْ يَشَاءُ فَامِنُوا بِاللّهِ وَرُسُلِه وَاِنْ تُؤْمِنُوا وَتَتَّقُوا فَلَكُمْ اَجْرٌ عَظيمٌ

(179) ma kanellahü li yezeral mü’minine ala ma entüm aleyhi hatta yemizel habise minet tayyib ve ma kanellahü li yutliaküm alel ğaybi ve lakinnellahe yectebi mir rusülihi mey yeşaü fe aminu billahi ve rusülih ve in tü’minu ve tetteku fe le küm ecrun aziym

Allah, müminleri sizin bulunduğunuz durumda bırakacak değildir hatta temizden mundarı ayırıncaya kadar size gaybı Allah muttali kılacak değildir ve lakin Allah resullerinden dilediği kimseyi seçer Allah’a ve o’nun resulüne iman edin eğer iman eder ve sakınırsanız sizin için büyük ecirdir

(179) Allah will not leave the Believers in the state in which ye are now, until He separates what is evil from what is good. Nor will he disclose to you the secrets of the unseen, but He chooses of His Messengers (for the purpose) whom He pleases. So believe in Allah and His Messengers and if ye believe and do right, ye have a reward without measure.

1. mâ kâne : olmadı, değildir
2. allâhu : Allah
3. li yezere : bırakır, terkeder
4. el mu’minîne : mü’minler
5. alâ mâ : şey (hal) üzere
6. entum : sizi
7. aleyhi : onun üzerinde (bulunulan)
8. hattâ : oluncaya kadar
9. yemîze : ayırt eder, ayırır
10. el habîse : kötü
11. min et tayyibi : temizden, temiz olandan
12. ve mâ kâne : ve olmadı, değildir
13. allâhu : Allah
14. li yutlia-kum : sizi muttali edecek, bildirecek
15. alâ el gaybi : gaybı, bilinmeyeni
16. ve lâkinne allâhe : ve lâkin, fakat, Allah
17. yectebî : seçer
18. min rusuli-hî : kendi resûllerinden, elçilerinden
19. men : kimi
20. yeşâu : diler
21. fe âminû : o zaman, o halde, îmân edin
22. bi allâhi : Allah’a
23. ve rusuli-hî : ve O’nun resûllerine, elçilerine
24. ve in tu’minû : ve eğer îmân ederseniz
25. ve tettekû : ve takva sahibi olursanız
26. fe lekum : o zaman sizin için vardır
27. ecrun azîmun : büyük ecir, mükâfat, karşılık

١٨٠

وَلَايَحْسَبَنَّ الَّذينَ يَبْخَلُونَ بِمَا اتيهُمُ اللّهُ مِنْ فَضْلِه هُوَ خَيْرًا لَهُمْ بَلْ هُوَشَرٌّ لَهُمْ سَيُطَوَّقُونَ مَابَخِلُوا بِه يَوْمَ الْقِيمَةِ وَلِلّهِ ميرَاثُ السَّموَاتِ وَالْاَرْضِ وَاللّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبيرٌ

(180) ve la yahsebennellezine yebhalune bi ma atahümüllahü min fadlihi hüve hayral lehüm bel hüve şerrul lehüm seyütavvekune ma behilu bihi yevmel kıyameh ve lillahi mirasüs semavati vel ard vallahü bi ma ta’melune habir

cimrilik edenler sanmasınlar Allah’ın kendine fazlı kereminden verdiğinden onu kendilerine hayır onlar için bilakis şerdir boyunlarına dolanacaktır kıyamet günü cimrilik ettikleri şeyler ve Allah sema ve arzın mirasçısıdır Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır

(180) And let not those who covetously withhold of the gifts which Allah hath given them of his Grace, think that it is good for them: nay, it will be the worse for them: soon shall the things which they covetously withheld be tied to their necks like a twisted collar, on the day of judgment. To Allah belongs the heritage of the heavens and the earth and Allah is well acquainted with all that ye do.

1. ve lâ yahsebe-enne : ve sakın zannetmesinler
2. ellezîne : onlar
3. yebhalûne : cimrilik ederler
4. bi mâ âtâ-humu allâhu : Allah’ın onlara verdiği şeyler
5. min fadlı-hî : kendi fazlından
6. huve : o
7. hayran : hayırdır
8. lehum : onlar için
9. bel huve : hayır, bilâkis o
10. şerrun : şerdir
11. lehum : onlar için
12. se yutavvekûne : boyunlarına dolanacak
13. mâ bahilû bi-hî : onun ile cimrilik ettikleri şey
14. yevme el kıyâmeti : kıyâmet günü
15. ve li allâhi : ve Allah’ın
16. mîrâsu es semâvâti : semâların, göklerin mirası
17. ve el ardı : ve arz, yeryüzü, yer
18. ve allâhu : ve Allah
19. bi mâ ta’melûne : yaptığınız şeyleri
20. habîrun : haberdar olandır

Sayfa:73

١٨١

لَّقَدْ سَمِعَ اللّهُ قَوْلَ الَّذِينَقَالُواْ إِنَّ اللّهَ فَقِيرٌ وَنَحْنُ أَغْنِيَاء سَنَكْتُبُ مَا قَالُواْوَقَتْلَهُمُ الأَنبِيَاء بِغَيْرِ حَقٍّ وَنَقُولُ ذُوقُواْ عَذَابَ الْحَرِيقِ

(181) le kad semiallahü kavlel lezine kalu innellahe fekıyruv ve nahnü ağniya’ senektübü ma kalu ve katlehümül enbiyae bi ğayri hakkıv ve nekulü zuku azabel hariyk

Allah söylenen sözü kesin işitti muhakkak Allah fakir, bizler zenginiz diyenler söylediklerini yazacağız haksız yere peygamberleri de öldürenleri de tadın diyeceğiz şu yangın azabını

(181) Allah hath heard the taunt of those who say: truly, Allah is indigent and we are rich we shall certainly record their word and (their act) of slaying the prophets in defiance of right, and we shall say: that ye the penalty of the scorching fire

1. lekad : andolsun
2. semia allâhu : Allah işitti
3. kavle ellezîne : onların sözlerini
4. kâlû : dediler
5. inne allâhe : muhakkak ki Allah
6. fakîrun : fakir
7. ve nahnu : ve biz
8. agniyâu : daha zengin
9. se nektubu : yakında yazacağız
10. mâ kâlû : dedikleri şeyleri
11. ve katle-hum : ve onların öldürmelerini
12. el enbiyâe : peygamberleri
13. bi gayri hakkın : haksız yere, haksızlıkla
14. ve nekûlu : ve diyeceğiz
15. zûkû : tadın
16. azâbe el harîki : yakıcı azabı

١٨٢

ذلِكَ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْديكُمْ وَاَنَّ اللّهَ لَيْسَ بِظَلَّامٍ لِلْعَبيدِ

(182) zalike bi ma kaddemet eydiküm ve ennellahe leyse bi zallamil lil abid

bu o şeyin karşılığıdır ellerinizin takdim ettiği şüphesiz Allah kullarına zulüm edici değildir

(182) This is because of the (unrighteous deeds) which your hands sent on before ye: for Allah never harms those who serve him.

1. zâlike : işte bu
2. bimâ : şeyler sebebiyle
3. kaddemet : takdim ettiğiniz (yaptığınız)
4. eydî-kum : sizin elleriniz
5. ve enne allâhe : ve Allah … olduğu
6. leyse : değil
7. bi zallâmin : zalim, zulmedici
8. li el abîdi : kullar için, kullara

١٨٣

اَلَّذينَ قَالُوا اِنَّ اللّهَ عَهِدَ اِلَيْنَااَلَّا نُؤْمِنَ لِرَسُولٍ حَتّى يَاْتِيَنَا بِقُرْبَانٍ تَاْكُلُهُ النَّارُ قُلْقَدْ جَاءَكُمْ رُسُلٌ مِنْ قَبْلى بِالْبَيِّنَاتِ وَبِالَّذى قُلْتُمْ فَلِمَ قَتَلْتُمُوهُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَادِقينَ

(183) ellezine kalu innellahe ahide ileyna ella nü’mine li rasulin hatta ye’tiyena bi kurbanin te’külühün nar kul kad caeküm rusülüm min kabli bil beyyinati ve billezi kultüm fe lime kateltümuhüm in küntüm sadikiyn

o kimseler dediler şüphesiz Allah bize ahit verdi hiçbir resule iman etmememiz (hususunda) hatta bize getirinceye kadar bir kurban ateşinin yeyip bitirdiği de ki: benden önce resuller size açık delillerle gelmişti sizin söylediklerinizle niçin onları öldürdünüz eğer siz doğru kimselerseniz

(183) They (also) said: “Allah took our promise not to believe in a Messenger unless He showed us a sacrifice consumed by fire (from heaven).” Say: “There came to you Messengers before me, with Clear Signs and even with what ye ask for: why then did ye slay them, if ye speak the truth?”

1. ellezîne : onlar
2. kâlû : dediler
3. inne allâhe : muhakkak ki Allah
4. ahide : ahd etti
5. ileynâ : bize
6. ellâ nu’mine : îmân etmememiz için
7. li resûlin : bir resûle, elçiye
8. hattâ : … oluncaya kadar, … olmadıkça
9. ye’tiye-nâ bi : bize getirir
10. kurbânin : bir kurban
11. te’kulu-hu en nâru : ateş onu yer
12. kul : de, söyle
13. kad câe-kum : size gelmişti
14. rusulun : resûller, elçiler
15. min kablî : benden önce
16. bi el beyyinâti : beyyinelerle, açık deliller ile
17. ve bi ellezî : ve ki o şey
18. kultum : siz söylediniz
19. fe lime : o halde niçin
20. kateltumû-hum : onları öldürdünüz
21. in kuntum : eğer siz … iseniz
22. sâdıkîne : sâdıklar, doğru söyleyenler

١٨٤

فَاِنْ كَذَّبُوكَ فَقَدْ كُذِّبَ رُسُلٌ مِنْقَبْلِكَ جَاؤُ بِالْبَيِّنَاتِ وَالزُّبُرِ وَالْكِتَابِ الْمُنيرِ

(184) fe in kezzebuke fe kad küzzibe rusülüm min kablike cau bil beyyinati vez zübüri vel kitabil münir

seni şimdi yalanladılarsa da kesinlikle yalanladılar senden önce açık mucizelerle gelen resulleri de (hikmetli) sayfalar ve nurlu kitabı da (getiren)

(184) Then if they reject thee, so were rejected messengers before thee, who came with Clear Signs, and the Scriptures, and the Book of Enlightenment.

1. fe in kezzebûke : artık seni yalanlarlarsa
2. fe kad kuzzibe : oysa, halbuki, öyle ki yalanlanmıştı
3. rusulun : resûller, elçiler
4. min kabli-ke : senden önce
5. câû bi : getirdiler
6. el beyyinâti : beyyineler, açık deliller
7. ve ez zuburi : ve yazılı sahifeler
8. ve el kitâbi el munîri : ve aydınlatıcı (hak yola) ışık tutan nurlu Kitap

١٨٥

كُلُّ نَفْسٍ ذَاءِقَةُ الْمَوْتِ وَاِنَّمَا تُوَفَّوْنَ اُجُورَكُمْ يَوْمَالْقِيمَةِ فَمَنْ زُحْزِحَ عَنِ النَّارِ وَاُدْخِلَ الْجَنَّةَ فَقَدْ فَازَ وَمَاالْحَيوةُ الدُّنْيَا اِلَّامَتَاعُ الْغُرُورِ

(185) küllü nefsin zaikatül mevt ve innema tüveffevne ücuraküm yevmel kıyameh fe men zuhziha anin nari ve üdhilel cennete fe kad faz ve mel hayatüd dünya illa metaul ğurur

her nefis ölümü tadacaktır ve ecirlerinizi de yerine getirecektir ancak kıyamet günü her kim ki cehennemden uzaklaştırılır ve cennete konursa muhakkak muradına ermiştir yoksa dünya hayatı aldatıcı bir metadır

(185) Every soul shall have a taste of death: and only on the Day of Judgment shall you be paid your full recompense. Only he who is saved far from the Fire and admitted to the Garden will have attained the object (of Life): for the life of this world is but good and chattels of deception.

1. kullu nefsin : herkes, her nefs
2. zâikatu el mevti : ölümü tadıcıdır
3. ve innemâ : ve lakin, fakat, amma
4. tuveffevne : vefa edilir, ödenir, ödenecek
5. ucûre-kum : sizin ecirleriniz, yaptıklarınızın karşılığı (ücret, mükâfat)
6. yevme el kıyâmeti : kıyâmet günü
7. fe men : o zaman, o vakit kim … ise
8. zuhziha : uzaklaştırılır
9. an en nâri : ateşten
10. ve udhıle el cennete : ve cennete, sokulur, konur
11. fe kad fâze : o zaman, o taktirde kurtulmuştur
12. ve mâ el hayâtu ed dunyâ : ve dünya hayatı değildir
13. illâ : ancak, …’den başka
14. metâu el gurûri : aldatıcı metadan, geçici faydalanma

١٨٦

لَتُبْلَوُنَّ فى اَمْوَالِكُمْ وَاَنْفُسِكُمْ وَلَتَسْمَعُنَّ مِنَ الَّذينَ اُوتُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ وَمِنَ الَّذينَ اَشْرَكُوا اَذًى كَثيرًا وَاِنْ تَصْبِرُوا وَتَتَّقُوا فَاِنَّ ذلِكَ مِنْ عَزْمِ الْاُمُورِ

(186) le tüblevünne fi emvaliküm ve enfüsiküm ve le tesmeunne minellezine utül kitabe min kabliküm ve minellezine eşraku ezen kesira ve in tasbiru ve tetteku fe inne zalike min azmil ümur

muhakkak imtihan olunacaksınız mallarınızla ve nefislerinizle işiteceksiniz sizden önce kendilerine kitap verilenlerden şirk koşanlardan çok incitici eza veren sözleri eğer sabreder ve sakınırsanız işte bu azim olunacak işlerdendir

(186) Ye shall certainly be tried and tested in your possessions and in your personal selves and ye shall certainly hear much that will grieve you, from those who received the book before you and from those who worship many gods. But if ye persevere patiently, and guard against evil, then that will be a determining factor in all affairs.

1. le tublevunne : elbette, mutlaka imtihan olacaksınız, deneneceksiniz
2. fî emvâli-kum : kendi mallarınız konusunda, hususunda
3. ve enfusi-kum : ve nefsleriniz, kendiniz, canlarınız
4. ve le tesmeunne : ve elbette işiteceksiniz
5. min ellezîne : onlardan
6. ûtû el kitâbe : kitap verilenler
7. min kabli-kum : sizden önce
8. ve min ellezîne : ve onlardan
9. eşrakû : Allah’a şirk koşanlardan
10. ezen : eziyetli, incitici
11. kesîran : çok
12. ve in tasbirû : ve eğer siz sabrederseniz
13. ve tettekû : ve takva sahibi olun
14. fe inne zâlike : ki bu muhakkak
15. min azmi el umûri : işlerin “âzim” olanlarından

Sayfa:74

١٨٧

وَاِذْ اَخَذَ اللّهُ ميثَاقَ الَّذينَ اُوتُوا الْكِتَابَ لَتُبَيِّنُنَّهُ لِلنَّاسِ وَلَاتَكْتُمُونَهُ فَنَبَذُوهُ وَرَاءَ ظُهُورِهِمْ وَاشْتَرَوْا بِه ثَمَنًا قَليلًا فَبِءْسَ مَا يَشْتَرُونَ

(187) ve iz ehazellahü misakallezine utül kitabe le tübeyyinünnehu lin nasi ve la tektümunehü fe nebezu hü verae zuhurihim veşterav bihi semenen kalila fe bi’se ma yeşterun

o zaman Allah almıştı kitap verilenlerden (şöyle) misak mutlaka onu insanlara açıklayacaksınız onu gizlemeyeceksiniz attılar onu sırtlarının arkasına onu sattılar az bir menfaate ne kötü bir şey satın aldılar

(187) And remember Allah took a Covenant from the People of the Book, to make it known and clear to mankind, and not to hide it but they threw it away behind their backs, and purchased with it some miserable gain and vile was the bargain they made

1. ve iz ehaze allâhu : ve Allah … almıştı
2. mîsâka : misâk, kesin söz, yemin
3. ellezîne : onlar
4. ûtû el kitâbe : kitap verildiler
5. le tubeyyinunne-hu : onu mutlaka beyan edeceksiniz, açıklayacaksınız
6. li en nâsi : insanlara
7. ve lâ tektumûne-hu : ve onu gizlemeyeceksiniz
8. fe nebezû-hu : fakat onu attılar
9. verâe zuhûrihim : sırtlarının arkasına
10. ve eşterav bi-hî : ve onu sattılar
11. semenen kalîlen : az bir değere
12. fe bi’se : oysa ne kötü
13. mâ yeşterûne : yaptıkları alışveriş

١٨٨

لَاتَحْسَبَنَّ الَّذينَ يَفْرَحُونَ بِمَا اَتَوْا وَيُحِبُّونَ اَنْ يُحْمَدُوا بِمَا لَمْ يَفْعَلُوا فَلَا تَحْسَبَنَّهُمْ بِمَفَازَةٍ مِنَ الْعَذَابِ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَليمٌ

(188) la tahsebennel lezine yefrahune bi ma etev ve yühibbune ey yuhmedu bi ma lem yef’alu fe la tahsebennehüm bi mefazetim minel azab ve lehüm azabün elim

sakın sanma şımaran kimseleri verdikleri şeyle övülmeyi severler yapmadıkları şeylerle kesinlikle sanmasınlar azaptan kurtulduklarını onlar için elim bir azap (vardır)

(188) Think not that those who exult in what they have brought about, and love to be praised for what they have not done, think not that they can escape the penalty. For them is a penalty grievous indeed.

1. lâ tahsebe-enne : sakın zannetme
2. ellezîne : onlar
3. yefrahûne : ferahlarlar, sevinirler, şımarırlar
4. bi mâ etev : getirdikleri şey ile
5. ve yuhıbbûne : ve severler
6. en yuhmedû : övülmek, methedilmek
7. bi mâ lem yef’alû : yapmadıkları şey ile
8. fe lâ tahsebe- enne-hum : bu yüzden, artık sakın sanma ki onlar
9. bi mefâzetin : kurtulacak yer
10. min el azâbi : azaptan
11. ve lehum : ve onlara, onlar için vardır
12. azâbun elîmun : elîm azap

١٨٩

وَلِلّهِ مُلْكُ السَّموَاتِ وَالْاَرْضِ وَاللّهُ عَلى كُلِّ شَىْءٍ قَديرٌ

(189) ve lillahi mülküs semavati vel ard vallahü ala külli şey’in kadir

mülk Allah’ındır semaların ve arzın Allah her şeye kadirdir

(189) To Allah belongeth the dominion of the heavens and the earth and Allah hath power over all things.

1. ve li allâhi : ve Allah için, Allah’ın
2. mulku es semâvâti : semâların, göklerin mülkü
3. ve el ardı : ve arz, yeryüzü
4. ve allâhu : ve Allah
5. alâ kulli şey’in : her şeye
6. kadîrun : kaadir, kudret sahibi

١٩٠

اِنَّ فى خَلْقِ السَّموَاتِ وَالْاَرْضِ وَاخْتِلَافِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ لَايَاتٍ لِاُولِى الْاَلْبَابِ

(190) inne fi halkis semavati vel erdi vahtilafil leyli ven nehari le ayatil li ülil elbab

şüphesiz yaratılışında semaların ve arzın ve gece ve gündüzün bir biriyle nizamında akıl sahipleri için ayetler vardır

(190) Behold in the creation of the heavens and the earth, and the alternation of night and day, there are indeed Signs for men of understanding,

1. inne : muhakkak
2. fî halkı : yaratılışında vardır
3. es semâvâti : semâlar, gökler
4. ve el ardı : ve arz, yeryüzü
5. ve ıhtilâfi el leyli : ve gecenin ihtilaflı, karşılıklı, ardarda olması
6. ve en nehâri : ve gündüz
7. le âyâtin : elbette deliller
8. li ulî el elbâbı : lübb’lerin, sırların sahipleri için

١٩١

اَلَّذينَ يَذْكُرُونَ اللّهَ قِيَامًا وَقُعُودًاوَعَلى جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ فى خَلْقِ السَّموَاتِ وَالْاَرْضِ رَبَّنَا مَاخَلَقْتَ هذَا بَاطِلًا سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ

(191) ellezine yezkürunellahe kıyamev ve kuudev ve ala cünubihim ve yetefekkerune fi halkis semavati vel ard rabbena ma halakte haza batıla sübhaneke fekina azaben nar

o kimseler ki Allah’ı zikir ederler ayaktayken ve otururken yanları üzerlerine (yatarken) tefekkür ederler semaların ve arzın yaratılışına ey Rabbimiz sen yaratmadın bunu batıl ve boş yere sen noksan sıfatlardan münezzehsin bizi cehennem azabından koru

(191) Men who celebrate the praises of Allah, standing, sitting, and lying down on their sides, and contemplate the (wonders of) creation in the heavens and the earth, (with the thought): our Lord not for naught hast thou created (all) this glory to thee give us salvation from the penalty of the fire.

1. ellezîne : onlar
2. yezkurûne allâhe : Allah’ı zikrederler
3. kıyâmen : ayakta iken
4. ve kuûden : ve oturur iken
5. ve alâ cunûbi-him : ve yanları üzere iken, yatarken
6. ve yetefekkerûne : ve tefekkür ederler, düşünürler
7. fî halkı es semâvâti : göklerin yaratılışı hakkında
8. ve el ardı : ve arz, yeryüzü, yerler, yer
9. rabbe-nâ : Rabbimiz
10. mâ halakte hâzâ : Sen bunu yaratmadın
11. bâtılân : batıl olarak, faydasız, boşuna
12. subhâne-ke : Sen Subhan’sın (Seni tesbih ve tenzih ederiz)
13. fe kı-nâ : o zaman, artık bizi koru
14. azâbe en nârı : ateşin azabı

١٩٢

رَبَّنَا اِنَّكَ مَنْ تُدْخِلِ النَّارَ فَقَدْ اَخْزَيْتَهُ وَمَا لِلظَّالِمينَ مِنْ اَنْصَارٍ

(192) rabbena inneka men tüdhilin nara fe kad ahzeyteh ve ma liz zalimine min ensar

ey Rabbimiz sen kimimizi ateşe sokarsın muhakkak onu perişan rezil edersin zalimlerin yoktur yardımcıları da

(192) Our Lord any whom thou dost admit to fire, truly thou coverest with shame, and never will wrongdoers find any helpers

1. rabbe-nâ : Rabbimiz
2. inne-ke : muhakkak ki sen
3. men : kim, kimi
4. tudhıli en nâre : ateşe sokarsan
5. fe kad ahzeyte-hu : artık onu hakir ve rezil etmişsindir
6. ve mâ li ez zâlimîne : ve zalimler için yoktur
7. min ensârin : yardım edenlerden bir yardımcı

١٩٣

رَبَّنَا اِنَّنَا سَمِعْنَا مُنَادِيًا يُنَادى لِلْايمَانِ اَنْ امِنُوا بِرَبِّكُمْ فَامَنَّا رَبَّنَا فَاغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَكَفِّرْ عَنَّا سَيِّاَتِنَا وَتَوَفَّنَا مَعَ الْاَبْرَارِ

(193) rabbena innena semi’na münadiyey yünadi lil imani en aminu bi rabbiküm fe amenna rabbena fağfir lena zünubena ve keffir anna seyyiatina ve teveffena meal ebrar

ey Rabbimiz hakikaten bizler bir davetçi işittik imana davet ediyordu Rabbinize iman edin diye biz de hemen iman ettik ey Rabbimiz bizim günahlarımızı bağışla günahlarımızı ört bizim canlarımızı iyilerle beraber al

(193) Our Lord we have heard the call of one calling (us) to Faith, believe ye in the Lord, and we have believed. our Lord forgive us our sins, blot out from us our iniquities, and take to thyself our souls in the company of the righteous.

1. rabbe-nâ : Rabbimiz
2. inne-nâ : muhakkak ki biz
3. semi’nâ : işittik
4. munâdiyen : nida eden, davetçi
5. yunâdî : davet ediyor
6. li el îmâni : îmâna
7. en âminû : âmenû olmak, îmân etmek
8. bi rabbi-kum : Rabbinize
9. fe âmennâ : o zaman, böylece biz âmenû olduk îmân ettik
10. rabbe-nâ : Rabbimiz
11. fe agfir lenâ : o halde, artık bizi mağfiret et
12. zunûbe-nâ : günahlarımız
13. ve keffir annâ : ve bizden ört
14. seyyiâti-nâ : günahlarımızı
15. ve teveffe-nâ : ve bizi vefat ettir, öldür
16. mea el ebrâri : ebrar olan (Allah’a ulaşan ve veli olan cennetlik) kullarınla beraber

١٩٤

رَبَّنَا وَاتِنَا مَا وَعَدْتَنَا عَلى رُسُلِكَ وَلَا تُخْزِنَا يَوْمَ الْقِيمَةِ اِنَّكَ لَا تُخْلِفُ الْميعَادَ

(194) rabbena ve atina ma veadtena ala rusülike ve la tuhzina yevmel kıyameh inneke la tuhlifül miad

ey Rabbimiz bize ver resullerin bize vaat ettiği şeyi bizi rezil etme kıyamet günü şüphesiz sen vaadinden dönmezsin

(194) “Our Lord! Grant us what Thou didst promise unto us through Thy Messengers, and save us from shame on the Day of Judgment for Thou never breakest Thy promise.”

1. rabbe-nâ : Rabbimiz
2. ve âti-nâ : ve bize ver
3. mâ vaadte-nâ : bize vaad ettiğin şeyi
4. alâ rusuli-ke : senin resûllerin vasıtası ile
5. ve lâ tuhzi-nâ : ve bizi rezil ve perişan etme
6. yevme el kıyâmeti : kıyâmet günü
7. inne-ke : muhakkak ki sen
8. lâ tuhlifu : değiştirmezsin
9. el mîâde : verilen söz, vaad

Sayfa:75

١٩٥

فَاسْتَجَابَ لَهُمْ رَبُّهُمْ اَنّى لَا اُضيعُ عَمَلَ عَامِلٍ مِنْكُمْ مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثى بَعْضُكُمْ مِنْ بَعْضٍ فَالَّذينَهَاجَرُوا وَاُخْرِجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ وَاُوذُوا فى سَبيلى وَقَاتَلُوا وَقُتِلُوا لَاُكَفِّرَنَّعَنْهُمْ سَيَِّاتِهِمْ وَلَاُدْخِلَنَّهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرى مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ ثَوَابًا مِنْ عِنْدِ اللّهِ وَاللّهُ عِنْدَهُ حُسْنُ الثَّوَابِ

(195) festecabe lehüm rabbühüm enni la üdiy’u amele amilim minküm min zekerin ev ünsa ba’duküm min ba’d fellezine haceru ve uhricu min diyarihim ve uzu fi sebili ve katelu ve kutilu le ükeffiranne anhüm seyyiatihim ve le üdhilennehüm cennatin tecri min tahtihel enhar sevabem min indillah vallahü indehu husnüs sevab

şöyle icabet etti Rableri de onlara şüphesiz ben zayi etmem amel işleyenin işini sizden erkek olsun veya kadın olsun sizler hep birbirinizdensiniz o kimseler ki hicret edenler yurtlarından çıkarılanlar eziyet edilenler benim yolumda harp edenler öldürülenler ben muhakkak örterim onların günahlarını ve mutlaka onları koyacağım altlarından nehirler akan cennetlere sevap verilecektir Allah katında Allah’ın katındadır mükafatın en güzeli de

(195) And their Lord hath accepted of them, and answered them: “Never will I suffer to be lost the work of any of you, be he male or female: ye are members, one of another those who have left their homes, or been driven out therefrom, or suffered harm in My Cause, or fought or been slain, verily, I will blot out from them their iniquities, and admit them into Gardens with rivers flowing beneath- a reward from the Presence of Allah, and from His Presence is the best of rewards.”

1. fe istecâbe : o zaman, icabet etti, dualarına cevap verdi
2. lehum : onlara, onlar için
3. rabbu-hum : onların Rabbi
4. ennî : muhakkak ki ben
5. lâ udîu : zayi etmem, boşa çıkarmam
6. amele âmilin : amel edenin amelini
7. min-kum : sizden
8. min zekerin : erkeklerden
9. ev unsâ : ve ya kadın
10. ba’du-kum : sizin bir kısmınız
11. min ba’dın
(ba’du-kum min ba’dın)
: bir kısmınızdan
: (birbirinizden)
12. fe ellezîne : artık onların
13. hâcerû : hicret ettiler
14. ve uhricû : ve çıkarıldılar
15. min diyâri-him : kendi yurtlarından
16. ve ûzû : ve eziyet edildiler
17. fî sebîlî : benim yolumda
18. ve kâtelû : ve savaştılar
19. ve kutilû : ve öldürüldüler
20. le ukeffirenne : mutlaka örteceğim
21. an-hum : onlardan
22. seyyiâti-him : onların günahlarını
23. ve le udhılenne-hum : ve onları mutlaka sokacağım
24. cennâtin : cennetler
25. tecrî : akar
26. min tahti-hâ : onun altından
27. el enhâru : nehirler
28. sevâben : sevap, mükâfat olarak
29. min indi allâhi : Allah’ın katından
30. ve allâhu : ve Allah
31. inde-hû : onun katında
32. husnu es sevâbi : sevabın, mükâfatların en güzeli

١٩٦

لَا يَغُرَّنَّكَ تَقَلُّبُالَّذينَ كَفَرُوا فِىالْبِلَادِ

(196) la yeğurranneke tekallübül lezine keferu fil bilad

sakın seni aldatmasın dönüp dolaşmaları o küfredenler diyar diyar

(196) Let not the strutting about of the Unbelievers through the land deceive thee

1. lâ yegurranne-ke : sakın seni aldatmasın
2. tekallubu : dönüp dolaşmaları, gezip dolaşmaları
3. ellezîne keferû : kâfirler
4. fî el bilâdi : beldeler arasında

١٩٧

مَتَاعٌ قَليلٌ ثُمَّ مَاْويهُمْ جَهَنَّمُ وَبِءْسَ الْمِهَادُ

(197) metaun kalilün sümme me’vahüm cehennem ve bi’sel mihad

pek az bir menfaattir sonra varacakları yer cehennemdir ne kötü döşektir

(197) Little is it for enjoyment: their ultimate abode is Hell: what an evil bed (to lie on)

1. metâun : bir metâ,
2. kalîlun : az
3. summe : sonra
4. me’vâ-hum : onların varacakları, barınacakları yer
5. cehennemu : cehennem
6. ve bi’se : ve ne kötü
7. el mihâdu : döşek, yatak

١٩٨

لكِنِ الَّذينَ اتَّقَوْا رَبَّهُمْلَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْرى مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُخَالِدينَ فيهَا نُزُلًا مِنْ عِنْدِ اللّهِ وَمَا عِنْدَ اللّهِ خَيْرٌ لِلْاَبْرَارِ

(198) lakinillezinet tekav rabbehüm lehüm cennatün tecri min tahtihel enharu halidine fiha nüzülem min indillah ve ma indellahi hayrul lil ebrar

lakin o kimseler ki Rablerinden sakınırlar onlara cennetler (vardır) altlarından nehirler akan orada ebedi olarak kalacaklar Allah’ın indinde konaklamadır Allah katında onlar ise iyilik edenler için daha hayırlıdır

(198) On the other hand, for those who fear their Lord, are gardens, with rivers flowing beneath therein are they to dwell (forever), a gift from the presence of Allah and that which is in the presence of Allah is the best (bliss) for the righteous.

1. lâkin ellezîne : lâkin, fakat onlar, … olanlar
2. ittekav : takva sahibi oldular
3. rabbe-hum : Rab’lerine
4. lehum : onlar için, onlara
5. cennâtun : cennetler
6. tecrî : akar
7. min tahti-hâ : onun altından
8. el enhâru : nehirler
9. hâlidîne fî-hâ : onun içinde ebedîyyen kalacak olanlar
10. nuzulen : ağırlama, ziyafet sofraları var
11. min indi allâhi : Allah’ın katından
12. ve mâ inde allâhi : ve Allah’ın katındaki şeyler
13. hayrun : daha hayırlı
14. li el ebrâri : (cennete ehil olan) ebrar kullar için

١٩٩

وَاِنَّ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ لَمَنْ يُؤْمِنُ بِاللّهِ وَمَا اُنْزِلَ اِلَيْكُمْ وَمَا اُنْزِلَ اِلَيْهِمْ خَاشِعينَ لِلّهِ لَايَشْتَرُونَ بِايَاتِ اللّهِ ثَمَنًا قَليلًا اُولءِكَ لَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ اِنَّ اللّهَ سَريعُ الْحِسَابِ

(199) ve inne min ehlil kitabi le mey yü’minü billahi ve ma ünzile ileyküm ve ma ünzile ileyhim haşiiyne lillahi la yeşterune bi ayatillahi semenen kalila ülaike lehüm ecruhüm inde rabbihim innellahe seriul hisab

şüphesiz ehli kitaptan (öyle kimseler var ki) Allah’a iman ederler ve size indirilene kendilerine indirilene Allah’a boyun eğerler Allah’ın ayetlerini satmazlar az bir menfaate işte bunların ecirleri Rableri katındadır şüphesiz Allah hesabı çabuk görendir

(199) And there are, certainly, among the People of the Book, those who believe in Allah, in the revelation to you, and in the revelation to them, bowing in humility to Allah: they will not sell the Signs of Allah for a miserable gain for them is a reward with their Lord, and Allah is swift in account.

1. ve inne : ve muhakkak ki
2. min ehli el kitâbi : Kitap ehlinden, kitab sahiplerinden
3. le men : elbette, mutlaka o kimseler
4. yu’minu bi allâhi : Allah’a îmân ederler
5. ve mâ unzile : ve indirilen şeye
6. ileykum : size
7. ve mâ unzile : ve indirilen şeye
8. ileyhim : onlara
9. hâşiîne li allâhi : Allah’a karşı huşû duyarlar
10. lâ yeşterûne : satmazlar
11. bi âyâti allâhi : Allah’ın âyetlerini
12. semenen kalîlen : az bir pahaya, değere, bedele
13. ulâike : işte onlar
14. lehum : onlar için, onlara, onların
15. ecru-hum : onların karşılıkları, mükâfatları
16. inde rabbi-him : Rab’leri katında
17. inne allâhe : muhakkak ki Allah
18. serîu el hısâbi : hesabı çabuk gören

٢٠٠

يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا اصْبِرُواوَصَابِرُوا وَرَابِطُوا وَاتَّقُوا اللّهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ

(200) ya eyyühellezine amenus biru ve sabiru ve rabitu vettekullahe lealleküm tüflihun

ey iman edenler sabredin sabırlılardan olun (Allah’a karşı) Rabıtalı olun Allah’tan sakının olur ki felaha erersiniz

(200) O ye who believe persevere in patience and constancy vie in such perseverance strengthen each other and fear Allah that ye may prosper.

1. yâ eyyuhâ : ey
2. ellezîne âmenu : âmenû olanlar
3. usbirû : sabredin
4. ve sâbirû : ve sabır sahibi olun
5. ve râbitû : ve râbıta kuranlar olun
6. ve ittekû allâhe : ve Allah’a takva sahibi olun
7. lealle-kum : umulur ki böylece siz
8. tuflihûne : felâha, kurtuluşa ulaşırsınız

4-NİSA

Sayfa:76

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحيمِ

١

يَا اَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمُ الَّذى خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَبَثَّ مِنْهُمَا رِجَالًا كَثيرًا وَنِسَاءً وَاتَّقُوا اللّهَ الَّذى تَسَاءَ لُونَ بِه وَالْاَرْحَامَ اِنَّ اللّهَ كَانَ عَلَيْكُمْ رَقيبًا

(1) ya eyyühen nasüt teku rabbekümül lezi halekaküm min nefsiv vahidetiv ve haleka minha zevceha ve besse minhüma ricalen kesirav ve nisaa vettekullahel lezi tesaelune bihi vel erham innellahe kane aleyküm rakiyba


Ey insanlar Rabbinizden sakının o ki sizleri yarattı tek bir nefisten ondan da eşini yaratan ikisinden de üretip yayan ve bir çok erkek ve kadın Allah’tan sakının o ki birbirinizden dilekte bulunasınız diye onun ile akrabalık bağları kurdu şüphesiz Allah üzerinizde gözetleyici bulunmaktadır

(1) O mankind reverence your guardian Lord, who created you from a single person, created, of like nature, his mate, and from them twain scattered (like seeds) countless men and women reverence Allah, through whom ye demand your mutual (rights), and (reverence) the wombs (that bore you): for Allah ever watches over you.

1. yâ eyyuhâ : ey
2. en nâsu : insanlar
3. ittekû : takva sahibi olun
4. rabbekum(u) : Rabbinize karşı
5. ellezî : o ki
6. halakakum : sizi yarattı
7. min : … den, …dan
8. nefsin : bir nefs
9. vâhidetin : bir tek
10. ve halaka : yarattı
11. minhâ : ondan
12. zevcehâ : onun eşini, hanımını (Havva anamızı)
13. ve besse : yaydı, türetti
14. minhumâ : onlardan
15. ricâlen : erkekler
16. kesîran : birçok, çok sayıda
17. ve nisâen : kadınlar
18. ve ittekû : takva sahibi olun
19. allâhe : Allah
20. ellezî : o ki
21. tesâelûne : birbirine yemin verme, yeminle istekte bulunmak
22. bihî : onunla
23. ve el erhâme : rahimler, akrabalıklar, yakınlar
24. inne : muhakkak
25. allâhe : Allah
26. kâne : oldu, idi
27. aleykum : sizin üzerinize
28. rakîben : murakabe eden, kontrol eden

٢

وَاتُوا الْيَتَامى اَمْوَالَهُمْ وَلَا تَتَبَدَّلُوا الْخَبيثَ بِالطَّيِّبِوَلَا تَاْكُلُوا اَمْوَالَهُمْ اِلى اَمْوَالِكُمْ اِنَّهُ كَانَ حُوبًا كَبيرًا

(2) ve atül yetama emvalehüm ve la tetebeddelül habise bit tayyibi ve la te’külu emvalehüm ila emvaliküm innehu kane huben kebira

yetimlere mallarını verin değiştirmeyin temizi pis ile yemeyin onların mallarını kendi mallarınızla (beraber) çünkü bu büyük günahtır

(2) To orphans restore their property (when they reach their age), nor substitute (your) worthless things for (their) good ones and devour not their substance (by mixing it up) with your own. For this is indeed a great sin.

1. ve âtû : veriniz
2. el yetâmâ : yetimlere
3. emvâlehum : onların mallarını
4. ve lâ tetebeddelû : değiştirmeyin
5. el habîse : pisi, kötüyü, zarar vereni
6. bi et tayyîbi : temiz, iyi
7. ve lâ te’kulû : yeyin
8. emvâlehum : onların mallarını
9. ilâ emvâlikum : kendi mallarınıza, sizin mallarınıza
10. innehu : muhakkak ki o
11. kâne : oldu, idi, …dır
12. hûben : günah
13. kebîran : büyük

٣

وَاِنْ خِفْتُمْ اَلَّا تُقْسِطُوافِى الْيَتَامى فَانْكِحُوامَا طَابَ لَكُمْ مِنَ النِّسَاءِ مَثْنىوَثُلثَ وَرُبَاعَ فَاِنْ خِفْتُمْ اَلَّا تَعْدِلُوافَوَاحِدَةً اَوْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْ ذلِكَ اَدْنى اَلَّا تَعُولُوا

(3) ve in hiftüm ella tuksitu fil yetama fenkihu ma tabe leküm minen nisai mesna ve sülase ve ruba’ fe in hiftüm ella ta’dilu fe vahideten ev ma meleket eymanüküm zalike edna ella teulu

eğer korkarsanız adaletle davranamayacağınızdan yetimlerin (haklarında) nikah edin sizin için helal olan kadınlardan ikişer üçer dörder eğer korkarsanız adalet yapamayacağınızdan bir kadın veya sahip bulunduğunuz cariyenizle (yetinin) bu daha uygundur adaletli davranmanıza

(3) If ye fear that ye shall not be able to deal justly with the orphans, marry women of your choice, two, or three, or four but if ye fear that ye shall not be able to deal justly (with them). Then only one, or (a captive) that your right hands possess. That will be more suitable, to prevent you from doing injustice.

1. ve in hıftum : korkarsanız
2. ellâ : …ma
3. tuksitû : adaletle davranmak
4. : içinde
5. el yetâmâ : yetimler hakkında
6. fe inkihû : o zaman nikâh edin
7. : şeyi
8. tâbe : helâl olan, hoşunuza giden
9. lekum : sizin için
10. min : …den, …dan
11. en nisâi : kadınlar
12. mesnâ : ikişer
13. ve sulâse : üçer
14. ve rubâa : dörder
15. fe : art?k, öyleyse
16. in hıftum : korkarsanız
17. ellâ : …ma, …me
18. ta’dilû : adaletle davranacağınız
19. fe : artık
20. vâhideten : bir adet, bir (kişi)
21. ev mâ : veya
22. meleket : sahip olduğunuz
23. eymânukum : kendi elinizin altındaki
24. zâlike : o
25. ednâ : çok yakın, daha yakın, daha az, en az
26. ellâ : …ma, …me
27. teûlû : zulmetmeniz, haksızlık etmeniz

٤

وَاتُوا النِّسَاءَ صَدُقَاتِهِنَّ نِحْلَةً فَاِنْ طِبْنَلَكُمْ عَنْ شَىْءٍ مِنْهُ نَفْسًا فَكُلُوهُ هَنيًا مَريًا

(4) ve atün nisae sadükatihinne nihleh fe in tibne leküm an şey’im minhü nefsen fe küluhü heniem meria

(nikah kıydığınız) kadınlara veriniz mehirlerini gönül hoşluğu ile eğer bağışlarlarsa kendi istekleri ile onu rahatlıkla (ve) afiyetle yiyin

(4) And give the women (on marriage) their dower as a free gift but if they, of their own good pleasure, remit any part of it to you, take it and enjoy it with right good cheer.

1. ve âtû : veriniz
2. en nisâe : kadınlara
3. sadukâtihinne : onların mehirlerini
4. nıhleten : gönülden koparak, seve seve vermek
5. fe in tıbne : razı, hoşnut olarak
6. lekum : sizin için
7. an şey’in : bir şeyi, bir şeyden
8. minhu : veriniz
9. nefsen : zat, şahıs, kimse
10. kulûhu : onu yeyin
11. henîen : afiyetle
12. merîan : boğazdan kolayca geçen, afiyet verici

٥

وَلَا تُؤْتُوا السُّفَهَاءَ اَمْوَالَكُمُ الَّتى جَعَلَاللّهُ لَكُمْ قِيَامًا وَارْزُقُوهُمْ فيهَا وَاكْسُوهُمْ وَقُولُوا لَهُمْقَوْلًا مَعْرُوفًا

(5) ve la tü’tüs süfehae emvalekümül leti cealellahü leküm kıyamev verzükuhüm fiha veksuhüm ve kulu lehüm kavlem ma’rufa

vermeyin mallarınızı (harcayacağı yeri) bilmeyenlere Allah’ın sizin için yaptığı geçim kaynağı (olarak) onları rızıklandırın ve onları giydirin ve de onlara söyleyiniz sözün iyisini

(5) To those weak of understanding make not over your property, which Allah hath made a means of support for you, but feed and clothe them therewith, and speak to them words of kindness and justice.

1. ve lâ tu’tû : vermeyin
2. es sufehâe : aklı ermeyen, mallarının değerini bilmeyenler, sefihler
3. emvâlekum(u) : sizin mallarınızı
4. elletî : o ki
5. ceale : kıldı, yaptı
6. allâhu : Allah
7. lekum : sizin için, size
8. kıyâmen : nizam ve emniyetini sağlayan, tasarrufunda olan
9. ve urzukûhum : onları rızıklandırın
10. fîhâ : onun içinde, orada
11. ve eksûhum : onları giydirin
12. ve kûlû : söyleyin, deyin
13. lehum : onlar için, onlara
14. kavlen : söz
15. ma’rûfen : iyilikle, iyilik

٦

وَابْتَلوُا الْيَتَامى حَتّى اِذَا بَلَغُوا النِّكَاحَفَاِنْ انَسْتُمْ مِنْهُمْ رُشْدًا فَادْفَعُوا اِلَيْهِمْ اَمْوَالَهُمْ وَلَا تَاْكُلُوهَا اِسْرَافًا وَبِدَارًا اَنْ يَكْبَرُوا وَمَنْ كَانَ غَنِيًّا فَلْيَسْتَعْفِفْ وَمَنْكَانَ فَقيرًا فَلْيَاْكُلْ بِالْمَعْرُوفِ فَاِذَا دَفَعْتُمْ اِلَيْهِمْ اَمْوَالَهُمْ فَاَشْهِدُوا عَلَيْهِمْ وَكَفى بِاللّهِ حَسيبًا

(6) vebtelül yetama hatta iza beleğun nikah fe in anestüm minhüm ruşden fedfeu ileyhim emvalehüm ve la te’küluha israfev ve bidaran ey yekberu ve men kane ğaniyyen felyesta’fif ve men kane fakıran felye’kül bil ma’ruf fe iza defa’tüm ileyhim emvalehüm fe eşhidu aleyhim ve kefa billahi hasiba

yetimleri imtihan edip deneyin hatta gelince buluğ çağına, evlenme çağına eğer sezerseniz onlardan bir rüşt mallarını onlara iade edin (mallarını) yemeye kalkmayın israf edip acele ile (onlar) büyüyecekler diye (velisi olan) kimse zengin ise iffetli davransın o kimse fakir ise meşru bir surette yesin iade ettiğiniz zaman malları onlara karşılarında şahit bulundurun hesaba çekici olarak Allah yeter

(6) Make trial of orphans until they reach the age of marriage if then ye find sound judgment in them, release their property to them but consume it not wastefully, nor in haste against their growing up if the guardian is well off, let him claim no remuneration, but if he poor, let him have for himself what is just and reasonable. When ye release their property to them, take witnesses in their presence: but all sufficient is Allah in taking account.

1. ve ibtelû : deneyin, imtihan edin
2. el yetâmâ : yetimleri
3. hattâ : ta ki, … e kadar
4. izâ belegû : erince
5. en nikâha : nikâh
6. fe in ânestum : anlar, farkına varırsanız
7. minhum : onlardan
8. ruşden : malları zaptetmede ehliyet sahibi
9. fe idfeû : o zaman verin
10. emvâlehum : onların mallarını
11. ve lâ te’kulûhâ : onu yeyin
12. isrâfen : savurganlık, israf ederek
13. ve bidâren : alelacele, acele davranmak
14. en yekberû : büyüyor olmaları, büyümeleri
15. ve men kâne : idi, oldu
16. ganiyyen : zengin
17. felyesta’fif : o zaman sakınsın, çekinsin
18. ve men kâne : idi, oldu
19. fakîran : fakir
20. felye’kul : o zaman yesin
21. bi el ma’rûfi : iyilik
22. fe izâ defa’tum : vereceğiniz
23. ileyhim emvâlehum : onların mallarını
24. fe eşhidû : şahit tutun
25. aleyhim : onlar
26. ve kefâ : kâfidir
27. bi allâhi : Allah
28. hasîben : hesapları görücü, hesap gören olarak

Sayfa:77

٧

لِلرِّجَالِ نَصيبٌ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْاَقْرَبُونَ وَلِلنِّسَاءِ نَصيبٌ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْاَقْرَبُونَ مِمَّا قَلَّ مِنْهُ اَوْ كَثُرَ نَصيبًا مَفْرُوضًا

(7) lir ricali nasıbüm mimma terakel validani vel akrabune ve lin nisai nasıbüm mimma terakel validani vel akrabune mimma kalle minhü evkesür nasiybem mefruda

erkeklere bir pay vardır bıraktığı mirastan ana baba ve akrabalarının kadınlara da bıraktıklarınından ana baba ve akrabalarının o şeyden az olsun çok olsun takdir edilmiş bir pay (vardır)

(7) From what is left by parents and those nearest related there is a share for men and a share for women, whether the property be small or large, a determinate share.

1. li er ricâli : erkekler için vardır, erkeklere
2. nasîbun : nasip, pay
3. mimmâ (min mâ) : şeyden (miras, tereke)
4. tereke : geriye bıraktı
5. el vâlidâni : ebeveyn, ana baba
6. ve el akrabûne : ve akrabalar
7. ve li en nisâi : ve kadınlar için vardır
8. nasîbun : nasip, pay
9. mimmâ (min mâ) : şeyden (miras, tereke )
10. tereke : geriye bıraktı
11. el vâlidâni : ebeveyn, ana baba
12. ve el akrabûne : ve akrabalar
13. mimmâ (min mâ) : şeyden
14. kalle : az
15. min-hu : ondan
16. ev : veya
17. kesura : çok
18. nasîben : nasip, pay
19. mefrûdan : farz kılınmış olan

٨

وَاِذَا حَضَرَ الْقِسْمَةَ اُولُوا الْقُرْبىوَالْيَتَامى وَالْمَسَاكينُ فَارْزُقُوهُمْ مِنْهُ وَقُولُوا لَهُمْ قَوْلًا مَعْرُوفًا

(8) ve iza hadaral kısmete ülül kurba vel yetama vel mesakinü ferzüku hüm minhü ve kulu lehüm kavlem ma’rufa

miras taksiminde orada hazır bulunan akrabaları yetimleri ve miskinleri rızıklandırınız o maldan onları onlara güzel söz söyleyiniz

(8) But if at the time of division other relatives, or orphans, or poor, are present, feed them out of the (property), and speak to them words of kindness and justice.

1. ve izâ : ve … olduğu zaman
2. hadara : hazır oldu, orada bulundu
3. el kısmete : paylaştırma, taksim
4. ulû : sahibi
5. el kurbâ : yakınlık, akrabalar
6. ve el yetâmâ : ve yetimler
7. ve el mesâkînu : ve miskinler, çalışamayacak durumdaki yaşlılar, yoksullar
8. fe urzukû-hum : o taktirde onları rızıklandırın
9. min-hu : ondan
10. ve kûlû : ve deyin, söyleyin
11. lehum : onlara
12. kavlen : söz
13. ma’rûfen : iyi, güzel

٩

وَلْيَخْشَ الَّذينَ لَوْ تَرَكُوا مِنْ خَلْفِهِمْ ذُرِّيَّةً ضِعَافًا خَافُوا عَلَيْهِمْ فَلْيَتَّقُوا اللّهَ وَلْيَقُولُوا قَوْلًا سَديدًا

(9) velyahşellezine lev teraku min halfihim zürriyyeten diafen hafu aleyhim felyettekullahe velyekulu kavlen sedida

korkan kimseler kendileri bırakmış olsalar zürriyetinden akrabalarından zayıf bulunanların haklarından korksunlar Allah’tan sakınsınlar doğru söz söylesinler

(9) Let those (disposing of an estate) have the same fear in their minds as they would have for their own if they had left a helpless family behind: let them fear Allah, and speak words of appropriate (comfort).

1. velyahşa (ve li yahşa) : ve sakınsınlar, korksunlar, çekinsinler
2. ellezîne : onlar, … olanlar
3. lev terekû : eğer bıraksalardı
4. min halfi-him : arkalarından
5. zurriyyeten : zürriyet, nesil, çocuklar
6. dıâfen : zayıf, kuvvetsiz
7. hâfû : korktular
8. aleyhim : onlara, onların üzerine, onlar için
9. felyettekû (fe li yettekû ) : artık Allah’a karşı takva sahibi olsunlar
10. allâhe : Allah
11. velyekûlû (ve li yekûlû ) : ve söylesinler
12. kavlen : söz
13. sedîdan : doğru, dürüst, adaletli

١٠

اِنَّ الَّذينَ يَاْكُلُونَ اَمْوَالَ الْيَتَامى ظُلْمًا اِنَّمَايَاْكُلُونَ فى بُطُونِهِمْ نَارًا وَسَيَصْلَوْنَ سَعيرًا

(10) innellezine ye’külune emvalel yetama zulmen innema ye’külune fi bütunihim nara ve seyaslevne seiyra

şüphesiz yiyenler yetimlerin mallarını zulüm ile yedikleri ancak karınlarında ateştir çılgın ateşe girecekler

(10) Those who unjustly eat up the property of orphans, eat up a fire into their own bodies: they will soon be enduring a blazing fire

1. inne : muhakkak
2. ellezîne : onlar
3. ye’kulûne : yerler
4. emvâle : mallar
5. el yetâmâ : yetimler
6. zulmen : zulüm ile, haksızlıkla
7. innemâ : sadece
8. ye’kulûne : yerler
9. : içine, …’e
10. butûni-him : onların karınları, karınlarına
11. nâran : ateş
12. ve se- yaslevne : ve yakında yaslanacaklar, atılacaklar
13. seîran : alevli ateş

١١

يُوصيكُمُ اللّهُ فى اَوْلَادِكُمْ لِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ الْاُنْثَيَيْنِ فَاِنْ كُنَّ نِسَاءً فَوْقَ اثْنَتَيْنِ فَلَهُنَّ ثُلُثَا مَا تَرَكَ وَاِنْ كَانَتْ وَاحِدَةً فَلَهَا النِّصْفُ وَلِاَبَوَيْهِ لِكُلِّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا السُّدُسُ مِمَّا تَرَكَ اِنْ كَانَ لَهُ وَلَدٌ فَاِنْ لَمْ يَكُنْ لَهُ وَلَدٌ وَوَرِثَهُ اَبَوَاهُ فَلِاُمِّهِ الثُّلُثُ فَاِنْ كَانَ لَهُ اِخْوَةٌ فَلِاُمِّهِ السُّدُسُ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوصى بِهَا اَوْ دَيْنٍ ابَاؤُكُمْ وَاَبْنَاؤُكُمْ لَاتَدْرُونَ اَيُّهُمْ اَقْرَبُ لَكُمْ نَفْعًا فَريضَةً مِنَ اللّهِ اِنَّ اللّهَ كَانَ عَليمًا حَكيمًا

(11) yusiykümüllahü fi evladiküm lizzekeri mislü hazzil ünseyeyn fe in künne nisaen fevkasneteyni fe lehünne sülüsa ma terake ve in kanet vahideten fe lene nisf ve li ebeveyhi li külli vahidim minhümes südüsü mimma terake in kane lehu veled fe il lem yekül lehu veledüv ve verisehü ebevahü fe li ümmihis sülus fe in kane lehu ihvetün fe li ümmihis südüs mim ba’di vesiyyetiy yusiy biha ev deyn abaüküm ve ebnaüküm la tedrune eyyühüm akrabü leküm nef’a feridatem minellah innellahe kane alimen hakima

Allah size şöyle vasiyet ediyor evlatlarınızın (hakkında) erkekler için iki kadın payı vardır eğer kadınlar iseler ikiden fazla onlara (ölenin) terekesinden üçte ikisi vardır eğer bir kadınsa ona (mirasın) yarısı vardır ana ve babasına her birine terekeden altı da bir (vardır) eğer (ölenin) çocuğu varsa eğer ölenin çocuğu olmayıp (yalnız) baba ve anası mirasçı oluyorsa anasına üçte biri (vardır) eğer ölenin kardeşleri varsa anasına altı da bir vardır yaptığı vasiyet yerine getirildikten sonra (ve) borcu (da ödeyip) babalarınız ve oğullarınız bilemezsiniz hangisi daha yakındır size fayda itibari ile Allah’tan bir farizadır şüphesiz Allah bilen, hükmedendir

(11) Allah (thus) directs you as regards your children’s (inheritance): to the male, a portion equal to that of two females: if only daughters, two or more, their share is two thirds of the inheritance of only one, her share is a half. For parents, a sixth share of the inheritance to each, if no children, and the parents are the (only) heirs, the mother has a third if the deceased left brothers (or sisters) the mother has a sixth. (the distribution in all cases is) after the payment of legacies and debts. Ye know not whether your parents or your children are nearest to you in benefit. These are settled portions ordained by Allah and Allah is All-Knowing, All-Wise.

1. yûsîkum(u) : size vasiyet eder, farz kılar
2. allâhu : Allah
3. fî evlâdi-kum : (sizin evlâdınız) evlâtlarınız hakkında
4. li ez zekeri : erkek için
5. mislu : misli, kadar, katı
6. hazzı : pay
7. el unseyeyni : iki kız
8. fe in : fakat eğer
9. kunne : onlar (kadınlar) … oldu
10. nisâen : kadın
11. fevka : üstünde, fazla
12. isneteyni : iki
13. fe lehunne : o zaman onlarındır (kadınlarındır)
14. sulusâ : üçte bir
15. mâ tereke : bırakılan şey, mal, miras
16. ve in kânet : ve eğer … ise
17. vâhideten : bir, tek
18. fe lehâ : o zaman onundur (kadınındır)
19. en nısfu : yarım, yarısı
20. ve li : ve …. için
21. ebevey-hi : onun ebeveyni, anne ve babası
22. li kulli vâhidin : her biri için
23. min humâ : ikisinden
24. es sudusu : altıda bir
25. mimmâ (min mâ) : şeyden
26. tereke : terk etti, bıraktı
27. in kâne : eğer oldu ise (varsa)
28. lehu : onun
29. veledun : çocuk, oğul
30. fe in : fakat, eğer … ise
31. lem yekun : olmamış, olmaz (yoksa)
32. lehu : onun
33. veledun : çocuk, oğul
34. ve varise-hû : ve onun vârisi
35. ebevâ-hu : onun ebeveyni, ana babası
36. fe li ummi-hi : o taktirde o zaman onun annesi içindir, annesinindir
37. es sulusu : üçte biri
38. fe : fakat
39. in kâne : oldu ise, varsa
40. lehu : onun
41. ıhvetun : kardeşler
42. fe li ummi-hi : o zaman onun annesi içindir, annesinindir
43. es sudusu : altıda bir
44. min ba’di : sonradan, sonra
45. vasiyyetin : vasiyet
46. yûsi : vasiyet yerine getirilir
47. bi-hâ : onunla
48. ev : veya (ve de)
49. deynin : borç
50. âbâu-kum : babalarınız
51. ve ebnâu-kum : ve oğullarınız
52. lâ tedrûne : bilmezsiniz, bilemezsiniz
53. eyyu-hum : onların hangisi
54. akrabu : daha yakın
55. lekum : iszin için, size
56. nef’en : faydalı
57. ferîdaten : farz olarak, farz
58. minallâhi (min allâhi) : Allah’tan, Allah tarafından
59. innallâhe (inne allâhe) : muhakkak ki Allah
60. kâne : oldu, …dır
61. alîmen : alim, en iyi bilen
62. hakîmen : hakim, hüküm ve hikmet sahibi

Sayfa:78

١٢

وَلَكُمْ نِصْفُ مَا تَرَكَ اَزْوَاجُكُمْاِنْ لَمْ يَكُنْ لَهُنَّ وَلَدٌ فَاِنْ كَانَ لَهُنَّ وَلَدٌ فَلَكُمُ الرُّبُعُ مِمَّا تَرَكْنَ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوصينَ بِهَا اَوْ دَيْنٍ وَلَهُنَّ الرُّبُعُ مِمَّا تَرَكْتُمْ اِنْ لَمْ يَكُنْ لَكُمْ وَلَدٌ فَاِنْ كَانَ لَكُمْ وَلَدٌ فَلَهُنَّ الثُّمُنُ مِمَّا تَرَكْتُمْ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ تُوصُونَ بِهَا اَوْ دَيْنٍ وَاِنْ كَانَ رَجُلٌ يُورَثُ كَلَالَةً اَوِ امْرَ اَةٌ وَلَهُ اَخٌ اَوْ اُخْتٌ فَلِكُلِّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا السُّدُسُ فَاِنْ كَانُوا اَكْثَرَ مِنْ ذلِكَ فَهُمْ شُرَكَاءُ فِى الثُّلُثِ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍيُوصى بِهَا اَوْ دَيْنٍ غَيْرَ مُضَارٍّ وَصِيَّةً مِنَ اللّهِ وَاللّهُ عَليمٌ حَليمٌ

(12) ve leküm nisfü ma terake ezvacüküm il lem yekül lehünne veled fe in kane lehünne veledün fe lekümür rubüu mimma terakne mim ba’di vesiyyetiy yusiyne biha ev deyn ve lehünner rübüu mimma teraktüm il lem yekül leküm veled fe in kane leküm veledün fe lehünnes sümünü mimma teraktüm mim ba’di vesiyyetin tusune biha ev deyn ve in kane racülüy yurasü kelaleten evimraetüv ve lehu ehun ev uhtün fe li külli vahidim minhümes südüs fe in kanu eksera min zalike fe hüm şürakaü fis sülüsi mim ba’di vesiyyetiy yusa biha ev deynin ğayra mudarrin vesiyyetem minellah vallahü alimün halim

malların yarısı sizindir kadınların size bıraktığı eğer (kadının) çocukları yoksa eğer kadının çocukları varsa dörtte biri sizindir bıraktığı malın borçları (ödeyip) yaptığı vasiyet yerine geldikten sonra dörtte biri onlarındır bıraktığı mallardan eğer sizin çocuğunuz yoksa eğer çocuğunuz varsa kadınlara sekizde biri vardır bıraktığınız mallardan borçları (ödeyip) yaptığı vasiyet yerine geldikten sonra eğer erkeğin mirasçıları (bulunmazsa) varisleri veya kadının (mirasçıları bulunmazsa) onun erkek ve kız kardeşi (varsa) vardır her birine bu kardeşlerin altı da bir hisse eğer bundan daha çok iseler onlar ortak olurlar üçte bir hissesine borçları (ödeyip) yaptığı vasiyet yerine geldikten sonra kimseye zarar vermeden yapılır (bu) Allah’ın fermanıdır Allah bilen acele etmeyendir

(12) your share is a half, In what your wives leave, if they leave no child but if they leave a child, ye get a fourth after payment of legacies and debts. In what ye leave, their share is a fourth, if ye leave no child but if ye leave a child, they get an eighth after payment of legacies and debts. If the man or woman whose inheritance is in question, has left neither ascendants nor descendants, but has left a brother or a sister, each one of the two gets a sixth but if more than two, they in a third after payment of legacies and debts so that no loss is caused (to any one). Thus is it ordained by Allah and Allah is All-Knowing, most forbearing.

1. ve lekum : ve sizin
2. nısfu : yarısı
3. mâ tereke : bırakılan şeyler
4. ezvâcu-kum : sizin eşleriniz
5. in : eğer, ise
6. lem yekun : olmadı (yok)
7. lehunne : onların (kadınların)
8. veledun : veled, çocuk
9. fe : fakat
10. in kâne : e
11. lehunne : onların (kadınların)
12. veledun : veled, çocuk
13. fe lekum : o zaman sizindir
14. er rubuu : dörtte bir
15. mimmâ (min mâ ) : şeyden, şeylerden
16. terekne : bıraktı
17. min ba’di : sonradan, sonra
18. vasıyyetin : vasiyet
19. yûsîne : vasiyet yerine getirilir
20. bi-hâ : onunla
21. ev : veya (ve de)
22. deynin : borç
23. ve lehunne : ve onların (kadınların)
24. er rubuu : dörtte bir
25. mimmâ (min mâ ) : şeyden, şeylerden
26. terektum : siz bıraktınız
27. in : eğer, ise
28. lem yekun : olmadı (yok)
29. lekum : sizin
30. veledun : veled, çocuk
31. fe : fakat
32. in kâne : eğer, oldu ise, varsa
33. lekum : sizin
34. veledun : veled, çocuk
35. fe lehunne : o zaman, o taktirde onlarındır (kadınlarındır)
36. es sumunu : sekizde bir
37. mimmâ (min mâ ) : şeyden, şeylerden
38. terektum : siz bıraktınız
39. min ba’di : sonradan, sonra
40. vasıyyetin : vasiyet
41. tûsûne : vasiyet edersiniz
42. bi-hâ : onunla
43. ev : veya
44. deynin : borç
45. ve in kâne : ve eğer, oldu ise
46. raculun : erkek
47. yûresu : miras bırakılır
48. kelâleten : kadının evlâdı veya babası olmayıp, erkek kardeşi, dayısı veya amcası
49. ev : veya
50. imraetun : kadın?, hanımı
51. ve lehu : ve onun
52. ahun : erkek kardeş
53. ev : veya
54. uhtun : kız kardeş
55. fe : o zaman, o taktirde
56. li kulli vâhidin : her biri için
57. min humâ : ikisinden
58. es sudusu : altıda bir
59. fe : o zaman, o taktirde
60. in kânû : eğer, oldular ise
61. eksere : daha çok
62. min zâlike : bundan
63. fe hum : o zaman onlar
64. şurekâu : ortaklar
65. fî es sulusi : üçte birinde, üçte birine
66. min ba’di : sonradan, sonra
67. vasiyyetin : vasiyet
68. yûsâ : vasiyet yerine getirilir
69. bi-hâ : onunla
70. ev : veya
71. deynin : borç
72. gayre : olmaksızın
73. mudârrin : zarar verici, darlığa düşürücü
74. vasıyyeten : vasiyet, emir
75. min allâhi : Allah’tan, Allah tarafından
76. ve allâhu : ve Allah
77. alîmun : alim, en iyi bilen
78. halîmun : halîm

١٣

تِلْكَ حُدُودُ اللّهِ وَمَنْ يُطِعِ اللّهَ وَرَسُولَهُ يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْرى مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِدينَ فيهَا وَذلِكَ الْفَوْزُ الْعَظيمُ

(13) tilke hududullah ve mey yütiillahe ve rasulehu yudhilhü cennatin tecri min tahtihel enharu halidine fiha ve zalikel fevzül aziym

işte bunlar Allah’ın hudutlarıdır kim Allah’a itaat ederse ve ve o’nun resulüne (Allah) onu cennetlere koyar altından nehirler akan orada ebedi olarak kalırlar işte bu en büyük kurtuluştur

(13) Those are limits set by Allah those who obey Allah and His Messenger will be admitted to Gardens with rivers flowing beneath, to abide therein (forever) and that will be the supreme achievement.

1. tilke : o, bu, işte bunlar
2. hudûdu : hudutlar
3. allâhi : Allah
4. ve men : ve kim
5. yutıı : itaat eder
6. allâhe : Allah
7. ve resûle-hu : ve O’nun Resûlü, elçisi
8. yudhıl-hu : onu dahil eder, koyar
9. cennâtin : cennetler
10. tecrî : akar
11. min tahti-hâ : onun altından
12. el enhâru : nehirler
13. hâlidîne : ebedi kalacak olanlar
14. fî-hâ : onun içinde, orada
15. ve zâlike : ve bu
16. el fevzu : fevz, kurtuluş
17. el azîmu : büyük, en büyük

١٤

وَمَنْ يَعْصِ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَيَتَعَدَّ حُدُودَهُيُدْخِلْهُ نَارًا خَالِدًا فيهَا وَلَهُ عَذَابٌ مُهينٌ

(14) ve mey ya’sillahe ve rasulehu ve yeteadde hududehu yudhılhü naran haliden fiha ve lehu azabüm mühin

kim Allah’a isyan ederse ve O’nun resulüne ve o’nun hududunu aşarsa (Allah) onu ateşe sokar orada ebedi olarak kalır onun için aşağılayıcı bir azap (vardır)

(14) But those who disobey Allah and His Messenger and transgress His limits will be admitted to a Fire, to abide therein: and they shall have a humiliating punishment.

1. ve men : ve kim
2. ya’sı : isyan eder, karşı gelir
3. allâhe : Allah
4. ve resûle-hu : ve O’nun Resûlü, elçisi
5. ve yeteadde : ve aşar
6. hudûde-hu : onun hududu, sınırları
7. yudhıl-hu : onu dahil eder, koyar
8. nâren : ateş
9. hâliden : ebedi kalacak olanlar
10. fî-hâ : onun içinde, orada
11. ve lehu : ve onun için (vardır)
12. azâbun : azap
13. muhînun : alçaltıcı, zelil

Sayfa:79

١٥

وَالّتى يَاْتينَ الْفَاحِشَةَ مِنْ نِسَاءِكُمْ فَاسْتَشْهِدُوا عَلَيْهِنَّ اَرْبَعَةً مِنْكُمْ فَاِنْ شَهِدُوا فَاَمْسِكُوهُنَّ فِىالْبُيُوتِ حَتّى يَتَوَفّيهُنَّ الْمَوْتُ اَوْ يَجْعَلَ اللّهُ لَهُنَّ سَبيلًا

(15) vellati ye’tinel fahişete min nisaiküm festeşhidu aleyhinne erbeatem minküm fe in şehidu fe emsikuhünne fil büyuti hatta yeteveffahünnel mevtü ev yec’alellahü lehünne sebila

fahişelik yapanlar (için) kadınlarınızdan şahitlik yapacak sizden onların aleyhine de, dört kişi (getirin) eğer bunlar şahitlik yaparlarsa o kadınları evlerde tutun hatta vadeleri gelip ölünceye kadar veya Allah açıncaya kadar onlara bir çıkış yolu

(15) If any of your women are guilty of lewdness, take the evidence of four (reliable) witnesses from amongst you against them and if they testify, confine them to houses until death do claim them, or Allah ordain for them some (other) way.

1. vellâtî (ve ellâtî ) : ve onlar (kadınlar)
2. ye’tîne : gelirler, yaparlar
3. el fâhişete : fuhuş, zina
4. min nisâi-kum : sizin kadınlarınızdan
5. fe isteşhidû : o zaman şahitler isteyin
6. aleyhinne : onların üzerine, onlara
7. erbaaten : dört
8. min-kum : sizden, kendinizden
9. fe : o taktirde
10. in şehidû : eğer şahitlik ederlerse
11. fe emsikû-hunne : artık onları tutun
12. fî el buyûti : evlerin içinde, evlerde
13. hattâ : oluncaya kadar
14. yeteveffâ-hunne : (ölüm)onları vefat ettirir
15. el mevtu : ölüm
16. ev : veya
17. yec’al : kılar, yapar
18. allâhu : Allah
19. lehunne : onlara (kadınlara)
20. sebîlen : yol

١٦

وَالَّذَانِ يَاْتِيَانِهَا مِنْكُمْ فَاذُوهُمَا فَاِنْ تَابَاوَاَصْلَحَا فَاَعْرِضُوا عَنْهُمَااِنَّ اللّهَ كَانَ تَوَّابًا رَحيمًا

(16) vellezani ye’tiyaniha minküm fe azuhüma fe in taba ve asleha fe a’ridu anhüma innellahe kane tevvaber rahiyma

sizden zina edenlerin her ikisine de eza edin eğer tövbe eder ıslah olurlarsa o ikisine de (ezadan) vazgeçin şüphesiz Allah tövbeleri kabul edici merhametlidir

(16) If two men among you are guilty of lewdness, punish them both. If they repent and amend, leave them alone for Allah is Oft-Returning, Most Merciful.

1. vellezâni (ve ellezâni ) : ve o ikisi (erkek)
2. ye’tiyâni-hâ : onu yaparlar (fuhuş, zina yaparlar)
3. min-kum : sizden, içinizden
4. fe âzû-humâ : o taktirde artık ikisine eza edin
5. fe : fakat, o zaman, artık
6. in tâbâ : eğer tövbe ederler ise
7. ve aslehâ : ve ıslâh oldular
8. fe a’rıdû : o zaman vazgeçin
9. an-humâ : ikisinden
10. inne : muhakkak
11. allâhe : Allah
12. kâne : oldu, idi, …dır
13. tevvâben : tövbeleri kabul eden
14. rahîmen : Rahîm olan

١٧

اِنَّمَا التَّوْبَةُ عَلَى اللّهِ لِلَّذينَ يَعْمَلُونَ السُّوءَبِجَهَالَةٍ ثُمَّ يَتُوبُونَ مِنْ قَريبٍ فَاُولءِكَ يَتُوبُ اللّهُ عَلَيْهِمْ وَكَانَ اللّهُ عَليمًا حَكيمًا

(17) innemet tevbetü alellahi lillezine ya’melunes sue bi cehaletin sümme yetubune min karibin fe ülaike yetubüllahü aleyhim ve kanellahü alimen hakima

ancak Allah’ın kabul ettiği tövbe o kimseler ki bir kötülük yaparlar cahillik ederek sonra tövbe ederler yakın bir zamanda işte bunların Allah tövbelerini kabul buyurur Allah bilen, işlerinde hikmet sahibidir

(17) Allah accepts the repentance of those who do evil in ignorance and repent soon afterwards to them will Allah turn in mercy: for Allah is full of knowledge and wisdom.

1. innemâ : fakat, ancak, sadece
2. et tevbetu : tövbe
3. alâ allâhi : Allah’a
4. li ellezîne : onlar için
5. ya’melûne : yaparlar
6. es sûe : kötülük
7. bi cehâletin : cahillik ile
8. summe : sonra
9. yetûbûne : tövbe ederler
10. min karîbin : yakın zaman, hemen
11. fe ulâike : işte onlar
12. yetûbu : tövbelerini kabul eder
13. allâhu : Allah
14. aleyhim : onlara
15. ve kâne : ve oldu, idi, …dır
16. allâhu : Allah
17. alîmen : alim, en iyi bilen
18. hakîmen : hakîm, hüküm ve hikmet sahibi

١٨

وَلَيْسَتِ التَّوْبَةُ لِلَّذينَ يَعْمَلُونَ السَّيَاتِ حَتّى اِذَاحَضَرَ اَحَدَهُمُ الْمَوْتُ قَالَ اِنّى تُبْتُ الْنَ وَلَاالَّذينَ يَمُوتُونَ وَهُمْ كُفَّارٌ اُولءِكَ اَعْتَدْنَا لَهُمْعَذَابًا اَليمًا

(18) ve leysetit tevbetü lillezine ya’melunes seyyiat hatta iza hadara ehadehümül mevtü kale inni tübtül ane ve lellezine yemutune ve hüm küffar ülaike a’tedna lehüm azaben elima

(şu) kimselerin tövbesi kabul değildir kötülükleri yapmakta devam eden hatta gelince onlardan birine ölüm ben işte şimdi tövbe ettim diyenin kafir olarak ölenlerin de işte onlara hazırladık elim bir azap

(18) Of effect is the repentance of those who continue to do evil, until death faces one of them, and he says, now have I repented indeed nor of those who die rejecting Faith: for them have we prepared a punishment most grievous.

1. ve leyset(i) : ve değil
2. et tevbetu : tövbe
3. li ellezîne : onların
4. ya’melûne : yapıyorlar
5. es seyyiâti : kötülük
6. hattâ : oluncaya kadar
7. izâ : olduğu zaman
8. hadara : hazır oldu (geldi)
9. ehade- hum : onların birine, kendilerine
10. el mevtu : ölüm
11. kâle : dedi
12. innî : muhakkak ki ben, gerçekten ben
13. tubtu : tövbe ettim
14. el’âne : şimdi
15. ve lâ ellezîne : ve onlara olmaz, onlar için değildir
16. yemûtûne : ölürler
17. ve hum : ve onlar
18. kuffârun : kâfirler olarak
19. ulâike : işte onlar
20. a’tednâ : biz hazırladık
21. lehum : onlar için, onlara
22. azâben : azap
23. elîmen : elîm, acı

١٩

يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا لَا يَحِلُّ لَكُمْ اَنْ تَرِثُوا النِّسَاءَ كَرْهًا وَلَا تَعْضُلُوهُنَّ لِتَذْهَبُوا بِبَعْضِ مَا اتَيْتُمُوهُنَّ اِلَّا اَنْ يَاْتينَ بِفَاحِشَةٍ مُبَيِّنَةٍوَعَاشِرُوهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ فَاِنْ كَرِهْتُمُوهُنَّ فَعَسى اَنْ تَكْرَهُوا شَيًا وَيَجْعَلَ اللّهُ فيهِ خَيْرًا كَثيرًا

(19) ya eyyühellezine amenu la yehillü leküm en terisün nisae kerha ve la ta’duluhünne li tezhebu bi ba’di ma ateytümuhünne illa ey ye’tine bi fahişetim mübeyyineh ve aşiruhünne bil ma’ruf fe in kerihtümuhünne fe asa en tekrahu şey’ev ve yec’alellahü fihi hayran kesira

ey iman edenler size helal olmaz kadınlara zorla mirasçı olmanız o kadınlara engel olmanız ve sıkıştırmanız birazını kurtarıp götürmeniz (helal değildir) verdiğiniz mehirlerin ancak yapmış olsalar açık bir fuhuş onlarla iyi geçinin ve kaynaşın eğer kedilerinden hoşlanmadınız ise olur ki bir şey hoşunuza gitmeyebilir Allah takdir etmiştir onda birçok hayırlar

(19) O ye who believe ye are forbidden to inherit women against their will. Nor should ye treat them with harshness, that ye may take away part of the dower ye have given them, except where they have been guilty of open lewdness on the contrary live with them on a footing of kindness and equity. If ye take a dislike to them it may be that ye dislike a thing, and Allah brings about through it a great deal of good.

1. yâ eyyuhâ : ey
2. ellezîne : onlar, olanlar
3. âmenû : âmenû oldular, Allah’a ulaşmayı dilediler, îmân ettiler
4. lâ yahıllu : helâl olmaz, helâl değldir
5. lekum : size
6. en terisû : sizin varis olmanız
7. en nisâe : kadınlar
8. kerhen : zorla
9. ve lâ ta’dulû-hunne : ve onlara baskı yapmayın, sıkıştırmayın
10. li tezhebû : gidermek, almak
11. bi ba’dı : bazısını, bir kısmını
12. : şey (şeyler)
13. âteytumû-hunne : onlara verdiğiniz şeyleri
14. illâ : hariç
15. en ye’tîne : gelmeleri, yapmaları
16. bi fâhışetin : fuhuş ile, kötülük ile
17. mubeyyinetin : açıkça
18. ve âşirû-hunne : ve onlarla geçinin
19. bi el ma’rûfi : iyilikle
20. fe : fakat
21. in kerihtumû-hunne : eğer onlardan hoşlanmadınızsa
22. fe asâ : o taktirde umulur ki
23. en tekrehû : sizin kerih görmeniz, hoşlanmamanız
24. şey’en : bir şey
25. yec’al : kılar, yapar
26. allâhu : Allah
27. fî-hi : onda, onun hakkında
28. hayren : hayır
29. kesîren : çok

Sayfa:80

٢٠

وَاِنْ اَرَدْتُمُ اسْتِبْدَالَ زَوْجٍ مَكَانَ زَوْجٍ وَاتَيْتُمْ اِحْديهُنَّ قِنْطَارًا فَلَا تَاْخُذُوا مِنْهُ شَيْا اَتَاْخُذُونَهُ بُهْتَانًا وَاِثْمًا مُبينًا

(20) ve in eradtümüs tibdale zevcim mekane zevciv ve ateytüm ihdahünne kıntaran fe la te’huzu minhü şey’a e te’huzunehü bühtanev ve ismem mübina

eğer isterseniz bir zevceyi bırakır başka bir zevce (almak), vermiş bile olsanız evvelkine yüklerle mehir almayın ondan hiçbir şey onu alacaksınız? açık bir bühtan ve günah isnat ederek

(20) But if ye decide to take one wife in place of another, even if ye had given the latter a whole treasure for dower, take not the least bit of it back: would ye take it by slander and a manifest wrong?

1. ve in : ve eğer
2. eradtum : siz istediniz
3. istibdâle : bedel yapmak, değiştirmeyi istemek
4. zevcin : eş, zevce
5. mekâne : yerine
6. zevcin : eş, zevce
7. ve âtey-tum : ve siz verdiniz
8. ihdâ-hunne : onlardan biri
9. kıntâren : yüklerle, kantar kantar, çok fazla
10. fe : artık
11. lâ te’huzû : almayın
12. min-hu : ondan
13. şey’en : bir şey
14. e te’huzûne-hu : onu alacak mısınız
15. buhtânen : iftira ederek
16. ve ismen : ve günah işleyerek
17. mubînen : açıkça, apaçık

٢١

وَكَيْفَ تَاْخُذُونَهُ وَقَدْ اَفْضى بَعْضُكُمْ اِلىبَعْضٍ وَاَخَذْنَ مِنْكُمْ ميثَاقًا غَليظًا

(21) ve keyfe te’huzunehü ve kad efda ba’duküm ila ba’div ve ehazne minküm misakan ğaliza

onun (mehrini) nasıl alabilirsiniz ki, muhakkak katılıp kaynaştınız birbirinizle sizden aldılar kuvvetli bir misak

(21) And how could ye take it when ye have gone in when ye have gone in unto each other, and they have taken from you a solemn Covenant?

1. ve keyfe : ve nasıl
2. te’huzûne-hu : onu alırsınız
3. ve kad : ve … olmuştu
4. efdâ : birleşip kaynaşdı
5. ba’du-kum ilâ ba’dın : birbirinize, birbirinizle
6. ve ehazne : ve onlar aldılar
7. min-kum : sizden
8. mîsâkan : misak, kuvvetli söz
9. galîzan : çok kuvvetli, kesin

٢٢

وَلَا تَنْكِحُوا مَا نَكَحَ ابَاؤُكُمْ مِنَ النِّسَاءِ اِلَّا مَا قَدْ سَلَفَ اِنَّهُ كَانَ فَاحِشَةً وَمَقْتًا وَسَاءَ سَبيلًا

(22) ve la tenkihu ma nekeha abaüküm minen nisai illa ma kad selef innehu kane fahişetev ve makta ve sae sebila

(kendinize) nikahlamayın babalarınızın nikah kıydığı kadınları geçmişte (olanlar) hariç şüphesiz bu iğrenç, gazabı çeken bir ameldir ne kadar kötü bir yoldur

(22) And marry not women whom your fathers married, except what is past: it was shameful and odious, an abominable custom indeed.

1. ve lâ tenkihû : ve siz nikâhlamayın
2. : şey, olan
3. nekaha : nikâhladı
4. âbâu-kum : sizin babalarınız
5. min en nisâi : kadınlardan
6. illâ : hariç
7. : şey, olan
8. kad : olmuştu
9. selefe : geçti
10. inne-hu : muhakkak ki o
11. kâne : oldu, idi, …dır
12. fâhışeten : fuhuş, kötü, çirkin
13. ve maktan : iğrenç, kızdırıcı husus
14. ve sâe : ve kötü, fena
15. sebîlen : yol

٢٣

حُرِّمَتْ عَلَيْكُمْ اُمَّهَاتُكُمْ وَبَنَاتُكُمْ وَاَخَوَاتُكُمْ وَعَمَّاتُكُمْ وَخَالَاتُكُمْ وَبَنَاتُ الْاَخِ وَبَنَاتُ الْاُخْتِ وَاُمَّهَاتُكُمُ الّتى اَرْضَعْنَكُمْ وَاَخَوَاتُكُمْ مِنَ الرَّضَاعَةِ وَاُمَّهَاتُ نِسَاءِكُمْ وَرَبَاءِبُكُمُ الّتى فى حُجُورِكُمْ مِنْ نِسَاءِكُمُ الّتى دَخَلْتُمْ بِهِنَّ فَاِنْ لَمْ تَكُونُوا دَخَلْتُمْ بِهِنَّ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ وَحَلَاءِلُ اَبْنَاءِكُمُ الَّذينَ مِنْ اَصْلَابِكُمْ وَاَنْ تَجْمَعُوا بَيْنَ الْاُخْتَيْنِ اِلَّا مَا قَدْ سَلَفَ اِنَّ اللّهَ كَانَ غَفُورًا رَحيمًا

(23) hurrimet aleyküm ümmehatüküm ve benatüküm ve ehavatüküm ve ammatüküm ve halatüküm ve benatül ehi ve benatül uhti ve ümmehatükümüllati erda’neküm ve ehavatüküm miner radaati ve ümmehatü nisaiküm ve rabaibükümüllati fi hucuriküm min nisaikümüllati dehaltüm bihinne fe il lem tekunu dehaltüm bihinne fe la cünaha aleyküm ve halailü ebnaikümül lezine min eslabiküm ve en tecmeu beynel uhteyni illa ma kad selef innellahe kane ğafurar rahiyma

size haram kılındı analarınız kızlarınız kız kardeşleriniz halalarınız teyzeleriniz erkek kardeşlerinizin kızları kız kardeşlerinizin kızları sizi emziren süt anneleriniz (haram kılındı) süt kız kardeşleriniz kadınlarınızın anneleri (haram kılındı) başkasından olan kızları (haram kılındı) kendileri ile halvete girdiğiniz kadınlar eğer (anaları ile zifafa) girmediniz ise (kızları ile evlenmenizde) size bir günah yoktur oğullarınızın hanımları ki bunlar kendi öz oğullarınızın hanımları birlikte nikahlamanız iki kız kardeşi aynı zamanda (haram kılındı) geçmişte (olanlar) hariç şüphesiz Allah bağışlayan merhamet sahibidir

(23) Prohibited to you (for marriage) are: your mothers, daughters, sisters father’s sisters, mother’s sisters brother’s daughters, sister’s daughters foster mothers (who gave you suck), foster sisters your wives’ mothers your step daughters under your guardianship, born of your wives to whom ye have gone in, no prohibition if ye have not gone in (those who have been) wives of your sons proceeding from your loins and two sisters in wedlock at one and the same time, for Allah is Oft-Forgiving, Most Merciful

1. hurrimet : haram kılındı
2. aleykum : sizin üzerinize, size
3. ummehâtu-kum : anneleriniz
4. ve benâtu-kum : ve kızlarınız
5. ve ehavâtu-kum : ve kız kardeşleriniz
6. ve ammâtu-kum : ve halalarınız
7. ve halâtu-kum : ve teyzeleriniz
8. ve benâtu : ve kızları
9. el ahi : erkek kardeş
10. ve benâtu : ve kızları
11. el uhti : kız kardeş
12. ve ummehâtu-kum : ve anneleriniz
13. ellâtî : ki onlar
14. erdâ’ne-kum : sizi emzirdi
15. ve ehavâtu-kum : ve kız kardeşleriniz
16. min er radâati : süt kız kardeşlerinden
17. ve ummehâtu : ve anneleri
18. nisâi-kum : kadınlarınız
19. ve rabâibu-kum : ve üvey kızlarınız
20. ellâti fî hucûri-kum : sizin hücrelerinizde, odalarınızda, himayenizde olanlar
21. min nisâi-kum : sizin kadınlarınızdan
22. ellâti dehaltum : gerdeğe girdiğiniz (birleştiğiniz kadınlar)
23. bi- hinne : onlarla
24. fe in : fakat eğer
25. lem tekûnû dehaltum : gerdeğe girmediniz (birleşmediniz)
26. bi- hinne : onlarla
27. fe : o zaman, o taktirde
28. lâ cunâha : günah yoktur
29. aleykum : size, sizin üzerinize
30. ve halâilu : ve hanımları, eşleri
31. ebnâi-kum : oğullarınız
32. ellezîne : onlar
33. min aslâbi-kum : sizin sulbunuzdan, soyunuzdan, neslinizden
34. ve en tecmeû : ve toplamanız
35. beyne : arasında, birarada
36. el uhteyni : iki kız kardeş
37. illâ : hariç, ancak
38. : şey, olan
39. kad : olmuştu
40. selefe : geçti
41. inne : muhakkak
42. allâhe : Allah
43. kâne : oldu, idi, …dır
44. gafûran : gafur, bağışlayan, mağfiret eden
45. rahîmen : rahim olan

Yorum bırakın